Huseyni
Müdavim
Küçük Bir Zeyl
Kadîr-i Alîm ve Sâni-i Hakîm, kanuniyet şeklindeki âdâtının
gösterdiği nizam ve intizamla, kudretini ve hikmetini ve hiçbir
tesadüf, işine karışmadığını izhâr ettiği gibi, şüzûzât-ı kanuniye
ile, âdetinin hârikalarıyla, tegayyürât-ı sûriye ile, teşahhusâtın
ihtilâfâtıyla, zuhur ve nüzûl zamanının tebeddülüyle meşîetini,
irâdetini, fâil-i muhtar olduğunu ve ihtiyârını ve hiçbir kayıt
altında olmadığını izhâr edip, yeknesak perdesini yırtarak ve
herşey her anda, her şe'nde, herşeyinde Ona muhtaç ve Rubûbiyetine
münkad olduğunu i'lâm etmekle, gafleti dağıtıp, ins ve cinnin
nazarlarını esbâbdan Müsebbibü'l-Esbâba çevirir. Kur'ân'ın
beyânâtı şu esâsa bakıyor.
Meselâ, ekser yerlerde bir kısım meyvedar ağaçlar, bir sene meyve
verir, yani, rahmet hazînesinden ellerine verilir, o da verir; öbür
sene, bütün esbâb-ı zâhiriye hazırken, meyveyi alıp vermiyor.
Hem meselâ, sâir umûr-u lâzımeye muhâlif olarak, yağmurun evkât-ı
nüzûlü o kadar mütehavvildir ki, mugayyebât-ı hamsede dahil
olmuştur. Çünkü, vücudda en mühim mevkî, hayat ve rahmetindir.
Yağmur ise, menşe-i hayat ve mahz-ı rahmet olduğu için,
elbette o âb-ı hayat, o mâ-i rahmet, gaflet veren ve hicab
olan yeknesak kaidesine girmeyecek; belki, doğrudan doğruya
Cenâb-ı Mün'im-i Muhyî ve Rahmân ve Rahîm olan Zât-ı Zülcelâl,
perdesiz, elinde tutacak; tâ her vakit duâ ve şükür kapılarını
açık bırakacak.
Hem meselâ, rızık vermek ve muayyen bir sîmâ vermek, birer ihsan-ı
mahsus eseri gibi, ummadığı tarzda olması ne kadar güzel bir sûrette
meşîet ve ihtiyâr-ı Rabbâniyeyi gösteriyor. Daha, tasrif-i hava ve
teshîr-i sehâb gibi şuûnât-ı İlâhiyeyi bunlara kıyas et.
Onaltıncı Söz s.184
Kadîr-i Alîm ve Sâni-i Hakîm, kanuniyet şeklindeki âdâtının
gösterdiği nizam ve intizamla, kudretini ve hikmetini ve hiçbir
tesadüf, işine karışmadığını izhâr ettiği gibi, şüzûzât-ı kanuniye
ile, âdetinin hârikalarıyla, tegayyürât-ı sûriye ile, teşahhusâtın
ihtilâfâtıyla, zuhur ve nüzûl zamanının tebeddülüyle meşîetini,
irâdetini, fâil-i muhtar olduğunu ve ihtiyârını ve hiçbir kayıt
altında olmadığını izhâr edip, yeknesak perdesini yırtarak ve
herşey her anda, her şe'nde, herşeyinde Ona muhtaç ve Rubûbiyetine
münkad olduğunu i'lâm etmekle, gafleti dağıtıp, ins ve cinnin
nazarlarını esbâbdan Müsebbibü'l-Esbâba çevirir. Kur'ân'ın
beyânâtı şu esâsa bakıyor.
Meselâ, ekser yerlerde bir kısım meyvedar ağaçlar, bir sene meyve
verir, yani, rahmet hazînesinden ellerine verilir, o da verir; öbür
sene, bütün esbâb-ı zâhiriye hazırken, meyveyi alıp vermiyor.
Hem meselâ, sâir umûr-u lâzımeye muhâlif olarak, yağmurun evkât-ı
nüzûlü o kadar mütehavvildir ki, mugayyebât-ı hamsede dahil
olmuştur. Çünkü, vücudda en mühim mevkî, hayat ve rahmetindir.
Yağmur ise, menşe-i hayat ve mahz-ı rahmet olduğu için,
elbette o âb-ı hayat, o mâ-i rahmet, gaflet veren ve hicab
olan yeknesak kaidesine girmeyecek; belki, doğrudan doğruya
Cenâb-ı Mün'im-i Muhyî ve Rahmân ve Rahîm olan Zât-ı Zülcelâl,
perdesiz, elinde tutacak; tâ her vakit duâ ve şükür kapılarını
açık bırakacak.
Hem meselâ, rızık vermek ve muayyen bir sîmâ vermek, birer ihsan-ı
mahsus eseri gibi, ummadığı tarzda olması ne kadar güzel bir sûrette
meşîet ve ihtiyâr-ı Rabbâniyeyi gösteriyor. Daha, tasrif-i hava ve
teshîr-i sehâb gibi şuûnât-ı İlâhiyeyi bunlara kıyas et.
Onaltıncı Söz s.184