topraktoprak
Well-known member
Vefa
Dilimizde: “Sözünü yerine getirmek, borcu ödemek, dostlukta sebat göstermek” mâ’nâlarına gelen bu kelime, hayli zamandır kullanılmaz oldu. İstanbul’da bir semt adı ve ba’zı şahısların bu şekilde isimlendirilmeleri istisna edilirse, neredeyse unutulan bu güzel hasleti, pek az insanda sıfat olarak görebiliyoruz.
Hz. Üstad Bediüzzaman Saîd Nursî, yıllar önce yazdığı bir mektubunda: “Sıddîk-i vefiy bu zamanda yoktur diyenlere”, talebelerini örnek göstermiş. Rahmetli Ömer Nasûhî Bilmen Hoca da, “Zamane dostlarından vefa ummak, şûrezardan (çorak topraktan) mahsûlat beklemeye benzer.” diye yazmış... Düşünelim, altmış – yetmiş yıl önceleri vefanın yokluğundan yakınan bu hakîkat-bîn zatlar, bugün yaşasalardı, acaba nasıl hüküm verirlerdi?
Daha eskilerde, Nazım Paşa bir beytinde: “Unutma hüsn-i ülfet ettiğin ahbabı her yerde;/ Vefadır ol, vefa insana lâyık bir meziyyettir.” şeklinde, bu güzel huyun unutulmaması gerektiğini belirtir. Ayrıca, fıkıh kitaplarında vefasızlığın kavlen ve fiilen bir yalancılık olduğu kaydedilmiştir.
Verdiği sözü tutmamak münafıklara ait bir sıfattır. İnançlı ve şerefli bir kişide bulunması yadırganır. Sözünü tutmamak ya acizlikten veya ehemmiyet vermemekten ileri gelir ki, her iki hal de Müslüman için önemli bir kusûrdur. Gücünün yetmeyeceğini bilerek söz vermek, bile bile yalan söylemek demektir. Tabiî, bunun istisnası da vardır. İnsan, iyi niyetle bir va’dde bulunabilir. Fakat, iradesi dışında cereyan eden hadiseler sebebiyle va’dini yerine getiremeyebilir. Bu durum, saded haricidir.
İnsanlar arası yardımlaşma kurallarının en mühimlerinden olması dolayısı ile Cenâb-ı Hakk’ın, Kur’ân-ı Hakîm’de zikre şâyân gördüğü “Karzı Hasen”, herhangi bir karşılık gözetmeden kişilerin birbirine borç vermeleri anlamına gelmektedir. Bu borç, para, mal, emek, cesaret, tesellî gibi maddî ve ma’nevî cinslerden olabilir. Hepsinin vakti geldiğinde iâdesi îcab eder. Parayı alanın onu va’desinde ödemesi cem’iyetin maddî intizamını sağlayacaktır. Bugün piyasada, ödenmeyen borçlar yüzünden nice insan sefîl olmakta, işyerleri kapanmakta, şeref ve haysiyetler ayaklar altında kalmaktadır.
Emeği ile komşusuna, dostuna, akrabasına Allah için yardım eden bir kişiyi düşünelim. Günün birinde bu şahsın da yardıma ihtiyacı olursa, ondan daha önce istifade edenlerin, o zatın yardımına herkesten önce koşmaları bir insanlık borcu değil midir? Aynen bu durum gibi, lüzûmu olduğunda bir insanı teşci’ etmek, derdine ortak olmak, sevincine katılmak gibi ma’nevî davranışlar da birer borçtur ve yeri geldiğinde aynen iâdeleri zarûrîdir.
Dostluğa gelince, bunun sınırları çok geniştir. Hele, sırf ma’nevî dostluklar; içinde herhangi bir maddî çıkar bulunmayan, fedakârlığa dayanan, karşısındakinin nefsini kendi nefsine tercîh fazîleti ile süslü dostluklar ne kadar yücedir! Sahabelerin bu fevka’l-âde meziyetleri, Cenâb-ı Hakk tarafından “îsar” hasleti olarak tavsîf edilmiş ve Kur’ân-ı Kerim’de öğülmüştür. Bu kabîl dostluklarda sebat göstermek çok önemlidir. Çünkü bu dostluğun meyveleri dünyada da âhirette de sahiplerine şeref, şan, fazîlet, temâyüz kazandırmakla kalmaz; Allahu Teâlâ’nın rızâsına, Hz. Muhammed Mustafa’nın (asm) hoşnudluğuna mazhar olmak gibi çok yüce bir neticeye de ulaştırır.
Risâle-i Nûr Külliyâtından, Uhuvvet ve İhlâs Risâlelerinde bu şekildeki dostluğun temel umdeleri çok güzel îzah edilmiştir. Zamanımızda bu eserler vasıtası ile iman esaslarını idrak eden ve yaşayış şeklini Kur’ân ve Sünnet ışığında düzenleyen, sayıları azımsanmayacak bir kitle, yukarıdan beri ta’rifine çalıştığımız vefâ hasletini taşımakta ve mûcibince amel etmektedir.
Hâlık-i Hakîm, kâinatta yarattığı varlıklar arasında insanları en şerefli mevkîe yerleştirmiştir. Onların, kendi mukaddes ahlâkı ile ahlâklanmasını istemiştir. Bunun esâslarını ve şeklini son indirdiği yüce kitabında belirtmiştir.
Peygamberlerinin sonuncusu Hz. Muhammed'de (asm) bunun nasıl olacağını hayatında gösterdiği açık örneklerle bizlere ta’lim etmiştir. Peygamberlerin gerçek ta’kibçileri olan ihlâslı âlimler, bu güzel ahlâkı ve hasletleri topluma unutturmamak için sık sık îkazlarda bulunmuşlardır.
Bizler, kaybettiğimiz değerli bir eşyâmızı bulmak için nasıl çabalıyor, gayretler sarfediyorsak, ondan daha şiddetli ve ciddî şekilde ma’nevî değerlerimizi muhâfaza etmek için cehd içinde olmalıyız. Beşeriyetin yaratılış maksadını nefsimizde tecellî ettirmeliyiz.
Ekrem Kılıç
Yeni Asya
Elif Eki