ﻻ َٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻻ َّ ﺍﻟﻠَّﻪُ ta Cenab-ı Hakk'ın ulûhiyetini ve mabudiyetini, yani kâinatta her şeyi tasarrufu altında tutan ilahlığını ve ibadete lâyık mabud oluşunu ilan eden bir tevhid mertebesi vardır. Şu mertebenin gayet kuvvetli bir deliline şöyle işaret edeceğiz.
Kâinatın yüzünde, bilhassa yeryüzü sayfasında gayet muntazam bir faaliyet görünüyor. Gayet hikmetli bir yaratıcılığa şahit oluyoruz. Ve gayet intizamlı bir fettâhiyet, yani her şeye lâyık bir şekil verme ve suret biçme fiilini gözümüzle görüyoruz. Hem gayet şefkatli, cömert, merhametli bir vehhabiyeti (çok ihsan etme, bağışlama) ve ihsanları seyrediyoruz. Öyleyse şu hal ve keyfiyet zorunlu olarak, Fa'âl (daima faaliyette bulunan), Hallâk (karşılıksız ve bolca, sürekli yaratan), Fettah (herşeyi en iyi şekilde açan), Vehhab (karşılıksız ihsan eden, bağışlayan) bir Zât-ı Zülcelâl'in varlığının vücûbiyetini ve birliğini ispatlar, belki hissettirir. Evet, varlıkların durmadan kaybolup gitmesi ve tazelenmesi gösteriyor ki, onlar bir Sâni-i Kadir'in kutsî isimlerinin cilveleri.. o isimlerin nurlarının gölgeleri.. O'nun icraatının eserleri.. kader ve kudret kaleminin nakışları, sayfaları.. ve kemâl vasıflarındaki güzelliğin aynalarıdır.
Şu büyük hakikati ve tevhidin şu en yüksek mertebesini, kâinatın Sahibi gönderdiği bütün mukaddes kitaplar ve sahifeleriyle gösterdiği gibi, bütün hakikat ehli ve kâmil zâtlar da eşyanın iç yüzüne vâkıf olma gayretleri ve keşifleriyle gösteriyorlar. Ve kâinat da acizliği ve fakrıyla beraber, mazhar olduğu daimî sanat mucizelerinin, kudret harikalarının ve servet dolu hazinelerin şahitliğiyle, aynı tevhid mertebesine işaret ediyor. Demek, Şahid-i Ezelî indirdiği bütün kitaplar ve suhufla, manevî âlemlerdeki hakikatlere şahit olan zâtlar bütün hakikate ulaşma gayretleri ve keşifleriyle, şu görünen âlem ise intizamı ve hikmetli bütün halleriyle o tevhid mertebesinde kesin bir şekilde ittifak ediyorlar.
İşte o Vahid ve Ehad Zât'ı kabul etmeyen, ya sayısız sözde ilahı kabul edecek ya da ahmak sofistler gibi hem kendini hem kâinatın varlığını inkâr edecek.
Kaynak: Kısmen kelimelerin tercüme edildiği Mektubat kitabından alınmıştır.
Kâinatın yüzünde, bilhassa yeryüzü sayfasında gayet muntazam bir faaliyet görünüyor. Gayet hikmetli bir yaratıcılığa şahit oluyoruz. Ve gayet intizamlı bir fettâhiyet, yani her şeye lâyık bir şekil verme ve suret biçme fiilini gözümüzle görüyoruz. Hem gayet şefkatli, cömert, merhametli bir vehhabiyeti (çok ihsan etme, bağışlama) ve ihsanları seyrediyoruz. Öyleyse şu hal ve keyfiyet zorunlu olarak, Fa'âl (daima faaliyette bulunan), Hallâk (karşılıksız ve bolca, sürekli yaratan), Fettah (herşeyi en iyi şekilde açan), Vehhab (karşılıksız ihsan eden, bağışlayan) bir Zât-ı Zülcelâl'in varlığının vücûbiyetini ve birliğini ispatlar, belki hissettirir. Evet, varlıkların durmadan kaybolup gitmesi ve tazelenmesi gösteriyor ki, onlar bir Sâni-i Kadir'in kutsî isimlerinin cilveleri.. o isimlerin nurlarının gölgeleri.. O'nun icraatının eserleri.. kader ve kudret kaleminin nakışları, sayfaları.. ve kemâl vasıflarındaki güzelliğin aynalarıdır.
Şu büyük hakikati ve tevhidin şu en yüksek mertebesini, kâinatın Sahibi gönderdiği bütün mukaddes kitaplar ve sahifeleriyle gösterdiği gibi, bütün hakikat ehli ve kâmil zâtlar da eşyanın iç yüzüne vâkıf olma gayretleri ve keşifleriyle gösteriyorlar. Ve kâinat da acizliği ve fakrıyla beraber, mazhar olduğu daimî sanat mucizelerinin, kudret harikalarının ve servet dolu hazinelerin şahitliğiyle, aynı tevhid mertebesine işaret ediyor. Demek, Şahid-i Ezelî indirdiği bütün kitaplar ve suhufla, manevî âlemlerdeki hakikatlere şahit olan zâtlar bütün hakikate ulaşma gayretleri ve keşifleriyle, şu görünen âlem ise intizamı ve hikmetli bütün halleriyle o tevhid mertebesinde kesin bir şekilde ittifak ediyorlar.
İşte o Vahid ve Ehad Zât'ı kabul etmeyen, ya sayısız sözde ilahı kabul edecek ya da ahmak sofistler gibi hem kendini hem kâinatın varlığını inkâr edecek.
Kaynak: Kısmen kelimelerin tercüme edildiği Mektubat kitabından alınmıştır.