YAŞAMAK NE KADAR GÜZEL
DEĞİL Mİ?
BİR DE "BÖYLE BİR DOSTUNUZ" VARSA....
DEĞİL Mİ?
BİR DE "BÖYLE BİR DOSTUNUZ" VARSA....
Beddualara Varmadı Dilin
Ne halinden şikayet ettin, ne kolaya kaçtın. Zor yokuşlarda ömürler boyu koştun.
Ne zulmettin, ne yapılan zulümlere göz yumdun. Sen baştan ayağa adalettin, imandın.
Sığ, derinliksiz, dar çerçeveli dünya görüşlerinden bıktın, bezdin. Ufuklar ötesi engin dünyalarda gezdin.
"Sır, sabır, sınır...." Ne iradeni gevşettin, ne haddini aştın. Zor zamanlarda bile denge sınırlarında dolaştın.
Yanlış cazibe merkezlerinin kulu-kurbanı olmadın. İlk düşen sen oldun yola ve yürüdün, yürüdün.
önce kökler sonra dallar, daha sonra meyveler... önce gökler sonra yerler... Ne kendini dev aynasında gördün, ne sırayı şaştın.
Ne hareketsizliğe bereketsizliğe dönüp baktın, ne meziyetleri ihtiras ateşinde yaktın. Yüreğinde mes'uliyyet duygusu hep Arş-ı åla cihetine baktın.
"Para, kadın, mevki...."dediler. Dudağında mahzum bir tebessüm, dalgın gözlerle baktın. çok daha uzun yolların yolcusu olduğunun farkındayım. Cümle alem oyunda oynaşta, senin gönlüm bir samimi sırdaştaydı.
Aşk kalbine, irade kalıbına hakimdi. Beyin, bilek ve yürek enerjileri sarfede sarfede sayılı günlerini bitirdin. Kara topraklara nasıl girdin? Sen bir meş'ale, sen mübarek bir neşeydin. Sen bizi hayata, madde ötesi bağlarla bağlayan, perişan hallerimize ağlayandın. Dünyamızın piri, içimizden biriydin. Ah nasıl ifade etsek? Sen ölmemeliydin.
Secde, sırra aşinalık, Yaratan'a ayarlı bir dünya, bir sevimli macera özlemleri... Cılız bedenini yordun, yordun. Sen şükreden bir kuldun.
Ne övgülere, ne sövgülere aldırış ettin. Ne yargı, ne yergi senin için bir şey ifade etti. Sen bir cazibe merkezine doğru akıp gidiyordun ırmaklar gibi. Bazan sakin, bazan çırpına çırpına lakin hep dengeli.
Ne köklerden koptun, ne göklerden umudunu kestin. Ne derinliklerde boğuldun, ne zavallılardan soğudun. Sen meşrık ufuklarından doğdun. Varlığın sevinç, yokluğun acıydı. Ah o, ne kutsal sancıydı.
"Aldanmak ve aldatmak..." Bütün maharetleri bu. Bunlar çağdaş Bel'amlar, içimizi karartanlar. Dinleri para, kıbleleri kadın. Bunlarla mücadelenin usullerini sen öğrettin bize. Sen olmasaydın, usulleri nereden bilir, neticelere nasıl varırdık? Usul-erkan bağışladın bize.
Mes'uliyyet duygusu, ehem-mühim şuuru, rahmet hissi doğdu içimizde. Kalem ve kelam ayarlandı, söz ısındı. Taşlar yerli yerine oturdu. Samimiyet başa, sahtelikler ayağa, dinler öne, kinler arkaya, sevgiler dosta, yergiler düşmana düştü çok şükür.
Toprak.... Topraktı bizi cezbeden, bağrına basan, toprak. Bir temaşa heyecanı, bir hayret, bir hayranlık... Bir insan olma, müslüman olma gayreti. Secde aşkı, cihad özlemi... Bu yollara, bu yönlere parmak doğrultan sen oldun. Ey şanlı, insan, ey mütevazi büyüğümüz. Bize iz'an oldun, vicdan oldun.
Aylar doğar, yıllar döner, şafak söker, yıldızlar sönerdi. Güneş parlar, bulut ağlar, çeşme şırıldar, dere çağlardı. çocuklar devinir, analar sevinir, güller görünür, kadınlar bürünürdü de biz bunlardan birşey anlamazdık. Ne nasibsiz insanlardık. Bir ihtiras, bir iltimastı bütün hünerimiz. Tefekkürü, tezekkürü, hayreti-hayranlığı sen öğrettin bize.
ölüm canları yakar, evleri yıkar, belleri bükerdi. Ümitlerimiz kırılır, gönüllerimiz daralır, günlerimiz kararırdı. çocukların gözleri endişe dolar, analar çırpınır kalır, babalar mahzun olurdu. Kabirden öte bir yol, hayattan öte bir hayat olduğunu sen öğrettin, neşemizi, yaşama sevincimizi, dünümüzü, günümüzü sen iade ettin bize.
Toprağa bastık, lakin toprağa gömülmedik. Zevki bildik, zevkte boğulmadık. Mübarek kapılardan hiç kovulmadık. İnsanız insanlığımızı, kusur işledik pişmanlığımızı, canlılarla müşterek, meleklerle ortak yanımızı hissedip bildik. Bilme şuurunu sen verdin bize. Cehaleti ve ümitsizliği getirdik dize.
Ne yorgunluktan kaçtın, ne yılgınlık bildin. Ne kusurumuza göz yumdun, ne ayıbımızı yüzümüze vurdun. Ne basitliğimize kızdın, ne tezliğimize kırıldın. Uzun ince yollarda kusurlarımızı azalta azalta, meziyetlerimizi çoğalta çoğalta yürümeyi sen öğrettin bize.
Ne gurura kapıldın, ne intikam bildin. Vuruldun, yarana bastın, kanlandı mendilin. Yine de, bir türlü beddualara varmadı dilin. Düşmanlarına bile rahmet diledin.
Yoksulları, düşkünleri sevdin, fakir-fukara tarafından sevildin. Ne riya bildin, ne gösterişe itildin. Fıtratımızı yaşamayı, kendimiz olmayı, hedefi bulmayı öğrettin bize.
Ah! Şimdi biz bu dağlardan bu yollardan, vadilerden ovalardan, analardan oğullardan seni gözlüyoruz. Ah! Biz seni çok özlüyoruz Bir duman, bir alev sardı dünyamızı, yanıp kavruluyoruz. İsmini anınca serinliyor, avunuyoruz.
Ne zulmettin, ne yapılan zulümlere göz yumdun. Sen baştan ayağa adalettin, imandın.
Sığ, derinliksiz, dar çerçeveli dünya görüşlerinden bıktın, bezdin. Ufuklar ötesi engin dünyalarda gezdin.
"Sır, sabır, sınır...." Ne iradeni gevşettin, ne haddini aştın. Zor zamanlarda bile denge sınırlarında dolaştın.
Yanlış cazibe merkezlerinin kulu-kurbanı olmadın. İlk düşen sen oldun yola ve yürüdün, yürüdün.
önce kökler sonra dallar, daha sonra meyveler... önce gökler sonra yerler... Ne kendini dev aynasında gördün, ne sırayı şaştın.
Ne hareketsizliğe bereketsizliğe dönüp baktın, ne meziyetleri ihtiras ateşinde yaktın. Yüreğinde mes'uliyyet duygusu hep Arş-ı åla cihetine baktın.
"Para, kadın, mevki...."dediler. Dudağında mahzum bir tebessüm, dalgın gözlerle baktın. çok daha uzun yolların yolcusu olduğunun farkındayım. Cümle alem oyunda oynaşta, senin gönlüm bir samimi sırdaştaydı.
Aşk kalbine, irade kalıbına hakimdi. Beyin, bilek ve yürek enerjileri sarfede sarfede sayılı günlerini bitirdin. Kara topraklara nasıl girdin? Sen bir meş'ale, sen mübarek bir neşeydin. Sen bizi hayata, madde ötesi bağlarla bağlayan, perişan hallerimize ağlayandın. Dünyamızın piri, içimizden biriydin. Ah nasıl ifade etsek? Sen ölmemeliydin.
Secde, sırra aşinalık, Yaratan'a ayarlı bir dünya, bir sevimli macera özlemleri... Cılız bedenini yordun, yordun. Sen şükreden bir kuldun.
Ne övgülere, ne sövgülere aldırış ettin. Ne yargı, ne yergi senin için bir şey ifade etti. Sen bir cazibe merkezine doğru akıp gidiyordun ırmaklar gibi. Bazan sakin, bazan çırpına çırpına lakin hep dengeli.
Ne köklerden koptun, ne göklerden umudunu kestin. Ne derinliklerde boğuldun, ne zavallılardan soğudun. Sen meşrık ufuklarından doğdun. Varlığın sevinç, yokluğun acıydı. Ah o, ne kutsal sancıydı.
"Aldanmak ve aldatmak..." Bütün maharetleri bu. Bunlar çağdaş Bel'amlar, içimizi karartanlar. Dinleri para, kıbleleri kadın. Bunlarla mücadelenin usullerini sen öğrettin bize. Sen olmasaydın, usulleri nereden bilir, neticelere nasıl varırdık? Usul-erkan bağışladın bize.
Mes'uliyyet duygusu, ehem-mühim şuuru, rahmet hissi doğdu içimizde. Kalem ve kelam ayarlandı, söz ısındı. Taşlar yerli yerine oturdu. Samimiyet başa, sahtelikler ayağa, dinler öne, kinler arkaya, sevgiler dosta, yergiler düşmana düştü çok şükür.
Toprak.... Topraktı bizi cezbeden, bağrına basan, toprak. Bir temaşa heyecanı, bir hayret, bir hayranlık... Bir insan olma, müslüman olma gayreti. Secde aşkı, cihad özlemi... Bu yollara, bu yönlere parmak doğrultan sen oldun. Ey şanlı, insan, ey mütevazi büyüğümüz. Bize iz'an oldun, vicdan oldun.
Aylar doğar, yıllar döner, şafak söker, yıldızlar sönerdi. Güneş parlar, bulut ağlar, çeşme şırıldar, dere çağlardı. çocuklar devinir, analar sevinir, güller görünür, kadınlar bürünürdü de biz bunlardan birşey anlamazdık. Ne nasibsiz insanlardık. Bir ihtiras, bir iltimastı bütün hünerimiz. Tefekkürü, tezekkürü, hayreti-hayranlığı sen öğrettin bize.
ölüm canları yakar, evleri yıkar, belleri bükerdi. Ümitlerimiz kırılır, gönüllerimiz daralır, günlerimiz kararırdı. çocukların gözleri endişe dolar, analar çırpınır kalır, babalar mahzun olurdu. Kabirden öte bir yol, hayattan öte bir hayat olduğunu sen öğrettin, neşemizi, yaşama sevincimizi, dünümüzü, günümüzü sen iade ettin bize.
Toprağa bastık, lakin toprağa gömülmedik. Zevki bildik, zevkte boğulmadık. Mübarek kapılardan hiç kovulmadık. İnsanız insanlığımızı, kusur işledik pişmanlığımızı, canlılarla müşterek, meleklerle ortak yanımızı hissedip bildik. Bilme şuurunu sen verdin bize. Cehaleti ve ümitsizliği getirdik dize.
Ne yorgunluktan kaçtın, ne yılgınlık bildin. Ne kusurumuza göz yumdun, ne ayıbımızı yüzümüze vurdun. Ne basitliğimize kızdın, ne tezliğimize kırıldın. Uzun ince yollarda kusurlarımızı azalta azalta, meziyetlerimizi çoğalta çoğalta yürümeyi sen öğrettin bize.
Ne gurura kapıldın, ne intikam bildin. Vuruldun, yarana bastın, kanlandı mendilin. Yine de, bir türlü beddualara varmadı dilin. Düşmanlarına bile rahmet diledin.
Yoksulları, düşkünleri sevdin, fakir-fukara tarafından sevildin. Ne riya bildin, ne gösterişe itildin. Fıtratımızı yaşamayı, kendimiz olmayı, hedefi bulmayı öğrettin bize.
Ah! Şimdi biz bu dağlardan bu yollardan, vadilerden ovalardan, analardan oğullardan seni gözlüyoruz. Ah! Biz seni çok özlüyoruz Bir duman, bir alev sardı dünyamızı, yanıp kavruluyoruz. İsmini anınca serinliyor, avunuyoruz.