Amma ikinci şık şüphen ki: Bazı esbab, bazı cüz'iyâtın bazı ubudiyetlerine (İBADETLERİNE) merci(KAYNAK) olsa, o Mâbûd-u Mutlak (SINIRSIZ KENDİSİNE İBADET EDİLEN) olan Zât-ı Vâcibü'l-Vücuda (ALLAHA) müteveccih(YÖNELMİŞ), zerrattan seyyârâta kadar mahlûkatın ubudiyetlerinden(İBADETLERİNDE) ne noksan gelir?
Elcevap: Şu kâinatın Hâlık-ı Hakîmi, kâinatı bir ağaç hükmünde halk edip, en mükemmel meyvesini zîşuur(AKIL SAHİBİ), ve zîşuurun içinde en câmi meyvesini insan yapmıştır. Ve insanın en ehemmiyetli, belki insanın netice-i hilkati(YARATILIŞININ NETİCESİ) ve gaye-i fıtratı(FITRATININ ,VİCDANININ GAYESİ) ve semere-i hayatı (HAYATININ MEYVESİ) olan şükür ve ibadeti, o Hâkim-i Mutlak(SINIRSIZ HÜKÜMDAR) ve Âmir-i Müstakil(TEK EMİR VEREN OLAN ALLAH), kendini sevdirmek ve tanıttırmak için kâinatı halk eden o Vâhid-i Ehad,(TEK OLAN ALLAH) bütün kâinatın meyvesi olan insanı ve insanın en yüksek meyvesi olan şükür ve ibadetini başka ellere verir mi? Bütün bütün hikmetine zıt olarak, netice-i hilkati ve semere-i kâinatı abes (BOŞ,FAYDASIZ) eder mi? Hâşâ ve kellâ, hem hikmetini ve rububiyetini inkâr ettirecek bir tarzda, mahlûkatın ibadetlerini başkalara vermeye rıza gösterir mi? Hiç müsaade eder mi? Ve hem hadsiz bir derecede kendini sevdirmeyi ve tanıttırmayı ef'âliyle (FİİLLERİYLE,MESELA RIZIK VERMESİ BİR FİİLDİR.BUNUNLA) gösterdiği halde, en mükemmel mahlûkatının şükür ve minnettarlıklarını, tahabbüb(SEVGİ) ve ubudiyetlerini başka esbaba vermekle kendini unutturup, kâinattaki makasıd-ı âliyesini(YÜKSEK GAYESİNİ) inkâr ettirir mi?
Ey tabiatperestlikten (TABİATA TAPMAKTAN) vazgeçen arkadaş, haydi sen söyle.
O diyor: "Elhamdü lillâh, bu iki şüphem hallolmakla beraber, vahdâniyet-i İlâhiyeye dair ve Mâbûd-u Bilhak O olduğuna ve Ondan başkaları ibadete lâyık olmadığına o kadar parlak ve kuvvetli iki delil gösterdin ki, onları inkâr etmek, güneşi ve gündüzü inkâr etmek gibi bir mükâberedir."