Konuya cevap cer

Beğendiğin şeyde ifrat etme 


Bir derdin dermanı, başka derde derd olur. Panzehiri zehir olur. 


Derman hadden geçerse derd getirir, öldürür.


* * * 


İnadın gözü, meleği şeytan görür 


İnadın işi budur: Şeytan yardım ederse birisine "melek" der, rahmeti de okutur.


Muhalif tarafında eğer meleği görse; libasını değişmiş, onu şeytan zanneder, adavet lanet eder.


* * * 


Hakkı bulduktan sonra ehak için ihtilafı çıkarma 


Ey talib-i hakikat, madem hakta ittifak, ehakta ihtilaftır. Bazan hak, ehaktan ehaktır. Hem de olur hasen, ahsenden ahsen.


* * *


İslâmiyet, selm ve müsalemettir; dâhilde niza ve husumet istemez 


Ey Âlem-i İslâmî! Hayatın ittihadda. Ger ittihad istersen düsturun bu olmalı:


"HÜVEL HAKKU" yerine "HÜVE HAKKUN" olmalı. "HÜVEL HASEN" yerine "HÜVEL AHSEN" olmalı...


Her müslim kendi meslek, mezhebine demeli: "İşte bu haktır, başkasına ilişmem. Başkaları güzelse, benim en güzelidir."


Dememeli: "Budur hak, başkaları battaldır." Ya "Yalnız benimkidir güzeli; başkaları yanlıştır, hem çirkindir."


Zihniyet-i inhisar, hubb-u nefisten geliyor, sonra maraz oluyor, niza ondan çıkıyor. 


Derd ile dermanlar taaddüdü hak olur, hak da taaddüd eder. Hacat ve ağdiyenin tenevvüü hak olur, hak da tenevvü eder.


İstidad, terbiyeler, tekessürü hak olur, hak da tekessür eder. Bir madde-i vâhide, hem zehir ve hem panzehir.


İki mizaca göre mesail-i fer'îde hakikat sabit değil, izafî ve mürekkeb, mükellefîn mizaclar


Ona bir hisse verip, ona göre ederek tahakkuk ve terekküb, her mezhebin sahibi mühmel mutlak hükmeder.


Mezhebinin hududu tayinini bırakır temayül-ü mizaca; taassub-u mezhebî tamime sebeb olur.


Tamimin iltizamı sebeb olur nizaa. İslâmiyet'ten evvel tabakat-ı beşerde derin uçurumlar,


Hem tebaüd-ü acibi istedi bir vakitte taaddüd-ü enbiya, tenevvü-ü şerâyi', müteaddid mezhebler.


Beşerde bir inkılab İslâmiyet yaptırdı, beşer tekarüb etti, Şer' etti ittihad, vâhid oldu Peygamber.


Seviye bir olmadı; mezheb taaddüd etti. Terbiye-i vâhide kâfi geldiği zaman, ittihad eder mezhebler...


* * * 


İcad ve cem'-i ezdadda büyük bir hikmet var. Kudret elinde şems ve zerre birdir. 


Ey birader-i kalbhüşyar! Ezdadın cem'indendir tecelli-i iktidar; lezzet içinde elem, hayrın içinde şerri,


Hüsnün içinde kubhu, nef'in içinde darrı, nimet içinde nıkmet, nurun içinde nârı bilir misin ki sırrı?


Hakaik-i nisbiye, sübut takarrur etsin, birşeyde çok şey olsun, bulsun vücud, görünsün. Sür'at-i hareketle bir nokta bir hat olur.


Çevirmenin sür'ati yapar bir lem'a-i nur, daire-i nurani. Hakaik-i nisbiye vazifesi, dünyada taneler sünbül olur.


Kâinatın çamuru, revabıt-ı nizamı, alâik-ı nakşını odur teşkil ediyor. Âhirette bu nisbî emirler orada hakaik olur.


Hararette meratib, ona olmuştur sebeb tahallül-ü bürudet.


Hüsündeki derecat kubhun tedahülüdür. Sebeb, illet oluyor.


Ziya zulmete borçlu, lezzet eleme medyun; sıhhat, marazsız olmaz. 


Cennet olmazsa belki Cehennem tazib etmez. Zemherirsiz olmuyor...


Ger zemherir olmazsa, o da ihrak edemez. O Hallak-ı Lemyezel, halk-ı ezdad içinde hikmetini gösterdi. Haşmeti etti zuhur...


O Kadîr-i Lâyezal, cem'-i ezdad içinde iktidarı gösterdi. Azamet etti zuhur. Madem o kudret-i İlahî lâzıme-i zâtî olur


O Zât-ı Ezelî'ye, hem zarure-i nâşie; onda zıddı olamaz, acz tahallül edemez, onda meratib olamaz, herşeye nisbeti bir, hiçbir şey ağır olmuyor.


O kudretin ziyasına Güneş mişkât olmuştur. Bu mişkâtın nuruna deniz yüzü âyine, şebnemlerin gözleri birer mir'at olmuştur.


Denizin geniş yüzü, gösterdiği güneşi çin-i cebînindeki katreler de gösterir, şebnemin küçük gözü yıldız gibi parlıyor.


Aynı hüviyet tutar; şebnem, deniz bir olur güneşin nazarında, kudreti tanzir eder; şebnemin gözbebeği küçücük bir güneştir.


Şu muhteşem güneş de küçücük bir şebnemdir; gözbebeği bir nurdur ki şems-i kudretten gelir, o kudrete kamer olur.


Semavat bir denizdir; bir nefes-i Rahman'la çin-i cebînlerinde mevcelenip, katarat ki nücum ve hem şümustur.


Kudret tecelli etti, o katarata serpti nurani lemaatı. Herbir güneş bir katre, herbir yıldız bir şebnem, herbir lem'a timsaldir.


O feyz-i tecellînin küçücük bir aksidir o katre-misal güneş. Eder mücellâ camını o lümey'a zücace dürri-misal parlıyor


O şebnem-misal yıldız latif gözü içinde, bir yer yapar lem'aya, lem'a olur bir sirac, gözü olur zücace, misbahı nurlanıyor.


* * * 


Meziyetin varsa hafa türabında kalsın; tâ neşvünema bulsun 


Ey zîhâssa-i meşhure! Taayyünle zulmetme, ger perde-i hafanın altında sen kalırsan, ihvanına verirsin ihsan ve bereketi.


Herbir ihvanın altında sen çıkması, hem de o sen olması imkân ve ihtimali, herbirine celbeder bir nazar-ı hürmeti.


Eğer taayyün edip perde altından çıksan, mükrim iken altında; üstünde zalim olursun. Güneş iken orada; burada gölge edersin.


İhvanını düşürttürüp hem nazar-ı hürmetten. Demek taayyün ve teşahhus, zalim birer emirdir, sahih doğru böyle ise, hem de böyle görürsün.


Nerede kaldı yalancı tasannu' ve riya ile kesb-i teşahhus-u şöhret? İşte bir sırr-ı azîm ki hikmet-i İlahî, hem o nizam-ı ahsen


Bir ferd-i fevkalâde, kendi nev'i içinde setr ile perde çeker, bununla kıymet verdirir, hem de eder müstahsen.


İşte sana misali: İnsan içinde veli, ömür içinde ecel, olmuş meçhul ve mühmel. Cum'ada müstetirdir bir saat, kabul olur dua edersen.


Ramazanda münteşir bir leyle-i zû-kadir, esma-ül hüsnada muzmer iksir-i ism-i a'zam. Bu misallerin haşmeti, hem de o sırr-ı hasen


İbhamda izhar eder, ihfada isbat eder. Meselâ: Ecelin ibhamında bir müvazene vardır; her dakikada tutar ne vaziyet alırsan.


Kefeteyn-i havf u reca, hizmet-i ukba, dünya; tevehhüm-ü bekaî, lezzet-i ömrü verir. Yirmi sene mübhem bir ömür olsa ahsen


Nihayeti muayyen bin senelik bir ömre. Zira nısfı geçerse, her saati geldikçe güya adım atarak dar ağacına gidersin


Şey'en şey'en üzülmek.. vehm de teselli vermez, sen de rahat etmezsin...


* * * 


Allah'ın rahmet ve gazabından fazla tahassüs hatadır 


Allah'ın rahmetinden fazla rahmet edilmez. Allah'ın gazabından fazla gazab edilmez.


Öyle ise işi bırak o Âdil-i Rahîm'e. Fazla şefkat elemdir, fazla gazab zemîme...


* * * 


İsraf sefahetin, sefahet sefaletin kapısıdır 


Ey müsrifli kardeşim! Tegaddi noktasında bir iken iki lokma; bir lokma bir kuruşa, bir lokma on kuruşa.


Hem ağıza girmeden, hem boğazdan geçtikten, müsavi bir olurlar. Yalnız ağızda, o da kaç sâniyede bîhûşe verir nûşe.


Zevkî bir fark bulunur, daim onu aldatır o kuvve-i zaika; bedene, hem mideye kapıcı, müfettişe.


Onun tesiri menfî, müsbet değil! Vazife yalnız kapıcıyı taltif ve memnun etmek! Nûş verirsin o bîhûşe


Aslî vazifesinde onu müşevveş etmek, tek bir kuruş yerine onbir kuruşu vermek, olur şeytanî pişe.


İsrafın en sefihi, tebzirin en sakîmi, bir tarzdır bir çeşidi; heves etme bu işe...


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst