muhsin iyii
Member
Tevhid, Tevhit Nedir, Tevhidin Anlamı, Tevhidin Sırları
İslamiyet’in apaçık davası, tevhittir. Yüce Allah (c.c.) peygamberleri bu dava için göndermiştir. Tevhidin pek çok sırrı vardır.
İslami hayatta tevhidin sırrı, Allah’tan başka ilah yoktur, gerçeğinde gizlidir.
İslamiyet, insanların temel hak ve özgürlüklerini bu tevhit davası ile karşılar. İnsanları bir ana ve babanın evlatları gibi toplumda, kanunlar karşısında bir ve eşit tutar. Tevhit nurunun çözemeyeceği toplumsal bir sorun yoktur. Toplumda gerçek manasıyla huzur ve sükûn tevhit nuruyla sağlanır.
Kuran-ı Kerim’in hükümlerine tam olarak bağlanmadan İslami tevhidin gerçekleşmesi mümkün değildir.
Tevhidin sırları tasavvufi hayatla başlar.
Tasavvufi hayatta tevhidin sırrı, Allah’tan başka varlık yoktur, gerçeğinde gizlidir.
Nefis, başlangıçta Allah’ın varlığını kabul etmez, inkâr eder. Tasavvuf yolundaki sofi ise kelime-i tevhit zikrine Allah’tan başka varlık yoktur anlamını yerleştirir. Böylece nefis yavaş yavaş değişmeye başlar. Kişi Allah’ın varlığı dışında başka bir varlık kabul etmez hale gelir. Kendi varlığı da fena yolunu tutar.
Fenafillâh, tasavvufi hayattaki tevhitle meydana gelir.
Bir insan bin yıl boyunca kelime-i tevhidi zikretse ama tasavvufi anlamını gözetmese nefsini fenaya ulaştıramayacaktır, dolayısıyla nefsinde pek az bir değişiklik olacaktır. Nefsi hiçbir zaman fenafillâha eremeyecektir.
Nefy ü ispat zikri, kelime-i tevhidi tasavvufi anlamına uygun olarak zikretmekten ibarettir. Bu zikirde nefes tutmanın, kafayla vücut üzerinde ters lam harfi çizip başı kalbe vurmanın anlamı, Allah dışında bütün varlık âlemini ve kendi nefsini yok kılıp Allah’ın (c.c.) varlığını ispat etmektir.
Vahdaniyet murakabesi ise, kısacası nefy ü ispat zikrini, dolayısıyla kelime-i tevhidi düşünce ve duygu boyutuyla yaşamaktır. Bu murakabe nefsi yağ gibi eritir, kısa zamanda dönüştürür. Ondaki kötü huyları yok kılıp Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmasını sağlar.
Nasıl mecazi bir aşkın kıskacındaki bir kişi aşkını ispat sadedinde canına kıyabiliyorsa ilahi aşkta da durum böyledir. Nefisten geçmek ancak kelime-i tevhide tasavvufi anlamı vermekle, bu yöntemle zikretmekle olur.
Yüce Allah (c.c.), bütün varlık âlemini Kendi güzel isim ve sıfatlarının tecellisine bir ayna olarak yaratmıştır. Her şey, yüce Allah’ı (c.c.) bize tanıtmaktadır. O’nu tanıtmayan hiçbir şey yoktur. Bahçedeki çiçek, O’nun güzel olduğuna ve güzeli sevdiğine bir işarettir. Zalimin zulmü yüce Allah’ın (c.c.) ahrette kâfirlere büyük bir ceza vereceğine küçük bir misaldir.
Bizler dünyaya geldiğimizde dünyanın nimetlerine çok bağlıyızdır. Nefis on iki yaşlarına kadar, yenilen nimetlere çok büyük önem verir. Bunlarsız hayatı düşünemez. Bu yaşlarda meyvelerin, yemeklerin tadı üst seviyede algılanır. Sonra buluğ çağından itibaren karşı cins gözde büyür. İnsanlar genellikle bu noktada takılıp kalırlar. Çok güzel, zengin, iyi karakterli birisi ile evlenmek için yanıp tutuşurlar. Hayatın en birinci hedefinin bu olduğunu düşünürler. Şehvet iptilası bazılarını yoldan çıkararak hak yolu görmesine mani olur. Orta yaşlardan sonra para, makam, şöhret tutkuları değer kazanır. İnsanlar genellikle bu putların esaretine girerler. Ölünceye kadar da bunlardan kurtulamazlar. İşte tevhit bütün bunlarla mücadele etmeyi, nefsi bu tuzaklara saplanıp kalmaktan kurtarmayı sağlar. İnsan nefsine uyduğunda hayvanlar gibi bir hayata razı olur. Tevhit aydınlığında ise tüm bu nimetler birer araca dönüşür. Amaç yüce Allah’ın rahmetine ve rızasına ermektir.
Elbette yüce Allah (c.c.) nefsi bu dünya nimetlerden haz alacak bir şekilde yaratmıştır. Bunlarda helal haram çizgisi belirlemiştir. Bizim üzerinde durduğumuz husus, bunlara saplanıp kalmadır. Bunlara saplanıp kalma Allah’ın rızasına aykırıdır. Yüce Allah (c.c.) insanların bu nimetlerle Kendisini tanımasını murat etmiştir. En azından ahret hayatlarını cennette geçirmelerini istemiştir.
Meyveler ve yiyecekler üzerinde yüce Allah’ın (c.c.) pek çok güzel ismi ve sıfatı tecelli eder. O Rezzak’tır (Kişiyi besleyen, yediren, içirendir). Kerim’dir (cömerttir).
Karşı cinsi yaratmakla ve onunla helal yoldan birlikte olmakla yüce Allah’ın (c.c.) pek çok güzel ismi ve sıfatı tecelli eder. Yüce Allah (c.c.) el-Vedud’dur (seven). Kul da eşini bu sıfatın tecellisi ile sever. El-Cemil (güzel) güzel ismi en çok karşı cinsin güzelliğinde insanı hayranlığa sevk eder. Yüce Allah (c.c.) insana eşini yardımcı olarak yaratmıştır: El-Muin. İnsan evlenmekle eşi ile bir sözleşme yapar ve hayatı boyunca da buna uymak zorundadır: es-Sadıku’l-Va’d. Eşlerin birbirlerine hastalıkta, kötü zamanlarda destek olmaları Allah’ın er-Rahman, er-Rahim (acıma, esirgeme) ve er-Rauf (şefkat duyma) güzel isimlerini düşündürür. Çocuklar, yüce Allah’ın (c.c.) yaratma ile ilgili güzel isimlerini tefekkür ettirir: El-Halık, el-Bari, el-Musavvir. Kısacası evlilikte Allah’ın pek çok güzel ismi ve sıfatı tecelli eder. Onun için evlilik hadis-i şerifte belirtildiği üzere en büyük salih ameldir. Kişi evlilikle dinini tamamlar. Evlilik yüce Allah’ı (c.c.) yakinen tanımayı sağlar.
Para, makam, şöhret de haddizatında büyük nimetlerdir. Para aşağı yukarı her nimeti satın alır. Onun için nimetlerin nimetidir. Onda yüce Allah’ın (c.c.) en bariz görülen güzel ismi el-Malikü’l-Mülk’tür (malın mülkün sahibi). Ayrıca para yüce Allah’ın pek çok güzel ismine ve sıfatına da tercümanlık yapar. Makam ve şöhret, Allah yolunda pek çok hizmete kapı açabilir. Bunlarda Allah’ın (c.c.) pek çok büyüklük, yücelik sıfatları ve güzel isimleri tecelli eder.
Koca koca insanlar oldukları halde yeme içmeye, aşka, paraya, makama, şöhrete hayatlarının en birinci meselesi gibi önem veren çevremizdeki pek çok kişi hemen gözlerinizin önüme gelecektir. Hâlbuki hayatın amacı ölümdür. Ölümden sonraki hayattır. Çünkü istesek de istemesek de öleceğiz. Öyle ise ölümden sonraki hayata hazırlık yapmak akıl ve mantığın gereğidir.
Ölümden sonraki hayata ise tevhit nuru ile hazırlık yapılır. Kabir ancak tevhit nuru ile aydınlanıp huzur veren bir köşk haline gelebilir. Nefsin bu tür tuzaklarına takılıp kalma kabir azabına, hadis-i şerifte belirtildiği üzere kabrin cehennem çukurlarından bir çukur olmasına neden olabilir. Allah (c.c.), bizleri bundan korusun. Âmin.
Tevhit İslami boyutu ile tüm insanları Allah’ın dini ile kardeş yapmak üzere gelmiştir. Bu kardeşlikte ehl-i kitaba özgürlük de tanınmıştır.
Tevhit tasavvufi boyutu ile insana özünü aydınlatır. Ona gerçek manası ile özgür olma yolunu gösterir. Nefis ve şeytanla mücadelesini gösterir. Ruhunun özgür olabilmesi için insanı büyük bir savaşıma çağırır.
Her insanın içerisinde en az bir şeytan vardır. Bu husus hadis-i şerifle sabittir. Bu şeytanlar nefsin eğilimlerini ve içgüdülerini kullanarak insanları günahlara, dolayısıyla Allah’a (c.c.) isyana sürüklerler. Tasavvufi anlamdaki kelime-i tevhit hem nefsin hem de şeytanların üzerine bir kılıç gibi iner. Onlara adeta savaş açar. İşte tam bu sırada bazı insanlar ‘Eyvah benim içime cin, şeytan girdi!..’ diye bir yaygaraya başlarlar. Hâlbuki girenler zaten eskiden beri oradaydı ama şimdi tevhit kelimesinin nurundan rahatsız olmaya başladılar. Eskiden çobanın koyunları güttüğü gibi insanları nefsinin elinde oyuncak kılmışlardı. Tövbe edip günahlardan uzaklaşıp ibadet hayatına sahip olduktan sonra bu kişi bir de bir Allah dostundan zikir ve rabıta dersleri almışsa şeytanlar şimdi bundan büyük bir rahatsızlık duymaya başlamışlardır. Temel problem budur. Şeytanlar insanlara sonsuz bir kinle, hasetle düşmandırlar. Bir insanın cenneti ve Allah rızasını kazanmasına veya bu yola girmesine hiç tahammülleri yoktur.
Yüce Allah (c.c.), insanı öyle güçlü kılmış ki onlardan zerre kadar korkmaya gerek yoktur.
Tevhit nuru ruhun gelişmesine büyük bir katkı sağlar. Ruh nur ve feyz ile olgunlaşır. İnsan günahlarının kıskacında iken ruhu nefsin elinde esirdir. Günahlara tövbe edip hak yola girince ruhun varlığı sezilmeye başlar. Ama normal bir Müslüman’ın ruhu daha çok zayıftır. Tabiri caizse bir ot gibidir. Meyvesi olmadığı gibi bir insanın eli ile koparacağı bir şey kadar zayıftır. Mürşid-i kâmilin ruhu ise çok olgunlaşmıştır. Tıpkı bir ceviz ağacı gibidir. Yani hem güçlü kuvvetli hem de meyve gibi faydalı bir şeye de sahiptir. İşte rabıtanın sırrı da bunda gizlidir. Yani kimse alınmasın diye ben kendi hesabıma benzetmeyi yapıyorum. Rabıta sayesinde kendi ot mesabesindeki ruhumu mürşid-i kâmili hayal yolu ile bir ceviz ağacı gibi büyütüp meyveli bir hale getirmem mümkündür. Rabıtada mürşidden gelen feyz, kalp ve letaif bölgelerinde hissedilince ruhun suyunu ve yemeğini aldığı anlaşılmış olur.
Rabıtaya karşı olanlar şu gerçeği anlamak istemiyorlar: Her insanın ruhu aynı oranda ve nitelikte değildir. Bazı insanların ruhları olgunlaşmıştır. Bu olgunlaşma ancak tasavvuf yolu ile mümkündür. Onlar bu olgun ruhları ile başkalarına büyük bir yardımda bulunabilirler. İnsanların ruhlarını kendi ruhlarına benzetebilirler. Mürşid-i kâmilin temel vazifesi de budur.
İnsan kendi başına zikir yolu ile yani kelime-i tevhidi tasavvufi anlamıyla zikrederek seyr ü suluğunu gerçekleştiremez mi? Tasavvuf yolu çok çetin ve zorludur. İş sadece zikirle bitmemektedir. Nefsin makamları aşması kolay bir şey değildir. Rabıta bu yolda önemsenmezse nefsi çilelerle kırmak gerekir. Bu da yalnız başına olacak bir iş değildir. Başta bir mürşid-i kâmili yine gerekli kılmaktadır. Zira yolda nefis ve şeytanlar kol gezmekte, en ufak bir açıklıkta kişiyi uçuruma düşürmektedirler.
Çocuk oyunlarında çok büyük hikmetler vardır. İlginç olanı dünyadaki bütün çocuk oyunlarının birbirine benzemesidir. Çocuklara bu oyunları Hz. Hızır Aleyhisselam mı öğretti? Yoksa onlara bu oyunlar, bozulmamış fıtratları ve temiz ruhları ile yüce Allah’ın (c.c.) Elest bezminde içlerine koyduğu yaratılış amacından mı mülhem oldu bilemiyorum. Ama çocuk oyunları çok büyük ilahi mesajlar içermektedir. Bu oyunlarda tevhit nuru hemen kendisini göstermektedir.
Körebeyi misal olarak veriyorum: Körebe olarak adlandırılan oyuncunun gözleri bir mendil veya eşarpla bağlanır. Ebe etrafını göremez hale gelir. Diğer oyuncular körebenin etrafında dolaşırlar. Ona dokunurlar. Körebe onları yakalamaya çalışır. Körebe birini yakalarsa hemen adını söylemelidir. Eğer yanlış ad söylerse oyun tekrar başlar ve körebenin ebeliği devam eder. Şayet yakaladığının adını doğru söylerse yakalanan ebe olur.
Körebe olmak, hem gözlerin bağlı olması hem de insanların dokunmaları ile rahatsız edici bir durumdur. Bir çeşit cezadır. Kimse körebe olmak istemez. Körebenin yakaladığı kişinin adını doğru söylemesi bir iç görüdür. Bizler ruhlar âleminden bu dünyaya imanla imtihana tabi tutulmak üzere gönderildik. Aslında iç gözlerimiz (basiretimiz) kapalıdır. Her birimiz birer körebe durumundayız. Körebenin gözlerinin mendil veya eşarpla kapanması gibi basiretimiz de dünya imtihanı gereği böyle bir bağlanma hadisesi nedeniyle imani mevzuları ilk anda algılayamamaktadır. Hâlbuki yeryüzünde yaratılan veya insanların icat ettikleri her şey imani mevzulara açıklık getirmek, onlara işaret etmek üzere yüce Allah (c.c.) tarafından halk edilmiştir. İman konularına hizmet etmeyen hiçbir şey yoktur. Yaratılmamıştır. Çünkü yüce Allah (c.c.) abes şeyleri yaratmaktan uzaktır. Daha doğrusu insanların abes olarak niteledikleri şeyler de imani konulara hizmet etmek için yoktan yaratılmıştır. Ama bizler elimize ‘ekmeği’ alırız ve yanlış bir ad söyleyen bir körebe gibi ona sadece ‘ekmek’ deriz. Ekmeği yüce Allah’ın (c.c.) bir nimeti olarak algılamayınca oyunu kaybetmiş oluruz. Körebeliğimiz sürer gider. İnsanların büyük çoğunluğu, işte böyledir. Her gün üç öğün yüce Allah’ın (c.c.) ekmek nimetini yer de bir gün bile basiret gözü ile onu göremez ve yüce Allah (c.c.) ile irtibatlayamaz. Bu kadar nankördürler.
Çağımızda insanların büyük çoğunluğu farkına varmadan hak mezhepler karşısında sapkın bir fırkanın kurucusu olan Mutezile gibi düşünürler: İnsanları eylemlerinin yaratıcısı olarak görürler. Dolayısıyla böylelerinin kadere inançları da yoktur. Bir körebe gibi yakaladığı her olayın yaratıcısını insanlara atfederler. Yüce Allah’ın (c.c.) gizli elini göremedikleri için olaylar karşısında derin bir hikmete de ulaşamazlar. Olaylar onlara bir şeyler anlatamaz. Her şey bir tesadüf olarak değerlendirilir. Böyleleri ömür boyu körebe rolünde kalıp olayların, insanların maskarası olup giderler. Yüce Allah’ın (c.c.) nimetlerle, bela ve musibetlerle onlara verdikleri mesajları bir türlü algılayamazlar. Hayır ve şerri hep insanlardan bilirler. Bu yüzden insanlara sonsuz teşekkür ederler, yine insanlara sonsuz kin duyarlar. Bir gün şapkayı önlerine koyup da hadiselerin, insanların üzerine çıkıp hayrı ve şerri asıl yaratanın, yüce Allah’ın gözlerden az çok gizli olan kader sırrını görmek, tanımak istemezler. Böylelikle yüce Allah’ın (c.c.) onlar sağırdırlar, kördürler, dilsizdirler sınıfına girerler (bk. Bakara suresi,18).
Hâlbuki hak mezheplere göre her olayın yaratıcısı yüce Allah’tır. Güç ve kuvvet sadece yüce Allah’ındır. İnsanlarda herhangi bir güç kuvvet, yaratma olayı yoktur. İnsanlar örfe göre şunu yaptım, bunu ettim derler, ama gerçekte yapan, eden yüce Allah’tır. İnsanlar niyetleri nedeni ile yaptıklarını, ettiklerini sandıkları şeylerden hem şeriat önünde hem de ahrette mesul tutulurlar. Bu tevhit nurunun anlaşılması ve insanların basiretlerinin açılması için bilinmesi ve inanılması gereken temel itikadi bir bilgidir. Maalesef çağımızda nefsi şişiren hayat felsefeleri, bu itikadi bilgiyi gözlerden saklamakta, insanların imanlarına olumsuz yönde tesirler kılmaktadır.
Süpermen, Örümcek Adam gibi çocukların severek izledikleri filmlerde işlenen temel konu, nefsin ilah sıfatını kazanmasıdır. Normalde insanların yaptığı günlük hareketleri bile yüce Allah’ın yarattığına inanmak gerekirken bu filmlerde ancak yüce Allah’ın (c.c.) yapabileceği işleri bir insan nefsi yüklenmektedir: Yıkılmakta olan bir köprüden geçen treni kurtarmak için film kahramanı köprüyü sırtıyla kaldırır, devrilmek üzere olan bir apartmanı elleriyle düzeltir. Bunlarla saf çocukların beyinleri yıkanarak kahramanların birer ilah oldukları fikri aşılanır. Çocuklar bu filmlerin tesirleri ile nefislerini şişirmeye başlarlar. Küçük birer ilah olarak büyürler.
Körebe oyununun verdiği saf ve güzel mesaj nerede, bu tür filmlerdeki insanın itikadını bozan felsefi mesaj nerede… Bu tür filmlerin felsefeleri ile büyüyen çocukların hakkı kavramaları, tevhidin nuruna ulaşmaları ise pek güçtür. Çocuğu hastalanmasın diye ağza takılan ve mikroptan koruyan şeyleri çok görmeye başladık sokaklarda ama bu filmlerdeki itikada dönük tehlikelerden dolayı çocuklarını koruyan ebeveyn yoktur sanırım.
Tevhit bir nurdur. Işık gibi sönebilir. Onu korumak gerekir. Hele çocukların dünyasında bu iş daha büyük önem arz etmektedir.
Sonu iyilik ve güzelliklerle biten masallar geride kaldı. Bu masalların sonunda iyiler mükâfat alırdı, kötüler de cezalandırılırdı. Bu ilahi bir yasadır. Kuran-ı Kerim özellikle kıssaları ile hep bu ilahi yasayı işlemiştir. İnsanlara bu konuda ikazlar yapmıştır. Elbette bu dünyada kötülerin cezası bazen ahrete tehir edilebilmektedir. Ama yüce Allah (c.c.) hikmeti gereği kötülere bu dünyada da çoğu kez ceza vermekte, ilgili ilahi yasasını bu dünyada da genellikle tecelli ettirmektedir. Bunu insanların, özellikle çocukların iyi bilmeleri gerekmektedir. Doğru eğitilmeleri için bu şarttır. Yoksa günahlarda, kötülüklerde bir güç tasavvuru, tevhit nurunu söndürebilir. Hele çocukların buna çok yakinen inanmaları gerekir. Aksi taktirde hayata yanlış bir düşünce ve felsefe ile başlayarak kötülükleri işleyenlerin yaptığının yanına kar kaldığını sanabilirler. Maalesef masalların yerini dolduran çizgi filmler, bu konuda çok yanlış bir düşünce ve felsefe ile çocukları eğitmektedir. Hayatı bir mücadeleden ibaret göstermektedirler. Akıllı ve zeki olanın, güçlü olanı yenebileceği düşüncesi bu çizgi filmlerde özellikle işlenmektedirler. Bu da tabii Darwinist, Durkheimci bir yaklaşımın ürünüdür. Oysa İslam’a ve tevhit düşüncesine göre bizler hayata birbirimizle savaşmak ve mücadele etmek için değil imtihan için gönderildik. Zeki veya güçlü olmak sadece birer imtihan konusudur. Önemli olan hakka uygun olarak yaşayıp Allah’ın rahmetine ve rızasına ulaşmaktır. Kötüler muhakkak cezalandırılacaktır. İyiler de ödüllendirilecektir. Bu ilahi yasa imtihan gereği bu dünyada kısmen gözlerden saklı bir şekilde işlerken ahrette her şey meydan çıkacaktır. İnsanlar bu ilahi yasayla ebedi hayatlarını cennet veya cehennemde geçireceklerdir.
Çizgi filmlerle büyüyen çocuklar anne babalarına, öğretmenlerine adeta savaş açmaktadırlar, büyüdüklerinde de topluma, millete karşı gelmekte, sürekli çatışma halinde bulunmaktadırlar. Oysa edep ilimden önce gelir. İnsan insanlığını edeple elde eder. Çocukların İslami bir ruhla, tevhit nuru ile yetişmeleri için tekrar masallar dünyasına döndüremiyorsak bari çizgi filmlere bir çeki düzen vermek, toplum ve devlet olarak bunlara el atmak gerekir.
İslam dünyası o kadar gasp edilmiş, ezilmiş, yağma edilmiş, sömürülmüş ki işler, içler acısı bir durum arz etmektedir. Tevhit nuru çocukların dünyalarında söndürülmüştür. Bir ebeveynin bunun için bu konularda çok ciddi bir şekilde bazı tedbirleri almasını gerekli kılmaktadır. Aslında sorun toplumsal bir hale ulaştığı için devlet çapında tedbirlere gerek duyulmaktadır.
Tevhit nuru çocukken sönerse ileriki yaşlarda onun tekrar canlanması çok zordur.
Yüce Allah (c.c.) bizlere, evlatlarımıza tevhit nuru ve iman nasip eylesin. Küfrün karanlıklarından korusun. Âmin.
Muhsin İyi
İslamiyet’in apaçık davası, tevhittir. Yüce Allah (c.c.) peygamberleri bu dava için göndermiştir. Tevhidin pek çok sırrı vardır.
İslami hayatta tevhidin sırrı, Allah’tan başka ilah yoktur, gerçeğinde gizlidir.
İslamiyet, insanların temel hak ve özgürlüklerini bu tevhit davası ile karşılar. İnsanları bir ana ve babanın evlatları gibi toplumda, kanunlar karşısında bir ve eşit tutar. Tevhit nurunun çözemeyeceği toplumsal bir sorun yoktur. Toplumda gerçek manasıyla huzur ve sükûn tevhit nuruyla sağlanır.
Kuran-ı Kerim’in hükümlerine tam olarak bağlanmadan İslami tevhidin gerçekleşmesi mümkün değildir.
Tevhidin sırları tasavvufi hayatla başlar.
Tasavvufi hayatta tevhidin sırrı, Allah’tan başka varlık yoktur, gerçeğinde gizlidir.
Nefis, başlangıçta Allah’ın varlığını kabul etmez, inkâr eder. Tasavvuf yolundaki sofi ise kelime-i tevhit zikrine Allah’tan başka varlık yoktur anlamını yerleştirir. Böylece nefis yavaş yavaş değişmeye başlar. Kişi Allah’ın varlığı dışında başka bir varlık kabul etmez hale gelir. Kendi varlığı da fena yolunu tutar.
Fenafillâh, tasavvufi hayattaki tevhitle meydana gelir.
Bir insan bin yıl boyunca kelime-i tevhidi zikretse ama tasavvufi anlamını gözetmese nefsini fenaya ulaştıramayacaktır, dolayısıyla nefsinde pek az bir değişiklik olacaktır. Nefsi hiçbir zaman fenafillâha eremeyecektir.
Nefy ü ispat zikri, kelime-i tevhidi tasavvufi anlamına uygun olarak zikretmekten ibarettir. Bu zikirde nefes tutmanın, kafayla vücut üzerinde ters lam harfi çizip başı kalbe vurmanın anlamı, Allah dışında bütün varlık âlemini ve kendi nefsini yok kılıp Allah’ın (c.c.) varlığını ispat etmektir.
Vahdaniyet murakabesi ise, kısacası nefy ü ispat zikrini, dolayısıyla kelime-i tevhidi düşünce ve duygu boyutuyla yaşamaktır. Bu murakabe nefsi yağ gibi eritir, kısa zamanda dönüştürür. Ondaki kötü huyları yok kılıp Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmasını sağlar.
Nasıl mecazi bir aşkın kıskacındaki bir kişi aşkını ispat sadedinde canına kıyabiliyorsa ilahi aşkta da durum böyledir. Nefisten geçmek ancak kelime-i tevhide tasavvufi anlamı vermekle, bu yöntemle zikretmekle olur.
Yüce Allah (c.c.), bütün varlık âlemini Kendi güzel isim ve sıfatlarının tecellisine bir ayna olarak yaratmıştır. Her şey, yüce Allah’ı (c.c.) bize tanıtmaktadır. O’nu tanıtmayan hiçbir şey yoktur. Bahçedeki çiçek, O’nun güzel olduğuna ve güzeli sevdiğine bir işarettir. Zalimin zulmü yüce Allah’ın (c.c.) ahrette kâfirlere büyük bir ceza vereceğine küçük bir misaldir.
Bizler dünyaya geldiğimizde dünyanın nimetlerine çok bağlıyızdır. Nefis on iki yaşlarına kadar, yenilen nimetlere çok büyük önem verir. Bunlarsız hayatı düşünemez. Bu yaşlarda meyvelerin, yemeklerin tadı üst seviyede algılanır. Sonra buluğ çağından itibaren karşı cins gözde büyür. İnsanlar genellikle bu noktada takılıp kalırlar. Çok güzel, zengin, iyi karakterli birisi ile evlenmek için yanıp tutuşurlar. Hayatın en birinci hedefinin bu olduğunu düşünürler. Şehvet iptilası bazılarını yoldan çıkararak hak yolu görmesine mani olur. Orta yaşlardan sonra para, makam, şöhret tutkuları değer kazanır. İnsanlar genellikle bu putların esaretine girerler. Ölünceye kadar da bunlardan kurtulamazlar. İşte tevhit bütün bunlarla mücadele etmeyi, nefsi bu tuzaklara saplanıp kalmaktan kurtarmayı sağlar. İnsan nefsine uyduğunda hayvanlar gibi bir hayata razı olur. Tevhit aydınlığında ise tüm bu nimetler birer araca dönüşür. Amaç yüce Allah’ın rahmetine ve rızasına ermektir.
Elbette yüce Allah (c.c.) nefsi bu dünya nimetlerden haz alacak bir şekilde yaratmıştır. Bunlarda helal haram çizgisi belirlemiştir. Bizim üzerinde durduğumuz husus, bunlara saplanıp kalmadır. Bunlara saplanıp kalma Allah’ın rızasına aykırıdır. Yüce Allah (c.c.) insanların bu nimetlerle Kendisini tanımasını murat etmiştir. En azından ahret hayatlarını cennette geçirmelerini istemiştir.
Meyveler ve yiyecekler üzerinde yüce Allah’ın (c.c.) pek çok güzel ismi ve sıfatı tecelli eder. O Rezzak’tır (Kişiyi besleyen, yediren, içirendir). Kerim’dir (cömerttir).
Karşı cinsi yaratmakla ve onunla helal yoldan birlikte olmakla yüce Allah’ın (c.c.) pek çok güzel ismi ve sıfatı tecelli eder. Yüce Allah (c.c.) el-Vedud’dur (seven). Kul da eşini bu sıfatın tecellisi ile sever. El-Cemil (güzel) güzel ismi en çok karşı cinsin güzelliğinde insanı hayranlığa sevk eder. Yüce Allah (c.c.) insana eşini yardımcı olarak yaratmıştır: El-Muin. İnsan evlenmekle eşi ile bir sözleşme yapar ve hayatı boyunca da buna uymak zorundadır: es-Sadıku’l-Va’d. Eşlerin birbirlerine hastalıkta, kötü zamanlarda destek olmaları Allah’ın er-Rahman, er-Rahim (acıma, esirgeme) ve er-Rauf (şefkat duyma) güzel isimlerini düşündürür. Çocuklar, yüce Allah’ın (c.c.) yaratma ile ilgili güzel isimlerini tefekkür ettirir: El-Halık, el-Bari, el-Musavvir. Kısacası evlilikte Allah’ın pek çok güzel ismi ve sıfatı tecelli eder. Onun için evlilik hadis-i şerifte belirtildiği üzere en büyük salih ameldir. Kişi evlilikle dinini tamamlar. Evlilik yüce Allah’ı (c.c.) yakinen tanımayı sağlar.
Para, makam, şöhret de haddizatında büyük nimetlerdir. Para aşağı yukarı her nimeti satın alır. Onun için nimetlerin nimetidir. Onda yüce Allah’ın (c.c.) en bariz görülen güzel ismi el-Malikü’l-Mülk’tür (malın mülkün sahibi). Ayrıca para yüce Allah’ın pek çok güzel ismine ve sıfatına da tercümanlık yapar. Makam ve şöhret, Allah yolunda pek çok hizmete kapı açabilir. Bunlarda Allah’ın (c.c.) pek çok büyüklük, yücelik sıfatları ve güzel isimleri tecelli eder.
Koca koca insanlar oldukları halde yeme içmeye, aşka, paraya, makama, şöhrete hayatlarının en birinci meselesi gibi önem veren çevremizdeki pek çok kişi hemen gözlerinizin önüme gelecektir. Hâlbuki hayatın amacı ölümdür. Ölümden sonraki hayattır. Çünkü istesek de istemesek de öleceğiz. Öyle ise ölümden sonraki hayata hazırlık yapmak akıl ve mantığın gereğidir.
Ölümden sonraki hayata ise tevhit nuru ile hazırlık yapılır. Kabir ancak tevhit nuru ile aydınlanıp huzur veren bir köşk haline gelebilir. Nefsin bu tür tuzaklarına takılıp kalma kabir azabına, hadis-i şerifte belirtildiği üzere kabrin cehennem çukurlarından bir çukur olmasına neden olabilir. Allah (c.c.), bizleri bundan korusun. Âmin.
Tevhit İslami boyutu ile tüm insanları Allah’ın dini ile kardeş yapmak üzere gelmiştir. Bu kardeşlikte ehl-i kitaba özgürlük de tanınmıştır.
Tevhit tasavvufi boyutu ile insana özünü aydınlatır. Ona gerçek manası ile özgür olma yolunu gösterir. Nefis ve şeytanla mücadelesini gösterir. Ruhunun özgür olabilmesi için insanı büyük bir savaşıma çağırır.
Her insanın içerisinde en az bir şeytan vardır. Bu husus hadis-i şerifle sabittir. Bu şeytanlar nefsin eğilimlerini ve içgüdülerini kullanarak insanları günahlara, dolayısıyla Allah’a (c.c.) isyana sürüklerler. Tasavvufi anlamdaki kelime-i tevhit hem nefsin hem de şeytanların üzerine bir kılıç gibi iner. Onlara adeta savaş açar. İşte tam bu sırada bazı insanlar ‘Eyvah benim içime cin, şeytan girdi!..’ diye bir yaygaraya başlarlar. Hâlbuki girenler zaten eskiden beri oradaydı ama şimdi tevhit kelimesinin nurundan rahatsız olmaya başladılar. Eskiden çobanın koyunları güttüğü gibi insanları nefsinin elinde oyuncak kılmışlardı. Tövbe edip günahlardan uzaklaşıp ibadet hayatına sahip olduktan sonra bu kişi bir de bir Allah dostundan zikir ve rabıta dersleri almışsa şeytanlar şimdi bundan büyük bir rahatsızlık duymaya başlamışlardır. Temel problem budur. Şeytanlar insanlara sonsuz bir kinle, hasetle düşmandırlar. Bir insanın cenneti ve Allah rızasını kazanmasına veya bu yola girmesine hiç tahammülleri yoktur.
Yüce Allah (c.c.), insanı öyle güçlü kılmış ki onlardan zerre kadar korkmaya gerek yoktur.
Tevhit nuru ruhun gelişmesine büyük bir katkı sağlar. Ruh nur ve feyz ile olgunlaşır. İnsan günahlarının kıskacında iken ruhu nefsin elinde esirdir. Günahlara tövbe edip hak yola girince ruhun varlığı sezilmeye başlar. Ama normal bir Müslüman’ın ruhu daha çok zayıftır. Tabiri caizse bir ot gibidir. Meyvesi olmadığı gibi bir insanın eli ile koparacağı bir şey kadar zayıftır. Mürşid-i kâmilin ruhu ise çok olgunlaşmıştır. Tıpkı bir ceviz ağacı gibidir. Yani hem güçlü kuvvetli hem de meyve gibi faydalı bir şeye de sahiptir. İşte rabıtanın sırrı da bunda gizlidir. Yani kimse alınmasın diye ben kendi hesabıma benzetmeyi yapıyorum. Rabıta sayesinde kendi ot mesabesindeki ruhumu mürşid-i kâmili hayal yolu ile bir ceviz ağacı gibi büyütüp meyveli bir hale getirmem mümkündür. Rabıtada mürşidden gelen feyz, kalp ve letaif bölgelerinde hissedilince ruhun suyunu ve yemeğini aldığı anlaşılmış olur.
Rabıtaya karşı olanlar şu gerçeği anlamak istemiyorlar: Her insanın ruhu aynı oranda ve nitelikte değildir. Bazı insanların ruhları olgunlaşmıştır. Bu olgunlaşma ancak tasavvuf yolu ile mümkündür. Onlar bu olgun ruhları ile başkalarına büyük bir yardımda bulunabilirler. İnsanların ruhlarını kendi ruhlarına benzetebilirler. Mürşid-i kâmilin temel vazifesi de budur.
İnsan kendi başına zikir yolu ile yani kelime-i tevhidi tasavvufi anlamıyla zikrederek seyr ü suluğunu gerçekleştiremez mi? Tasavvuf yolu çok çetin ve zorludur. İş sadece zikirle bitmemektedir. Nefsin makamları aşması kolay bir şey değildir. Rabıta bu yolda önemsenmezse nefsi çilelerle kırmak gerekir. Bu da yalnız başına olacak bir iş değildir. Başta bir mürşid-i kâmili yine gerekli kılmaktadır. Zira yolda nefis ve şeytanlar kol gezmekte, en ufak bir açıklıkta kişiyi uçuruma düşürmektedirler.
Çocuk oyunlarında çok büyük hikmetler vardır. İlginç olanı dünyadaki bütün çocuk oyunlarının birbirine benzemesidir. Çocuklara bu oyunları Hz. Hızır Aleyhisselam mı öğretti? Yoksa onlara bu oyunlar, bozulmamış fıtratları ve temiz ruhları ile yüce Allah’ın (c.c.) Elest bezminde içlerine koyduğu yaratılış amacından mı mülhem oldu bilemiyorum. Ama çocuk oyunları çok büyük ilahi mesajlar içermektedir. Bu oyunlarda tevhit nuru hemen kendisini göstermektedir.
Körebeyi misal olarak veriyorum: Körebe olarak adlandırılan oyuncunun gözleri bir mendil veya eşarpla bağlanır. Ebe etrafını göremez hale gelir. Diğer oyuncular körebenin etrafında dolaşırlar. Ona dokunurlar. Körebe onları yakalamaya çalışır. Körebe birini yakalarsa hemen adını söylemelidir. Eğer yanlış ad söylerse oyun tekrar başlar ve körebenin ebeliği devam eder. Şayet yakaladığının adını doğru söylerse yakalanan ebe olur.
Körebe olmak, hem gözlerin bağlı olması hem de insanların dokunmaları ile rahatsız edici bir durumdur. Bir çeşit cezadır. Kimse körebe olmak istemez. Körebenin yakaladığı kişinin adını doğru söylemesi bir iç görüdür. Bizler ruhlar âleminden bu dünyaya imanla imtihana tabi tutulmak üzere gönderildik. Aslında iç gözlerimiz (basiretimiz) kapalıdır. Her birimiz birer körebe durumundayız. Körebenin gözlerinin mendil veya eşarpla kapanması gibi basiretimiz de dünya imtihanı gereği böyle bir bağlanma hadisesi nedeniyle imani mevzuları ilk anda algılayamamaktadır. Hâlbuki yeryüzünde yaratılan veya insanların icat ettikleri her şey imani mevzulara açıklık getirmek, onlara işaret etmek üzere yüce Allah (c.c.) tarafından halk edilmiştir. İman konularına hizmet etmeyen hiçbir şey yoktur. Yaratılmamıştır. Çünkü yüce Allah (c.c.) abes şeyleri yaratmaktan uzaktır. Daha doğrusu insanların abes olarak niteledikleri şeyler de imani konulara hizmet etmek için yoktan yaratılmıştır. Ama bizler elimize ‘ekmeği’ alırız ve yanlış bir ad söyleyen bir körebe gibi ona sadece ‘ekmek’ deriz. Ekmeği yüce Allah’ın (c.c.) bir nimeti olarak algılamayınca oyunu kaybetmiş oluruz. Körebeliğimiz sürer gider. İnsanların büyük çoğunluğu, işte böyledir. Her gün üç öğün yüce Allah’ın (c.c.) ekmek nimetini yer de bir gün bile basiret gözü ile onu göremez ve yüce Allah (c.c.) ile irtibatlayamaz. Bu kadar nankördürler.
Çağımızda insanların büyük çoğunluğu farkına varmadan hak mezhepler karşısında sapkın bir fırkanın kurucusu olan Mutezile gibi düşünürler: İnsanları eylemlerinin yaratıcısı olarak görürler. Dolayısıyla böylelerinin kadere inançları da yoktur. Bir körebe gibi yakaladığı her olayın yaratıcısını insanlara atfederler. Yüce Allah’ın (c.c.) gizli elini göremedikleri için olaylar karşısında derin bir hikmete de ulaşamazlar. Olaylar onlara bir şeyler anlatamaz. Her şey bir tesadüf olarak değerlendirilir. Böyleleri ömür boyu körebe rolünde kalıp olayların, insanların maskarası olup giderler. Yüce Allah’ın (c.c.) nimetlerle, bela ve musibetlerle onlara verdikleri mesajları bir türlü algılayamazlar. Hayır ve şerri hep insanlardan bilirler. Bu yüzden insanlara sonsuz teşekkür ederler, yine insanlara sonsuz kin duyarlar. Bir gün şapkayı önlerine koyup da hadiselerin, insanların üzerine çıkıp hayrı ve şerri asıl yaratanın, yüce Allah’ın gözlerden az çok gizli olan kader sırrını görmek, tanımak istemezler. Böylelikle yüce Allah’ın (c.c.) onlar sağırdırlar, kördürler, dilsizdirler sınıfına girerler (bk. Bakara suresi,18).
Hâlbuki hak mezheplere göre her olayın yaratıcısı yüce Allah’tır. Güç ve kuvvet sadece yüce Allah’ındır. İnsanlarda herhangi bir güç kuvvet, yaratma olayı yoktur. İnsanlar örfe göre şunu yaptım, bunu ettim derler, ama gerçekte yapan, eden yüce Allah’tır. İnsanlar niyetleri nedeni ile yaptıklarını, ettiklerini sandıkları şeylerden hem şeriat önünde hem de ahrette mesul tutulurlar. Bu tevhit nurunun anlaşılması ve insanların basiretlerinin açılması için bilinmesi ve inanılması gereken temel itikadi bir bilgidir. Maalesef çağımızda nefsi şişiren hayat felsefeleri, bu itikadi bilgiyi gözlerden saklamakta, insanların imanlarına olumsuz yönde tesirler kılmaktadır.
Süpermen, Örümcek Adam gibi çocukların severek izledikleri filmlerde işlenen temel konu, nefsin ilah sıfatını kazanmasıdır. Normalde insanların yaptığı günlük hareketleri bile yüce Allah’ın yarattığına inanmak gerekirken bu filmlerde ancak yüce Allah’ın (c.c.) yapabileceği işleri bir insan nefsi yüklenmektedir: Yıkılmakta olan bir köprüden geçen treni kurtarmak için film kahramanı köprüyü sırtıyla kaldırır, devrilmek üzere olan bir apartmanı elleriyle düzeltir. Bunlarla saf çocukların beyinleri yıkanarak kahramanların birer ilah oldukları fikri aşılanır. Çocuklar bu filmlerin tesirleri ile nefislerini şişirmeye başlarlar. Küçük birer ilah olarak büyürler.
Körebe oyununun verdiği saf ve güzel mesaj nerede, bu tür filmlerdeki insanın itikadını bozan felsefi mesaj nerede… Bu tür filmlerin felsefeleri ile büyüyen çocukların hakkı kavramaları, tevhidin nuruna ulaşmaları ise pek güçtür. Çocuğu hastalanmasın diye ağza takılan ve mikroptan koruyan şeyleri çok görmeye başladık sokaklarda ama bu filmlerdeki itikada dönük tehlikelerden dolayı çocuklarını koruyan ebeveyn yoktur sanırım.
Tevhit bir nurdur. Işık gibi sönebilir. Onu korumak gerekir. Hele çocukların dünyasında bu iş daha büyük önem arz etmektedir.
Sonu iyilik ve güzelliklerle biten masallar geride kaldı. Bu masalların sonunda iyiler mükâfat alırdı, kötüler de cezalandırılırdı. Bu ilahi bir yasadır. Kuran-ı Kerim özellikle kıssaları ile hep bu ilahi yasayı işlemiştir. İnsanlara bu konuda ikazlar yapmıştır. Elbette bu dünyada kötülerin cezası bazen ahrete tehir edilebilmektedir. Ama yüce Allah (c.c.) hikmeti gereği kötülere bu dünyada da çoğu kez ceza vermekte, ilgili ilahi yasasını bu dünyada da genellikle tecelli ettirmektedir. Bunu insanların, özellikle çocukların iyi bilmeleri gerekmektedir. Doğru eğitilmeleri için bu şarttır. Yoksa günahlarda, kötülüklerde bir güç tasavvuru, tevhit nurunu söndürebilir. Hele çocukların buna çok yakinen inanmaları gerekir. Aksi taktirde hayata yanlış bir düşünce ve felsefe ile başlayarak kötülükleri işleyenlerin yaptığının yanına kar kaldığını sanabilirler. Maalesef masalların yerini dolduran çizgi filmler, bu konuda çok yanlış bir düşünce ve felsefe ile çocukları eğitmektedir. Hayatı bir mücadeleden ibaret göstermektedirler. Akıllı ve zeki olanın, güçlü olanı yenebileceği düşüncesi bu çizgi filmlerde özellikle işlenmektedirler. Bu da tabii Darwinist, Durkheimci bir yaklaşımın ürünüdür. Oysa İslam’a ve tevhit düşüncesine göre bizler hayata birbirimizle savaşmak ve mücadele etmek için değil imtihan için gönderildik. Zeki veya güçlü olmak sadece birer imtihan konusudur. Önemli olan hakka uygun olarak yaşayıp Allah’ın rahmetine ve rızasına ulaşmaktır. Kötüler muhakkak cezalandırılacaktır. İyiler de ödüllendirilecektir. Bu ilahi yasa imtihan gereği bu dünyada kısmen gözlerden saklı bir şekilde işlerken ahrette her şey meydan çıkacaktır. İnsanlar bu ilahi yasayla ebedi hayatlarını cennet veya cehennemde geçireceklerdir.
Çizgi filmlerle büyüyen çocuklar anne babalarına, öğretmenlerine adeta savaş açmaktadırlar, büyüdüklerinde de topluma, millete karşı gelmekte, sürekli çatışma halinde bulunmaktadırlar. Oysa edep ilimden önce gelir. İnsan insanlığını edeple elde eder. Çocukların İslami bir ruhla, tevhit nuru ile yetişmeleri için tekrar masallar dünyasına döndüremiyorsak bari çizgi filmlere bir çeki düzen vermek, toplum ve devlet olarak bunlara el atmak gerekir.
İslam dünyası o kadar gasp edilmiş, ezilmiş, yağma edilmiş, sömürülmüş ki işler, içler acısı bir durum arz etmektedir. Tevhit nuru çocukların dünyalarında söndürülmüştür. Bir ebeveynin bunun için bu konularda çok ciddi bir şekilde bazı tedbirleri almasını gerekli kılmaktadır. Aslında sorun toplumsal bir hale ulaştığı için devlet çapında tedbirlere gerek duyulmaktadır.
Tevhit nuru çocukken sönerse ileriki yaşlarda onun tekrar canlanması çok zordur.
Yüce Allah (c.c.) bizlere, evlatlarımıza tevhit nuru ve iman nasip eylesin. Küfrün karanlıklarından korusun. Âmin.
Muhsin İyi