Şu mertebenin gayet kuvvetli bir deliline şöyle işaret edeceğiz

Ahmet.1

Well-known member
ﻻ َٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻻ َّ ﺍﻟﻠَّﻪُ ta Cenab-ı Hakk'ın ulûhiyetini ve mabudiyetini, yani kâinatta her şeyi tasarrufu altında tutan ilahlığını ve ibadete lâyık mabud oluşunu ilan eden bir tevhid mertebesi vardır. Şu mertebenin gayet kuvvetli bir deliline şöyle işaret edeceğiz.

Kâinatın yüzünde, bilhassa yeryüzü sayfasında gayet muntazam bir faaliyet görünüyor. Gayet hikmetli bir yaratıcılığa şahit oluyoruz. Ve gayet intizamlı bir fettâhiyet, yani her şeye lâyık bir şekil verme ve suret biçme fiilini gözümüzle görüyoruz. Hem gayet şefkatli, cömert, merhametli bir vehhabiyeti (çok ihsan etme, bağışlama) ve ihsanları seyrediyoruz. Öyleyse şu hal ve keyfiyet zorunlu olarak, Fa'âl (daima faaliyette bulunan), Hallâk (karşılıksız ve bolca, sürekli yaratan), Fettah (herşeyi en iyi şekilde açan), Vehhab (karşılıksız ihsan eden, bağışlayan) bir Zât-ı Zülcelâl'in varlığının vücûbiyetini ve birliğini ispatlar, belki hissettirir. Evet, varlıkların durmadan kaybolup gitmesi ve tazelenmesi gösteriyor ki, onlar bir Sâni-i Kadir'in kutsî isimlerinin cilveleri.. o isimlerin nurlarının gölgeleri.. O'nun icraatının eserleri.. kader ve kudret kaleminin nakışları, sayfaları.. ve kemâl vasıflarındaki güzelliğin aynalarıdır.

Şu büyük hakikati ve tevhidin şu en yüksek mertebesini, kâinatın Sahibi gönderdiği bütün mukaddes kitaplar ve sahifeleriyle gösterdiği gibi, bütün hakikat ehli ve kâmil zâtlar da eşyanın iç yüzüne vâkıf olma gayretleri ve keşifleriyle gösteriyorlar. Ve kâinat da acizliği ve fakrıyla beraber, mazhar olduğu daimî sanat mucizelerinin, kudret harikalarının ve servet dolu hazinelerin şahitliğiyle, aynı tevhid mertebesine işaret ediyor. Demek, Şahid-i Ezelî indirdiği bütün kitaplar ve suhufla, manevî âlemlerdeki hakikatlere şahit olan zâtlar bütün hakikate ulaşma gayretleri ve keşifleriyle, şu görünen âlem ise intizamı ve hikmetli bütün halleriyle o tevhid mertebesinde kesin bir şekilde ittifak ediyorlar.

İşte o Vahid ve Ehad Zât'ı kabul etmeyen, ya sayısız sözde ilahı kabul edecek ya da ahmak sofistler gibi hem kendini hem kâinatın varlığını inkâr edecek.

Kaynak: Kısmen kelimelerin tercüme edildiği Mektubat kitabından alınmıştır.
 

Ahmet.1

Well-known member
Mektubat

ﻻ َٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻻ َّ ﺍﻟﻠَّﻪُ da, bir tevhid-i uluhiyet ve mabudiyet vardır. Şu mertebenin gayet kuvvetli bir bürhanına şöyle işaret ederiz ki: Şu kâinat yüzünde, hususan zeminin sahifesinde, gayet muntazam bir faaliyet görünüyor. Ve gayet hikmetli bir hallakıyet müşahede ediyoruz. Ve gayet intizamlı bir fettahiyet, yani herşey'e lâyık bir şekil açmak ve suret vermek aynelyakîn görüyoruz. Hem gayet şefkatli, keremli, rahmetli bir vehhabiyet ve ihsanat görüyoruz. Öyle ise, bizzarure şu hâl ve şu keyfiyet; Faal, Hallak, Fettah, Vehhab bir Zât-ı Zülcelal'in vücub-u vücudunu ve vahdetini isbat eder, belki ihsas eder. Evet mevcudatın mütemadiyen zevalleri, tazelenmeleri gösteriyor ki, o mevcudat; bir Sâni'-i Kadîr'in kudsî esmasının cilveleri ve envâr-ı esmaiyesinin gölgeleri ve ef'alinin eserleri ve kalem-i kader ve kudretin nakışları ve sahifeleri ve cemal-i kemalinin âyineleridir.

Şu hakikat-ı uzmaya ve şu tevhidin mertebe-i ulyasına, şu kâinatın sahibi, bütün gönderdiği mukaddes kitablar ve suhuflarıyla o tevhidi gösterdiği gibi; bütün ehl-i hakikat ve kâmilîn-i nev'-i beşer tahkikatlarıyla ve keşfiyatlarıyla, aynı mertebe-i tevhidi gösteriyorlar. Ve kâinat dahi, acz ve fakrıyla beraber, mazhar olduğu daimî mu'cizat-ı san'atın ve havarik-ı iktidar, hazain-i servetin şehadetiyle, aynı mertebe-i tevhide işaret eder. Demek Şahid-i Ezelî bütün kütüb ve suhufuyla ve ehl-i şuhud bütün tahkikat ve küşûfuyla ve âlem-i şehadet bütün muntazam ahval ve hakîmane şuunatıyla o mertebe-i tevhidde bil'icma' ittifak ediyorlar.

İşte o Vâhid-i Ehad'i kabul etmeyen, ya nihayetsiz ilahları kabul edecek veyahut ahmak Sofestaî gibi hem kendini, hem kâinatın vücudunu inkâr edecek.

Said Nursi
 

Ahmet.1

Well-known member
Lokman, 13. Ayet: Hani Lokmân, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: "Yavrum! Allah'a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür."
 

Ahmet.1

Well-known member
..

ﻻ َٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻻ َّ ﺍﻟﻠَّﻪُ da şöyle bir müjde var ki: Hadsiz hacata mübtela, nihayetsiz a'danın hücumuna hedef olan ruh-u insanî şu kelimede öyle bir nokta-i istimdad bulur ki, bütün hacatını temin edecek bir hazine-i rahmet kapısını ona açar ve öyle bir nokta-i istinad bulur ki, bütün a'dasının şerrinden emin edecek bir kudret-i mutlakanın sahibi olan kendi Mabudunu ve Hâlıkını bildirir ve tanıttırır, sahibini gösterir, Mâliki kim olduğunu irae eder. Ve o irae ile, kalbi vahşet-i mutlakadan ve ruhu hüzn-ü elîmden kurtarıp, ebedî bir ferahı, daimî bir süruru temin eder.

Hadsiz: Sınırsız, sayısız.
Hacat: İhtiyaçlar.
Mübtela: Tutkun, düşkün, hasta, dertli.
Nihayetsiz: Sonsuz.
A'danın: Düşmanların.
Ruh-u insani: İnsana ait ruh.
Nokta-i istimdad: Yardım isteme noktası(yeri), yardım istenecek yer.
Rahmet: Merhamet, acıma, şefkat etme, esirgeme.
Hazine-i Rahmet: Rahmet hazinesi.
Nokta-i istinad: Dayanma noktası, dayanılacak yer.
A'da: Düşmanlar.
Şerr: Kötülük, fena.
Kudret-i mutlaka: Sınırsız ve sonsuz kudret(güç).
Mabud: İbedet edilen, kulluk yapılan (Allah(cc)).
Hâlık: Yaratıcı Allah(cc).
Mâlik: Sahip.
İrae: Gösterme.
Vahşet-i mutlaka: Tam vahşilik, sonsuz yanlızlık ve korku ve ürkeklik.
Hüzn-ü elim: Acı veren üzüntü ve sıkıntı.
Ebedî: Sonsuz, sonsuzlukla ilgili.
Sürur: Sevinç, neşe.


Said Nursi
 
Üst