müdavim
Üye Sorumlusu
"Hem, takva içinde bir nevi amel-i salih var. Çünkü, bir haramın terki vaciptir. Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehâcümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vacip işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta, niyetle, takvâ namıyla ve günahtan kaçınmak kastıyla menfî ibadetten gelen ehemmiyetli amâl-i salihadır." Bu paragrafı izah eder misiniz?
"Bugünlerde, Kur’ân-ı Hakîmin nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i salih esaslarını düşündüm. Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def-i şer, celb-i nef’a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve câzibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def-i mefasid ve terk-i kebair üssü’l-esas olup büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş. Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i salihin ihlâsla muvaffakiyeti pek azdır."
"Hem, az bir amel-i salih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir."
"Hem, takva içinde bir nevi amel-i salih var. Çünkü, bir haramın terki vaciptir. Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehâcümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vacip işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta, niyetle, takvâ namıyla ve günahtan kaçınmak kastıyla menfî ibadetten gelen ehemmiyetli a'mâl-i salihadır."(1)
Takva, Allah’ın yasaklarından ve günahlardan kaçmak ve korunmak demektir. Eski dönemlerde insanların ekserisi Allah’ın emir ve yasaklarına dikkat ediyor, günahların işlenip yaygınlaşmasına geçit vermiyorlardı. Bu da insanlar üstünde bir otokontrol sağlıyordu. Bu sebeple o dönemlerde revaçta olan şey müspet ibadet ve nafilelerdi.
Ama günümüzde dinsizlik ve felsefeden gelen bir düşünce akımı ile insanların ekserisi Allah’ın emir ve yasaklarına dikkat etmiyor ve günahlar serbest bir şekilde işlenip yaygınlık kazanmış bir vaziyettedir. Bu da insanlar üstünde otokontrol vazifesi gören toplumsal baskının yerini ve seyrini değiştirmiş, yönünü günahları işlemeye teşvik eder bir duruma gelmiştir. Bu sebeple bu zaman şartları içinde günahlardan kaçmak ibadet ve nafileleri yapmaktan önce geliyor. Bu zamanda bir günahtan kaçmak, eski zamanda işlenen çok ibadetlerin yerini tutabilir.
Üstad Hazretleri bu realiteden hareketle, bu zamanda amel-i salih’in yerini takvanın aldığını ve takva içinde bir çeşit salih amelin olduğunu söyleyerek, insanları takvaya teşvik ediyor. "Zarardan korunmak, menfaati elde etmekten önce gelir." kaidesince, takva bu zamanda salih amelin önüne geçmiş; az bir takva çok salih amelin yerini tutar bir vaziyete gelmiştir.
Mesela, bir günahı terk etmek vaciptir. Yüzlerce sünnetin sevabı bir vacibin sevabına yetişmez. Öyle ise bir günahı, emri ilahi olduğunu niyet ederek terk eden adam, binlerce sünnet sevabı kazanmış oluyor. Eski zamanda bir gecede iki bin rekat nafile namaz kılanların sevabını, şimdi bir günahı terk etmek ile elde edebiliyoruz. Böyle bir sevap imkanı, Allah’ın zamanın şartlarının ağırlığına bir mükafatı, bir teşvik primi gibidir.
(1) bk. Kastamonu Lâhikası, (103. Mektup)
"Bugünlerde, Kur’ân-ı Hakîmin nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i salih esaslarını düşündüm. Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def-i şer, celb-i nef’a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve câzibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def-i mefasid ve terk-i kebair üssü’l-esas olup büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş. Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i salihin ihlâsla muvaffakiyeti pek azdır."
"Hem, az bir amel-i salih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir."
"Hem, takva içinde bir nevi amel-i salih var. Çünkü, bir haramın terki vaciptir. Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehâcümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vacip işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta, niyetle, takvâ namıyla ve günahtan kaçınmak kastıyla menfî ibadetten gelen ehemmiyetli a'mâl-i salihadır."(1)
Takva, Allah’ın yasaklarından ve günahlardan kaçmak ve korunmak demektir. Eski dönemlerde insanların ekserisi Allah’ın emir ve yasaklarına dikkat ediyor, günahların işlenip yaygınlaşmasına geçit vermiyorlardı. Bu da insanlar üstünde bir otokontrol sağlıyordu. Bu sebeple o dönemlerde revaçta olan şey müspet ibadet ve nafilelerdi.
Ama günümüzde dinsizlik ve felsefeden gelen bir düşünce akımı ile insanların ekserisi Allah’ın emir ve yasaklarına dikkat etmiyor ve günahlar serbest bir şekilde işlenip yaygınlık kazanmış bir vaziyettedir. Bu da insanlar üstünde otokontrol vazifesi gören toplumsal baskının yerini ve seyrini değiştirmiş, yönünü günahları işlemeye teşvik eder bir duruma gelmiştir. Bu sebeple bu zaman şartları içinde günahlardan kaçmak ibadet ve nafileleri yapmaktan önce geliyor. Bu zamanda bir günahtan kaçmak, eski zamanda işlenen çok ibadetlerin yerini tutabilir.
Üstad Hazretleri bu realiteden hareketle, bu zamanda amel-i salih’in yerini takvanın aldığını ve takva içinde bir çeşit salih amelin olduğunu söyleyerek, insanları takvaya teşvik ediyor. "Zarardan korunmak, menfaati elde etmekten önce gelir." kaidesince, takva bu zamanda salih amelin önüne geçmiş; az bir takva çok salih amelin yerini tutar bir vaziyete gelmiştir.
Mesela, bir günahı terk etmek vaciptir. Yüzlerce sünnetin sevabı bir vacibin sevabına yetişmez. Öyle ise bir günahı, emri ilahi olduğunu niyet ederek terk eden adam, binlerce sünnet sevabı kazanmış oluyor. Eski zamanda bir gecede iki bin rekat nafile namaz kılanların sevabını, şimdi bir günahı terk etmek ile elde edebiliyoruz. Böyle bir sevap imkanı, Allah’ın zamanın şartlarının ağırlığına bir mükafatı, bir teşvik primi gibidir.
(1) bk. Kastamonu Lâhikası, (103. Mektup)