Konuya cevap cer

Selâhaddin Şafak anlatıyor: 


Zübeyir  Ağabey, daima Risâle-i Nur’a dikkat çekerek onun bitmez tükenmez bir  hazine olduğunu dile getirirdi. Bu eserlerin mutlaka değişik tabakalara  tanıtılması gerektiğini söyler, iyi istifade etmenin yollarını  araştırmamızı isterdi. “Aç insan nasıl yemeğe koşuyorsa, sizler de Risâle-i Nur’lara öyle koşacaksınız” derdi. 

1970  yılının Şubat’ında gazete çıkmaya başladı. Ben yine Tahir Ağabeyin  yanında Sabahattin Aksakal ve İsmail Yazıcı ile birlikteydim. Sabahattin  Ağabey, o zaman gazetenin yazı işleri müdürü olmuştu. Bir süre sonra M.  Nezihi Polat rahmetli olunca, Kutlular Ağabey benden, birkaç kere  gazeteye gelmemi, orada kendileriyle birlikte çalışmamı istedi. Ben de  bu işe kendimin karar veremeyeceğimi, Zübeyir Ağabeyin izni olursa  gelebileceğimi söyledim. Zira o yıllarda ben tamamen hizmetle uğraşmak,  “vakıf” olarak kalmak istiyordum. 

Bir  gün Nurtaşı’ndaki dershanede bulunuyordum. Kardeşlerden biri,  “Selâhaddin Kardeş, Zübeyir Ağabey üst katta seni istiyor” dedi. Ben üst  kata çıktım. Zübeyir Ağabey, yanında Mehmet Fırıncı Ağabey de vardı,  bana hitaben, “Kardeşim Selâhaddin! Kutlular ve Fırıncı Ağabeyler, senin  gazeteye gitmeni ve orada istihdam olmanı istiyorlar. Ne dersin?” dedi.  

Ben de, “Siz ne derseniz, nasıl isterseniz ben elimden geldiği kadar en iyi şekilde o işi yapmaya çalışırım ağabey” dedim. 

O  zaman bana döndü ve “Kardeşim, gazetede büyük bir hizmet var. Sen de bu  işi yapabilirsin. Bizim orada kendi adamımız yok. Sen şimdi git,  kaydını gazetecilik yüksek okuluna yaptır ve gazetede de çalışmaya  başla. Bu ağabeylerimize yardımcı ol. Allah yardımcın olsun” dedi. 

Ben  o zaman lise mezunu olarak bir önceki sene üniversite sınavına girmiş,  fakat herhangi bir üniversiteye kayıt olmamıştım. Bu görüşmeden sonra  gazetecilik yüksek okuluna kayıt yaptırıp gazetede çalışmaya başladım.  Bu tamamen Zübeyir Ağabeyin isteği ve talimatıyla oldu. 

1.8.1970’de  bizim gazetecilik maceramız başlamış oldu. Bu arada daha önce de  İttihat ve Yeni Asya’yı camilerde birçok ağabeyle birlikte sattığımız da  olmuştur. Hatta hiç unutmam o zaman gazete de, “Zottirik Adasında Kral  Benim!” diye bir yazı dizisi çıkmıştı. Mehmet Fırıncı Ağabey ile  birlikte, Fatih’ten Beşiktaş’a kadar afiş yapıştırmıştık. 

*** 

Zübeyir  Gündüzalp deyince, hâzâ Kur’ân, hâzâ dâvâ, hâzâ Risâle-i Nur ve  Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri aklıma geliyor. Her zaman, her an,  sadece dâvâsını ve hizmetini düşünen bir insan. Sadece Risâle-i Nur ve  hizmet için yaşayan dâvâ adamı. Hayatta tek hedefi, hakaik-ı imaniye ve  Kur’âniye’ye hizmet etmekti. Başka bir düşüncesi yoktu. Bana Zübeyir  Ağabey şunu öğretti: 

“Ben,  risâlelere herkesten ziyade muhtacım. Ben, ümmet-i Muhammed’i sahil-i  selâmete çıkaran geminin hademesiyim. Minnetimi sadece Allah’a duyarım.  Hayatımı sadece Allah rızası için Kur’ân’a ve Risâle-i Nur’a feda  ederim...” 

Bana derdi ki: 

“Herkes derdini size anlatacak. Ama siz derdinizi sadece Allah’a anlatacaksınız.” 

Ben  o zaman yaşça küçük olduğum halde, hizmetlerin içinde bulunmam  hasebiyle Zübeyir Ağabeyden çok fazla teşvik, teselli ve iltifat aldım.  Zira Tahirî Ağabeyin yanında kalıyordum, zaman zaman da Bekir Ağabeyin  yanına giderek—Fırıncı, Birinci, Kutlular ve Abdulvahit Ağabeyler Bekir  Ağabeyin yazıhanesinde beraber kalıyorlardı—oradaki yazı işine yardım  ediyordum. 

O  yıllarda hizmet demek Zübeyir Ağabey demekti. Her konuda disiplinli ve  dirayetli idi. Bir mesele olunca Tahirî, Sungur ve Bayram Ağabeyler gibi  Üstadın talebelerini toplar ve tek ses, tek vücut olarak camianın  görüşünü dile getirirdi. İttihadı en güzel şekilde temin ederdi... 

Risâle-i  Nur ve Üstaddan hiç taviz vermezdi. Zübeyir Ağabeyin bu tutumu ve tavrı  sonucu o zaman Risâle-i Nur Talebeleri, cemiyete yön veren, kamuoyu  oluşturan bir gruptu. 

Zübeyir  Ağabeyin en büyük özelliği, herkesin bardağını kabiliyetine göre  doldururdu. Onun ihtiyacı olanı ona ders verirdi. En güzel tarzda  dâvâsını anlatırdı. Hizmet söz konusu olduğunda, hastalık dahil hiçbir  şey onu durduramazdı. Nerede bir hizmet varsa orada olurdu. 

*** 

O  yıllarda MSP hareketi başlamıştı. AP’de senatör ve milletvekili olan  ağabeyler bu hareketle ilgili müracaat ettikleri zaman, müthiş kızarak  şöyle dediğini hatırlıyorum: 

“Kardeşim,  ben sizleri Ankara’da, ‘mebus dershanesinde’ hizmetlerle alâkadar  biliyordum. Siz parti kurma işiyle mi meşguldünüz?” 

Hatta  o zaman Kutlular Ağabey aktarmıştı. Erbakan’ın, parti kurma  meselesinde, şeyhi hakkındaki sadakatini duyunca Zübeyir Ağabey yerinde  duramamış ve şunları söylemiş: 

“Allah  senden razı olsun, Hacı Tevfik! Bana Üstadıma sadakat dersi öğrettin.  O, bir şeyh efendiye bu kadar sadakat gösteriyorsa, bizim ondan çok daha  fazla bu asrın en büyük Müceddidine sadakat göstermemiz gerekmez mi? Bu  konuda çok büyük ders aldım!” 

Bana  göre Nur Talebesi olmak isteyene Zübeyir Ağabey en büyük örnektir. O,  24 saat dâvâsını, hizmetini düşünen, yaşayan ve anlatan gerçek bir Nur  Talebesi idi. 

En  büyük üzüntüm, böyle bir ağabeyden daha güzel, daha iyi istifade  edemememdir. Zira o Üstadımızın gerçek bir veziri idi. Zübeyir Ağabeyin  bize verdiği üç nasihatle sözlerimi bitirmek isterim: 

1. İhtiyata dikkat et. İhtiyatlı konuş. Kırmızı kaplı kitapların içindekileri oku. Başka şeyleri değil. 

2. Konuştuklarına dikkat et. Bir insanın yüzüne söyleyemeyeceğin hiçbir şeyi arkasından söyleme. Sonra mahçup olursun. 

3. Biz Allah’a hesap vereceğiz. Allah bizi hesaba çekecek, unutma. İnsanları kandırabiliriz, ama Allah’ı asla! 

vanasyanur

(İbrahim Kaygusuz'un “Zübeyir Gündüzalp” kitabından alınmıştır)  


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst