muhsin iyii
Member
Zikir ile İlgili Sıkça Sorulan Sorular, Sorunlar, Problemler
-Zikir bir mürşide intisap etmeden, kendi başına alınıp veya edinilip çekilebilir mi?
Evet, zikir bir mürşide intisap etmeden, kendi başına alınıp veya edinilip çekilebilir. Bunun dini bir mahzuru yoktur. İnsanlar hadis-i şeriflerden veya çeşitli kitaplardan faziletlerini duydukları çeşitli zikirlerden oluşan virtler yapıyorlar. Bunları ömürleri boyunca çekiyorlar.
Türkiye’de belki milyonlarca insan, böyle yani bir mürşide tabi olmadan, genellikle hadis-i şeriflerden veya çeşitli kitaplarından faziletlerini duydukları zikirlerden oluşan virtlere sahiptirler. Virt, günlük ev ödevi gibi zikir dersidir. Duruma hadis-i şeriflerin ışığı çerçevesinde bakıldığında bunda bir teşvik de görülür. Zira hadis-i şerifler Müslümanları zikre teşvik ettiği gibi bu konuda bir mürşit şartı da aramamaktadır.
Yalnız zikir çok etkili bir ibadettir. İnsanlarda çeşitli haller oluşturabilir. Bunun için her zaman olmasa da bu tür haller yaşandığında bir mürşide danışmak ve ilgili hali anlatmak gerekebilir. Tabii bu çok sık karşılaşılan bir durum değildir. Zira günde birkaç yüz adet hatta bir iki bin gibi sayılarla çekilen bir zikir insanda pek hal meydana getirmez.
Rahmetli babam da bir mürşide bağlı olmadan, kendi kendine bazı zikirleri virt edinmişti. Bir ara kalbinin üzerinin yandığını söyledi. Telaşlandı. Doktora gitti. Ehil bir doktor muayeneden, tetkiklerden sonra hiçbir şeyinin olmadığını söylemiş. Sonra da zikir ehli olup olmadığını sormuş. Babam da 35 yıldır şu kadar zikri günde çekiyorum deyince iş meydana çıkmış. Babam ölünceye kadar o doktoru hayırla anar ve dua ederdi. Onun söylediği içime öyle bir oturdu ki, beni öyle bir rahatlattı ki… derdi. Şimdi ben bu yolda bilgi ve tecrübe kazanınca hem o doktora hem rahmetli babama hak vermekteyim. Elbette bu kalbin üzerinin yanması kalple alakası olmayan bir durumdur. Oradaki letaif noktasının zikrin hararetiyle harekete geçtiğini, zikrin artırılması lüzumunu gösteren bir durumdur. Yani manevi bir halin işaretidir.
-Zikir Allah rızası için değil de sevap kazanmak, cehennemden korunmak, cennete girmek… maksadıyla çekilebilir mi?
Sevap kazanmak, cehennemden korunmak, cennete girmek… maksatları Allah’ın rızası kapsamındadırlar. Bundan dolayı bu maksatlarla yapılan zikir de dinen makbuldür. Fakat bu daire aşağıdadır. Bu tür maksatlar yerine Allah rızası dairesinin yukarısında Allah’ın hoşnutluğu aranmalıdır. Bu üst derecede zikir çekmek dinen daha faydalıdır. Bu sayede bunun altında yer alan sevap kazanma, cehennemden korunma, cenneti elde etme… gibi nimetler de kendiliğinden kazanılmış olur. Ayrıca Allah’ın (c.c.) hoşnutluğu ile daha yukarı manevi hallere ve ileri nefis makamlarına ulaşılmış olunur.
Himmeti âli (yüce) tutmak gerekir. Aynı zikri yapan iki kişiden niyeti, maksadı yüksek olan diğerini mutlaka geçer. Zikirde Allah (c.c.) rızasından daha büyük bir gaye, kazanç olamaz.
-Zikir dünyevi bir gaye için çekilebilir mi?
Yüce Allah’tan (c.c.) dualarda ahreti unutmamak kaydıyla dünyevi her türlü şeyi isteyebiliriz. Ama zikir bir aşk halidir. Aynı kelimeleri arka arkaya hızlı bir şekilde söylemek de bu aşk halini meydana getirmektedir, geliştirmektedir. Zikri dünyevi bir maksatla çekmek bu aşk halini dünyaya yöneltmek demek olur ki bu her şeyden önce çok çirkin bir şeydir. Büyük bir edepsizliktir. Yüce Allah (c.c.) kulun kalbini sadece dünyaya yöneltmesinden razı değildir. Dinin gayesi, ruhu ahrettir. Dünya bir ödül ve ceza yeri değil bir imtihan yurdudur. Ayet-i celilede şöyle buyrulmaktadır: “Kim ahiret mahsulü isterse onun ürünlerini fazla fazla artırırız. Kim de sırf dünya menfaati isterse ona da ondan veririz, ama ahirette onun hiç nasibi olmaz. (Şûrâ suresi, 20).”
Dünyevi maksatlarla zikir genellikle esma-i hüsnalarda mevzu bahis olmaktadır. Hâlbuki kişi zikirde Allah rızasını ölçü ve gaye edinirse yüce Allah (c.c.) fazl u ikramıyla ona kalbinden geçirdiği dünyevi hediyeleri fazlasıyla verecektir. Ayrıca bu nimetler, hediyeler hem dünya hem ahret hayatında hayırlara vesile olacaktır. Ama kişinin zikirde niyeti sadece dünya olduğunda bu sefer yüce Allah (c.c.) o kişiye o dünya nimetini bir imtihan kastıyla verecektir. Belki o dünyevi nimet ahrette imtihanı kaybetmesine sebep olacaktır. Keşke verilmeseydi, diye ebedi bir pişmanlığı getirecektir. Allah korusun. Onun için zikri hiçbir surette dünyevi amaçlarla çekmemek gerekir. Zikirde Allah (c.c.) rızasını gaye edinmelidir. Bu gerçek anlamıyla hem dünyevi hem uhrevi nimetlerin anahtarıdır.
Kalp hadis-i şerifte de belirtildiği üzere saniyede halden hale girer, değişir. Onu bir yolda tutmak kolay değildir. Zikri Allah rızası dışında başka bir gaye ile çekebilir. Hele bu durum esma-i hüsna zikrinde daha çok görülür. Onun için kalbi her zaman rotasına sokmak gerekir. Bunu şu cümle ile yapabiliriz: ‘İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Allah’ım Sen maksadımsın, Senin rızanı talep ediyorum.)’.
Esma-i hüsna zikrinde veya başka zikirlerde zikrin başında, sonunda veya belli aralıklarla ‘İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Allah’ım Sen maksadımsın, Senin rızanı talep ediyorum.)’ demek, bu konudaki niyetimizi Allah’ın (c.c.) izni ile istikamet üzere kılacaktır. Bu açıdan bu sözü daima zikrimizde virt edinmek gerekiyor. Hele kendi başına, mürşitsiz zikir edinenler buna daha çok önem vermelidirler. Çünkü şeytanlar ve nefis böylelerini yanlış yola daha kolay sürükleyebilirler. Ama zikirde gayesi Allah rızası olan kişiye nefis ve şeytan aldatmak için girebileceği bir yol bulamaz.
Esma-i hüsna zikrinde Allah’ın rızası şu noktalarla aranmalıdır: O’nun güzel isimlerinin zikriyle O’nu övmek, yüceltmek, onların manası üzerinde derinleşmek, O’nun güzel isimlerinden bazılarında ortaya konan güzel ahlakı ile ahlaklanmak, O’nun hoşnutluğunu kazanmak… gibi gayeler güdülmelidir. Bunlar olunca yüce Allah (c.c.) ilgili esma-i hüsnanın dünyaya bakan hediyelerinden kulunu mahrum bırakmayacaktır.
-Bir mürşitten virt alan bir sofi kendi başına virdine ara sıra ilaveler yapabilir mi?
Virt, zikir dersidir. Bu ders mürşitten alınmışsa bunun sayısını yaşanan hallere göre ancak mürşidin vekilleri veya mürşit artırabilir. Virde ilave maksadıyla yapılmayan, sayıya vurmadan çekilen zikirler serbesttir. Yani sofi bu şartla istediği kadar zikir çekebilir. Aslında virt arabanın kontak anahtarını çevirmek gibidir. Arabayı çalıştırır sadece. Önemli olan sayısız zikirle, yani sürekli zikirle yol almaktır. Gerçek kazanç buradan gelir. Çünkü virtten amaç sürekli zikre geçmektir. Sürekli zikirle ileri hallere ulaşmak, nefis makamlarını aşmaktır. Bu yolda hız şeytanları da sindirir.
Cahil sofiler genellikle bu konuyu yanlış anlarlar. Sayıya vurmadan yapılan zikirlerle virdin kendi başına artırıldığı düşüncesine kapılırlar. Onun için virtte sayıyı koruma, kendi başına artırmama konusunda derin bir taassuba düşerler. Sürekli bu konuda etraflarını da uyarırlar. Onun için de bu yolda hiç bir ilerleme kat edemezler. Kabiliyetli kişileri de engellemiş olurlar. Hâlbuki sürekli zikir, sayıya vurulmadan yapılan zikir, Allah’ın emridir: ‘Ey iman edenler Allah’ı çokça zikredin! (Ahzab suresi, 41)’ Allah’ın (c.c.) emri ve peygamberin sünneti olan hususlarda mürşitten izin alınmaz.
Şayet bir sofi faziletine inandığı bir zikri belli bir sayıda virt edinmek istiyorsa bu konuda şeyhinden müsaade alması edebe uygundur. Şayet böyle bir izni alacak durumu yoksa o zaman sayıya vurmadan o zikri her gün istediği kadar çekebilir.
-Zikri alıp bırakmak, tamamen terk etmek doğru mu?
Zikir yoluna giren kişinin zikri değişebilir. Azalabilir. Artabilir. Sofiyse, bunu mürşidi belirler. Şayet kişi kendi başına, mürşitsiz zikre başlamışsa belli bir sayıyı koruması tavsiye olunur. Bu konuda aç gözlü olmak yerine kişinin kolayca, zahmetsiz bir şekilde yapabileceği, yani gücünün yettiği ve zamanının elverdiği belli bir sayıda kalması daha doğrudur. Zira şeytanlar zikir ehlini çok kıskanırlar. Bunun için çeşitli oyunlar oynarlar. Genellikle zikri bıraktırmak için onları sayıyı artırmaları konusunda çok teşvik ederler. Sayı artınca bir süre sonra bu zikirler kişiye ağır gelmeye başlar. O zaman onlar hepten zikri bırakırlar. Bir daha dönüp arakalarına bile bakmazlar. Çünkü nefis bıktığı, usandığı bir şeyden kaçar. Şeytanlar nefsin damarlarını insanlardan daha iyi bilirler. Damara göre şerbet verirler. Hâlbuki hadis-i şerifte hayırlı amelin az da olsa devamlı olanı makbuldür, denilmektedir. Kişi önce çok çekip de sonra bir miktar azaltabilir. Önce şu zikri çekip de sonra başka zikirlere de yönelebilir. Ama zikri tamamen bırakmak, terk etmek hayra alamet değildir. Bu şeytanların oyununa gelmektir. Yüce Allah (c.c.) böyleleri için şöyle buyurmaktadır: Kim Rahman olan Allah’ın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan onun yakın dostudur. (Zuhruf suresi, 36).’
-Zikir çekecek vakti olmayanlara ne tavsiye edersiniz?
Elbette iş güç yoğunluğundan beş dakikalarını bile zikre ayıramayan insanlar olabilir. Böylelerine arabalarına binecekleri yere gidinceye kadar, bazı bedeni işleri yapma sırasında belli zikirleri, özellikle peygamberimizin (s.a.s) sevabını ve faziletlerini belirttiği zikirleri çekmelerini tavsiye ederiz. Bir Müslüman’ın bir gününü hiçbir zikre ayırmadan geçirmesi telafisi imkânsız büyük bir zarardır. Çünkü geçen zaman bitmiştir. Asla geri gelmez.
Hadis-i şerifte cennet ehlinin her şeyden hoşnut olduğunun ama zikirsiz geçen anlarından büyük bir üzüntü duyduklarını anlamaktayız. Çünkü zikrin kazancı çok büyüktür. Cennet nimetleri de kişilerin amellerine göre verilmektedir. Cennetteki müminlerin dereceleri bu açıdan birbirinden çok farklıdır. Hatta peygamberimiz (s.a.s) bu farklılığı ifade sadedinde dünya ölçülerini kullanmamış, Süreyya yıldızının uzaklığını işaret buyurmuştur. Bundan dolayı ebedi hayatımızda ezilip büzülmemiz için zikre yönelmek akıl karıdır. Günün belli bir vaktinde, yolda, arabada, yatmadan önce vs. bize göre zikredebileceğimiz bir anda az da olsa sayıya vursak da vurmasak da bir zikrimizin olması bizler için büyük kazançlar getirecektir. Şunu unutmamak gerekir ki her zikrin dünyaya bakan ufak bir hediyesi, hediyeleri de mutlaka vardır.
Bir de peygamberimizin (s.a.s) Müflis Kimdir hadis-i şerifinden hisse almak gerekir. Peygamberimiz (s.a.s) sahabesine sormuş ‘Müflis kimdir?’ diye. Sahabeler şöyle buyurmuşlar: ‘Elindeki sermayesini kaybeden kimse.’ Peygamberimiz (s.a.s) ise ‘Hayır,’ demiş ‘gerçek müflis, ahrete, mahşer meydanına dağlar büyüklüğünde sevapla gelip de günahları yüzünden bunları dağıtan kişidir. Çünkü o kimisinin gıybetini yapmış, kimisine iftira etmiş, kimisinin hakkını yemiş, kimisine sövmüş, kimisini dövmüştür. Hak sahiplerine sevapları verilince elinden bir şeyi kalmayıp da onların günahlarını yüklenmiştir. Bu yüzden cehennemlik olmuştur.’ Şimdi bu hadis-i şerifi kimse pek üzerine almak istemez. Nefsimize sorsak, üzerinde hiç kul hakkı var mı, diye. Nefis kendisini hemen temize çıkarır. Hâlbuki her gün nice kişinin günahını bilerek veya bilmeyerek yüklenmeyen kişi yoktur. Onun için bu hadis-i şerifi her insanın kendi nefsi hesabına alması, anlaması, sanki kendisi için söylenildiğini farz etmesi takvaya ve ihtiyata daha uygundur.
Gerçekte zikir her kişi için lüks değil, ekmek su gibi ahrette gerekli bir sermayedir.
Hadis-i şeriflerden anlaşılmaktadır ki, yüce Allah (c.c.) ahrette kul haklarına karışmamaktadır. Bu durumda onların Allah (c.c.) tarafından afları mümkün görünmemektedir. Ayrıca o çetin günde kimse hakkını helal etmeye de yanaşmayacaktır. Yakınlar bile. Bu durum ayet-i kerime ile de sabittir. Bunun için kişiler anne babalarından, evlatlarından, kardeşlerinden bile kaçacaklardır (bk. Abese suresi 35). Allah’ın karışmadığı kul hakları için ahrette elimizde büyük bir sermayenin bulunması gerekir. Zikir hadis-i şeriflerde sevap yönü ile cihatla mukayese edilmektedir. Yani zikre o kadar büyük sevaplar verilmektedir ki onunla başka bir amel pek kıyaslanamamaktadır. Bunun için her fırsatta zikre yönelmek, günün belli anlarında, boş vakitlerde zikretmek kişiye ahrette büyük sermaye kazandıracaktır. Hele bir Müslüman’ın, bir mürşide bağlı olmasa da, kendi başına peygamberimizin (s.a.s) çekilmesi konusunda faziletlerini zikrettiği belli bir sayıda az da olsa bir virt edinmesi, ahrette hesapların görüleceği günde, dünyada kara gün için bir kenara konulan para gibidir. Şuna eminim ki, zikir çekmeye vakti olmayan Müslümanlar, işin bu noktasını kavrarlarsa buna vakit bulabileceklerdir. Sorun vakit bulmamaktan ziyade bir şuur ve önem meselesidir.
-Bazı kişiler vakit namazlarında veya Cuma namazında tespihata ve duaya katılmadan camiden çıkıyorlar. Bunlar ne kaybediyorlar?
Toplu, cemaatle zikrin ne getirdiğinden haberleri olmayan kişilerdir bunlar. Sanıyorlar ki toplu, cemaatle zikirde herkes çektiği zikrin sevabını almaktadır. Oysa Allah’ın (c.c.) toplu, cemaatle yapılan ibadetlerde sevap taksimi farklıdır. Böyle durumlarda herkese topluluğun, cemaatin sevabı kadar ayrı ayrı verilmektedir. Düşünün camide yüz kişi varsa o birkaç dakikada herkes o kalabalığın çektiği zikrin sevabına birden ulaşmaktadır. Hâlbuki kişi tek başına akşama kadar hiçbir iş yapmadan zikretse o sevaba ulaşamayacaktır.
Şimdilerde internet üzerinden çeşitli sitelerde yapılan salât u selam getirme, çeşitli zikirleri çekme, Kuran-ı Kerim hatmi, çeşitli sure, ayet okuma kampanyalarını vs. boş görmemek, küçümsememek gerekir. Bu tür zikirleri ve ibadetleri bir topluluk ve cemaatle birlikte yapmak tek başına yapmaya göre çok daha kazançlıdır. İnsanı topluluk ve cemaat sevabına ulaştırabilir.
Haddizatında mürşitten alınan zikrin de böyle gizli bir sırrı olduğunu sanıyorum. Ama şeytanlar ve nefis insanın bu gizli hazineye ulaşmaması için bu yolu gözden çok düşürmektedir. Kendi başına, mürşitsiz zikri gözde daha çok büyütmektedir. Şu kesin ki her tarikatın mutlaka bir toplu bir de ferdi olarak yapılan zikir çeşidi vardır. Toplu olarak yapılan zikre topluluk ve cemaat sevabı verildiğinden zerre kadar kuşkumuz yok. Mürşit tarafından sofiye ferdi olarak verilen virt dersinde de böyle bir topluluk ve cemaat sevabı söz konusu olabilir diye düşünüyorum. Zira kişi mürşide bağlı olmadan yıllarca zikir çektiği halde bir hal yaşamadığı, manevi makamları kat edemediği halde aşağı yukarı aynı miktarda bir zikri mürşide bağlı olarak çeken kişi ise kısa zamanda manevi halleri yaşamakta, ileri nefis makamlarına geçmektedir. Bunun sırrında mürşit tarafından verilen zikirde topluluk ve cemaat sevabının da bir hissesinin olabileceğini ihtimal dahilinde görmekteyim.
-Vakit namazlarının arkasından yapılan ‘Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber’ tespihlerinin önemi nedir?
Vakit namazlarının arkasında çekilen bu zikirlerin hikâyesini bildiğimiz zaman kendi başına, yani mürşitsiz de olsa zikir edinmenin değerini ve önemini kavramış oluruz.
Bir grup fakir sahabe peygamberimize (s.a.s) gelip şöyle derler: Ya Rasulallah, zenginler bizi geçtiler. Bizler namaz kılıyoruz, onlar da kılıyorlar. Bizler oruç tutuyoruz, onlar da tutuyorlar. Ayrıca onlar zekât ve sadaka veriyorlar. Biz bunlardan mahrum kalıyoruz. Onlara yetişebilmemiz için bize bir amel gösterebilir misiniz?
Peygamberimiz (s.a.s) o zaman onlara bugün namaz sonlarında çekilen tespihatları öğretti ve bunu her vakit namazının arkasından çekmelerini istedi. Yani namaz sonlarında bugün toplulukla ve cemaatle çektiğimiz 33 Sübhanallah, 33 Elhamdülillah, 33 Allahu Ekber zikirleri önce böyle ferdi planda başladı. Peygamberimiz (s.a.s) bu zikirlere devam ederlerse zenginlerin sadaka ve zekâtla elde ettikleri sevaptan daha ziyade sevaba kavuşacaklarını da fakir sahabelere müjdeledi.
Hâlbuki bu vakit namazlarının arkasında yapılan zikirlerin hepsini bir iki dakikada herkes çekebilir. İşte zikir kısa zamanda bu kadar büyük sevap getirmektedir! Tabii ashabın zenginleri bu hadisten haberdar olunca onlar da bunu yapmaya başladılar. Bu sefer fakir sahabeler başka zamanlarda peygamberimizden (s.a.s) duydukları başka zikirleri çekme yoluna girdiler. Sahabenin çoğunun tahtadan kutuları vardı. İçlerinde taş ve hurma çekirdekleri bulunurdu. Bunları çeşitli zikirleri çekmekte sayıyı bilmek maksadıyla tespih olarak kullanırlardı.
Peygamberimiz (s.a.s) aynı namaz tespihatını kendisinden bir yardımcı, hizmetçi isteyen kızına, Hz. Fatıma’ya (r.anha) gece uyumadan önce tavsiye etmiştir. Bunun hizmetçiden daha iyi olduğunu söylemiştir. Bu durum, vakit namazı arkasından söylenen bu tespihatların dünyevi hediyesine de işaret etmektedir. Hz. Ali (r.a) bu tespihatı ömrü boyunca kendisine virt edinmiş, uyumadan önce mutlaka okurmuş. Hatta Sıffin savaşında bile bunu ihmal etmediğini belirtmiştir.
Bakın, görüyorsunuz ki, sahabeler ortalama çekme süresi iki üç dakika bile olmayan tespihatlara ne kadar önem vermişler. Bunlardan ders çıkarmak gerekir. Sayısı az da olsa zikre önem vermelidir. Özellikle vakit namazlarının arkasındaki tespihatlar çok önemlidir.
-Peygamberimizin (s.a.s) ümmetinden çekmesini istediği ve faziletlerine değindiği zikirlerden bazılarını söyleyebilir misiniz?
Peygamberimiz (s.a.s) buyurmuştur ki, besmele ile başlanmayan işin sonu yoktur (hayırlı olmaz).
Onun için her işin başında besmele çekmek gerekir. Besmelede Allah’ın üç güzel ismi zikredilir. Her işte yapılınca bu Allah’ı günde onlarca kez zikretmek yerine geçer. Büyük sevap kazandırır.
Peygamberimiz (s.a.s) buyurmuşlardır ki, bana salâvat getirenler bana yakındır. Bana salâvat getirene Allah (c.c.) on salâvat getirir. Sizin salâvatlarınız bana bu konuda hizmetli meleklerce ulaştırılır. Ben de alırım, mukabelede bulunurum.
Salâvat peygambere dua etmek demektir. Hakikatte ise Allah’ın ve peygamberin salâvat getiren kişiye dua etmesidir.
Peygamberimiz (s.a.s) adım anıldığında salâvat getirmeyenin burnu dürtünsün diye beddua etmiştir.
Peygamberimiz (s.a.s) buyurdular ki, size söylenmesi kolay ama terazide ağır olan bir zikir öğreteyim mi? O, ‘Sübhanallahi ve Bi-hamdihi Sübhanallahi’l-Azim’. Kim bu zikri günde yüz kere söylemeye devam ederse günahları denizköpüğü kadar da olsa bile affolur. Kimse bu zikri yüz defa söyleyen kişinin ameline ulaşamaz. Velev ki ondan fazla bu zikri çeken olsun.
Peygamberimiz (s.a.s) buyurdular ki, ‘La havle vela kuvvete illa billahil-Aliyyül-Azim’ cennetin hazinelerinden birisidir. Bu zikir, 99 derde devadır. Bu zikre devam edenlerden ayrıca en hafifi fakirlik olmak üzere 70 çeşit bela ve musibet üzerinden kaldırılır.
Peygamberimiz (s.a.s) buyurdular ki, ‘Sübhanallahi velhamdülillahi vela ilahe illallahu vallahu ekber’ zikrini söyleyen kişi için cennette bir ağaç dikilir. Bir atlı beş yüz yıl gölgesinde gitse bile gölgesini bitiremez.
Peygamberimiz buyurdular ki, ‘La ilahe ilallahu vahdehu la-şerike leh lehu’l-mülki ve lehu’l-hamdu ve hüve ala külli şey’in kadir’ zikrini her gün yüz kere söyleyen kimseye on köle azat etmeye denk sevap verilir. Ayrıca yüz iyilik mükâfatı yazılıp yüz günahı silinir. Bunların yanında günün akşamına kadar şeytanın şerrinden de korunur. Bu zikri günde on kez okuyan ise Hz. İsmail (a.s.) soyundan dört köleyi azat etmiş gibi sevap kazanır.
Peygamberimiz (s.a.s) buyurdular ki, zikrin en faziletlisi La ilahe illallah’tır. Bu günahları yakar, yok eder. Günde yüz defa bunu zikredenlerin kıyamet günü yüzü ay gibi parlar.
Bir de zikir kelimelerinin başına Allahın kelimeleri adedince, zerrelerin adedince, yeryüzündeki canlılarının adedince, ağaçların, yaprakların adedince…. gibi sıfatlar konunca bu zikri daha çok zenginleştirir, nemalandırır, sevaplandırır. Peygamberimizden (s.a.s) bu manada hadisler vardır.
Allah (c.c.) zikrini gereği şekilde, rızasına uygun olarak yapmamızı nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi
-Zikir bir mürşide intisap etmeden, kendi başına alınıp veya edinilip çekilebilir mi?
Evet, zikir bir mürşide intisap etmeden, kendi başına alınıp veya edinilip çekilebilir. Bunun dini bir mahzuru yoktur. İnsanlar hadis-i şeriflerden veya çeşitli kitaplardan faziletlerini duydukları çeşitli zikirlerden oluşan virtler yapıyorlar. Bunları ömürleri boyunca çekiyorlar.
Türkiye’de belki milyonlarca insan, böyle yani bir mürşide tabi olmadan, genellikle hadis-i şeriflerden veya çeşitli kitaplarından faziletlerini duydukları zikirlerden oluşan virtlere sahiptirler. Virt, günlük ev ödevi gibi zikir dersidir. Duruma hadis-i şeriflerin ışığı çerçevesinde bakıldığında bunda bir teşvik de görülür. Zira hadis-i şerifler Müslümanları zikre teşvik ettiği gibi bu konuda bir mürşit şartı da aramamaktadır.
Yalnız zikir çok etkili bir ibadettir. İnsanlarda çeşitli haller oluşturabilir. Bunun için her zaman olmasa da bu tür haller yaşandığında bir mürşide danışmak ve ilgili hali anlatmak gerekebilir. Tabii bu çok sık karşılaşılan bir durum değildir. Zira günde birkaç yüz adet hatta bir iki bin gibi sayılarla çekilen bir zikir insanda pek hal meydana getirmez.
Rahmetli babam da bir mürşide bağlı olmadan, kendi kendine bazı zikirleri virt edinmişti. Bir ara kalbinin üzerinin yandığını söyledi. Telaşlandı. Doktora gitti. Ehil bir doktor muayeneden, tetkiklerden sonra hiçbir şeyinin olmadığını söylemiş. Sonra da zikir ehli olup olmadığını sormuş. Babam da 35 yıldır şu kadar zikri günde çekiyorum deyince iş meydana çıkmış. Babam ölünceye kadar o doktoru hayırla anar ve dua ederdi. Onun söylediği içime öyle bir oturdu ki, beni öyle bir rahatlattı ki… derdi. Şimdi ben bu yolda bilgi ve tecrübe kazanınca hem o doktora hem rahmetli babama hak vermekteyim. Elbette bu kalbin üzerinin yanması kalple alakası olmayan bir durumdur. Oradaki letaif noktasının zikrin hararetiyle harekete geçtiğini, zikrin artırılması lüzumunu gösteren bir durumdur. Yani manevi bir halin işaretidir.
-Zikir Allah rızası için değil de sevap kazanmak, cehennemden korunmak, cennete girmek… maksadıyla çekilebilir mi?
Sevap kazanmak, cehennemden korunmak, cennete girmek… maksatları Allah’ın rızası kapsamındadırlar. Bundan dolayı bu maksatlarla yapılan zikir de dinen makbuldür. Fakat bu daire aşağıdadır. Bu tür maksatlar yerine Allah rızası dairesinin yukarısında Allah’ın hoşnutluğu aranmalıdır. Bu üst derecede zikir çekmek dinen daha faydalıdır. Bu sayede bunun altında yer alan sevap kazanma, cehennemden korunma, cenneti elde etme… gibi nimetler de kendiliğinden kazanılmış olur. Ayrıca Allah’ın (c.c.) hoşnutluğu ile daha yukarı manevi hallere ve ileri nefis makamlarına ulaşılmış olunur.
Himmeti âli (yüce) tutmak gerekir. Aynı zikri yapan iki kişiden niyeti, maksadı yüksek olan diğerini mutlaka geçer. Zikirde Allah (c.c.) rızasından daha büyük bir gaye, kazanç olamaz.
-Zikir dünyevi bir gaye için çekilebilir mi?
Yüce Allah’tan (c.c.) dualarda ahreti unutmamak kaydıyla dünyevi her türlü şeyi isteyebiliriz. Ama zikir bir aşk halidir. Aynı kelimeleri arka arkaya hızlı bir şekilde söylemek de bu aşk halini meydana getirmektedir, geliştirmektedir. Zikri dünyevi bir maksatla çekmek bu aşk halini dünyaya yöneltmek demek olur ki bu her şeyden önce çok çirkin bir şeydir. Büyük bir edepsizliktir. Yüce Allah (c.c.) kulun kalbini sadece dünyaya yöneltmesinden razı değildir. Dinin gayesi, ruhu ahrettir. Dünya bir ödül ve ceza yeri değil bir imtihan yurdudur. Ayet-i celilede şöyle buyrulmaktadır: “Kim ahiret mahsulü isterse onun ürünlerini fazla fazla artırırız. Kim de sırf dünya menfaati isterse ona da ondan veririz, ama ahirette onun hiç nasibi olmaz. (Şûrâ suresi, 20).”
Dünyevi maksatlarla zikir genellikle esma-i hüsnalarda mevzu bahis olmaktadır. Hâlbuki kişi zikirde Allah rızasını ölçü ve gaye edinirse yüce Allah (c.c.) fazl u ikramıyla ona kalbinden geçirdiği dünyevi hediyeleri fazlasıyla verecektir. Ayrıca bu nimetler, hediyeler hem dünya hem ahret hayatında hayırlara vesile olacaktır. Ama kişinin zikirde niyeti sadece dünya olduğunda bu sefer yüce Allah (c.c.) o kişiye o dünya nimetini bir imtihan kastıyla verecektir. Belki o dünyevi nimet ahrette imtihanı kaybetmesine sebep olacaktır. Keşke verilmeseydi, diye ebedi bir pişmanlığı getirecektir. Allah korusun. Onun için zikri hiçbir surette dünyevi amaçlarla çekmemek gerekir. Zikirde Allah (c.c.) rızasını gaye edinmelidir. Bu gerçek anlamıyla hem dünyevi hem uhrevi nimetlerin anahtarıdır.
Kalp hadis-i şerifte de belirtildiği üzere saniyede halden hale girer, değişir. Onu bir yolda tutmak kolay değildir. Zikri Allah rızası dışında başka bir gaye ile çekebilir. Hele bu durum esma-i hüsna zikrinde daha çok görülür. Onun için kalbi her zaman rotasına sokmak gerekir. Bunu şu cümle ile yapabiliriz: ‘İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Allah’ım Sen maksadımsın, Senin rızanı talep ediyorum.)’.
Esma-i hüsna zikrinde veya başka zikirlerde zikrin başında, sonunda veya belli aralıklarla ‘İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Allah’ım Sen maksadımsın, Senin rızanı talep ediyorum.)’ demek, bu konudaki niyetimizi Allah’ın (c.c.) izni ile istikamet üzere kılacaktır. Bu açıdan bu sözü daima zikrimizde virt edinmek gerekiyor. Hele kendi başına, mürşitsiz zikir edinenler buna daha çok önem vermelidirler. Çünkü şeytanlar ve nefis böylelerini yanlış yola daha kolay sürükleyebilirler. Ama zikirde gayesi Allah rızası olan kişiye nefis ve şeytan aldatmak için girebileceği bir yol bulamaz.
Esma-i hüsna zikrinde Allah’ın rızası şu noktalarla aranmalıdır: O’nun güzel isimlerinin zikriyle O’nu övmek, yüceltmek, onların manası üzerinde derinleşmek, O’nun güzel isimlerinden bazılarında ortaya konan güzel ahlakı ile ahlaklanmak, O’nun hoşnutluğunu kazanmak… gibi gayeler güdülmelidir. Bunlar olunca yüce Allah (c.c.) ilgili esma-i hüsnanın dünyaya bakan hediyelerinden kulunu mahrum bırakmayacaktır.
-Bir mürşitten virt alan bir sofi kendi başına virdine ara sıra ilaveler yapabilir mi?
Virt, zikir dersidir. Bu ders mürşitten alınmışsa bunun sayısını yaşanan hallere göre ancak mürşidin vekilleri veya mürşit artırabilir. Virde ilave maksadıyla yapılmayan, sayıya vurmadan çekilen zikirler serbesttir. Yani sofi bu şartla istediği kadar zikir çekebilir. Aslında virt arabanın kontak anahtarını çevirmek gibidir. Arabayı çalıştırır sadece. Önemli olan sayısız zikirle, yani sürekli zikirle yol almaktır. Gerçek kazanç buradan gelir. Çünkü virtten amaç sürekli zikre geçmektir. Sürekli zikirle ileri hallere ulaşmak, nefis makamlarını aşmaktır. Bu yolda hız şeytanları da sindirir.
Cahil sofiler genellikle bu konuyu yanlış anlarlar. Sayıya vurmadan yapılan zikirlerle virdin kendi başına artırıldığı düşüncesine kapılırlar. Onun için virtte sayıyı koruma, kendi başına artırmama konusunda derin bir taassuba düşerler. Sürekli bu konuda etraflarını da uyarırlar. Onun için de bu yolda hiç bir ilerleme kat edemezler. Kabiliyetli kişileri de engellemiş olurlar. Hâlbuki sürekli zikir, sayıya vurulmadan yapılan zikir, Allah’ın emridir: ‘Ey iman edenler Allah’ı çokça zikredin! (Ahzab suresi, 41)’ Allah’ın (c.c.) emri ve peygamberin sünneti olan hususlarda mürşitten izin alınmaz.
Şayet bir sofi faziletine inandığı bir zikri belli bir sayıda virt edinmek istiyorsa bu konuda şeyhinden müsaade alması edebe uygundur. Şayet böyle bir izni alacak durumu yoksa o zaman sayıya vurmadan o zikri her gün istediği kadar çekebilir.
-Zikri alıp bırakmak, tamamen terk etmek doğru mu?
Zikir yoluna giren kişinin zikri değişebilir. Azalabilir. Artabilir. Sofiyse, bunu mürşidi belirler. Şayet kişi kendi başına, mürşitsiz zikre başlamışsa belli bir sayıyı koruması tavsiye olunur. Bu konuda aç gözlü olmak yerine kişinin kolayca, zahmetsiz bir şekilde yapabileceği, yani gücünün yettiği ve zamanının elverdiği belli bir sayıda kalması daha doğrudur. Zira şeytanlar zikir ehlini çok kıskanırlar. Bunun için çeşitli oyunlar oynarlar. Genellikle zikri bıraktırmak için onları sayıyı artırmaları konusunda çok teşvik ederler. Sayı artınca bir süre sonra bu zikirler kişiye ağır gelmeye başlar. O zaman onlar hepten zikri bırakırlar. Bir daha dönüp arakalarına bile bakmazlar. Çünkü nefis bıktığı, usandığı bir şeyden kaçar. Şeytanlar nefsin damarlarını insanlardan daha iyi bilirler. Damara göre şerbet verirler. Hâlbuki hadis-i şerifte hayırlı amelin az da olsa devamlı olanı makbuldür, denilmektedir. Kişi önce çok çekip de sonra bir miktar azaltabilir. Önce şu zikri çekip de sonra başka zikirlere de yönelebilir. Ama zikri tamamen bırakmak, terk etmek hayra alamet değildir. Bu şeytanların oyununa gelmektir. Yüce Allah (c.c.) böyleleri için şöyle buyurmaktadır: Kim Rahman olan Allah’ın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan onun yakın dostudur. (Zuhruf suresi, 36).’
-Zikir çekecek vakti olmayanlara ne tavsiye edersiniz?
Elbette iş güç yoğunluğundan beş dakikalarını bile zikre ayıramayan insanlar olabilir. Böylelerine arabalarına binecekleri yere gidinceye kadar, bazı bedeni işleri yapma sırasında belli zikirleri, özellikle peygamberimizin (s.a.s) sevabını ve faziletlerini belirttiği zikirleri çekmelerini tavsiye ederiz. Bir Müslüman’ın bir gününü hiçbir zikre ayırmadan geçirmesi telafisi imkânsız büyük bir zarardır. Çünkü geçen zaman bitmiştir. Asla geri gelmez.
Hadis-i şerifte cennet ehlinin her şeyden hoşnut olduğunun ama zikirsiz geçen anlarından büyük bir üzüntü duyduklarını anlamaktayız. Çünkü zikrin kazancı çok büyüktür. Cennet nimetleri de kişilerin amellerine göre verilmektedir. Cennetteki müminlerin dereceleri bu açıdan birbirinden çok farklıdır. Hatta peygamberimiz (s.a.s) bu farklılığı ifade sadedinde dünya ölçülerini kullanmamış, Süreyya yıldızının uzaklığını işaret buyurmuştur. Bundan dolayı ebedi hayatımızda ezilip büzülmemiz için zikre yönelmek akıl karıdır. Günün belli bir vaktinde, yolda, arabada, yatmadan önce vs. bize göre zikredebileceğimiz bir anda az da olsa sayıya vursak da vurmasak da bir zikrimizin olması bizler için büyük kazançlar getirecektir. Şunu unutmamak gerekir ki her zikrin dünyaya bakan ufak bir hediyesi, hediyeleri de mutlaka vardır.
Bir de peygamberimizin (s.a.s) Müflis Kimdir hadis-i şerifinden hisse almak gerekir. Peygamberimiz (s.a.s) sahabesine sormuş ‘Müflis kimdir?’ diye. Sahabeler şöyle buyurmuşlar: ‘Elindeki sermayesini kaybeden kimse.’ Peygamberimiz (s.a.s) ise ‘Hayır,’ demiş ‘gerçek müflis, ahrete, mahşer meydanına dağlar büyüklüğünde sevapla gelip de günahları yüzünden bunları dağıtan kişidir. Çünkü o kimisinin gıybetini yapmış, kimisine iftira etmiş, kimisinin hakkını yemiş, kimisine sövmüş, kimisini dövmüştür. Hak sahiplerine sevapları verilince elinden bir şeyi kalmayıp da onların günahlarını yüklenmiştir. Bu yüzden cehennemlik olmuştur.’ Şimdi bu hadis-i şerifi kimse pek üzerine almak istemez. Nefsimize sorsak, üzerinde hiç kul hakkı var mı, diye. Nefis kendisini hemen temize çıkarır. Hâlbuki her gün nice kişinin günahını bilerek veya bilmeyerek yüklenmeyen kişi yoktur. Onun için bu hadis-i şerifi her insanın kendi nefsi hesabına alması, anlaması, sanki kendisi için söylenildiğini farz etmesi takvaya ve ihtiyata daha uygundur.
Gerçekte zikir her kişi için lüks değil, ekmek su gibi ahrette gerekli bir sermayedir.
Hadis-i şeriflerden anlaşılmaktadır ki, yüce Allah (c.c.) ahrette kul haklarına karışmamaktadır. Bu durumda onların Allah (c.c.) tarafından afları mümkün görünmemektedir. Ayrıca o çetin günde kimse hakkını helal etmeye de yanaşmayacaktır. Yakınlar bile. Bu durum ayet-i kerime ile de sabittir. Bunun için kişiler anne babalarından, evlatlarından, kardeşlerinden bile kaçacaklardır (bk. Abese suresi 35). Allah’ın karışmadığı kul hakları için ahrette elimizde büyük bir sermayenin bulunması gerekir. Zikir hadis-i şeriflerde sevap yönü ile cihatla mukayese edilmektedir. Yani zikre o kadar büyük sevaplar verilmektedir ki onunla başka bir amel pek kıyaslanamamaktadır. Bunun için her fırsatta zikre yönelmek, günün belli anlarında, boş vakitlerde zikretmek kişiye ahrette büyük sermaye kazandıracaktır. Hele bir Müslüman’ın, bir mürşide bağlı olmasa da, kendi başına peygamberimizin (s.a.s) çekilmesi konusunda faziletlerini zikrettiği belli bir sayıda az da olsa bir virt edinmesi, ahrette hesapların görüleceği günde, dünyada kara gün için bir kenara konulan para gibidir. Şuna eminim ki, zikir çekmeye vakti olmayan Müslümanlar, işin bu noktasını kavrarlarsa buna vakit bulabileceklerdir. Sorun vakit bulmamaktan ziyade bir şuur ve önem meselesidir.
-Bazı kişiler vakit namazlarında veya Cuma namazında tespihata ve duaya katılmadan camiden çıkıyorlar. Bunlar ne kaybediyorlar?
Toplu, cemaatle zikrin ne getirdiğinden haberleri olmayan kişilerdir bunlar. Sanıyorlar ki toplu, cemaatle zikirde herkes çektiği zikrin sevabını almaktadır. Oysa Allah’ın (c.c.) toplu, cemaatle yapılan ibadetlerde sevap taksimi farklıdır. Böyle durumlarda herkese topluluğun, cemaatin sevabı kadar ayrı ayrı verilmektedir. Düşünün camide yüz kişi varsa o birkaç dakikada herkes o kalabalığın çektiği zikrin sevabına birden ulaşmaktadır. Hâlbuki kişi tek başına akşama kadar hiçbir iş yapmadan zikretse o sevaba ulaşamayacaktır.
Şimdilerde internet üzerinden çeşitli sitelerde yapılan salât u selam getirme, çeşitli zikirleri çekme, Kuran-ı Kerim hatmi, çeşitli sure, ayet okuma kampanyalarını vs. boş görmemek, küçümsememek gerekir. Bu tür zikirleri ve ibadetleri bir topluluk ve cemaatle birlikte yapmak tek başına yapmaya göre çok daha kazançlıdır. İnsanı topluluk ve cemaat sevabına ulaştırabilir.
Haddizatında mürşitten alınan zikrin de böyle gizli bir sırrı olduğunu sanıyorum. Ama şeytanlar ve nefis insanın bu gizli hazineye ulaşmaması için bu yolu gözden çok düşürmektedir. Kendi başına, mürşitsiz zikri gözde daha çok büyütmektedir. Şu kesin ki her tarikatın mutlaka bir toplu bir de ferdi olarak yapılan zikir çeşidi vardır. Toplu olarak yapılan zikre topluluk ve cemaat sevabı verildiğinden zerre kadar kuşkumuz yok. Mürşit tarafından sofiye ferdi olarak verilen virt dersinde de böyle bir topluluk ve cemaat sevabı söz konusu olabilir diye düşünüyorum. Zira kişi mürşide bağlı olmadan yıllarca zikir çektiği halde bir hal yaşamadığı, manevi makamları kat edemediği halde aşağı yukarı aynı miktarda bir zikri mürşide bağlı olarak çeken kişi ise kısa zamanda manevi halleri yaşamakta, ileri nefis makamlarına geçmektedir. Bunun sırrında mürşit tarafından verilen zikirde topluluk ve cemaat sevabının da bir hissesinin olabileceğini ihtimal dahilinde görmekteyim.
-Vakit namazlarının arkasından yapılan ‘Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber’ tespihlerinin önemi nedir?
Vakit namazlarının arkasında çekilen bu zikirlerin hikâyesini bildiğimiz zaman kendi başına, yani mürşitsiz de olsa zikir edinmenin değerini ve önemini kavramış oluruz.
Bir grup fakir sahabe peygamberimize (s.a.s) gelip şöyle derler: Ya Rasulallah, zenginler bizi geçtiler. Bizler namaz kılıyoruz, onlar da kılıyorlar. Bizler oruç tutuyoruz, onlar da tutuyorlar. Ayrıca onlar zekât ve sadaka veriyorlar. Biz bunlardan mahrum kalıyoruz. Onlara yetişebilmemiz için bize bir amel gösterebilir misiniz?
Peygamberimiz (s.a.s) o zaman onlara bugün namaz sonlarında çekilen tespihatları öğretti ve bunu her vakit namazının arkasından çekmelerini istedi. Yani namaz sonlarında bugün toplulukla ve cemaatle çektiğimiz 33 Sübhanallah, 33 Elhamdülillah, 33 Allahu Ekber zikirleri önce böyle ferdi planda başladı. Peygamberimiz (s.a.s) bu zikirlere devam ederlerse zenginlerin sadaka ve zekâtla elde ettikleri sevaptan daha ziyade sevaba kavuşacaklarını da fakir sahabelere müjdeledi.
Hâlbuki bu vakit namazlarının arkasında yapılan zikirlerin hepsini bir iki dakikada herkes çekebilir. İşte zikir kısa zamanda bu kadar büyük sevap getirmektedir! Tabii ashabın zenginleri bu hadisten haberdar olunca onlar da bunu yapmaya başladılar. Bu sefer fakir sahabeler başka zamanlarda peygamberimizden (s.a.s) duydukları başka zikirleri çekme yoluna girdiler. Sahabenin çoğunun tahtadan kutuları vardı. İçlerinde taş ve hurma çekirdekleri bulunurdu. Bunları çeşitli zikirleri çekmekte sayıyı bilmek maksadıyla tespih olarak kullanırlardı.
Peygamberimiz (s.a.s) aynı namaz tespihatını kendisinden bir yardımcı, hizmetçi isteyen kızına, Hz. Fatıma’ya (r.anha) gece uyumadan önce tavsiye etmiştir. Bunun hizmetçiden daha iyi olduğunu söylemiştir. Bu durum, vakit namazı arkasından söylenen bu tespihatların dünyevi hediyesine de işaret etmektedir. Hz. Ali (r.a) bu tespihatı ömrü boyunca kendisine virt edinmiş, uyumadan önce mutlaka okurmuş. Hatta Sıffin savaşında bile bunu ihmal etmediğini belirtmiştir.
Bakın, görüyorsunuz ki, sahabeler ortalama çekme süresi iki üç dakika bile olmayan tespihatlara ne kadar önem vermişler. Bunlardan ders çıkarmak gerekir. Sayısı az da olsa zikre önem vermelidir. Özellikle vakit namazlarının arkasındaki tespihatlar çok önemlidir.
-Peygamberimizin (s.a.s) ümmetinden çekmesini istediği ve faziletlerine değindiği zikirlerden bazılarını söyleyebilir misiniz?
Peygamberimiz (s.a.s) buyurmuştur ki, besmele ile başlanmayan işin sonu yoktur (hayırlı olmaz).
Onun için her işin başında besmele çekmek gerekir. Besmelede Allah’ın üç güzel ismi zikredilir. Her işte yapılınca bu Allah’ı günde onlarca kez zikretmek yerine geçer. Büyük sevap kazandırır.
Peygamberimiz (s.a.s) buyurmuşlardır ki, bana salâvat getirenler bana yakındır. Bana salâvat getirene Allah (c.c.) on salâvat getirir. Sizin salâvatlarınız bana bu konuda hizmetli meleklerce ulaştırılır. Ben de alırım, mukabelede bulunurum.
Salâvat peygambere dua etmek demektir. Hakikatte ise Allah’ın ve peygamberin salâvat getiren kişiye dua etmesidir.
Peygamberimiz (s.a.s) adım anıldığında salâvat getirmeyenin burnu dürtünsün diye beddua etmiştir.
Peygamberimiz (s.a.s) buyurdular ki, size söylenmesi kolay ama terazide ağır olan bir zikir öğreteyim mi? O, ‘Sübhanallahi ve Bi-hamdihi Sübhanallahi’l-Azim’. Kim bu zikri günde yüz kere söylemeye devam ederse günahları denizköpüğü kadar da olsa bile affolur. Kimse bu zikri yüz defa söyleyen kişinin ameline ulaşamaz. Velev ki ondan fazla bu zikri çeken olsun.
Peygamberimiz (s.a.s) buyurdular ki, ‘La havle vela kuvvete illa billahil-Aliyyül-Azim’ cennetin hazinelerinden birisidir. Bu zikir, 99 derde devadır. Bu zikre devam edenlerden ayrıca en hafifi fakirlik olmak üzere 70 çeşit bela ve musibet üzerinden kaldırılır.
Peygamberimiz (s.a.s) buyurdular ki, ‘Sübhanallahi velhamdülillahi vela ilahe illallahu vallahu ekber’ zikrini söyleyen kişi için cennette bir ağaç dikilir. Bir atlı beş yüz yıl gölgesinde gitse bile gölgesini bitiremez.
Peygamberimiz buyurdular ki, ‘La ilahe ilallahu vahdehu la-şerike leh lehu’l-mülki ve lehu’l-hamdu ve hüve ala külli şey’in kadir’ zikrini her gün yüz kere söyleyen kimseye on köle azat etmeye denk sevap verilir. Ayrıca yüz iyilik mükâfatı yazılıp yüz günahı silinir. Bunların yanında günün akşamına kadar şeytanın şerrinden de korunur. Bu zikri günde on kez okuyan ise Hz. İsmail (a.s.) soyundan dört köleyi azat etmiş gibi sevap kazanır.
Peygamberimiz (s.a.s) buyurdular ki, zikrin en faziletlisi La ilahe illallah’tır. Bu günahları yakar, yok eder. Günde yüz defa bunu zikredenlerin kıyamet günü yüzü ay gibi parlar.
Bir de zikir kelimelerinin başına Allahın kelimeleri adedince, zerrelerin adedince, yeryüzündeki canlılarının adedince, ağaçların, yaprakların adedince…. gibi sıfatlar konunca bu zikri daha çok zenginleştirir, nemalandırır, sevaplandırır. Peygamberimizden (s.a.s) bu manada hadisler vardır.
Allah (c.c.) zikrini gereği şekilde, rızasına uygun olarak yapmamızı nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi