Yılbaşı, toplumsal bir isyandır

İlim-irfan

Well-known member
Soru: Yılbaşı ve yılbaşı kutlamaları hakkında bilgi verir misiniz?
Cevab: Bismillahirrahmanirrahim.
31 Aralık Perşembe gününü, 1 Ocak Cuma gününe bağlayan gece yılbaşı gecesidir. Yılbaşı kutlamaları denilince de eski yılın sona erip yeni yıla geçildiği 31 Aralık/1 Ocak gecesi yapılan eğlence ve faaliyetler anlaşılır. Ancak yılbaşı eğlenceleri, ilk bakışta yeni yıla girişin kutlamaları gibi gözükmekle birlikte bunun hıristiyan batının noel bayramıyla da yakın ilgisi bulunmaktadır.
25 Aralık'ta başlayan ve yaklaşık bir hafta süreyle kutlanan noel ve yılbaşı, başta Avrupa ve Amerika kıtası ülkeleri olmak üzere dünyanın birçok yöresindeki hıristiyan topluluklarca kutlanmaktır. l Ocak tarihindeki yılbaşı kutlamalarının Türkiye'de de özellikle son dönemlerde gittikçe artan bir ilgiyle kutlanmakta olduğu dikkati çekmektedir. Ancak batıda farklı anlamlar ifade eden noel ve yılbaşı kutlamalarının Türkiye'de yılbaşı bağlamında genellikle birbirine karıştırılarak birleştirildiği ve bu sebeple kamuoyunda bir spekülasyon ve devam ede gelen bir tartışma ortamı bulunduğu bilinmektedir.
Hıristiyan batıda milâdî takvimin başlangıcına esas olarak Hz. İsa (A.S.)'ın doğum tarihi alınmış ve bu giderek diğer ülkelerde de benimsenmiştir. Bu bakımdan bütün hıristiyan alemi, aralık ayının son haftasını, doğumun arefesini teşkil etmesi bakımından, en önemli dinî bayramları olarak kabul etmişler ve bu geceyi Hz. İsa (A.S.)'ın doğum yıl dönümü olarak kutlamaktadır. Halbuki Hz. İsa (A.S.)'ın 1 Ocak'ta doğup doğmadığı kesin olarak belli değildir. 25 Aralık-6 Ocak tarihleri arasında doğduğu kabul edilmektedir. Bu tarihler arasında hıristiyanlar noel adı altında yılbaşı eğlencelerine başlarlar. Görülüyor ki, aslından uzaklaştırılmış ve tahrif edilmiş hıristiyanlık, Peygamberinin doğum gününde bile bir kesinlik ve bir açıklık getirmekten uzaktır.
Noel yortusu ya da batıdaki yaygın isimlendirilmesiyle Christmas (Kristmas), Hz. İsa (A.S.)'ın doğumu anısına 25 Aralık'ta kutlanan tamamıyla dinsel bir bayramdır. Batı hıristiyanları tarafından 25 Aralık olarak hesaplanan Hz. İsa (A.S.)'ın doğum günü, doğu hıristiyanlarca 6 Ocak olarak hesaplanmakta, dolayısıyla doğu kiliseleri 6 Ocak tarihinin Kristmas bayramı olarak kutlamaktadır. Esasen Hz İsa (A.S.)'ın doğum gününün ne zamana denk düştüğü konusunda erken dönemlerden itibaren yoğun bir tartışmanın olduğu ve yukarıdaki tarihlerden başka bu günün Nisan ayındaki bir zamana denk düştüğü yönünde görüşlerin de ileri sürüldüğü bilinmektedir. Batı hristiyanlarınca belirlenen 25 Aralık tarihinin eski Roma'da güneşle ilgili kutsal bir gün olduğu ve bunun sonradan Hz. İsa (A.S.)'ın doğum günü olarak adapte edildiği ileri sürülmektedir Hatta bazı erken dönem hıristiyan yazarların, kendi dönemlerinde, 25 Aralık kutlamalarında güneşi selâmlayan batı hıristiyanları uyardıkları da bilinmektedir.
Noel yortusu, Nisanda kutlanan Easter (Paskalya) bayramıyla birlikte hıristiyanlığın en önemli bayramları arasındadır. Noel kutlamalarının vazgeçilmez folklorik unsurları arasında çam ağacı süslemeleri ve noel baba inancı bağlamındaki gelenekler önemli yer tutar. Her ikisi de Kuzey Avrupa kökenli olan bu folklorik unsurların, sonraki dönemlerde hıristiyanlığa girdiği bilinmektedir.

Devam edecek

Mehmet Talü - Milli Gazete
25/12/2009
 

İlim-irfan

Well-known member
Yılbaşı, toplumsal bir isyandır 2

Noel'de çam ağacı süslemeleri ilk kez 16. yüzyılda Kuzey Avrupa'da ortaya çıkmıştır. Bu âdetin, eski Cermen ve Kelt dinsel geleneklerinden adapte edildiği büyük ihtimaldir. Orta doğu'dan uzak doğuya kadar birçok dinsel gelenekte olduğu gibi eski Kuzey Avrupa halkları arasında da yeşil ağaç verimlilik, bereket ve üretkenliğin sembolü olarak kabul edilmiş ve dinsel bayramlarında meydanlara dikilen veya evlerde bulundurulan bir yeşil ağaç bu inancı sembolize etmiştir. Kuzey Avrupa halklarının hıristiyan olmasıyla birlikte, hıristiyan geleceğindeki "Hayat Ağacı"temsilen Hz. İsa (A.S.)'ın doğum gününde yeşil bir ağaç, Kuzey Avrupa'da doğal olarak çam ağacı süslemek ve bunun dallarına çeşitli hediyeler asmak âdeti ortaya çıkmıştır. 18. Yüzyıldan itibaren çam ağacı âdeti Güney Avrupa hıristiyanları arasında yayılmaya başlamış; kısa bir zaman sonra ise evrensel olarak hıristiyanlarca benimsenen bir folklorik törene dönüşmüştür
Her yıl, hırıstiyan âleminde 25 Aralık Hz. İsa (A.S.)'ın doğumunun yıl dönümü kabul edilerek bir hafta boyunca çeşitli etkinliklere yer verilmektedir. Katolik ve Ortodoks kiliseleri de bu olayı sahiplenmek suretiyle Hz. İsa (A.S.)'ın doğumunun hatırasına bu süre içinde üç dinî ayin gerçekleştirmektedir. Aynı hafta içinde noel yortusu dolayısıyle çam ağaçları kesilip cadde, balkon ve evler süslendirilip ışıklandırılmaktadır. İlk defa Almanya'da 1605 yılında ortaya konulmuş, daha sonra da bütün hıristiyanlık alemine sirayet eden "Noel baba" efsanesi de yaygın bir biçimde işlenmiştir. noel baba aslı ve mesnedi olmayan, ancak sözde iyiliği temsil eden ve bu gecelerde çocuklara oyuncak, şeker vb. hediyeler dağıtan, genellikle karla örtülü, kırmızı başlıklı paltosu ve kocaman beyaz sakalı ile temsil edilen efsanevî bir kişidir. Bu efsaneye yüklenen haksız bir güç, iyiliksever ve hoşgörü ile çocukların hatta yetişkinlerin dikkatleri ve inançları boş bir zemine çekilmektedir.
Noel Baba
Noel gecesi çocuklara hediyeler dağıttığına inanılan beyaz sakallı, kırmızı cüppeli, papaz kukulatalı şahıs, Kuzey Avrupa ülkelerinin efsanevî bir kişisidir. İlk defa 17. yüzyılda İngiltere'de ortaya çıkmıştır.
Noel âyininde Kitâb-ı Mukaddes'ten bölümler okunur ve Evharistiya, ekmek-şarap âyini yapılır. Yıllık bir ibadet olan noel cemaatle kutlanır. 24 Aralık akşamı kilise âyini ve kutsal gece eğlenceleriyle başlar. 25 Aralık sabahı kiliselerde şenlikler yapılır. 26 Aralık'ta misafirler ağırlanır, ziyafetler verilir, hastahaneler ve kimsesiz çocuklar ziyaret edilerek noel ibadeti tamamlanır.
Bu gün için ticari hüviyeti ön plana çıkmış olsa da bütün âdet ve törenleriyle noel kutlamaları, yukarıda ifade edildiği gibi kökeni itibariyle tamamıyla dinsel bir bayramdır. Bu bayramın ve bayramla ilgili olarak yapılan âdet ve törenlerin Müslümanlarca benimsenip uygulanması ise dinsel ve kültürel bir yozlaşma olarak görülmeli; böylesi bir tutumun; kendi dinî inançlarımızdan, değerlerimizden uzaklaşma ve başkalaşma sürecini hızlandırdığı, halkımıza-ülkemize yönelik hıristiyan misyonerliği için de oldukça elverişli bir durum oluşturacağı gözden uzak tutulmamalıdır.
Dünyanın her yerinde yaşayan katolik; protestan bütün hıristiyanlar aynı tarihte mahalli gelenekleri doğrultusunda bu kutlamalara katılırlar. Bu kutlamalar onlar için çok önemlidir. Küsleri ve dargınları barıştırırlar, birbirlerine hediye alır, yaşlıları, sakatları, hastaları ziyaret ederler. O geceyi neşeli geçirmek için herşeyi unutup, kendilerini zevk ve sefaya verirler. Çam ağaçlarını süsleyip püsleyerek dükkan vitrinlerine, evlerinin en değerli köşelerine yerleştirirler. Birbirleriyle tebrikleşirler. Dinî bir atmosfer içinde geçen noel bayramı akabinde ise, yeni yıla giriş büyük bir çılgınlıkla, lüks ve israfla kutlanır. Hıristiyan ülkelerdeki dinden kaynaklanan bu eğlenceler, 31 Aralık günü en yüksek seviyeye ulaşır. İnsanlar adeta çılgınlaşarak kendilerinden geçerler. Kumar, içki, dans partileri düzenlerler.

Mehmet Talü - Milli Gazete
26/12/2009
 

İlim-irfan

Well-known member
Yılbaşı, toplumsal bir isyandır 3

Kökeni itibarı ile dinsel bir tören olan noel, Yunanistan ve özellikle Hıristiyan ülkelerinde şenlikler ile kutlanırken maalesef yurdumuzda da büyük meydanlarda şenliklere dönüştürülüyor.
Halbuki, bu günde yapılan içkili, kumarlı eğlencelerin gerçek hıristiyanlıkla hiçbir alakası yoktur. Beşeriyetin ıslahı için ALLAH Teâlâ tarafından gönderilmiş ilahi bir din, tebliğcisi olan Peygamberin doğum yıl dönümünün bu şekilde kutlanmasına müsaade eder mi? İçkili, kumarlı ve insanı küçük düşüren zevklerin terennüm edildiği kutlama törenleri, İlahi bir dinin esaslarıyla bağdaşabilir mi?
Biz Müslümanlar da Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin doğum yıldönümünü kutluyoruz. Amma mübarek bir gece olarak, Mevlid Kandili olarak
nokta.gif
.

Bu yüzden aslında yılbaşı ve noel'in hıristiyanlıkla da Hz. İsa (A.S.) ile de hiçbir alakası yoktur. Eğer olsa idi; yılbaşı gecelerinde kiliselerde ayinler yapılır, bu gece bir çılgınlık havası içinde değil, bir takdis havası içinde kutlanırdı. Ama gerek yurtiçinde, gerekse yurt dışında bulunan kiliselere bakıldığında bu gecenin zulmete bürünmüş ve içlerinden en küçük bir hareketin olmadığı görülecektir. Hz. İsa (A.S.) ile bu gecenin sefahatının, israfının ve çılgınlığının ne alakası olabilir ?
Evet Yılbaşı eğlenceleri sadece İslâm dini tarafından değil, aynı zamanda Yahudilik ve Hıristiyanlık tarafından da kötülenir, asla hoş görülmez. Aslında kendi dinlerince dindar hiçbir Yahudi ve dindar Hıristiyan böyle günahları meşru eğlence olarak kabul etmez.
Hz. İsa (A.S.)'ı biz de severiz. O'nun ve diğer bütün Peygamberlerin peygamberliğine inanmak İslâmiyetin iman esaslarından birisidir. Çünkü, İslâm akidesine göre:
"
nokta.gif
.ALLAH Teâlâ'nın Peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız
nokta.gif
."
(Bak. Bakara Sûresi: 285, 136) Ancak, bir Peygambere saygı, O'nun doğum yıl dönümüne hürmet de ALLAH Teâlâ'nın emirleri ve dinî ölçüler içinde olmalıdır.

Dinimizde ise; noel ve yılbaşı kutlamalarının yeri yoktur. Bu yılbaşının biz Müslümanlar için, resmî ve milletlerarası bir takvim başlangıcı olmak ilgi ve alâkasından başka hiçbir kıymet ve değeri asla yoktur. Biz Müslümanlar için Muharrem ayının birinci gecesi: Yılbaşı gecesidir. İslâm'da yeni yıl, Muharrem ayının birinci günü ile başlar. Fakat, maalesef Müslümanların büyük bir kısmının haberi bile olmaz.
Bu bakımdan toplumumuzda ve diğer Müslüman toplumlarda "yılbaşı kutlaması" adı altında düzenlenen eğlence toplantıları ise, hiçbir kültürel ve geleneksel temele sahip değildir. Bu bakımdan hıristiyan olmayan ülkelerde yılbaşı kutlamaları, Batı'nın körü körüne taklit edilmesinin veya hıristiyan Batı'nın kültür ihracının bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Ülkemizde öteden beri yılbaşı kutlamalarıyla ilgili olarak yapılan tenkitler ve gösterilen hassasiyet de buradan kaynaklanır.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Müslümanlara; diğer dinî topluluklara göre farklı bir kimlik bilinci ve kültür değerleri manzumesi kazandırmak için gayret ettiği, bu uğurda saç-sakal, kılık-kıyafet, yeme-içme âdabı da dahil pek çok konuda tavsiyede bulunduğu düşünülürse, yılbaşı kutlamalarının, sıradan bir kutlama olarak kabul edilmesi ve tabiî karşılanması mümkün olamaz. Aksine, yılbaşı kutlaması, noel ağacı süslemesi, noel babanın hediye bırakması gibi âdetler toplumumuzda kültürel tahribata ve kimlik bunalımına yol açmakta, yeni yetişen kuşakları kendi öz değerlerinden koparıp, batının hayat tarzına alıştırmakta, sonra da onların değer ve inanç esaslarına sıcak bakmaya ve giderek onları benimsemeye götürebilmektedir. Böyle olunca, Müslüman toplumların bu tür âdetler yerine kendi kültür ve değerlerinden kaynaklanan alternatif program ve faaliyetler geliştirmesi ve yaşatması ayrı bir önem kazanmıştır.
Günümüzde toplumların kültürel değerlerini, hatta itikadî ve ahlâkî eğilimlerini; sahip oldukları hayat tarzı, ekonomik yapı, yerleşim ve ulaşım imkânı, iklim ve çevre, eğitim, folklor, örf ve âdet gibi ilk bakışta konuyla ilgisiz gözüken birçok husus derinden etkilemekte ve sonuçta mekanizma kendi değerlerini üretmektedir. Avrupa'daki Müslüman-Türk işçilerimizin çocukları ve torunlarının bugün Batı'nın kültür ve gelenekleri altında nasıl değiştiği ve giderek o toplumla bütünleşmeye başladığı iyi izlenirse toplumumuza yabancı kültürlerden taşınan veya yabancı toplumlara özenti şeklinde başlayan örf ve âdetlere karşı duyarlı olunmasının önemi daha iyi anlaşılır. Bunun için alınabilecek bir önlem de: Kendi kültürel mirasımızdan ve dini anlayış ve heyecanımızdan kaynaklanan değerleri, gelenek ve âdetleri iyileştirerek yaşatmaya ve geliştirmeye çalışmak olabilir.
Hiç şüphe yokki, milletler, millî örf ve adetleriyle tanınırlar ve onlarla yaşarlar. Millî örf ve adetleriyle tarih sinesindeki şerefli mevkilerini korurlar. Çünkü, millî örf ve adetler, bir milletin millî kültürünün ve dinî inancının aynasıdır. Millî örf ve adetler, bir milletin şahsiyeti ve tanıtıcı vasfıdır. Sağlam millî örf ve adetlere sahip milletler, dinî bağları kuvvetli ve millî kültürü yüksek olan milletlerdir. Milletlerin örf ve adetlerine, millî kültürleri ve dinî inançları güç verir ve şekil kazandırır. Hatta dinden de kuvvetli olur. Bu sebeple hiçbir Müslüman milli kültüründe olmayan, dinî akidesine ters düşen özentilere hayatında yer vermez. Çünkü, o bilir ki, Rabbi kendisinden olmayanlara özenmeyi ve onlar gibi sefih hayat yaşamayı yasaklamıştır.

Mehmet Talü - Milli Gazete
27/12/2009
 

İlim-irfan

Well-known member
Yılbaşı, toplumsal bir isyandır 4

Dinimiz; kâfirlere, munafıklara, batıl din ve ideoloji mensuplarına muhalefet etmeyi emretmiş ve onlara benzemeyi kesin bir şekilde haram kılmıştır. Çünkü dış görünüş itibarıyla onlara benzemek, neticede ahlâkî değerlerde, kötü ve çirkin işlerde ve hatta inançta onlara benzemeye sebep olur. Gerçekten giyimde, sözde, davranışta ve işlerdeki benzeşmeler kalplere tesir ederek onlara karşı sevgi ve saygı meydana getirir. Kısacası gayrimüslimlere benzemenin haram olduğunda icma vardır. (İskilipli Mehmet Atıf, Frenk Mukallitliği ve Şapka, 4)
İslâm dininin inanç, ahlâk, ibadet ve muamelât alanında getirdiği hükümler, öngördüğü kural ve tavsiyeler Müslümanlarca öteden beri bir bütün olarak kabul edilmekte, günlük ve sosyal hayatla ilgili şekil ve muhteva bile çoğu defa bu bütünün bir parçası olarak mütalaa edilmektedir. Öte yandan Kur'an-ı Kerim âyet-i kerimelerinin ve risâleti boyunca Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin sıkça üzerinde durduğu konulardan birisi de, Müslümanların fert ve toplum olarak belli bir kimlik kazanmaları, kendi şahsiyetlerini korumaları ve kendilerine güven duymaları olmuştur. Çünkü bu, Müslümanların bütünleşmesi, belli bir siyasal organizasyona gidip devlet kurması ve millet olması kadar, kendi inanç ve ibadetlerini, değer ve özelliklerini korumaları açısından da önemlidir. Bu itibarla Kur'an-ı Kerim, Müslümanlara ısrarla birlik ve bütünlük içinde olmalarını, müşrik ve gayri müslimleri dost edinmemelerini, onlarla gayriislâmi bir kültürün etkisi altında kalmayı kaçınılmaz kılacak şekilde sıkı bir ilişkiye girmemelerini emretmektedir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost ve idareci edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin dostudurlar, birbirinin tarafını tutarlar. Sizden kim onları dost ve idareci edinirse, o da onlardandır. Şüphesiz ALLAH, zalimler topluluğuna yol göstermez, onları hidayete erdirmez." (Mâide Sûresi:51)
"Yahudiler de hıristiyanlar da; sen onların dinlerine uymadıkça asla senden razı olmayacaklardır. De ki: ALLAH Teâlâ'nın yolu, doğru yolun tâ kendisidir. Yemin olsunki, sana ilim geldikten sonra, eğer sen onların arzularına uyacak olursan, senin için ALLAH Teâlâ'dan ne bir dost ve ne de bir yardımcı vardır." (Bakara Sûresi: 120)
Ayet-i kerimelerde ifade edildiği gibi: Başka dinden olanlar, özellikle yahudiler ve hıristiyanlar Müslümanların dostu olmazlar; onlar ancak birbirinin dostu olur, birbirini desteklerler. Zaman zaman Müslümanlara yaklaşmaları, kendi menfaatleri bunu gerektirdiği içindir. Müslümanların bunu unutmamaları ve kendi aralarındaki dostluğu güçlendirmeleri zaruridir. Müslümanların arasına sızan iki yüzlüler, felâket tellâllığı yaparak onları, Mü'minleri bırakıp kâfirlere yöneltmek isterler; iman ehlinin bunlardan da sakınması gerekmektedir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dostlar edinmeyin. Bunu yaparak ALLAH Teâlâ'ya, kendi aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?" (Nisa Sûresi:144)
"Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet, güç ve şeref mi arıyorlar. Bilsinler ki gerçekten bütün izzet ve şeref yalnızca ALLAH Teâlâ'ya aittir." (Nisa Sûresi:139)
Ayet-i Kerimelerde açıkça ifade ediliyor ki: Gerek milletler arası münasebetlerde ve gerekse fertler ve topluluklar arası münasebetlerde Mü'minler, daima Mü'minlerin yanında yer alacak; güç, kuvvet ve şerefi bu beraberlikte arayacaklardır. Kendilerini korumak veya güçlenmek için kâfirlere başvuran milletler küçüldükleri gibi fertler de manevi değerlerinden kayıp verirler.
Kâfirleri ve müşrikleri dost edinmeme konusu, Kur'an-ı Kerim'de sık sık zikredilen ve üzerinde durulan bir konudur. Yahudi ve hıristiyanların Mü'minlere dost olamayacağı, Müslümanların da onları dost edinmemeleri gerektiği ısrarla belirtilmiştir. Mü'minler, küfür ehlini veli, dost ve idareci edinemez. Ancak zaruret sebebi ile işbirliği ve dayanışma, ülkeler arası ilişkilerin gerektirdiği ticarî, ekonomik sağlık ve sosyal alanlarda karşılıklı çıkar ilişkisi çerçevesinde antlaşmalar yapılması mümkün ve caizdir. Fakat bu dostluktan farklı bir ilişkidir. Bir Müslümanın yahûdi veya hristiyan gayr-ı müslim bir komşusu olabilir. Komşuluk münasebetleri elbette olacaktır. Amma Müslüman Müslüman kalmalı, gayr-ı müslim de gayr-ı müslim kalmalıdır. Müslüman, Cenab-ı Hakk'ın:
"Sizin dininiz size, benim dinim de banadır." (Kafirun Sûresi:6)
Buyurduğu gibi demelidir. Herkes kendi yoluna gitmelidir.
"Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur, cehennemde yanarsınız. Sizin ALLAH Teâlâ'dan başka dostlarınız yoktur. Sonra O'ndan da yardım göremezsiniz!" (Hud Sûresi:113)
Bu ayet-i kerimelerin yanı sıra Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de Müslümanları, itikadî ve ahlâkî alanda olduğu gibi kılık ve kıyafet, şekil ve merasim yönünden de müşriklere, gayri müslimlere benzememeye davet ve teşvik etmiştir. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Müslüman olmayanlara benzememeye o derece dikkat ederlerdi ki, aslında yaptığı halde sonradan onlarda gördüğü hareketlerde bile değişiklik yaparlardı. Bunlar, çevredeki kültür ve medeniyetlerle, din ve kavimlerle iç içe yaşayan o dönem Müslümanlarına ayrı bir kimlik ve özellik kazandırıp, onların kendi içerisinde bütünleşmelerini sağlamaya yönelik önlemlerdir. Meselâ: Henüz hicret etmeden evvel Muharrem ayının onuncu, Aşûre günü oruç tutmayı adet edinmişlerdi. Hicretten sonra Medineli Yahudilerin de bu günü takdis ettiklerini görünce onlara benzememek için Muharrem ayının dokuz ve on veya on ve onbirinci günlerinde oruç tutmaya başlamışlardır. (Geniş bilgi için bak. M. Talu, Üç Aylar, Mübarek Gün Ve Geceler, 460) Yine müşriklere benzememek için ashabına; sakallarını uzun, bıyıklarını kısa kesmelerini emretmişlerdir. (10 Geniş bilgi için Bak. Sh: 656)

Mehmet Talü - Milli Gazete
28/12/2009
 

İlim-irfan

Well-known member
Yılbaşı, toplumsal bir isyandır 5


Useym b. Küleyb (R.A.)nun, dedesinden rivayetine göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz, Müslüman oldum diyene:
"Kâfirlik alâmeti olan saçını kes ve sünnet ol" buyurmuştur. (Ebu Davud, Taharet: 131, Taberani, el-Mucemu'l-Kebir, 19/14, No:20)
Bu hadis-i şerif Müslüman olan her gayr-ı müslimin gusul abdesti alması gerektiği gibi, saçlarını da traş etmesi gerekir anlamına gelmez. Ancak kâfirler, her beldede kendilerine mahsus saç şekli tespit etmişler, moda ortaya koymuşlardır. Mısır'da, Hindistan'da saçın hiç kesilmeyen kısımları vardır. Zaman zaman traş olsalar bile, o hususi kısma dokunmazlar. Bu, bir nevi onların dinlerinin, inançlarının bir gereğidir, milliyet sembolüdür. Şu halde böylesi bir kısım saç, İslâm'la küfür arasında bir alamet-i farika olmaktadır. İşte Resûlullah (S.A.V.), kâfirliğin alameti olan bu saçın kesilmesini emretmiştir. (Azimabadî, Avnü'l-Ma'bûd Şerh-i Sünen-i Ebî Davud, 2/21) Abdullah b. Ömer (R.A.) den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz: "Kim bir millete benzemeye çalışırsa, o da onlardandır," (Ebu Davud Libas: 5) buyurmuşlardır.
Bu hadis-i şerif benzemenin müspet ve menfi kısımlarını içine almaktadır. Çünkü teşebbüh, benzemeye çalışmak: Başkalarının yaptığı bir işi onlara uyarak yapmak demektir ki hayır ve şerde, günahta, küfür ve imanda olabilir. O halde bu hadis-i şerif: Kâfirlere, fasıklara, günahkarlara benzemeyi yasakladığı gibi, başta Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize olmak üzere, sahabe-i kirama, meşayiha, takva ve salah sahibi kimselere benzemeyi de teşvik etmektedir.
Özellikle yahudi ve hıristiyanlar kısacası İslâm'a inanmayan bütün toplumlar, Müslümanların benzememekle emrolundukları toplumlardır. Amr b. Şuayb (R.A.)nun, dedesinden rivayetine göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
"Bizden başkasına benzemeye çalışanlar bizden değildir. Yahudilere ve hıristiyanlara benzemeyiniz
nokta.gif
.
" buyurmuşlardır. (Tirmizi, İsti'zan:7)
Özellikle bu iki hadis-i şerif çok önemli psiko-sosyal gerçeklere işaret eder. Şekli benzeşmenin sonuçta itikadı benzeşmeye götüreceğini anlatır. Mağluplar, galipleri taklid etme psikolojisini yaşarlar. İnsan ancak sevdığini, takdir ettiğini ve büyük gördüğünü taklit eder. Şekli taklit, itikadi taklide götürür.
Benzemenin vaki olduğu en önemli yerlerden birisi de, hiç şüphe yok ki giyim-kuşamdır. Hz. Ali (R.A.)'dan rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
"Rahiplerin elbiseleri gibi, gayrimüslimlere mahsus elbiseler giymekten sakının. Kim onların şekillerine bürünür ve onlara benzemek isterse benden değildir" (Taberani, el-Mucemü'l-evsat, 4/541, No: 3921) buyurmuşlardır. Yine Abdullah b. Amr (R.A.) diyor ki: Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, üzerimde rengi sapsarı bir elbise gördü ve:
"Onu at! Çünkü o, renk ve şekil itibariyle kâfirlerin elbisesidir." (Ahmed b. Hanbel, 2/164, No: 6500) buyurdu.
Dikkat edilirse, İslâm'dan çıkıp başka bir millete dahil olmak için, İslâm'ı ve Kur'an-ı Kerim'i inkâr etmek gerekmiyor. O millete benzemeye çalışmak dahi yeterli olmaktadır.
Dinimiz İslâmiyet; güneş doğarken, zevalde, tam tepede iken ve batarken, ateşe karşı namaz kılmayı yasaklamıştır. Bunun sebebi de, güneşe tapan ve ateşe tapınan milletlere benzemememizi temin etmektir. (Alemgir, el-Fetava'l-Hindiyye, 1/52) Bakınız: Dinimiz ibadet hususlarında bile gayrımüslimlere benzemeye müsaade etmemektedir.
Öte yandan, İslâm'ın şekil ve suretten ziyade mâna ve muhtevaya önem verdiği, şekli de bu mânayı koruduğu sürece gözettiği aşikârdır. Ayrıca Müslümanların her devirde kimlik ve izzet sahibi olması, gayri müslimlere karşı onurlu ve kendine güvenli olması, kendi kültür, örf ve geleneklerini yaşatmaları, Müslüman toplumların birlik ve bütünlüğü, dış etkilere karşı direnci açısından fevkalâde önemlidir. Sakal ve bıyıktan, giyim ve kuşamdan, eğlence ve sanattan, şehirleşme ve ev düzenine kadar Müslümanların ayrı bir üslûp ve geleneğinin olması, onlara bu sosyal şahsiyeti kazandırabilecek olumlu unsurlardır.
Şüphesiz her dinin ve milletin kendisine mahsus bir medeniyeti ve diğerlerinden farklı kılan, ayırıcı vasıfları vadır. Milletler arası varlığını ancak bu hususi vasıflarıyla muhafaza eder. Dinî ve millî kültür değerlerinden kaynaklanan örf ve adetler, milletlerin geleceğinin teminatıdır. Kendi örf ve adetlerinden kopmuş, başka milletlerin dinî ve millî kültür değerlerine kendini kaptırmış milletler, er veya geç de olsa kendi dini ve millî kişiliklerini yitirmeye mahkum olurlar. Tarih bu gerçeği belgeleyen olaylarla doludur. Bir milleti yok etmenin en kestirme yolu: O milleti meydana getiren insanları, kendi millî benliklerinden, dinî inançlarından, cemiyetleri ayakta tutan ahlâk ve fazilet duygularından uzaklaştırmaktır. Bir milleti en büyük çöküntüye uğratan şey manevi düşüştür.
Kendi öz manevi değerlerini yitirerek başkalarını taklit etmek ve şahsiyetsizlik, ferdler ve toplumlar için en büyük manevi sefalet ve alçalıştır. Milletler için maddî refah ve kalkınmaya ulaşmak her zaman mümkün olabilir. Manevî sefalete mahkum olmuş mîlletleri bu bataklığın çukurundan çıkarmaya imkan yoktur. Milletini ve dinini seven insanlar hiç bir zaman kendi milletinin böyle bir manevi sefalete düşüşüne asla tahammül edemez. Bir Müslüman hiç bir zaman kendi dininden başka bir dinin ayinini taklid edemez. Hiç bir zaman kendi millî örf ve adetleri dışında, başka milletlerin örf ve adetlerine itibar edemez. İslâm dininin, İslâm ümmetinin de hiçbir dini ve hiçbir milleti taklide ihtiyacı olmayan üstün bir medeniyeti vardır. Çünkü bütün insanları hidayete erdirmek ve hayata tatbik edilmek üzere ALLAH Teâlâ tarafından gönderilen şerefli dinimiz İslâm, ilahi bir nizamdır. Bu ilahi nizam, insanın hem dünya ve hem de ahiret hayatını kuşatır. O, beşeri bütün görüşlerin ve sistemlerin üstünde, ulvi bir içtimai görüşe sahiptir. Müslümanım diyen herkes, hatta bütün insanlık bunu böyle bilmek mecburiyetindedir.

Mehmet Talü - Milli Gazete
30/12/2009
 

İlim-irfan

Well-known member
Yılbaşı, toplumsal bir isyandır 6

Bu açık hakikattan dolayı Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, ümmetinin kendi varlığını muhafaza etmesini emredip, taklitçilik derekesine düşmeleri menetmiştir. Fakat bütün bunlara rağmen bu hastalık yüz göstermiştir. Zaten Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, kendi ümmetinin şirkten, kâfirlikten başka, eski ümmetleri örf-adet, fitne-fesat ve isyan gibi bütün kötü yollarda takip edeceklerini bir mucize olarak haber vermiştir. Ebu Sâid (R.A.)'den rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Sizler, kendinizden önce geçen milletlerin yoluna karışı karışına, arşını arşınına tıpa tıp muhakkak uyacaksınız. O dereceye kadar ki, şayet onlar daracık keler deliğine girmiş olsalar, siz de muhakkak onlara uyarak oraya gireceksiniz, onlara tabî olacaksınız." Ebu Sâid (R.A.) diyor ki: Biz:
-Ya Resûlellah! Bu ümmetler yahudilerle hristiyanlar mı? diye sorduk. Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
"Onlardan başka kim olacak!
nokta.gif
."
buyurdu. (Buhari, Enbiya: 48; İtisam; 14; Müslim; İlim:6)

Maalesef Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bu açık mucizesi haber verdiği gibi ortaya çıkmıştır. Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin bu mucizesi günümüzde de devam etmektedir. Çünkü bugün bir çok Müslüman küfür hususunda, kâfirlerin yolunda karış karış, arşın arşın ilerlemekte; onlar keler deliğine girse, bunlar da girmek için yarış etmektedirler. Binaenaleyh Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bu ikazı üzerinde durup düşünmek gerekir. Görüldüğü gibi tenkit edilen husus: Körü körüne taklitçiliktir, şahsiyetsiz olmaktır. Bir nevi, aşağılık hissine kapılmaktır. Müslümanların bu günkü halini şair ne güzel dile getirmiş:
Bir elde kadeh! Bir elde Kur'an!
Ne helâldır işimiz, ne de haram!
Şu yarım yamalak dünyada,
Ne tam kâfiriz, ne de tam bir Müslüman!
Müslümana:
"Sen hıristiyan mısın?" diye sorsan darılır.
Amma yılbaşında hindi, kaz; yemesine bayılır
nokta.gif
.

Çam deviren hindici, nasıl mü'min sayılır
nokta.gif
.

Bilmiyoruz çoğumuz ne edip yapıyoruz:
"Batı, Batı" diyerek, eyvah! Hep batıyoruz!
Yaklaşınca her sene, öz yurdumda yılbaşı:
Yapılır milletime Firenkçe türlü aşı!
nokta.gif

Buna, ağlar ağacı; hem toprağı, hem taşı:
Müslümanız (!) onlarla, Noel de yapıyoruz.
"Batı, Batı!" diyerek, eyvah! Hep batıyoruz!
nokta.gif

ALLAH Müslümanlara intibahlar versin! Amin.
Gayr-ı müslimlerin bayramlarında sevinmek, onların kutsal saydığı günleri kutlamak, onların adetlerine uymak, onlara benzemek kesinlikle caiz değildir, büyük günahlardandır.
Enes b. Malik (R.A.)'den rivayete göre, Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere'ye hicret ettiği zaman, Medinelilerin eylenip oynadıkları iki günleri vardı. Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
"Bu günler ne oluyor, neyin nesidir? Diye sorduğunda, Medineliler:
- Biz cahiliyet devrinde bu günlerde eylenip oynardık, Yâ Resûlellah! Dediler. Bunun üzerine Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
"Muhakkak ALLAH size o iki gün yerine, onlardan daha hayırlı iki bayramı lütuf olarak vermiştir. Biri Fıtır, Ramazan bayramı, diğeri Kurban bayramıdır." (Ebu Davud; Salat: 239, Nesai; İdeyn: 1, Hakim Müstedrek; 1/294, A.b.Hanbel; 3/103, 178, 235, 250)
buyurdular. O günden beri kutlanagelen bu iki bayram, Müslüman milletlerin aynı zamanda milli bayramları yerine de geçmiştir.
İslâm dini, her bir medeni müessesesinde istiklaliyeti, orijinaliteyi esas alması yönüyle bu cahiliye adetini de kaldırıp, bütün Mü'minlere ilahî menşeli iki bayram getirmiştir. Bayramların daha hayırlı olanlarla değiştirilmesi ayrı bir ehemmiyet taşır. Böylece o günlerin kutlanış ve o günlerdeki eğlence tarzı kökten değiştirilmiş oluyor. Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz, eski kutlamadan ayrı olarak İslâmî bir kutlama meşrû kılmıştır. Böylece Mü'minlerin eğlencesi de bayramı da İslâm'ca olmuştur. Mü'minlerin bayramı ibadetle başlar. Zira hakiki sevinç ibadetledir.
Bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki: Müslümanların İslâm dışı diğer bayramları kutlaması, bunlara iştirak etmesi ve ALLAH Teâlâ'nın bildirdiği gerçekleri yalanlayan veya onlara uymayan düşüncelerin ürünü olan fiillerin kutlama günlerini; Müslümanların da bayram olarak kabul etmesi, küfre destek olmaktan başka bir manâ ifade etmez. İslâm dışı tek ve çok ilahlı dinlerin törenlerine iştirak etmek, dinî merasimlerinden bir şeye muvafakat etmek, örf ve adetlerini güzel görmek kişinin iman dairesinden çıkıp, mürted olmasına sebep olur. Binaenaleyh, noel gününde, hristiyanların diğer bayram günlerinde onlara uymak gayesi ile, onların yaptıklarını yapmak, o günlerde bayram niyetiyle çocuklara elbise almak ve pişirdikleri yemekleri yemek caiz değildir. Bu hareketler küfrü gerektirir. Ondan sakınmak gerekir
nokta.gif
. (İbn-i Nüceym, el-Bahru'r-Raik, 5/133, el-Fetâva el-Hindiye, 2/296)



Mehmet Talü - Milli Gazete
31/12/2009
 

İlim-irfan

Well-known member
Yılbaşı, toplumsal bir isyandır 7

Müslümanın, bir başka dinin şiarı yani alamet-i farikası olan bir fiili kendi iradesi ile yapması küfürdür.
Fukaha: Mecusilerin bayram kabul ettikleri Nevruz ve Mihrican günlerinde, bu isim adı altında hediye vermenin caiz olmadığı, verilen bu hediye bile, bugünlere tazim kasdı bulunduğu takdirde küfre, kâfirliğe düşüleceği, fetvasını vermişlerdir. Hanefilerden Allame Ebu Hafs şöyle der: Müslüman bir kimse, ALLAH Teâlâ'ya elli yıl ibadet etse, sonra bir müşrike Nevruz günü bayramını tebrik, tazim maksadıyla bir yumurta verse, muhakkak kâfir olur ve ameli de mahvolur. Aynı gün, herhangi bir tazim kasdı bulunmaksızın, insanların normal adeti üzere bir Müslümana hediye verse, kâfir olmaz. Fakat, şüpheyi yok etmek için bunu, o günden önce veya sonra vermesi gerekir. O müşriklerin herhangi bir bayram günlerinde, önceleri satın almadığı bir şeyi satın alsa, eğer bununla tazim kasd etmiş ise kâfir olur. Yok, tazim maksadı bulunmadan, sadece yemek, içmek ve zevklenmek için satın alırsa kâfir olmaz." (İbn-i Abidin, 5/659-660)
Evet, arzedilen bütün bu ayet-i kerime, hadis-i şerif ve fetvalar; gayr-ı müslimlerin noel ve yılbaşı bayramını kutlamak için onlardan kat kat fazla aşırılıklarla hazırlanan, adeta yarışa giren günümüz Müslümanlarının kulaklarını çınlatmalıdır, kulaklarına küpe olmalıdır. ALLAH Teâlâ, hidayet versin. Amin.
Bize düşen doğru yolu göstermektir. Kimseyi tuttuğu yoldan zorla döndüremeyiz. Bu, devletin görevidir. Ama biz doğruyu hatırlatıyoruz. Buna dinen de mecburuz. Çünkü sorumluyuz. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin şu benzetmesine iyi kulak verelim: Bir gemiyi paylaşan ve _bir kısmı üstte bir kısmı altta bulunan insanları düşünün. Altta bulunanlar, su ihtiyaçlarını karşılamak için gemiyi delmek istediklerinde, üsttekiler buna mani olmazlarsa gemi batar ve hepsi birden boğulur; eğer mani olurlarsa hepsi de kurtulur. (Bak. Buhari, Şirket:6, No: 2361, 2540, Tirmizi, Fiten: 12) Hepimiz dünya gemisindeyiz. Bu gemiyi batıracak davranışlara sessiz ve ilgisiz kalmamak gerekir. Sessiz ve ilgisiz kalmak bir tarafa, herkesten toplumsal örgüyü güçlendirecek, sosyal düzen ve çevreyi iyileştirecek olumlu katkıda bulunması beklenir.
İşte bu duygu ve düşünce ile diyoruz ki: Hıristiyan gibi yılbaşını kutlamak, yılbaşı eğlenceleri tertiplemek, milli ve dini şahsiyetimize aykırıdır, imanımızı yaralamaktır. Noel ve yılbaşını kutlamak ibadetlerimizi, ahlâkî ve millî değerlerimizi yaralar. Cemiyet hayatımızı bozar. Dinsizlik ve manevi yoksulluğu arttırır. Bu hıristiyan geleneğinin yurdumuza yılbaşı kutlaması adıyla gün geçtikçe yayılması; rağbet duyması ve özel teşvik görmeye başlaması milletimiz, vatanımız için hiç iç açıcı değildir. Çünkü milletler, dinî inançları ve milli örf ve adetleriyle tanınırlar ve onlarla yaşarlar. Dün hıristiyanlığın şu geleneğini, bugün de bu geleneğini alırsak, aldığımız her gelenek milli bir geleneğimizi yıkar, onun yerine oturur. Bu ise çok şeyler kaybettirir. Elimizdeki nimetlerin elimizden gitmesine sebep olur. Bu yılbaşı ile değişen sadece takvim ölçülerimiz değildir. Kendi özbenliğimiz de değişti. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Bu böyledir. Çünkü ALLAH Teâlâ, bir millete ihsan ettiği nimeti, onlar kendi özbenliklerindeki güzel ahlâkı, yaşayış ve davalarını değiştirip bozmadıkça, değiştirici değildir. Ve şüphesiz ALLAH Teâlâ, herşeyi hakkıyla işitici, kemaliyle bilicidir." (Enfal Sûresi: 53) "Bir millet, kendi özlerindeki güzel hal ve ahlâkı, meziyeti değiştirip bozmadıkça ALLAH Teâlâ şüphesiz ki, onun halini değiştirip bozmaz." (Ra'd Sûresi: 11) Evet ALLAH Teâlâ bir millete verdiği nimeti onlar kendi özbenliklerini değiştirmedikçe değiştirmez. Nimete ihanet edip nankörlükte bulunan bir milletin saltanatını aşağılanmaya ve hakirliğe; emir ve kumandasını, esaret ve köleliğe; huzur ve sükûnunu, dert ve ızdıraplara; rahat ve neşesini, elem ve üzüntülere; bol nimeti, açlık ve sefalete; hürriyet ve bağımsızlığı, istila ve boyunduruk altına girmeye; tatlı hayatı ölüm ve işkenceye dönüştürür. Şimdi bizler Müslüman olarak yaşadığımız şu cennet vatanda dini emirlerimizi bir tarafa bırakarak, çiğneyerek, çamlar kesilerek, içkiler içilerek, kumarlar oynanarak, noel baba pastaları hazırlanarak kendi seciyemizi bir tarafa atarsak, ALLAH Teâlâ bize verdiği nimetleri elbette değiştirecek, yerini azab alacaktır.
Yılbaşında insan hıristiyan gibi yılbaşı gecesi tertipleyeceğine, geride bıraktığı koca bir yılı nasıl geçirdiğinin muhasebesini yapmalıdır. Ömrünü nasıl geçirdi? Bunları düşünmeli, ilerideki yıllarını düzene sokmaya çalışmalıdır. Müslümanlar önce ALLAH Teâlâ'ya verdikleri sözü hatırlamalı, Kur'an-ı Kerim ve Sünnet doğrultusunda kendisine bahşedilen "Müslüman" ismine yaraşır vakar ve bilincin şuurunda olabilmelidirler. Çünkü biz: Rabb olarak ALLAH Teâlâ'dan, din olarak İslâm'dan, peygamber olarak da Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimizden razıyız. Binaenaleyh sakın ha! O gece hıristiyanvari bir eğlence ve kutlama içine girmeyelim. Unutmayalım ki, Abdullah b. Mesud (R.A.)den rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:"Kişi sevdiği ile beraberdir." (Buhari, Edep: 96; Müslim, Birr: 165) buyurmuşlardır.
ALLAH korusun! Eğer o gece, o hâl üzere ölüm üzerimize gelecek olursa, bilin ki ölümün akabinde azap melekleri tarafından hıristiyan birinin karşılaşacağı muameleyle karşılaşacağız. Bundan asla şüphe etmeyelim ve o anı düşünerek dehşete kapılıp kendi özümüze dönelim. Hep sevdiğimizi söylediğimiz müminler gibi yaşayalım. Tırnağını bile müşriklere muhalefet ederek kesen Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize ihanet etmeyelim. Kâfirler gibi yaşayıp, nüfus cüzdanlarının din hanesinde İslâm yazmakla cenneti umanlardan olmayalım.


Mehmet Talü - Milli Gazete
03/01/2010
 

İlim-irfan

Well-known member
Yılbaşı, toplumsal bir isyandır 8


Bazı kesimler, noel ve yılbaşı kutlamanın dinimizde olmadığını söylediğimizde: - Biz onu bayram için kutlamıyoruz. Bir yıl bittiğinde ikinci yıla neşeli girmek için kutluyoruz. Böyle bir âdet her ne kadar, batı hıristiyan toplumlarınca noelle birleştirilen bir kutlama olarak görülse de, milâdî takvimi esas alan bütün milletlerce yeni yılın başlangıcı anısına kutlanan bir etkinliktir. Tarihin bilinen en erken dönemlerinden beri yeni yıl kutlamalarının bütün toplumların geleneklerinde mevcut olması, güneş ya da ay takvimini esas alan milletler, yılın çeşitli mevsimlerine denk düşen ve genellikle tarımsal faaliyetlerden hareketle düşünülen farklı yılbaşı günleri ortaya koymuşlardır. Bu arada dinsel bir olayın ya da şahsiyetin yaşamındaki bir olayın temel alındığı yılbaşı hesaplamaları da yapılmıştır. Eski Romalılarda yılbaşı olarak kutlanan ve Orta Çağdan itibaren hıristiyan toplumlarca da yılbaşı olarak kabul edilmiş olan 1 Ocak tarihi, 19-20. yüzyıllardan itibaren, şüphesiz batının kültürel etkisiyle dünyanın birçok halkı tarafından benimsenmiştir. Bugün dünya genelinde yılbaşı kutlamaları, dinsel bir bağlamdan öte kültürel bir anlam ifade etmekte, insanlar yeni yıla yönelik iyilik, bereket, refah, huzur ve barış beklentilerini yeni yıl kutlamalarında dile getirmektedirler. Dolayısıyla yeni yıl kutlamaları; tıpkı içinde farklı ekonomik ve sosyal amaçları da barındıran anneler-babalar günü, işçi bayramı, doğum günü kutlamaları gibi evrensel kültürün bir parçası olarak üretilen ve geliştirilen, sonuçta bütün insanlığa mal olan olumlu bir davranış biçimi olarak görülmelidir, demektedirler.
Bu görüşler geçerli değildir. Çünkü biz Müslüman bir toplumuz. Bizim kutlamalarımız, neşelerimiz, sevinçlerimiz bizim inancımız ve geleneklerimizi esas almalıdır. Unutmayalım ki dinimiz ibadet hususlarında bile gayr-ı müslimlere benzemeye müsaade etmemektedir. Kaldı ki, bu kutlamaları dinsel ve kültürel değerlerimize aykırı birtakım âdet ve geleneklerle birlikte düzenlemek, kutlamalar esnasında kamuoyunu rahatsız edici ya da dinimizin emir ve yasaklarına, genel ahlâka ve toplumsal kurallara aykırı davranışlarda bulunmak kesinlikle doğru değildir. İslâm ahlâkının kabul etmediği şekilde, içkiler içilerek, lotarya oyunları oynayarak, şehveti kışkırtan müzik dinleyerek, pespaye eğlenceler seyrederek, kadın-erkek laubali bir şekilde karışık olduğu halde; akla, vicdana, milli terbiyeye, ahlâka, fazilete aykırı bir sürü laubalilik, çılgınlık yapılarak noel ve yılbaşı kutlamak kesinlikle caiz değildir, haramdır.
Türkiye, yüzde 98'i Müslüman olan bir İslâm ülkesidir. Durum böyle olunca bu millete İslâm dışı yaşantılar yaraşmaz. Bir hıristiyan adetinin ihya edilmesi, her Müslüman için manevi tehlikelerin ve inanca dayalı tahribatın en büyüklerinden ve en korkunç olanlarından sayılır. Öyle ise hiçbir Müslümanın noel ve yılbaşı çılgınlığına, toplumsal isyan arzeden noel ve yılbaşı eğlencelerine bulaşmaması, ona yanaşmaması lazımdır. Yoksa çok yazık olur bize! Aman, yeni yıla veballe, günah, şom ve uğursuz bir şekilde başlayıp sonunda pişman ve perişan olmayalım!
Bize ne elin yortusundan, noel babasından, yılbaşı kutlamalarından? Hiçbir hıristiyan, hiçbir yahudi veya İslâm dışı inanca sahip olan hiçbir insan, bizim Hicri yılbaşımıza, dini bayram ve kutsal günlerimize ilgi duyar mı? Elbette duymaz. Öyleyse bizler Müslüman olarak niçin bir hıristiyan adeti, bir hıristiyan yortusu ve gerçeklerle hiçbir ilgisi ve alakası olmayan bir yılbaşı kutlamalarına aynen onlar gibi katılma ihtiyacını duyuyoruz?
Bizler, en son ilâhî dinin mensupları olarak, başka dinin taraftarlarına benzemekten son derece sakınmamız gerekir. Bu durum aynı zamanda bizim, yani Müslümanların inanç meselesidir. Şu noel ve yılbaşı eğlencelerini benimsemek, her türlü kefere-î fecerenin günlerine, bayramlarına iştirak etmek, hatta gönül vermek, onlar gibi yiyip-içmek, gülüp-eğlenmek, Müslümanı; ALLAH korusun, inancından ve imanından uzaklaştırmaya sebep olabilir.
Büyük bir peygamberin doğum gününü, böylesine hiçbir İlahî dinde yeri olmayan bir takım gereksiz ve günah bataklığına sürükleyen eylemlerle kutlamak elbette doğru değildir. Kaldı ki; Hz. İsa (A.S.) gibi ulu'l-azim bir peygamberin doğum tarihi böyle olsa bile onu içkilerle ve kumarlarla kutlamak inançlara ters düşen bir olaydır. Bundan ciddi şekilde sakınmak her Müslüman için en önemli bir vazife kabul edilmelidir.
İman ehli olan Müslümanlar bir an için başını iki avucunun içine alarak düşünmeli ve derin bir tefekküre dalmalıdır: Benim inancımla bu noel'in, bu yılbaşının ne münasebeti var? Benim Peygamberimin doğumu başka hiçbir din mensubunu ilgilendirmezken, ben onların böylesine basit yortularına ve yılbaşı çılgınlıklarına neden iştirak ediyor ve niçin onlar gibi o geceyi günah batağı içinde geçirmeye çalışıyorum? diye her Müslüman bütün bunları ve daha nice soruları çok iyi düşünmeli cevabını ve kararını ondan sonra şuurlu bir şekilde vermeye çalışmalıdır.
Bugün için dünya üzerinde, her zamankinden daha fazla olarak, korkunç bir Müslüman katliamı hüküm sürdürülmektedir. Böylesine kıyımların, çok yönlü zulüm ve işkencelerin devam ettiği ve Haçlı zihniyetine sahip olan Batılı ülkelerin seyirci kaldığı, hatta büyük ölçüde destek verdiği bir zaman dilimi içinde olsun, dünya Müslümanlarının, özellikle Türkiyeli Müslümanların gözünü dört açması ve gaflet perdesini yırtması lazımdır. Müslümanlarla, hatta hıristiyanlıkla bile yakından-uzaktan en ufak bir alakası olmayan şu yılbaşı çılgınlığından, şu çam katliamından ve şu hıristiyan adetlerini benimsemekten ve onlara benzemekten uzak kalınmalıdır, artık. Aslında bu yılbaşı eğlencelerinin hristiyanlıkta da yeri yoktur. Evet, ahlâka uymayan eğlenceler sadece bizim dinimizde değil, hristiyanlıkta da ayıptır, isyandır, haramdır. Bırakın hristiyanlığı; putlara, ilahlara, heykellere tapan dinlerde bile bu kadar ahlâk dışılığa yeşil ışık yakılmaz.


Mehmet Talü - Milli Gazete
04/01/2010
 

İlim-irfan

Well-known member
Yılbaşı, toplumsal bir isyandır 9

İslâm coğrafyasının büyük bir bölümünde açlık, yokluk, iç ve dış savaş sebebiyle Müslümanlar kan ağlar, feryat eder, tarihte emsali görülmedik derecede zülme maruz kalırken; bazı Müslümanların bilerek veya bilmeyerek bir gayrımüslim uydurması olan yılbaşı günü ve gecesinde birçok hata işlemeleri, birçok büyük günahları işlemeleri ve hattâ irtidada kadar giden yollara dahi sapmaları gerçekten çok düşündürücü olmaktadır. İşte o hataların bir kısmı:
1- İman yönünden:
Noel ve yılbaşı gecesinde tertip edilen ve dinen gayr-ı meşru olan eğlencelerin, işlenilen haramların meşru ve mübah kabul edilmesinin; hele hele çam ağacı altında yemek yenilirse, ömür uzarmış, yeni yılın ilk saatlerine neş'e içinde girilirse, gelecek yıl aynı neş'e ile devam edermiş, genellikle karla örtülü, kırmızı başlıklı paltosu ve kocaman beyaz sakalı ile temsil edilen efsanevî bir kişi noel babanın, gökyüzünde ren geyiklerinin çektiği bir kızakla ya da yerde eşek sırtında veya yaya olarak dolaştığına ve evlere bacalardan inerek başta çocuklar ve fakirler olmak üzere insanlara çeşitli hediyeler bıraktığına ve benzeri hurafelere inanmanın neticesi: Kâfir olmaktır, dinden çıkmaktır.
2- Ağaç katliamı: Her yılbaşında noel uğruna binlerce çam fidanı heba edilmektedir. Türkiye'de her geçen gün yeşillik oranının azaldığına dikkat çeken orman mühendisi uzmanlar, kesilen çam fidanlarının bir günlük eğlence için feda edildiğini kaydederek, şunları söylüyorlar: Binlerce çam fidanına yazıktır. Kutlamalarda çam fidanı kullanılsa ne olur, kullanılmasa ne olur? Türkiye'de her geçen gün azalan yeşil alanlar, yanıp kül olan ormanlar göz önüne alındığında, her yılbaşında 50 bin çam fidanını göz göre göre kaybetmek ihanettir.
3- Açıklık-saçıklık ve fuhuş: Noel ve yılbaşı gecesinde kadın-erkek dekolte kıyafetleriyle dans etmek, dinimizin ahlâk ve haya esaslarına aykırı olup haramdır. Ayrıca bu gecede eğlenmek adına yüzlerce genç kız bekâretini; hanımlar namus ve iffetini kaybediyor ve bunun dayanılmaz sonucu olarak fuhşun çirkef kollarına düşüyor. Bu tür manzaraları her yılın ilk haftasında gazete ve haber programlarından içimiz sızlayarak izliyoruz. Bu gecede; özellikle fuhuş ticareti yapanlar işbaşında oluyorlar. Kendilerine sermaye kazandırmak için kollarını sıvamış, adeta avının üzerine atlamaya hazır bir aç kurt gibi masum ve cehaletinin kurbanı hanım yavrularımızı bekliyorlar.
4- İçki ve kumar: Bunlar, haddizatında hem dînî ve hem de millî hasletlerimizi kökten mahveden birer baş düşmandırlar. Zira içki ve kumar bütün kötülüklerin anasıdır. Yılbaşı gecesinde içki içmek ve kumar oynamak sanki bir matahmış gibi hareket etmek, o gün toplanarak içki ve sefahat âlemlerine dalmak, kumarın her çeşidiyle tam bir iflâs ve isyan bayrağı çekmek, kadınlı-erkekli, danslı-sazlı ve cazlı gayrımeşru ve gayrı-ahlâkî hareketlerle haram ve helâl demeden sermest olmak, insanlık ve Müslümanlık kurallarına sırt çevirerek bayağılaşmak ve adileşmek necib bir millete ve onun tarihine, bu vatan için canlarını feda eden atalarının ideallerine asla uygun düşmez. Bu gecede binlerce gencimizin eğlenme uğruna uyuşturucu ve içkiye mübtela hale gelmeleri büyük bir faciadır. "Acaba tadı nasıl ?" merakı ile başlanan uyuşturucu ve içki belası daha sonra yuvaların yıkılmasına, insanların komaya girerek genç yaşta ölmesine kadar uzanan acı bir serüven haline geliyor. ALLAH Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Şarap, kumar, tapmak için dikilen taşlar putlar, fal ve şans okları ancak şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının, uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, ALLAH Teâlâ'yı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçtiniz değil mi?" (Mâide Sûresi: 90-91)

Mehmet Talü - Milli Gazete
06/01/2010
 

İlim-irfan

Well-known member
Yılbaşı, toplumsal bir isyandır 10

Ayet-i kerimede zikredildiği gibi içki-kumar bütün felaketlerin başlıca sebeplerinden ve ALLAH tarafından kesin olarak haram kılınan şeylerdendir. Kumarda evini, arabasını, bütün servetini ve hatta hanımını kaybeden kumarbazları duymuşsunuzdur. Kolay kazanma duygusunun verdiği heyecanla bir çok kişiler yine bu gece büyük paralar kaybederek ve bunun sonucu olarak bunalıma girerek belki de canına kıymak için ihtihara kalkışacaktır.
Kumar insana yaratıcısını unutturan, namaz kılmaktan alıkoyan, tembelliğe sürükleyen, çalışma gücünü yok edip insanlar arasına kin ve düşmanlık saçan haksız bir kazanç yoludur. Nice aile yuvaları ve servetler kumar yüzünden yok olup gitmiştir. Kumar oynamak, insanı faydalı işlerden alıkoyar, ihtiraslara kurban eder, alın teriyle kazanılmış servetlerin kolaylıkla elden çıkmasına sebep olur. Aile içinde, arkadaşlar arasında insanı ye'se, ümitsizliğe düşürür. İnsanların birbirlerine karz-ı hasen, borç vermeleri ve emrolundukları yardımlaşmayı kökünden sarsar. Çünkü kumar oynayanlar arasında, görünüşte masa başında bir sevgi, bir samimiyet görülüp, kardeş gibi oyun oynasalar bile, aralarındaki düşmanlık hiç bir zaman eksik olmaz ve bu, gittikçe büyüyerek aralarında çarpışmalar yüz gösterir, birbirlerini öldürecek kadar ileri gidilir. Hatta kumar, insanı intihara bile sevkeder, sürükler. Nitekim bu gibi elîm, acıklı hadiseler daima görülmektedir.
Adı ne olursa olsun şans oyunu niteliğinde olan, emek veya sermaye riski taşımayan, sonunda oynayana kazanç veya zarar getiren zar, oyun kağıtları, müşterek bahis gibi her türlü şans ve talih oyunları, büyük olsun küçük olsun hepsi kumar sayılmaktadır. Çünkü dinimize göre helâl kazancın, alınterine dayanması gerekir. Böyle bir oyunu başlangıçta para koymaksızın eğlence ve vakit geçirmek için oynamak da inceliklerini öğrenerek kumara yol açacağı ve kişide kumar töhmeti doğuracağı için caiz olmaz. Binaenaleyh Müslümanların bilmeden oynadığı ve bu sebeple durmadan günaha girdiği bir takım kumarlar vardır ki, bu oyunlar bilhassa yılbaşında oynandığı için izahına zaruret hâsıl olmuştur. Şöyle ki :
a- Millî ve millisiz bütün piyango biletleri, eşya piyango biletleri kumar olup bunları almak, satmak kesinlikle haramdır. Bunlardan kazanılan para da gayr-ı meşrudur, haramdır. Faiz, kumar, rüşvet, piyango v.b. haram yolla elde edilen gelirin cami, okul yapımında kullanılması veya vakıflara bağışlanması dinimize göre caiz değildir. Haram kazanç ile hayır yapılamaz. Bunların resmî kurumlar tarafından tertip ve organize edilmesi, himaye görmesi veya bir kuruluşun, herhangi bir kurumun menfatına olması onun dînen meşrû ve câiz olduğu anlamına asla gelmez. Çünkü helal ve haram kılıcı sadece ALLAH Teâlâ'dır. Bu hükmü hiçbir kimse, hiçbir kuruluş ve hiçbir merci değiştiremez. Bunu inkâr eden kâfir olur. İnkâr etmeden uymayan da günahkâr olur.
Hiç şüphe yok ki şans oyunlarından biri olan piyango da bir kumardır. Çünkü cahiliyye devrinde araplar on adet ok sapı ile bir nevi kumar ve şans oyunu oynarlardı. Bunların yedisinde bazı paylar yazılı idi, üçü de boştu. Güvenilir bir kimse, bir torbanın içinden bunları, katılanlar adına teker teker çekerdi. Dolu çıkanlar maldan hisselerini alır fakirlere verirlerdi. Boş çıkanlar ise bu malın parasını öderlerdi. Kumarların belki de en az zararlısı olmasına rağmen dinimiz İslâm bunu da yasaklamış, ortaya mal ve para konarak oynanacak hiçbir şans oyununa izin vermemiş, fukaraya yardım edilecekse bunu herkesin, helal kazancından ayırarak yardım etmesini istemiştir.
Kumar toplumda hoş görülmeyen, kötü bir eylem olarak kabul edilirken ne yazık ki piyango için toplumda yersiz ve zararlı bir hoşgörü geliştirilmiştir. Zira, resmî kurumlar tarafından piyangolar tertip edilmesi ve piyango kelimesinin önüne "milli" gibi toplum için önemli kavramlardan birinin eklenmesi, piyangonun hak etmediği bir hoşgörü kazanmasına ve bu da toplum içinde kumarın yaygınlaşmasına yol açmaktadır. Şu hususu da önemle vurgulamak istiyorum: İnsanları sefalete ve devamlı bir çıkmaza sürükleyen Kumar belasına özenti de çoğu zaman bu geceye mahsus olan Yılbaşı Piyangosu ile başlıyor. Kumarın bir türüne bulaşan veya alışan bir kişi diğer kumar türlerine de kolaylıkla alışabilir. Kumar alışkanlıkları ise çoğu zaman bir psikolojik hastalık halini alarak kişiyi, aileyi ve toplumu olumsuz yönde etkileyip sarsabilmektedir.

Mehmet Talü - Milli Gazete
07/01/2010
 

İlim-irfan

Well-known member
Yılbaşı, toplumsal bir isyandır 11


Ülkemiz için olumsuz gelişmelerden biri de yılbaşı ile piyango arasında kurulan olumsuz ilişkidir. Adeta bu iki kavram arasına bir "şartlı refleks" geliştirilmiş ve sanki piyango bileti almak yılbaşı kutlamalarının "olmazsa olmaz" şartı gibi kabul edilmeye başlanmıştır. Zaten kendi yılbaşısı yerine hıristiyanların yılbaşısını kutlamaya başlayarak kültürel yozlaşma süreci yaşayan toplumda, bir de piyango yoluyla kumar hoş görülür, yaşanır ve yaygınlaşır olmuştur. Kendi yerli kültürümüzün hoş görmediği kumar, ilerleme ve aydınlanma (!) amacına yönelik batılılaşma sürecinin bünyemize soktuğu bulaşıcı bir hastalık halinde toplum ve fert sağlığını tehdit etmektedir.
Bugünün Türkiye'sinde bazı resmî kuruluşlar, toplumu piyango bileti almaya teşvik edip, beş-on gün umut ve hayal içinde yaşatıp oyaladıktan sonra büyük çoğunluğu bir hayal kırıklığına uğratırken çok az sayıda kişiyi sonuçta sevindirmekte, böylece gereksiz yere toplum içinde kıskançlık ve öfke ortaya çıkarılmaktadır. Problemlerin çözümü için umudunu piyangodan çıkacak paraya bağlayan ve olmayınca da umutlarını tüketerek depresyona giren kişiler yanında, hazırlıksız olarak çok büyük paralara kavuşan kişilerde de çeşitli şok reaksiyonları ortaya çıkabilmekte ve bazen kişi veya aile felaketlerine rastlanmaktadır. Kişinin zenginliğinin de yavaş yavaş ve sindire sindire ortaya çıkması gerekir. Yoksa halkın deyimi ile haram paranın azdırdığı bir "toplum dışı" kişi ile karşı karşıya kalabiliriz. Milli piyango zengini olup da doğru dürüst mutlu(!) olmuş birine henüz şahit olmadık. Kim ki milli piyango zengini olmuşsa bir şekilde kurulu düzenini bozmuş ve çoğunlukla da yoldan çıkmıştır. Milli piyango zengini olup da bugün hâlâ bu serveti elinde tutan kimse var mı? Bu büyük servet büyük tantanalar ile gelir ve sessiz sadasız çeker gider kimse farkına bile varmaz. Büyük ikramiye isabet ettiğinde şanslı(!) kişinin etrafını saranlar, para elden çıktığında sırra kadem basarlar. Sırtlarını çevirir giderler. Helal ve haram endişesi taşıyan kişiler için elbette, milli piyango gibi şans oyunlarının bir değeri olamaz. Amma helal ve haram endişesi taşımayanların, milli piyango gibi emeksiz kazançları elde etmekte bir beis görmeyenlerin sonu hep hüsran olmuştur. Gönül ister ki, kimse bu çirkin oyuna alet olmasın. Emeksiz kazançlarla mutlu olunamayacağını herkes kabullenmeli. Bu oyun yıllardır oynanıyor ve bu ikramiyeler ile zengin olmuş kişilerden mutlu olan yok. Hatta mevcut mutlulukları bile bozuluyor. Helal ve haram kavramları bizim için çok önemli. Az da olsa helal kazanç ile mutlu olmayı öğrenelim, helal kazancın keyfini çıkaralım. Haram yollardan elde edilmiş büyük kazançların ise insanları asla mutlu etmediğini hiç unutmayalım.
Bir de, piyangonun alınteri ile kazanıp yaşamak gibi toplum değerlerimizi de aşındırdığını, haksız kazançlara olan hevesi artırdığını ve toplumda kirli ellerin çoğalmasına yol açtığını da unutmamak gerekir. Bu bakımdan kumarın bir başka adı Milli piyangodur. Piyango yüzünden vatandaşlar hem maddeciliğe hem de hazırı bekleyen toplum haline geliyor. Bütün felsefe: "Kolay yönden köşeyi dön de, nasıl dönersen dön". Bu sayede emeğe saygı yok ediliyor ve insanlar hazıra alıştırılıyor. Üretim yapması gereken ülkeler için çok sakıncalı bu durum, maalesef bugün Türkiye'de çok yaygın. Bu konuda uzmanlar şunları söylüyor: "Toplumumuz maddeciliğe alıştırılıyor. Maddi değerler ön plana çıkartılarak manevi değerlerin saygınlığı yitiriliyor. Kişilerin geleceği şans oyunlarına bağlanırsa, çok acı sonuçlar doğurabilir. İnsanların buna bağımlılığı resmen kumarbazlıktır. Bunun sonucu olarak elindeki parayı kaybeden insanlar hileli yollara baş vurarak para kazanma yoluna giderler ki hırsızlık artar, işyerinde yolsuzluk artar, zimmetine para geçirenler çoğalır. Bunun en büyük sebeplerinden birisi hiç şüphesiz ki gelir dağılımının düzensizliğidir. Birkaç kişilik azınlık parsayı götürür, pek çok kişi ise kıt kanaat geçinirse insanların çalışarak para kazanma ümitleri kaybolur ve böyle yollara başvururlar.
Ayrıca psikiyatristler tarafından: Loto, toto, piyango gibi şans oyunlarının kişilik bozukluklarına yol açtığı ve sürekli kumar oynama alışkanlığına sebep olduğu, açıklanmıştır. Psikiyatristler bizzat resmî kuruluşlar tarafından oynatılan bu tür şans oyunlarının, önce yüksek hayallere, sonrasında ise şiddetli bir umutsuzluğa ve karamsarlığa neden olduğunu hatırlatıyorlar.

Mehmet Talü - Milli Gazete
08/01/2010
 
Üst