UFO ve Dünya Dışında Hayat ve Uzaylılar

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
"uzaydan gelen adam" ve UFO hakkinda bilgi verirmisiniz?


_________________________________________________


Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

İnsan, gücünün yetmediği konulara pek meraklı oluyor. Binlerce yıl boyunca üzerinde yaşadığımız dünyanın ne kadar büyük olduğunu, sonuna kadar gitsek ne olacağını merak ettik. O zamanlar yapabildiğimiz en hızlı taşıt yelkenli gemiydi. Bu gemilerin getirdiği sınırlamaları sonuna kadar zorlayıp, biraz da cesaret takviyesiyle, insanlık—yukarılara çıkıp fotoğrafını çekmeden—dünyanın yuvarlak olduğunu anlayabildi. O zamanların uzaylıları yeni ayak basılan karalardaki yerli insan ve hayvanlardı. Aynı dünyada yaşıyor olsak bile, her yeni kültür ve kabile farklı araçlar ve diller geliştirmişlerdi. Meselâ, aerodinamik özelliklerin ve yerçekiminin aynı olduğu bir dünyada Asyalılar av için ok ve yay kullanırken Avustralyalılar bumerang adı verilen bir araç icad etmişlerdi. Dünyanın değişik yerlerinde yaşanılan hayatın tarzındaki bunun gibi pek çok farklılık bize gösterdi ki, insan aklı ve hayali için sınır yoktur.

İşte bu sınırsız hayallerimiz her çağda başka meraklar uyandırmakta bizde. Şimdilerde bilim dünyasının hayalleri, Dünya dışı akıllı hayat arayışında odaklamış durumda. Bir gün birileri çıkıp da başka bir gezegendeki canlılarla iletişim kurduğunu söylerse, gerçekten bu haber dünyanın bugüne kadar karşılaştığı en önemli haberlerden biri olacaktır.

Dünyadaki insanlar bu konuda ikiye ayrılmış durumda. Kimisi Dünya dışı akıllı yaratıklar olsa bile uzaklıklar yüzünden bunlarla iletişim kurulamayacağını söylerken, kimisi de bunun mümkün olacağını söylüyorlar. Hatta bu tip canlıların dünyayı sürekli ziyaret ettiği gibi bir tartışma konusu bile var. UFO meselesi yıllardır insanların aklını kurcalar durur. Bunun ne kadar mümkün olduğunu görmek için bizi muhtemel uzaylılarla ayıran duvarları görelim ve verileri ortaya döküp birlikte inceleyelim.

Bu konu, yani UFO ve Dünya dışı akıllı hayat konusu oldukça geniştir; ama sınırlayıcı faktörleri bakımından incelenmesi gerekir. Mesele sosyal ve fiziksel şekilde incelendiğinde hemen herkesin anlayacağı boyuta indirgenebilir. İşin başında UFO kelimesinin sanıldığının aksine uzay gemisi değil, “Tanımlanamayan Uçan Cisim” anlamına geldiğini söyleyelim. Zira bu kelime İngilizce’de (Unidentified Flying Object) cümlesinin baş harflerinden türetilmiştir. Yani bu tanıma uçuş halindeki, belki çok kısa bir süre gözüktüğü ve belki de uzaktan görüldüğü için ne olduğu anlaşılamayan herşey girer. Küçük bir çocuğun elinden kaçırdığı bir balon bile, eğer gören kişiler uzaktan ne olduğunu anlamazlarsa, UFO sınıfına girer; çünkü uçtuğu halde görenler ne olduğunu tesbit edememişlerdir.

İddia konusu ziyaretlerin fiziksel boyutlarına bakacak olursak, karşımıza bir kısım aşılması zor engeller çıkar. Normal şartlarda bizi ziyaret edebilecek uzaylı dostlarımızın kendi galaksimiz içinden olduklarını ve bize nisbeten yakın konumda bulunduklarını düşünmek zorundayız. Kendi Güneş sistemimizde Dünya haricinde içinde akıllı hayat barındıran başka bir gezegen bulunmadığına göre, en yakın yıldızlardan işe başlamak makul olacaktır.

Şu ana kadar Güneş haricinde bir yıldız etrafında dolanan başka bir gezegeni bile görsel olarak tesbit edebilmiş değiliz. Bazı çekim etkilerinin yıldızda yaptığı ufak titreşimler neticesinde sadece etrafında gezegen olduğundan şüphelenebiliyoruz, o kadar. Teleskop ya da başka bir araçla başka bir yıldızın etrafındaki bir gezegeni görmemiz şu anda mümkün değildir, çünkü bu aynen şimdi vereceğim örnek gibidir:

Çok uzaklardaki bir arabanın farları bize döndürüldüğünde parlak far ışığını görebilmemize rağmen farın yanında gezinen bir ateşböceğini göremeyiz. Hem ateşböceğinin ışığı uzaklara ulaşacak kadar güçlü değildir, hem de arabanın farları onu kaybedecek kadar parlaktır. Bir gezegenin yansıttığı ışık, çevresinde bulunduğu yıldızın yanında, örnekteki farın yanındaki ateşböceğinden bile düşüktür. Yani, değil başka bir yıldızın çevresindeki bir gezegenin hayata müsait olup olmadığını, orada bir gezegen olduğunu bile tesbit etmek şu anda imkânsızdır. Sözkonusu uzaylıların bunu aşacak bir teknolojileri olduğunu varsayarsak, gördükleri bir gezegendekileri ziyaret için başka verilere sahip olmaları lazımdır—meselâ orada akıllı hayat olup olmadığı gibi. Bunu tesbit etmeleri için bizim burada olduğumuzu belirleyebilecekleri tek veri, yaptığımız televizyon ve radyo benzeri yayınlardır. Radyonun icad edilmesi henüz çok yenidir. Dünya üzerindeki ilk radyo yayınları şu anda en fazla 80 ışıkyıllık bir mesafeye ulaşmıştır. Yani, daha uzaktaki kimse bizim burada olduğumuzun farkında olamaz.

Bizim burada olduğumuzu uzaya kaçan radyo sinyallerinden anlamaktan başka bir yol olmadığı konusunda tüm bilim dünyası hemfikirdir. Bu durumda muhtemel ziyaretçilerimizi 80 ışıkyılından daha uzak mesafeden bekleyemeyiz. Hatta bu mesafe bile onların ilk radyo sinyallerini alıp o anda yola çıkıp 1 saniyede buraya gelmeleri ve bugünlerde dünyaya varmaları halinde geçerlidir. Sahip oldukları düşünülen gemilerin ışık hızında hareket ettiği kabul edilse bile, buraya gelmeleri 80 yıl civarında süreceğinden, asıl mesafeyi 40 ışık yılına çekmek durumundayız. (Ziyaretçilerin 40 ışıkyılı mesafede olduğunu, 40. yılda bizi duyup 40 yıl da seyahat ettiklerini kabul etmemiz gerekiyor!) Ayrıca ilk ve en yoğun UFO gözlemlerinin 1950’li yıllarda olduğu düşünülürse, bu yıllarda ilk radyo sinyallerinin henüz 30 yıllık olması sebebi ile, mesafe daha da azalacaktır. Böylece radyo dalgalarının henüz 30 yıllık mesafeye ulaştığı bu yıllarda 40 da değil 15 ışıkyılı mesafe içindeki yıldızların bir incelemesini yapmak uzaylı ziyaretçilerimiz ile ilgili iddiaları araştırmak için yeterli olacaktır.

Daha eski zamanlardaki meselâ eski Mısır, Kamboçya-Anchor ve Meksika medeniyetlerindeki muhteşem eserlerin ve gökyüzü hesaplarının uzaylılar tarafından öğretildiği veya yapıldığı iddiaları ise, o zamanlar dışarıya herhangi bir yayın yapılmamış olması nedeniyle imkânsızdır. Çünkü o zamanlar öğretmeye gelen bu uzaylıları buraya çekecek hiçbir işaret yoktu.

15 ışıkyılı mesafedeki duruma dönecek olursak, dünyanın 15 ışıkyılı yarıçapındaki küresel uzaklıklarında yaklaşık 50 yıldız bulunur. Bunların en yakını olan Proxima Centauri yaklaşık 4,3 ışıkyılı mesafededir. Dünyada şu anki en hızlı yolcu uçağı olan Concorde bu mesafeyi 2.454.337 (iki milyon dörtyüzellidört bin üçyüzotuzyedi) yılda alabilir. Uzay mekiği ise buraya ulaşmak için en az 175.000 (yüzyetmişbeş bin) yıl son hızla seyahat etmek zorundadır. Uzaylıların çok hızlı (ışık hızı civarında) gemileri olduğunu varsayarak bu zorluğu bertaraf edelim ve konunun diğer yönlerine bakalım. Bahsedilen 15 ışıkyılı mesafedeki 50 kadar yıldızın hayat barındıran gezegen sistemlerine sahip olma ihtimallerini azaltan pek çok engel vardır. Herhangi bir yıldızın hayata müsait bir ortam sağlayabilmesi için belli bazı özelliklerinin olması gerekir. Bunu görmek için yıldız sınıflandırma sistemine göz atmakta fayda var.

Yıldızlar kendi içlerinde 7 sınıfta incelenir. Her yıldız büyüklük ve parlaklığına göre büyükten küçüğe (O,B,A,F,G,K,M) sınıflarından birine girer. Örneğin Güneş G sınıfından bir yıldızdır. Yani, ortalamanın altında sarı-beyaz küçük bir yıldız. Ayrıca her sınıf kendi içinde 10 alt gruba ve 8 parlaklık grubuna ayrılır. Meselâ, yine Güneşi ele alacak olursak, onun G2V şeklinde sınıflandırıldığını, yani G sınıfından bir sarı cüce olduğunu anlarız.

Çok büyük yıldızlar (özellikle O, B, A ve büyük ölçüde F sınıfı) yakıtlarını çok hızlı tüketip bitirerek öldükleri için çok az bulunurlar ve kısa ömürleri ve kararsız yapılarıyla hayatı beslemeye uygun değillerdir. En küçük ve sönük yıldızlar (M sınıfı ve K sınıfının küçükleri) ise yine hayat ve gezegen sistemi barındırmak adına yetersiz kalırlar. Bu durumda yakınımızda bulunan G ve bir ölçüde K sınıfı yıldızlara bakmamız gerekir. 15 ışıkyılı ve daha yakın mesafede bu gruba giren 3 adet yıldız bulunmaktadır. Bunlar 4,3 ışıkyılı mesafedeki Centauri sistemindeki iki yıldız ve 10 ışıkyılı uzaktaki Epsilon Eridani adlı yıldızlardır. Alpha Centauri sistemindeki iki yıldız bir üçüncü ile birlikte birbirinin etrafında dolanan ve sistemleri paylaşan üçlü bir yıldız sistemi oluşturduklarından, kütleçekim dengesizlikleri sebebiyle, onların bizimki gibi kararlı bir gezegen sistemine sahip olamayacakları hesaplanmıştır. Bu yüzden Güneşin hemen hemen aynısı olan Alpha Centauri A adlı yıldızı ve komşusunu elemek durumunda kalıyoruz. Geriye bir tek Epsilon Eridani kalıyor. Bu yıldız ise 500 milyon yıl civarındaki yaşı ile oldukça genç bir yıldızdır ve etrafında oturmuş bir gezegen sistemi oluşabilmesi için henüz çok zamana ihtiyaç vardır.

Görüldüğü gibi, teknolojik imkânları en sonuna kadar elde etmiş olsalar bile yakın bölgemizde—en azından bizden haberdar olunabilecek kadar yakın bölgemizde—hayat barındırabilecek gezegen sistemleri bulunmamaktadır. Daha uzaklara bakmanın da fazla bir mânâsı yoktur, çünkü kâinatta denizlerdeki kum tanelerinden fazla yıldız ve gezegenin içinde, bizim burada olduğumuzu bilmeden gelip tesadüfen bulacak canlılara inanmak oldukça zor.

Şimdi, uzaylıların var olduğunu kabul ederek, dünyamızı ziyaret etmiş ya da etmemiş olmaları konusunu sosyal yönden ele alalım ve bunun, bizi ayıran ışıkyılı duvarları da dahil, bütün fiziksel engellere rağmen gerçekten olduğunu varsayalım. İlk UFO’ların görülmesinin üstünden neredeyse 50 yıl geçmiştir. Bu tür binlerce gözlemin en azından birinin gerçek uzaylı ziyareti olduğunu düşündüğümüzde aklımıza bir soru geliyor. Bu uzaylılara ait uzay gemisi ve benzeri teknoloji bizde olsa ve biz onlarca ışık yılı mesafeyi katedip onların gezegenlerine gitsek, elimizdeki bu harikulade teçhizat ve yüksek ilmimizle o canlılarla resmî iletişim kurar mıydık, kurmaz mıydık? En azından, “Biz geldik, şurada yaşıyoruz” demez miydik? Ben bu soruya “Yok, biz bu mesafeleri gidip de bir şehrin semalarında birkaç saniye gözüküp sonra geri dönerdik” diyecek bir kişi olacağını zannetmiyorum. Uzaylı ziyaretini ciddiye alan kişilerin başka gezegenleri ziyaret için uzay gemisi yapıp yola çıkan uzaylıların buralara kadar gelip de bir merhaba demeden geri dönmelerine inanmaları çok ilginçtir.

Bu konuda bizi korkutmak istemedikleri ya da biraz daha gelişmemizi bekledikleri gibi iddiaları da ben şahsen biraz şaşırtıcı buluyorum. Uzaylı ziyareti iddiasına, tüm imkânsız görünümüne rağmen, genelde yapıldığı şekilde materyalist felsefe ve tesadüfçülüğe malzeme yapılmadığı sürece, bir fikir, bir düşünce gözüyle bakıp saygı duyuyorum. Bana sorarsanız, aradığımız şey bizden farklı hayat şekilleri ve farklı canlılar ise eğer, onu çok uzaklarda değil, geçemediğimiz boyutlarda, belki kendi kalbimizden daha yakında aramalıyız. Bizi şaşırtan inanılması güç görünen görüntüler ve hikâyeler ile ilgili açıklamalar, kâinatın tüm sırlarının yazılı olduğu Kitabımızda var. Bütün bunlar ile ilgili gerçekleri veya başka akıllı canlıları mı arıyoruz; işte size adres:



Selam ve dua ile...


_________________________________________________

elcevaz13

"Göklerin ve yerin yaratılması ve oralarda bütün canlıları yaratıp üretmesi, O'nun kudretinin ve hikmetinin delillerindendir. O elbette dilediği zaman onları mahşerde toplamaya da kadirdir." (Şûrâ sûresi, 42/29) âyetinde geçen "dâbbe" kelimesi, hayvanlara ve insanlara şamil olduğuna göre, bu âyet göklerde hayvanların veya insanların varlığına delil olabilir mi? Göklerde dâbbenin yayılmasını nasıl anlamalıyız?

Kur'ân'da "dâbbe" kelimesinin geçtiği her yerde, siyak ve sibak itibarıyla umumiyetle insanlar ve sair cismanî canlılar anlaşılmaktadır. Meselâ bir yerde "Allah her canlıyı sudan yarattı. Kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağıyla gezer, kimi dört ayağı üstünde yürür."[1> denilmiş ve bunlar dâbbe kelimesiyle anlatılmıştır. Bir başka yerde "Gökte ve yerde hiçbir dâbbe (debelenen, kımıldayan) yoktur ki onun rızkı Allah'a ait olmasın."[2> denilmiştir.

Evet, Kur'ân-ı Kerim'de nerede dâbbe anlatılmışsa, orada hep cismanî bir varlıktan bahsedilmiştir. Bu âyet-i kerimede de "dâbbetün" sözüyle anlatılıyor. "Vemâ besse fîhimâ"daki zamir tesniyedir. Âyette sanki Allah'ın hem gökte, hem de yerde yaydığı, neşrettiği ve çoğalttığı dâbbelerden söz ediliyor. Bundan da yeryüzünde bizler, dört ayağının üzerinde yürüyen diğer canlılar ve yerlerde sürünen, yürüyen sürüngenler gibi göklerde de bu türlü canlıların var olduğu anlaşılıyor.

Şu ana kadar yapılan araştırmalarda henüz böyle bir şey keşfedilemedi ama, semavat o kadar geniş ki, fezanın derinliklerinde bir yerde küre-i arz gibi böyle bir kürenin bulunması ve onun üzerinde bizim bildiğimiz hayvanlar ve diğer canlılar gibi varlıkların bulunması ihtimal dahilindedir. Bu ve benzeri âyetlerin "işaret"lerinden de bu anlaşılabilir. Ancak yine de her şeyin en doğrusunu Allah bilir.

Bizim dışımızda canlıların olabileceği ihtimali biraz da şu âyetle teyit görmektedir: "Ve hüve âlâ cem'ihim izâ yeşâu kadîr – O Allah, hem semadaki canlıları, hem de yerdeki canlıları, meşîeti taalluk ettiği zaman bir araya getirmeye muktedirdir."[3> Öyle anlaşılıyor ki, insanoğlu gibi yiyen, içen canlılar belki dünyanın dışında başka bir yerde de vardır. Belki bütün insanlar oraya ferden gidemeyecek ve belli bir nesil oraya ulaşamayacak ama, insanlık nev'en buna nail olabilecektir. Yani meşîet-i ilâhiye taalluk edince; bu canlılar o canlılarla içli dışlı olabilecekler.

Ama oralarda insan var mıdır, yok mudur? sorusuna gelince bu da kudret-i ilâhiyeden uzak değildir. Allah orada da insan yaratabilir. Bu varlıklar insan olmayıp insanlığın emrinde olan diğer canlılar gibi varlıklar da olabilirler. Allah orayı da hazırlamıştır; ne var ki, orayı da ancak insanlık göç ettiği zaman görecek, belki de istifade edecektir. Önümüzdeki yıllarda, herhâlde Cenâb-ı Hak bizlere daha çok şey gösterecektir. Zira teknik ve teknoloji çok hızlı gelişiyor ve yolda çok sürprizler var.

Bununla beraber âyetin mânâsı sarihtir. Ancak, yine de biz mülâhaza dairesini açık bırakıyoruz. Zamanın tefsiri içinde bu meselenin aydınlığa kavuşmasını beklemek en muvafık yol olsa gerek...

Bu âyetteki ikinci mesele, yeryüzünde ve göklerde canlıların yayılması meselesidir. Âyette geçen "besse" kelimesi, dağılıp saçılmayı ifade eder. Hz. Yakub da, münacatında ruh hâlini, "İnnemâ eşkû bessî ve huznî ilallah Allahım, ben dağınıklığımı, perişaniyetimi, derbederliğimi ve bir de tasamı sana şikâyet ediyorum."[4> diyerek hislerini aynı kelimeyle dile getirir. İncelediğimiz âyetteki mânâ ise, bir şeyin bir noktada çoğalıp yayılması, yeryüzünü işgal etmesidir. Bu durum başka bir âyette de aynı kelimeyle anlatılıyor: "Sizi bir erkek bir dişiden yarattı, sonra onlardan sizi yaydı, çoğalttı yerin her tarafına neşretti."[5> Bu âyette insan ve sair canlıların yeryüzüne yayılması anlatılmıştır ki, insan yeryüzüne nasıl bir anne ve bir baba ile yayılmışsa, hayvanlar da aynen öyle yayılmışlardır. Her hayvan nev'i, kendi nev'inden, kendi nev'i adına, kendi nev'ini ve nev'inin karakterini korumak üzere, o nev'iden olarak yeryüzüne yayılmıştır.

* * *

Burada bir başka mesele de Darvin'in, bütün nev'ileri bir nev'e irca etme gayretidir. Ona göre bütün varlıklar gibi insan da belli devirlerde, belli bir canlıdan dönüşerek meydana gelmiştir. Kur'ân'ın sair bütün âyetleri de sahih hadisler de bunu nefyetmektedir. Kur'ân'a göre her nev'i, kendi nev'ini devam ettirmek üzere yayılmıştır. Yani insan, insan olarak yayılmış, insan olarak devam etmiş ve bundan sonra da insan olarak devam edecektir. Yılanlar ve akrepler de aynı şekilde. Hayvanlarda belki zâhiren cüz'î değişiklikler olabilir; fakat bunların karakteri ve nev'i değişmez. Yani bunların hayvanlığı değişmez, her hayvan, hayvan olarak devam eder.[6>

[1> Nur sûresi, 24/45
[2> Hûd sûresi, 11/6
[3> Şûrâ sûresi, 42/29
[4> Yusuf sûresi, 12/86
[5> Nisâ sûresi, 4/1
[6> Aynı konu için ayrıca bakınız: Kur'ân'dan İdrake Yansıyanlar, 2/347-348

_________________________________________________

abdurrahman
Kuranimiz ve dinimiz o "ziyaretci"lere nasil bakar(melek veya cinmidir veya cinlerin "teknolojisimidir")?onlar hakkindaki hikayeler veya olaylar yalan ve bir kandirma olabilir mi?Ustad Arz gibi yedi kureden bahsediyor,onlarda hayat var midir? tesbiti mumkunmudur?

_________________________________________________

Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

Evvela UFU'ların gerçek olmadığı daha önceden belirtilmişti. Ama semavatta ve uzayda saysız, melek, ruhani ve cinlerin varlığı ise, tüm dinlerin esasında vardır. Bunların çeşitli alet ve edevatla dünyaya kendi iradeleriyle gelmeleri ise, mümkün değildir. Çünkü, melekler, tamamen ilahi irade ile hareket eden mevcutlardır.

Selam ve dua ile...

Editör
 

Cebrail23

Member
O Allah, hem semada ki canlıları, hem de yerdek i canlıları, meşîeti taallu k ettiği zaman bir araya getirm eye mukted irdir. "[3> Öyle anlaşılıyor ki, insanoğlu gibi yiyen, içen canlılar belki dünyanın dışında başka bir yerde de vardır. Belki bütün insanl ar oraya ferden gideme yecek ve belli bir nesil oraya ulaşamayacak ama, insanlık nev'en buna nail olabil ecekti r. Yani meşîet-i ilâhiye taallu k edince; bu canlılar o canlılarla içli dışlı olabil ecekler.

allah cc Ayette buyurduğu "semadaki canlılar" melekler olamaz mı?
 
Üst