Cevap: Yirmi Üçüncü Lem'a - Sayfa 306
<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>daha mükemmel ve bütün etrafı mucizâne hikmetle dolu şu saray-ı âlemin içine, inkâr-ı ulûhiyete giden tabiiyyun fikrini taşıyan vahşî bir insan girer. Daire-i mümkinat haricinde olan Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun eser-i san’atı olduğunu düşünmeyerek ve Ondan i’râz ederek, daire-i mümkinat içinde, kader-i İlâhînin yazar bozar bir levhası hükmünde ve kudret-i İlâhiyenin kavânîn-i icraatına tebeddül ve tagayyür eden bir defteri olabilen ve pek yanlış ve hata olarak “tabiat” namı verilen bir mecmua-i kavânîn-i âdât-ı İlâhiye ve bir fihriste-i san’at-ı Rabbâniyeyi görür. Ve der ki: “Madem bu eşya bir sebep ister. Hiçbir şeyin bu defter gibi münasebeti görünmüyor. Çendan hiçbir cihetle akıl kabul etmez ki, gözsüz, şuursuz, kudretsiz bu defter, rububiyet-i mutlakanın işi olan ve hadsiz bir kudreti iktiza eden icadı yapamaz. Fakat madem Sâni-i Kadîmi kabul etmiyorum; öyleyse, en münasibi, ‘Bu defter bunu yapmış ve yapar’ diyeceğim” der. Biz de deriz:
Ey ahmaku’l-humakadan tahammuk etmiş sarhoş ahmak! Başını tabiat bataklığından çıkar, arkana bak. Zerrattan seyyârâta kadar bütün mevcudat, ayrı ayrı lisanlarla şehadet ettikleri ve parmaklarıyla işaret ettikleri bir Sâni-i Zülcelâli gör. Ve o sarayı yapan ve o defterde sarayın programını yazan Nakkaş-ı Ezelînin cilvesini gör, fermanına bak, Kur’ân’ını dinle, o hezeyanlardan kurtul.
İKİNCİ MİSAL: Gayet vahşî bir adam, muhteşem bir kışla dairesine girer. Gayet muntazam bir ordunun umumî, beraber talimlerini, muntazam hareketlerini görür. Bir neferin hareketiyle bir tabur, bir alay, bir fırka kalkar, oturur, gider, bir ateş emriyle ateş ettiklerini müşahede eder. Onun kaba, vahşî aklı, bir
Nakkaş-ı Ezelî: başlangıcı olmayan ve bütün varlıkları bir nakış halinde yaratan Allah | Sâni-i Kadîm: ezelden beri var olan ve varlıkları sa’natlı bir şekilde yaratan Cenâb-ı Allah |
Sâni-i Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi olan ve her şeyi san’atlı olarak yaratan Allah | Zât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Zât, Allah |
ahmaku’l-humaka: ahmakların en ahmakı | alay: taburlardan meydana gelen askerî birlik |
cihet: yön | cilve: görünme, yansıma |
daire-i mümkinat: yaratılanların tamamının oluşturduğu âlem | eser-i san’at: sanat eseri |
eşya: varlıklar | ferman: emir, buyruk |
fihriste-i san’at-ı Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’ın sanatlı bir şekilde yarattığı varlıkların özeti ve listesi | fırka: tümen |
hadsiz: sınırsız | haricinde: dışında |
hezeyan: boş söz, saçmalama | hikmet: herşeyin bir gayeye yönelik olarak, anlamlı ve tam yerli yerinde yaratılması |
icad: yaratma | iktiza etmek: gerektirmek |
inkâr-ı ulûhiyet: Cenâb-ı Allah’ı inkâr fikri | i’râz etmek: yüz çevirmek, başka tarafa dönmek |
kader-i İlâhî: İlâhî kader, Allah’ın kader kanunu | kavânîn-i icraat: kâinattaki, tabiattaki İlâhî icraat ve faaliyet kanunları |
kudret: güç ve iktidar | kudret-i İlâhiye: Allah’ın güç ve kudreti |
lisan: dil | mecmua-i kavânîn-i âdât-ı İlâhiye: Allah’ın kainata koyduğu, devam eden kanunların tamamı; İlâhî âdetler ve kanunların toplamı |
mevcudat: varlıklar | mucizâne: mucizeli bir şekilde |
muhteşem: ihtişamlı, görkemli | muntazam: düzenli |
münasebet: ilgi, bağlantı | münasib: uygun |
müşahede etmek: gözlemlemek | nefer: asker, er |
rububiyet-i mutlaka: Allah’ın herşeyi kuşatan, kayıtsız ve sınırsız egemenliği, yaratıcılığı, terbiyesi | saray-ı âlem: âlem sarayı; bir saray gibi inceliklerle yaratılmış olan âlem, kâinat |
seyyârât: gezegenler | tabiiyyun: her şeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia edenler |
tabur: bölüklerden meydana gelen askerî birlik | tagayyür: başkalaşma |
tahammuk etmek: ahmaklık dersi almak | talim: eğitim |
tebeddül: değişim | umumî: genel |
vahşî: ilkel | zerrat: zerreler, atomlar |
çendan: gerçi | şehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmek |
şuur: bilinç, anlayış |
|
<TBODY>
</TBODY>