Bir gün gün yeğeni Abdurrahman’a, “Git, bana falan matbaa müdürünü çağır, gel” dedi.
Abdurrahman çabucak gitti, matbaa müdürünü buldu ve “Bediüzzaman sizi çağırıyor,” dedi. “Müsaitseniz hemen gelin.”
Müdür, “Geliyorum” dedi ve işlerini toparlayarak matbaadan çıktı. Beraber Üstadın yanına geldiler.
Bediüzzaman, yeni birkaç eser yazmıştı, bunları bastıracaktı.
Müdüre, “Kardeşim bu eserlerimi bastırmak istiyorum” dedi ve sayfalar halindeki çalışmalarını verdi.
Yeğenine de, “Abdurrahman, biriktirdiğin paraları getir, müdür beye ver” dedi.
O günlerde Darü’l-Hikmette üye idi. Buradan iyi maaş alıyordu.
Geçimlerini sağlayacak kadarını ayırıyor, kalan miktarını da yeğeni Abdurrahman’a veriyordu. Abdurrahman da bu paraları biriktiriyordu.
Epeyce paraları olmuştu.
Abdurrahman şaşırdı. Bu paraları biriktirirken ne hayaller kuruyordu.
Gözyaşları içinde gitti, paraları getirdi ve müdüre verdi. Müdür gittikten sonra kendi kendini teselli etmeye başladı:
“Eserler basılınca satılır, ben de paraları yeniden biriktiririm.”
Birkaç gün sonra, Bediüzzaman matbaa müdürünü yine çağırttı.
Müdüre şöyle dedi:
“Kardeşim, eserlerimin üzerine şöyle yazın: Bu kitaplar İslâm milletine ücretsiz olarak dağıtılacaktır.”
Abdurrahman’ın hayalleri iyice suya düşmüştü. Ağlamaya başladı. Amcasına sitemle:
“Amca, birkaç kuruş para biriktiriyordum, memlekete döndüğümüzde düşman işgalinde harap olmuş evimizi belki tamir ettiririz diye... O ümidimi de öldürdün. Böyle olur mu?”
Bediüzzaman gülümsedi. Yeğenini bağrına bastı, gözyaşlarını sildi.
“Yavrum Abdurrahman, hükümet bize fazla maaş veriyordu. Kendi ihtiyacımızdan fazlası devletin hazinesine aittir. O fazla parayı Müslümanlara iade ediyorum” dedi.
Ve ilâve etti:
“Senin bu işlere aklın ermez. Allah dilerse mukaddes vatanın her yerinde sana ev verir.”
(Bediüzzaman'la Yaşayan Öyküler-2 kitabından)
Abdurrahman çabucak gitti, matbaa müdürünü buldu ve “Bediüzzaman sizi çağırıyor,” dedi. “Müsaitseniz hemen gelin.”
Müdür, “Geliyorum” dedi ve işlerini toparlayarak matbaadan çıktı. Beraber Üstadın yanına geldiler.
Bediüzzaman, yeni birkaç eser yazmıştı, bunları bastıracaktı.
Müdüre, “Kardeşim bu eserlerimi bastırmak istiyorum” dedi ve sayfalar halindeki çalışmalarını verdi.
Yeğenine de, “Abdurrahman, biriktirdiğin paraları getir, müdür beye ver” dedi.
O günlerde Darü’l-Hikmette üye idi. Buradan iyi maaş alıyordu.
Geçimlerini sağlayacak kadarını ayırıyor, kalan miktarını da yeğeni Abdurrahman’a veriyordu. Abdurrahman da bu paraları biriktiriyordu.
Epeyce paraları olmuştu.
Abdurrahman şaşırdı. Bu paraları biriktirirken ne hayaller kuruyordu.
Gözyaşları içinde gitti, paraları getirdi ve müdüre verdi. Müdür gittikten sonra kendi kendini teselli etmeye başladı:
“Eserler basılınca satılır, ben de paraları yeniden biriktiririm.”
Birkaç gün sonra, Bediüzzaman matbaa müdürünü yine çağırttı.
Müdüre şöyle dedi:
“Kardeşim, eserlerimin üzerine şöyle yazın: Bu kitaplar İslâm milletine ücretsiz olarak dağıtılacaktır.”
Abdurrahman’ın hayalleri iyice suya düşmüştü. Ağlamaya başladı. Amcasına sitemle:
“Amca, birkaç kuruş para biriktiriyordum, memlekete döndüğümüzde düşman işgalinde harap olmuş evimizi belki tamir ettiririz diye... O ümidimi de öldürdün. Böyle olur mu?”
Bediüzzaman gülümsedi. Yeğenini bağrına bastı, gözyaşlarını sildi.
“Yavrum Abdurrahman, hükümet bize fazla maaş veriyordu. Kendi ihtiyacımızdan fazlası devletin hazinesine aittir. O fazla parayı Müslümanlara iade ediyorum” dedi.
Ve ilâve etti:
“Senin bu işlere aklın ermez. Allah dilerse mukaddes vatanın her yerinde sana ev verir.”
(Bediüzzaman'la Yaşayan Öyküler-2 kitabından)