Yaman Dede

PIRLANTA

Well-known member
Mevlana aşkıyla yanan Rum genci:
Yaman Dede’nin hikayesi

“Binev in çün şikayet mi küned, Ez cüdayiha hikayet mi küned…”

Tahtaya yazılan ‘Mevlana’ ismi bana pek tatlı geldi. Okunan beyitler beni derinden sarstı. Son beyit sinemi hakikaten şerha şerha etmişti. O andan itibaren tatlı tatlı yanmaya başladım. Şiddetle yakan fakat anne busesi kadar tatlı gelen alevler iç alemimi kaplamıştı.

Yaman Dede ya da Müslüman olmadan önceki adıyla Diyamandi Keçeoğlu, Mevlana ile tanışmasını bu etkileyici cümlelerle anlatıyordu. O İslam’ın tüm kurum ve değerleriyle ikinci plana itilmeye çalışıldığı dönemde yaşadı. Kültürü, edebiyatı, tarihi, hasılı her şeyiyle İslam ya da onun son temsilcisi Osmanlı’nın neredeyse lanetlendiği yıllardı Diyamendi Molla’nın İslam’ın ulvi ateşiyle yanıp tutuştuğu dönemler... O sıra dışı bir insandı. Kayserili bir Hıristiyan Rum genci olmasına rağmen Farsça derslerinde Mesnevi’den ve İslam klasiklerinden beyitler ezberler, din dersine gayrimüslim talebeler girmezken sınıfta oturur ve bir Müslüman gibi ilmihal bilgilerini, Resulullah’ın (sav) hayatını, İslam’ın inanç esaslarını öğrenirdi. Her şeye o zamanlar hayatta olan düşkünlük, bu alanlarda uzman kıymetli zatların o yıllarda hayatta olması küçük Diyamendi’nin farkında olmadan İslam’a yönelmesindeki etkenler arasındaydı. Yine bir Rum genciydi; ama İslam’a duyduğu sevgi farkında olmadan gün geçtikçe artıyor, içinde filizlenmekte olan iman çiçeği her geçen gün dal budak sarıyordu. İçin için yanan bu iç yangınını kimselere anlatamıyordu. Çevresi onu hala Hıristiyan olarak biliyordu.
Yaman Dede, 1887 tarihinde Talas’ta doğdu. Babası bir Ortadoks ve iplik/pamuk tüccarı olan Yuvan, annesi Afurani Hanım’dı. Yaman Dede’nin ilk adı Diyamendi Keçeoğlu’ydu. 1942 yılında Müslümanlığını ilan etti, Mehmet Kadir Keçeoğlu adını aldı. Şaire Yaman Dede adını Diyamendi’den çevirerek Ahmet Remzi Dede vermiştir. Uzun yıllar Müslümanlığını gizlice yaşadı. Ahmet Remzi Dede’den Mesnevi okudu.
Azınlıklara mensup iki kız ve erkek liseleri olmak üzere çeşitli okullarda Türk Edebiyatı ve Farsça okutan Yaman Dede, devlet hizmetinden ayrıldı, eğitimciliğin yanı sıra serbest avukatlık yapmaya başladı. Anadolu’nun çeşitli illerinde Mevlana ve Mesnevi konulu konferanslar verdi. Ancak halen gizli bir mü’mindi. Namazını en kuytu semtlerin en küçük mescitlerinde kılmakta, Ramazan aylarında oruçlarını gizli gizli tutmaktaydı. Kızı ve eşi onun İslam’la şereflendiğinden habersizdi. O günleri anlattığı notlarında, “Tam kırk yıl bazen sahursuz bazen iftarsız oruçlar tuttum; ama ailem hiç bilmedi!” şeklinde anlatır. Avukatlıktan çok zamanını okuldaki derslerinde gençliğin Mevlana’yı ve manevi aşkı tanımasına sarf etmektedir. 15 şubat 1942 tarihi onun için dönüm noktası olur. Bu tarihte resmi olarak adını ve dinini değiştirir ve Mehmet Abdülkadir Keçeoğlu adını alır. Ailesi de artık durumu öğrendiğinden onun için ızdıraplı bir dönem başlamıştır. Üsküdar’daki evinde Müslüman olduğunu 1942’nin bir şubat gecesi çok sevdiği kızı ve eşine açar. Karısı ve kızı o an “eyvah” diyerek feryadı basarlar. Haber Patrikhane’ye kadar ulaşır. Dönemin din adamları, ya Hıristiyanlığa geri dönmesi ya da karısından boşanması konusunda Yaman Dede’ye baskı yaparlar. Dede, zor bir karar alır. Yerde dizlere kadar kar, havanın bıçak gibi kestiği soğuk bir şubat gecesi ailesine: “ Aşkımın bedeli bu yaşananlar. Sizler sakın üzülmeyiniz. Aşk, ızdırapsz olmaz. Size acı vermeye hakkım yok. Bu ev ve içindekiler size kalsın. Elveda!” der ve dediği gibi ceketini alır ve ayrılır. Üsküdar Selamsız Yokuşu’ndan iskeleye iner. Sabah ezanına kadar o soğukta sokakları ve sahili arşınlar. Sabah ilk vapurla Karaköy’deki avukatlık bürosuna geçer. Birkaç gece burada yatıp kalkar. Dostlarının, öğrencilerinin evlerine misafir olur. O artık ‘Bahtiyar Bir Sürgün’dür.
Bundan sonra İstanbul İmam Hatip Okulu ve Y. İslam Enstitüsü’nde de Farsça dersleri vermeye başlar. Bugün her kendi dalında otorite olan Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Prof. Dr. Emin Işık, İstanbul Eski Müftüsü Selahaddin Kaya, Osman Nuri topbaş, gibi pek çok öğrenci Farsça’yı ondan öğrenir. Mevlana’yı onun ağlayarak anlattığı derslerden tanırlar. Allah (cc), Resulullah (sav), Mevlana, Konya, aşk deyince hemen ağlamaya başlayan Yaman Dede, bu kuşağın zihninde derin izler bırakır. Dostlarının tanıştırması ile ilkokul öğretmeni emekli Hatice Hanım’la evlenen Dede, eski hanımı ve kızını zaman zaman telefonla arayarak hediye ve ikramlarda bulunmayı ömür boyu ihmal etmemiştir. Hatice Hanım 31 Aralık 1985’te kendisi ise 3 Mayıs 1962’de vefat etmiştir.


Fahri Duran Hoca Yaman Dede’yi anlatıyor

1982’de hacdan karayoluyla dönüyoruz. Halep’te Zekeriya Aleyhisselam’ı ziyaret etmek istiyoruz. Camiye girdik, her direğin dibinde bir adam var. Sesli sessiz kimisi Kur’an okuyor, kimisi ilahi, kaside filan derken, bir de baktık ki, o direklerin birinin dibinde bir adam, bir Arap, Türkçe bir kaside söylüyor ama, yakıyor kavuruyor etrafı. Söylediği kaside şu: Yak sinemi ateşlerle, efganıma bakma Ruhumda yanan ateşe niranıma bakma Hiç sönmeyecek aşkıma imanıma bakma Ağlatma da yak, hal-i perişanıma bakma! Allah Allaaah. Şaşırdım kaldım. Neyse sonra, adam kasideyi bitirince yanına vardım, bu kasideyi kimden öğrendiğini sordum. “Türk müsünüz?” dedim. Arap imiş. “Peki bu kasideyi nereden öğrendiniz?” dedim. “Burada, Suriye’de.” Dedi. “ Allah Allah bu kaside bizim Yaman Dede’mizin. Siz kimden öğrendiniz?” “Urfalı bir tır şoförü var, o belletti bana.” “Allah Allah, dedim, bizim Dede’nin manzumesi Halep’te, Zekeriya Aleyhisselam’ın camiinde hiç Türkçe bilmeyen güzel sesli bir Arap’ın ağzından yakıyor, kavuruyor etrafı. Sübhanallah Sübhanallah.”
 
Üst