Konuya cevap cer

İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş, çok ehemmiyetli istidad ona verilmiş. Ve o istidadata göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiş. Ve insanı, o gayeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehdidler edilmiş. Başka yerde izah ettiğimiz vazife-i insaniyetin ve ubudiyetin esasatını şurada icmal edeceğiz. Tâ ki, "ahsen-i takvim" sırrı anlaşılsın.

İstidad: Kabiliyet, yetenek.

İstidadat: İstidatlar, kabiliyetler, yetenekler.

Tevdi: Emanet olarak vermek, emanet olarak bırakmak.

Gaye: Amaç, sonuç.

Vazife-i insaniye: İnsana ait görev, insanî vazife.

Ubudiyet: Kulluk, Allah'ın(cc) emir ve yasaklarına uymak.

Esasat: Esaslar, temeller, kökler.

İcmal: Özetleme, kısaca anlatma.

Ahsen-i takvim: En güzel biçimde yaratılış.


İşte insan, şu kâinata geldikten sonra "iki cihet ile" ubudiyeti var: Bir ciheti; gaibane bir surette bir ubudiyeti, bir tefekkürü var. Diğeri; hazırane, muhataba suretinde bir ubudiyeti, bir münacatı vardır.

Gaibane: Hazırda görünmeksizin. Gizliden. 

Tefekkür: Düşünmek, düşünceyi hareketlendirmek, düşünceyi çalıştırmak.

Hazırane: Karşı karşıya imişcesine, göz önünde bulunur şekilde.

Muhataba: Karşılıklı konuşma.

Münacat: Dua, Allah'a(cc) yalvarma.



Birinci vecih şudur ki: 

Kâinatta görünen saltanat-ı rububiyeti, itaatkârane tasdik edip kemalâtına ve mehasinine hayretkârane nezaretidir.

Saltanat-ı rububiyet: Sahiplik ve terbiyeciliğin hakimiyeti, herşeyin sahibi ve terbiyecisi olma hakimiyeti.

İtaatkârane: İtaat edercesine, boyun eğer şekilde, emri yerine getirir şekilde.

Kemalât: Faziletler, iyilikler, kemâller, olgunluklar, mükemmellikler. 

Mehasin: İyilikler, güzellikler, iyi ahlaklar.

Hayretkârane: Hayret edercesine. 


Sonra, esma-i kudsiye-i İlahiyenin nukuşlarından ibaret olan bedi' san'atları, birbirinin nazar-ı ibretlerine gösterip dellâllık ve ilâncılıktır.

Esma-i kudsiye-i İlahiye: Allah'ın(cc) mukaddes isimleri.

Nukuş: Nakışlar.

Bedi': Hayret verici güzellikte, eşsiz ve benzeresiz.

Nazar-ı ibret: İbretli bakış, ders alıcı bakış.


Sonra, herbiri birer gizli hazine-i maneviye hükmünde olan esma-i Rabbaniyenin cevherlerini idrak terazisiyle tartmak, kalbin kıymet-şinaslığı ile takdirkârane kıymet vermektir.

Esma-i Rabbaniye: Herşeyin sahibi ve terbiye edicisi olan Allah'ın(cc) isimleri.

Kıymet-şinas: Kıymet bilir, değer bilir.

Takdirkârane: Takdir edercesine, takdir eder şekilde.


Sonra kalem-i kudretin mektubatı hükmünde olan mevcudat sahifelerini, arz ve sema yapraklarını mütalaa edip hayretkârane tefekkürdür.

Kalem-i kudret: Allah'ın(cc) yaratıcı ve yapıcı gücü.

Mektubat: Mektuplar.

Mevcudat: Varlıklar.

Sahife: Sayfa.

Mütalaa: Okumak, incelemek, tedkik etme, okuyup inceleme.

Hayretkârane: Hayret edercesine. 

Tefekkür: Düşünmek, düşünceyi hareketlendirmek, düşünceyi çalıştırmak.


Sonra, şu mevcudattaki zînetleri ve latif san'atları istihsankârane temaşa etmekle onların Fâtır-ı Zülcemal'inin marifetine muhabbet etmek ve onların Sâni'-i Zülkemal'inin huzuruna çıkmağa ve iltifatına mazhar olmaya bir iştiyaktır.

Zînet: Süs, güzellik.

İstihsankârane: Beğenircesine, güzel bulurcasına.

Temaşa: Seyretmek, hoşlanarak bakmak. 

Fâtır-ı Zülcemal: Sonsuz güzellik sahibi ve her şeyi benzersiz yaratan Allah(cc).

Marifet: Bilme, tanıma.

Muhabbet: Sevgi, sevme.

Sâni'-i Zülkemal: Sonsuz mükemmellikler ve üstünlükler sahibi olan sanatkar yaratıcı.

Mazhar: Sahip olma, ulaşma, kazanma, nail olma, erişme. 

İştiyak: Şiddetli arzu ve istek.



İkinci Vecih, huzur ve hitab makamıdır ki; 

eserden müessire geçer, görür ki: Bir Sâni'-i Zülcelal, kendi san'atının mu'cizeleri ile kendini tanıttırmak ve bildirmek ister. O da iman ile marifet ile mukabele eder.

Müessir: Tesir eden, etkileyen.

Sâni'-i Zülcelal: Sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi sanatkar yaratıcı.

Mukabele: Karşılama, karşılık verme.


Sonra görür ki: Bir Rabb-ı Rahîm, rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmek ister. O da ona hasr-ı muhabbetle, tahsis-i taabbüdle kendini ona sevdirir.

Rabb-ı Rahîm: Çok merhametli ve şefkatli olan Rab(sahip ve terbiyeci).

Hasr-ı muhabbet: Bütün sevgiyi bir noktaya toplama.

Tahsis-i taabbüd: Yanlız O'na kulluk yapmak.


Sonra görüyor ki: Bir Mün'im-i Kerim, maddî ve manevî nimetlerin lezizleriyle onu perverde ediyor. O da ona mukabil; fiiliyle, haliyle, kaliyle, hattâ elinden gelse bütün hâsseleri ile, cihazatı ile şükür ve hamd ü sena eder.

Mün'im-i Kerim: İkram sahibi nimetlendirici, iyilik ve bağışı çok olan nimet verici.

Perverde: Beslenmiş, yetiştirilmiş, terbiye edilmiş.

Mukabil: Karşılık.

Hâsse: Duygu organı.

Cihazat: Cihazlar, kendilerine ihtiyaç duyulan maddî manevî âletler, lüzumlu aletler, azalar, organlar.

Hamd ü sena: Şükretme ve övme.


Sonra görüyor ki: Bir Celil-i Cemil, şu mevcudatın âyinelerinde kibriya ve kemalini ve celal ve cemalini izhar edip nazar-ı dikkati celbediyor. O da ona mukabil: "Allahü Ekber, Sübhanallah" deyip, mahviyet içinde hayret ve muhabbet ile secde eder.

Celil-i Cemil: Sonsuz büyüklük ve güzellik sahibi olan Allah.

Mevcudat: Varlıklar.

Âyine: Ayna.

Kibriya: Azamet, büyüklük, ululuk, celâl. *Cenâb-ı Allah'ın azameti ve kudreti, her cihetle büyüklüğü.

Kemal: Kusursuz, tam ve eksiksiz olma; mükemmellik. 

Celal: Büyüklük, ululuk, haşmet. 

Cemal: Güzellik.

Nazar-ı dikkat: Dikkatli bakma, dikkatli bakış.

Allahü Ekber: Allah en büyük ve en yücedir.

Sübhanallah: Allah'ı(CC) her türlü eksiklikten, ayıp ve kusurlardan, her çeşit noksan sıfatlardan tenzih eder, bütün mükemmel sıfatlarla muttasıf oduğunu kabul ederim manasına gelen zikir ve tesbih sözü.

Mahviyet: Alçak gönüllülük.


Sonra görüyor ki: Bir Ganiyy-i Mutlak, bir sehavet-i mutlak içinde nihayetsiz servetini, hazinelerini gösteriyor. O da ona mukabil, ta'zim ve sena içinde kemal-i iftikar ile sual eder ve ister.

Ganiyy-i Mutlak: Sonsuz ve sınırsız zenginlik sahibi ve hiç bir şeye ihtiyacı olmayan Allah(cc).

Sehavet-i mutlak: Sınırsız cömertlik.

Nihayetsiz: Sonsuz.

Ta'zim: Hürmet.

Sena: Medhetme, övme, övgü.

Kemal-i iftikar : Son derece yoksulluk.


Sonra görüyor ki: O Fâtır-ı Zülcelal, yeryüzünü bir sergi hükmünde yapmış. Bütün antika san'atlarını orada teşhir ediyor. O da ona mukabil: "Mâşâallah" diyerek takdir ile, "Bârekâllah" diyerek tahsin ile, "Sübhanallah" diyerek hayret ile, "Allahü Ekber" diyerek istihsan ile mukabele eder.

Fâtır-ı Zülcelal: Sonsuz yüce ve büyük yaratıcı.

Mukabil: Karşılık.

Mâşâallah: Allah'ın(cc) istediği gibi, Allah'ın istediği olur. *Allah nazardan saklasın, ne güzel, Allah korusun. *Hayret ve memnunluk anlatır.

İstihsan: Beğenme, güzel bulma.

Mukabele: Karşılık verme.


Sonra görüyor ki: Bir Vâhid-i Ehad, şu kâinat sarayında taklid edilmez sikkeleriyle, ona mahsus hâtemleriyle, ona münhasır turralarıyla, ona has fermanlarıyla bütün mevcudata damga-i vahdet koyuyor ve tevhidin âyâtını nakşediyor. Ve âfâk-ı âlemin aktarında vahdaniyetin bayrağını dikiyor ve rububiyetini ilân ediyor. O da ona mukabil; tasdik ile, iman ile, tevhid ile, iz'an ile, şehadet ile, ubudiyet ile mukabele eder.

Vâhid-i Ehad: Bir olan ve birliği herbir şeyde tecelli eden Allah(cc).

Sikke: Ait olduğu yeri belirten ve gösteren damga, işaret. *Mühür.

Hâtem: Mühür.

Damga-i vahdet: Birlik damgası, Cenab-ı Hakk'ın birliğini gösteren delil, Allah'ın birliğinin mührü, izi.

Âfâk-ı âlem: Dünyanın uzak çevreleri.

Vahdaniyet: Birlik, Allah'ın(cc) birliği.

Rububiyet: Rububiyet: Allah'ın(cc) terbiyecilik sıfatı.

Ubudiyet: Kul olduğunu bilip Allah'a itaat ve ibadet etme.


İşte bu çeşit ibadat ve tefekküratla hakikî insan olur, ahsen-i takvimde olduğunu gösterir. İmanın yümnüyle emanete lâyık, emin bir halife-i arz olur.

İbadat: İbadetler. 

Tefekkürat: Tefekkürler, düşünmeler.

Tefekkür: Düşünmek, düşünceyi hareketlendirmek, düşünceyi çalıştırmak.

Ahsen-i takvim: En güzel biçimde yaratılış.

Yümn: Kuvvet, uğur, bereket.

Emin: Güvenilen.

Halife-i arz: Allah'ın(cc) emir ve kanunlarını dünyada uygulama görevlisi.






Said Nursi



Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst