İnsan benliğini bütünüyle iştiyakın sarması; hâlin, akıl, mantık ve muhakemenin önüne geçmesi diyebileceğimiz vecd, Cenâb-ı Hakk’ın kulunun kalbine sürpriz bir teveccühü ve beklenmedik bir varidatıdır. Böyle bir tecelli cemâl dalga boyuyla gelince “üns” esintileri hasıl olur; kemâl televvünlü olunca da temkin ve sükûn meydana gelir.. ve tabii bu celâlî tecelliler arasında, hüzün, keder, havf ve dehşet fırtınaları da eksik olmaz.
Vecdi zikr ü fikrin kalbe galebe çalması esnasında ruhun, aşkın feveranlarına tahammülden aciz olması şeklinde yorumÂlayanlar da olmuştur. Cenâb-ı Hakk’ın celâlî ve cemâlî tecellilerinden bol bol hissemend olan kalbin duyup yaşadığı hayret, heyecan ve ürperti de vecd adına ortaya atılan yorumlar arasında.
Vecd, vücûddan farklı bir halettir. İleride anlatılacağı üzere vücûd; nefsin te’sir dairesini aşıp bütün bütün cismaniyetten sıyrılarak “bî kem u keyf” hakikî matlûba zaferyâb olmaya mukabil, vecd; kalbin beklenmedik bir anda, sürpriz olarak muhabbet, şevk, iclâl ve tazim gibi ahvalin feveranı keyfiyetidir ki, bunun bir kadem ötesinde de, sürekli evrâd ü ezkârın semeresi sayılan “mevâcîd” hakikati gelir.
Vecd, genelde iki şekilde tezahür eder:
1- İlâhî bir kısım varidat ve tecelliyât-ı Sübhâniye’nin, insan kalbinde, onun kasd ve iradesi taalluk etmeksizin tekellüfsüz hâsıl olmasıdır ki; biz buna, yerinde “mükâşefe” de deriz.. ve böyle bir doğuş veya mükâşefeyi bir kısım esbab ve emare ile irtibatlandırmak söz konusu değildir.
2- İnsanın bütün benliğini saran ve onda ağlama, haykırma, ürperme hisleri hâsıl edep bir zevk ü şevk veya dehşet ü hayret tecellisidir ki, halka-i zikir ve hatme yapılan mahallerde, hakikat ilminin müzakere edildiği meclislerde çok görülür.
Bu türlü varidat ve tecellilerin, açıktan herhangi bir sebebe iktiran etmeyip külfetsiz zuhur edenine “vecd” denir ki, Konyalı Zerkûbî’nin çekiçlerinin sesinden Hazret-i Mevlânâ’nın coşup:
-Su ve balçığa bağlanmış canlar, su ve balçıktan kurtulunca, aşkın hava ve esintileriyle raksetmeğe başlar ve doluÂnay gibi noksansız olurlar” demesi bu cümledendir.
Biraz külfet, biraz zorlama ve konsantrasyon arayışı neticesinde meydana gelene de “tevâcüd” denir. Zaten tevâcüd “tefâul” babından olması itibariyle, mevcud olmayan bir, şeyi izhar veya onu hâsıl etme yolunda gösterilen ekstra gayret esprisine dayanır ki, bunu da Efendimiz (as)’in: “Kur’ân okurken ağlayınız, eğer ağlayamazsanız kendinizi ağlamaÂya zorlayınız!” meâliyle vereceğimiz nurefşân beyanıyla irtiÂbatlandırmak mümkündür.
Şimdi bu son durum itibariyle “tevâcüd”ü de evvelki üç hususa ilâve edecek olursak, konuyu şöyle özetlemek uyÂgun olur zannediyorum:
1- Tevâcüddür; zorlama, tekellüf ve iç âlemle konsantrasÂyon yolunda elde edilmeye çalışılan vecde benzer bir keyfiÂyettir ve yoldakilerin hâlidir.. tabii, kalbî ameller adına da ayarı en düşük olanıdır.
2-Vecddir; îmân, marifet, muhabbet ve zevk-i ruhanî ile donanmış bir kalbin, beklenmedik bir anda şevk ü tarâb veya bir kısım varidatla coşmasıdır ki, bu konunun esasını teşkil eder ve "ثَلاَثٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ وَجَدَ حَلاَوَةَ اْلاِيمَانِ" gerçeğine dayanır. Bu gerçeğin hülâsası da: Allah ve Rasûlü’nü herşeyden fazÂla sevme, sevdiklerine Allah için muhabbet etme, cehennem ve cehennem vesilelerine karşı teyakkuz ve ürperti içinde buÂlunma.. gibi hakikatlerdir.
3-Mevâcîddir; evrâd ü ezkâr ve kalbin, Hazreti “Vâcibü’1-Vücûd” ve “Vâhibü’l-Hayat’la münasebet derinliği ve O’na yaklaşma yollarını araştırması sayesinde sürekli metafizik gerilim, sürekli duyuş ve sürekli değişik vâridlere mazhaÂriyettir ki, -Biz, onların kalplerini pekiştirdikçe pekiştirdik de doğruÂlup başkaldırdı ve kükreyerek: ‘Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. O’ndan başkasını anmamız söz konusu değildir” mefhumu ile sunacağımız âyet de bu soluk soluğa aşkın, heyecanın ifadesidir.
4-Vücûddur; ve makam-ı ihsanın zirvesi "كَأَنَّكَ تَرَاهُ.." ufkunun soluğu-sesi ve “sübühât-ı vech” heyecan ve dehşeÂtine mazhariyetin de televvünatı şeklinde yorumlanmıştır.
Vecdin, ayrıca kendi içinde de bir kısım dereceleri vardır:
1-Derecede vecd, iradî olarak, görme, duyma, düşünme çerçevesinde cereyan eder ki; bu mertebe, kalbin, îmân ve marifet halâvetini duyup ağyara kapanması mertebesidir.
2- Kalbin derinliği ölçüsünde, ona akan feyizler sayesinde, vicdan mekanizmasının “sem u basar” ve tefekkür üstü tenevvür ve doğuşlara uyanma haletidir.
3-Bütün letâif-i insaniyenin, O’nun boyasına boyanması sayesinde, ağyar düşüncesinin bütünüyle ortadan kalkıp, herşeyde O’nu görme, O’nu bilme, O’nu düşünme, O’nunla hemhâl olma tasavvurlar üstü keyfiyetidir. Öyle ki, insan o mertebede bazen yarım adımlık bir aşkınlıkla “dehşet”e, bir tam adımla da “heyman”a girer -ki zannediyorum- tabii akıl ve idrakimizle onları yorumlamada biraz zorlanacağız.
Vecdi zikr ü fikrin kalbe galebe çalması esnasında ruhun, aşkın feveranlarına tahammülden aciz olması şeklinde yorumÂlayanlar da olmuştur. Cenâb-ı Hakk’ın celâlî ve cemâlî tecellilerinden bol bol hissemend olan kalbin duyup yaşadığı hayret, heyecan ve ürperti de vecd adına ortaya atılan yorumlar arasında.
Vecd, vücûddan farklı bir halettir. İleride anlatılacağı üzere vücûd; nefsin te’sir dairesini aşıp bütün bütün cismaniyetten sıyrılarak “bî kem u keyf” hakikî matlûba zaferyâb olmaya mukabil, vecd; kalbin beklenmedik bir anda, sürpriz olarak muhabbet, şevk, iclâl ve tazim gibi ahvalin feveranı keyfiyetidir ki, bunun bir kadem ötesinde de, sürekli evrâd ü ezkârın semeresi sayılan “mevâcîd” hakikati gelir.
Vecd, genelde iki şekilde tezahür eder:
1- İlâhî bir kısım varidat ve tecelliyât-ı Sübhâniye’nin, insan kalbinde, onun kasd ve iradesi taalluk etmeksizin tekellüfsüz hâsıl olmasıdır ki; biz buna, yerinde “mükâşefe” de deriz.. ve böyle bir doğuş veya mükâşefeyi bir kısım esbab ve emare ile irtibatlandırmak söz konusu değildir.
2- İnsanın bütün benliğini saran ve onda ağlama, haykırma, ürperme hisleri hâsıl edep bir zevk ü şevk veya dehşet ü hayret tecellisidir ki, halka-i zikir ve hatme yapılan mahallerde, hakikat ilminin müzakere edildiği meclislerde çok görülür.
Bu türlü varidat ve tecellilerin, açıktan herhangi bir sebebe iktiran etmeyip külfetsiz zuhur edenine “vecd” denir ki, Konyalı Zerkûbî’nin çekiçlerinin sesinden Hazret-i Mevlânâ’nın coşup:
-Su ve balçığa bağlanmış canlar, su ve balçıktan kurtulunca, aşkın hava ve esintileriyle raksetmeğe başlar ve doluÂnay gibi noksansız olurlar” demesi bu cümledendir.
Biraz külfet, biraz zorlama ve konsantrasyon arayışı neticesinde meydana gelene de “tevâcüd” denir. Zaten tevâcüd “tefâul” babından olması itibariyle, mevcud olmayan bir, şeyi izhar veya onu hâsıl etme yolunda gösterilen ekstra gayret esprisine dayanır ki, bunu da Efendimiz (as)’in: “Kur’ân okurken ağlayınız, eğer ağlayamazsanız kendinizi ağlamaÂya zorlayınız!” meâliyle vereceğimiz nurefşân beyanıyla irtiÂbatlandırmak mümkündür.
Şimdi bu son durum itibariyle “tevâcüd”ü de evvelki üç hususa ilâve edecek olursak, konuyu şöyle özetlemek uyÂgun olur zannediyorum:
1- Tevâcüddür; zorlama, tekellüf ve iç âlemle konsantrasÂyon yolunda elde edilmeye çalışılan vecde benzer bir keyfiÂyettir ve yoldakilerin hâlidir.. tabii, kalbî ameller adına da ayarı en düşük olanıdır.
2-Vecddir; îmân, marifet, muhabbet ve zevk-i ruhanî ile donanmış bir kalbin, beklenmedik bir anda şevk ü tarâb veya bir kısım varidatla coşmasıdır ki, bu konunun esasını teşkil eder ve "ثَلاَثٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ وَجَدَ حَلاَوَةَ اْلاِيمَانِ" gerçeğine dayanır. Bu gerçeğin hülâsası da: Allah ve Rasûlü’nü herşeyden fazÂla sevme, sevdiklerine Allah için muhabbet etme, cehennem ve cehennem vesilelerine karşı teyakkuz ve ürperti içinde buÂlunma.. gibi hakikatlerdir.
3-Mevâcîddir; evrâd ü ezkâr ve kalbin, Hazreti “Vâcibü’1-Vücûd” ve “Vâhibü’l-Hayat’la münasebet derinliği ve O’na yaklaşma yollarını araştırması sayesinde sürekli metafizik gerilim, sürekli duyuş ve sürekli değişik vâridlere mazhaÂriyettir ki, -Biz, onların kalplerini pekiştirdikçe pekiştirdik de doğruÂlup başkaldırdı ve kükreyerek: ‘Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. O’ndan başkasını anmamız söz konusu değildir” mefhumu ile sunacağımız âyet de bu soluk soluğa aşkın, heyecanın ifadesidir.
4-Vücûddur; ve makam-ı ihsanın zirvesi "كَأَنَّكَ تَرَاهُ.." ufkunun soluğu-sesi ve “sübühât-ı vech” heyecan ve dehşeÂtine mazhariyetin de televvünatı şeklinde yorumlanmıştır.
Vecdin, ayrıca kendi içinde de bir kısım dereceleri vardır:
1-Derecede vecd, iradî olarak, görme, duyma, düşünme çerçevesinde cereyan eder ki; bu mertebe, kalbin, îmân ve marifet halâvetini duyup ağyara kapanması mertebesidir.
2- Kalbin derinliği ölçüsünde, ona akan feyizler sayesinde, vicdan mekanizmasının “sem u basar” ve tefekkür üstü tenevvür ve doğuşlara uyanma haletidir.
3-Bütün letâif-i insaniyenin, O’nun boyasına boyanması sayesinde, ağyar düşüncesinin bütünüyle ortadan kalkıp, herşeyde O’nu görme, O’nu bilme, O’nu düşünme, O’nunla hemhâl olma tasavvurlar üstü keyfiyetidir. Öyle ki, insan o mertebede bazen yarım adımlık bir aşkınlıkla “dehşet”e, bir tam adımla da “heyman”a girer -ki zannediyorum- tabii akıl ve idrakimizle onları yorumlamada biraz zorlanacağız.