Cevap: Yirmi Üçüncü Lem'a - Sayfa 310
<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>
Hâtime
Tabiat fikr-i küfrîsini terk eden ve imana gelen zat diyor ki:
Elhamdü lillâh, benim şüphelerim kalmadı. Yalnız merakımı mucip olan birkaç sualim var.
BİRİNCİ SUAL: Çok tembellerden ve târiküssalâtlardan işitiyoruz. diyorlar ki: “Cenâb-ı Hakkın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var ki, Kur’ân’da çok şiddet ve ısrarla, ibadeti terk edeni zecredip Cehennem gibi dehşetli bir cezayla tehdit ediyor? İtidalli ve istikametli ve adaletli olan ifade-i Kur’âniyeye nasıl yakışıyor ki, ehemmiyetsiz bir cüz’î hataya karşı nihayet şiddeti gösteriyor?”
Elcevap: Evet, Cenâb-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın; mânen hastasın. İbadet ise, mânevî yaralarına tiryaklar hükmünde olduğunu çok risalelerde ispat etmişiz. Acaba bir hasta, o hastalık hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfi ilâçları içirmek hususunda ettiği ısrara mukabil, hekime dese: “Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun?” Ne kadar mânâsız olduğunu anlarsın.
Amma Kur’ân’ın, terk-i ibadet hakkında şiddetli tehdidâtı ve dehşetli cezaları ise: Nasıl ki bir padişah, raiyetinin hukukunu muhafaza etmek için, âdi bir adamın, raiyetinin hukukuna zarar veren bir hatasına göre, şiddetli cezaya çarpar. Öyle de, ibadeti ve namazı terk eden adam, Sultan-ı Ezel ve Ebedin raiyeti hükmünde olan mevcudatın hukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve mânevî bir zulüm eder. Çünkü, mevcudatın kemalleri, Sânie müteveccih yüzlerinde tesbih ve ibadetle tezahür eder. İbadeti terk eden, mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki de inkâr eder. O vakit, ibadet ve tesbih noktasında yüksek makamda bulunan ve herbiri birer mektub-u Samedânî ve birer âyine-i esmâ-i Rabbâniye olan mevcudatı âli makamlarından tenzil ettiğinden ve ehemmiyetsiz, vazifesiz, câmid,
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
| Elhamdü lillâh: Allah’a hamd olsun
|
Sultan-ı Ezel ve Ebed: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah
| Sâni: herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah
|
câmid: cansız
| cüz’î: küçük, sınırlı
|
ehemmiyetli: önemli
| ehemmiyetsiz: önemsiz
|
fikr-i küfrî: Allah’ı inkâr etmeye dayalı düşünce
| hekim: doktor
|
hukuk: haklar
| hâtime: sonuç, son bölüm
|
ifade-i Kur’âniye: Kur’ân’ın kendine mahsus anlatım biçimi
| istikamet: doğru gidiş
|
itidal: her konuda orta yolu tutma, aşırıya kaçmama
| kemal: mükemmellik
|
makam: mevki, konum
| mektub-u Samedânî: Allah tarafından gönderilmiş birer mektup gibi, şuur sahiplerine İlâhî san’atı anlatan eser
|
mevcudat: varlıklar
| mucip: gerektirici
|
muhafaza etmek: korumak, saklamak
| mukabil: karşılık
|
mânen: mânevî olarak
| müteveccih: yönelen
|
nihayet: sonsuz
| nâfi: faydalı
|
raiyet: halk, tabi olanlar
| risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi
|
tabiat: materyalist düşünce; tabiat için, “insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç” düşüncesi
| tecavüz: haddi aşma, saldırma
|
tehdidât: tehditler
| tenzil etmek: indirmek
|
terk-i ibadet: ibadet etmeyi terk etme
| tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
|
tezahür etmek: görünmek, ortaya çıkmak
| tiryak: derman, ilâç
|
târiküssalât: namaz kılmayı terk eden kimse
| zecretmek: sakındırmak, yasaklamak
|
zulüm: haksızlık
| âdi: basit, sıradan
|
âli: yüce
| âyine-i esmâ-i Rabbâniye: bütün varlıkları idare, tedbir ve terbiye eden Allah’ın isimlerinin aynası
|
<TBODY>
</TBODY>