İlim-irfan
Well-known member
Bir gün rahmetli babamla ormana gitmiştik… Bu gidişin bahanesi, kışlık odun yapmaktı… Aslında ise birlikte vakit geçirmek istiyorduk… Çünkü bir birimize hasrettik.
Babamın bitmez tükenmez “sefer”leri (gemisiyle bir yerlere gider, aylar sonra eve dönerdi. Bu gidişlere yörede “sefer” denirdi) yüzünden, fazla birlikte olamıyorduk…
Sanırım o tarihte yaşım ondört filandı…
Bir süre çalıştık. Birkaç kurumuş ağacı kestik. Sonra dinlenmeye oturduk. Böyle vakitlerde babam, yüreğime ebedi hakikat tohumları ekmeyi severdi. Birden sordu:
“İbrahim Edhem Hazretleri’ni tanır mısın?”
Hayır, hiç duymamıştım. Anlatmaya başladı…
¥
İbrahim Edhem, tacıyla-tahtıyla, zevk ve sefasıyla Belh hükümdarıydı…
Muhtemelen bizim kadar gösteri ve gösteriş tutkunu değildi, ama onun da hepimiz gibi bazı zaafları vardı… Mesela ava fazlasıyla düşkündü…
Etrafında bir dediğini ikiletmeyen halayıklar, uşaklar, hizmetkârlar, vezirler, komutanlar, bürokratlar… Elinin altında her türlü imkân…
Buna rağmen içinde büyük bir boşluk, derin bir huzursuzluk…
“Bu gidişin sonu olacak?” sorusu, sürekli olarak beynini mıncıklıyordu.
Gerçi “Rıza-ı İlâhî” konusunda bizim kadar duyarsız, ilgisiz ve bilgisiz değildi. En azından namazını kılar, orucunu tutar, fakir-fukarayı kollar, gözetirdi.
Zaman zaman, yine bizim gibi, dünyanın fani olduğunu, bu koşturmacaya değmediğini, ebediyete daha fazla vakit ayırmak gerektiğini düşünürdü. Sonra yine şeytana yenilir, dünya ağır basar, hayatına aynen devam ederdi…
Ebediyete yönelik ameller ne zaman derinden derine ruhunu sarsa, “Sonra yaparım” der, hayatı sürekli ertelerdi (bizim gibi).
Günün birinde, bir vesile ile dünyanın ne kadar boş olduğu gerçeği kafasına “dank” ediverdi!
Artık ebediyet sırrı yüreğini avuçlamıştı… Kurtulamıyordu.
Sonunda tacını-tahtını, zevkini-eğlencesini bırakıp yollara düştü… Hz. İbrahim cehdiyle kendini aramaya başladı.
O cehtle çölleri geçti, dağları aştı, diyar diyar dolaştı.
Bir gün, Bağdat yakınlarında bir derviş topluluğu gördü. Aralarındaki samimiyetten, göz bebeklerinde parıldayan riyasız sevgiden, birbirlerine “kardeş” diye hitap etmelerinden ve tatlı tatlı muhabbetlerinden o kadar etkilendi ki, yaklaşıp kim olduklarını sordu.
“Biz gariban dervişleriz” dediler…
“Beni de aranıza alır mısınız?” diye sordu…
“Bir şartla” dedi, dervişlerden biri; “önce imtihanı vermen lâzım. Sana bir soru soracağız, doğru cevap verirsen, aramıza alacağız.”
Edhem kabul etti. Onca bilgisi vardı. Elbette soruyu dosdoğru cevaplandırabilirdi.
“Ey Edhem” dedi derviş, “bize söyle bakalım: Bir kese altının olsa ne yaparsın, olmasa ne yaparsın?”
Daha zor, daha girift bir soru bekleyen Edhem, bu basit gibi görünen soru karşısında rahatlayarak cevap verdi: “Bir kese altınım olsa da şükrederim, olmasa da şükrederim…”
Dervişler gülüştüler. Biri kendini tutamayarak şöyle dedi:
“O senin yaptığını Bağdat’ın köpekleri de yapıyor. Yiyecek bulsalar da, bulamasalar da şükrediyorlar. Sen insansın, daha farklı olman gerekir.”
Edhem sıkıla sıkıla sordu: “Peki o durumda siz ne yaparsınız?”
“Biz” dedi derviş, “bulursak dağıtırız, bulamazsak bizden daha çok ihtiyacı olanlara vermesi için Allah’a dua ederiz…”
Ethem çok şaşırdı. Henüz olgunlaşmadığını anladı. Tekrar yollara vurdu, çöllere daldı. Sonunda “olgunluk çağı”nı yakaladı: “İbrahim Edhem Hazretleri” oldu…
Basra’ya yolu düştüğünde, onu tanıyan halk, ısrarla dua ettikleri halde dualarının bir türlü kabul olmadığını söylediler ve bunun sebebini sordular…
İbrahim Edhem Hazretleri on gün sonra, on maddelik bir liste gönderdi:
1- Allah’ı tanıdığınızı söylüyorsunuz, ama emirlerine uymuyorsunuz.
2- Kur’an-ı Kerim-i okuyorsunuz, ama muhtevasıyla amel etmiyorsunuz…
3- Hz. Peygamberi sevdiğinizi söylüyorsunuz, ama sünnetini yapmıyorsunuz…
4- Şeytanın düşmanınız olduğunu söylüyorsunuz, ama onu kendinize dost ediniyorsunuz…
5- Cennet’i sevdiğinizi söylüyorsunuz, ama Cennet’e layık olmaya çalışmıyorsunuz
.
6- Cehennem’den korktuğunuzu iddia ediyorsunuz, ama Cehennem’e gitmek için özel bir çaba gösteriyorsunuz…
7- Ölüm haktır diyorsunuz, lakin hak olan ölüme kendinizi hazırlamıyorsunuz…
8- Din kardeşinizin ayıbı ile uğraşıyor, kendi ayıbınızı görmüyorsunuz…
9- Allah’ın lütfettiği nimetleri bolca tüketiyor, ama şükretmiyorsunuz
.
10- Ölülerinizi gömüyorsunuz, ama bir gün sizin de gömüleceğinizi hiç aklınıza getirmiyorsunuz.
Listeyi dikkatle okursanız göreceksiniz ki, bu “arıza”ların tamamı, bizim de arızalarımızdır.
¥
19 Şubat (779) İbrahim Edhem Hazretleri’nin vefat yıldönümüydü. Ankara kaynaklı bitmez tükenmez kavgalara (bu seferkine “Yargıçlar Darbesi” diyorlar) kilitlendiğimiz için ıskalayıverdik.
Bu konuda tek başıma bile kalsam, onu rahmet ve minnetle anıyorum.
Yavuz Bahadıroğlu - Vakit
21/02/2010
Babamın bitmez tükenmez “sefer”leri (gemisiyle bir yerlere gider, aylar sonra eve dönerdi. Bu gidişlere yörede “sefer” denirdi) yüzünden, fazla birlikte olamıyorduk…
Sanırım o tarihte yaşım ondört filandı…
Bir süre çalıştık. Birkaç kurumuş ağacı kestik. Sonra dinlenmeye oturduk. Böyle vakitlerde babam, yüreğime ebedi hakikat tohumları ekmeyi severdi. Birden sordu:
“İbrahim Edhem Hazretleri’ni tanır mısın?”
Hayır, hiç duymamıştım. Anlatmaya başladı…
¥
İbrahim Edhem, tacıyla-tahtıyla, zevk ve sefasıyla Belh hükümdarıydı…
Muhtemelen bizim kadar gösteri ve gösteriş tutkunu değildi, ama onun da hepimiz gibi bazı zaafları vardı… Mesela ava fazlasıyla düşkündü…
Etrafında bir dediğini ikiletmeyen halayıklar, uşaklar, hizmetkârlar, vezirler, komutanlar, bürokratlar… Elinin altında her türlü imkân…
Buna rağmen içinde büyük bir boşluk, derin bir huzursuzluk…
“Bu gidişin sonu olacak?” sorusu, sürekli olarak beynini mıncıklıyordu.
Gerçi “Rıza-ı İlâhî” konusunda bizim kadar duyarsız, ilgisiz ve bilgisiz değildi. En azından namazını kılar, orucunu tutar, fakir-fukarayı kollar, gözetirdi.
Zaman zaman, yine bizim gibi, dünyanın fani olduğunu, bu koşturmacaya değmediğini, ebediyete daha fazla vakit ayırmak gerektiğini düşünürdü. Sonra yine şeytana yenilir, dünya ağır basar, hayatına aynen devam ederdi…
Ebediyete yönelik ameller ne zaman derinden derine ruhunu sarsa, “Sonra yaparım” der, hayatı sürekli ertelerdi (bizim gibi).
Günün birinde, bir vesile ile dünyanın ne kadar boş olduğu gerçeği kafasına “dank” ediverdi!
Artık ebediyet sırrı yüreğini avuçlamıştı… Kurtulamıyordu.
Sonunda tacını-tahtını, zevkini-eğlencesini bırakıp yollara düştü… Hz. İbrahim cehdiyle kendini aramaya başladı.
O cehtle çölleri geçti, dağları aştı, diyar diyar dolaştı.
Bir gün, Bağdat yakınlarında bir derviş topluluğu gördü. Aralarındaki samimiyetten, göz bebeklerinde parıldayan riyasız sevgiden, birbirlerine “kardeş” diye hitap etmelerinden ve tatlı tatlı muhabbetlerinden o kadar etkilendi ki, yaklaşıp kim olduklarını sordu.
“Biz gariban dervişleriz” dediler…
“Beni de aranıza alır mısınız?” diye sordu…
“Bir şartla” dedi, dervişlerden biri; “önce imtihanı vermen lâzım. Sana bir soru soracağız, doğru cevap verirsen, aramıza alacağız.”
Edhem kabul etti. Onca bilgisi vardı. Elbette soruyu dosdoğru cevaplandırabilirdi.
“Ey Edhem” dedi derviş, “bize söyle bakalım: Bir kese altının olsa ne yaparsın, olmasa ne yaparsın?”
Daha zor, daha girift bir soru bekleyen Edhem, bu basit gibi görünen soru karşısında rahatlayarak cevap verdi: “Bir kese altınım olsa da şükrederim, olmasa da şükrederim…”
Dervişler gülüştüler. Biri kendini tutamayarak şöyle dedi:
“O senin yaptığını Bağdat’ın köpekleri de yapıyor. Yiyecek bulsalar da, bulamasalar da şükrediyorlar. Sen insansın, daha farklı olman gerekir.”
Edhem sıkıla sıkıla sordu: “Peki o durumda siz ne yaparsınız?”
“Biz” dedi derviş, “bulursak dağıtırız, bulamazsak bizden daha çok ihtiyacı olanlara vermesi için Allah’a dua ederiz…”
Ethem çok şaşırdı. Henüz olgunlaşmadığını anladı. Tekrar yollara vurdu, çöllere daldı. Sonunda “olgunluk çağı”nı yakaladı: “İbrahim Edhem Hazretleri” oldu…
Basra’ya yolu düştüğünde, onu tanıyan halk, ısrarla dua ettikleri halde dualarının bir türlü kabul olmadığını söylediler ve bunun sebebini sordular…
İbrahim Edhem Hazretleri on gün sonra, on maddelik bir liste gönderdi:
1- Allah’ı tanıdığınızı söylüyorsunuz, ama emirlerine uymuyorsunuz.
2- Kur’an-ı Kerim-i okuyorsunuz, ama muhtevasıyla amel etmiyorsunuz…
3- Hz. Peygamberi sevdiğinizi söylüyorsunuz, ama sünnetini yapmıyorsunuz…
4- Şeytanın düşmanınız olduğunu söylüyorsunuz, ama onu kendinize dost ediniyorsunuz…
5- Cennet’i sevdiğinizi söylüyorsunuz, ama Cennet’e layık olmaya çalışmıyorsunuz
6- Cehennem’den korktuğunuzu iddia ediyorsunuz, ama Cehennem’e gitmek için özel bir çaba gösteriyorsunuz…
7- Ölüm haktır diyorsunuz, lakin hak olan ölüme kendinizi hazırlamıyorsunuz…
8- Din kardeşinizin ayıbı ile uğraşıyor, kendi ayıbınızı görmüyorsunuz…
9- Allah’ın lütfettiği nimetleri bolca tüketiyor, ama şükretmiyorsunuz
10- Ölülerinizi gömüyorsunuz, ama bir gün sizin de gömüleceğinizi hiç aklınıza getirmiyorsunuz.
Listeyi dikkatle okursanız göreceksiniz ki, bu “arıza”ların tamamı, bizim de arızalarımızdır.
¥
19 Şubat (779) İbrahim Edhem Hazretleri’nin vefat yıldönümüydü. Ankara kaynaklı bitmez tükenmez kavgalara (bu seferkine “Yargıçlar Darbesi” diyorlar) kilitlendiğimiz için ıskalayıverdik.
Bu konuda tek başıma bile kalsam, onu rahmet ve minnetle anıyorum.
Yavuz Bahadıroğlu - Vakit
21/02/2010