Huseyni
Müdavim
Soru:
Üstadımız okuyucusuna “Ey kardeş!” diye hitap ediyor. Eskiden mürşitlerin hitaplarında daha ikaz edici ve muhatabı sarsıcı ifadelerin kullanıldığını biliyoruz. Üstadımızın yumuşak ve onure edici hitapları seçmesinin hikmeti nedir?
Cevap:
Üstadımız bu asır için “enaniyet asrı” diyor. Ayrıca, “bu asırda dalaletin fen ve felsefeden geldiğini, bu sebeple izalesinin de zor olduğunu” vurguluyor. Nice menfi cereyanların hedefi olan bu asrın insanına yaklaşma konusunda nurun dört esasından birini şefkat, diğerini tefekkür olarak belirliyor. Birincisinin Rahîm ismine, ikincisinin de Hakîm ismine isal ettiğini ifade ediyor.
Bütün bunları birlikte düşündüğümüzde, ruhu binlerce yara almış olan bu asrın insanına şefkatle ulaşmak gerektiği ve hikmetle hareket ederek onun nefsini tahrik etmeden, hakikatleri “nizihâne, nazikâne ve kavli leyinle (yumuşak sözle)” aktarmak gerektiği açıkça anlaşılır. Bunun en güzel yolu da doğrudan değil, dolaylı anlatım yolunu tercih etmektir.
Nitekim, Üstadımız birçok derslerini nefsini muhatap alarak verir ve “yazılan sözlerde muhatap asi nefsimdir”, “kim isterse beraber dinlesin,” buyurur. Yine bir çok derslerinde de gerçekleri temsilî hikâyelerle sunma yolunu tutar. Zaman bunu gerektirmektedir.
Önceki asırlardaki mürşitlerin durumu çok farklıdır. Onların muhatapları iman hakikatlerine gönülden inanmış, fakat amel yönünden eksikleri bulunan, nefsini terbiye konusunda bir mürşitten yardım talep eden kişilerdir. Onlara ikaz edici sert üslup kullanılabilir, ama böyle bir üslup, bu asrın yaralı insanını hakikatlerden iyice uzaklaştırabilir.
İlmi Heyet
Üstadımız okuyucusuna “Ey kardeş!” diye hitap ediyor. Eskiden mürşitlerin hitaplarında daha ikaz edici ve muhatabı sarsıcı ifadelerin kullanıldığını biliyoruz. Üstadımızın yumuşak ve onure edici hitapları seçmesinin hikmeti nedir?
Cevap:
Üstadımız bu asır için “enaniyet asrı” diyor. Ayrıca, “bu asırda dalaletin fen ve felsefeden geldiğini, bu sebeple izalesinin de zor olduğunu” vurguluyor. Nice menfi cereyanların hedefi olan bu asrın insanına yaklaşma konusunda nurun dört esasından birini şefkat, diğerini tefekkür olarak belirliyor. Birincisinin Rahîm ismine, ikincisinin de Hakîm ismine isal ettiğini ifade ediyor.
Bütün bunları birlikte düşündüğümüzde, ruhu binlerce yara almış olan bu asrın insanına şefkatle ulaşmak gerektiği ve hikmetle hareket ederek onun nefsini tahrik etmeden, hakikatleri “nizihâne, nazikâne ve kavli leyinle (yumuşak sözle)” aktarmak gerektiği açıkça anlaşılır. Bunun en güzel yolu da doğrudan değil, dolaylı anlatım yolunu tercih etmektir.
Nitekim, Üstadımız birçok derslerini nefsini muhatap alarak verir ve “yazılan sözlerde muhatap asi nefsimdir”, “kim isterse beraber dinlesin,” buyurur. Yine bir çok derslerinde de gerçekleri temsilî hikâyelerle sunma yolunu tutar. Zaman bunu gerektirmektedir.
Önceki asırlardaki mürşitlerin durumu çok farklıdır. Onların muhatapları iman hakikatlerine gönülden inanmış, fakat amel yönünden eksikleri bulunan, nefsini terbiye konusunda bir mürşitten yardım talep eden kişilerdir. Onlara ikaz edici sert üslup kullanılabilir, ama böyle bir üslup, bu asrın yaralı insanını hakikatlerden iyice uzaklaştırabilir.
İlmi Heyet