Konuya cevap cer

Tarikatlarda Zikir

Tarikatlarda zikir sesli veya sessiz, kalple veya dille, yalnız veya cemaatla ya kelime-i tevhidi (la ilahe ill), ya zikr-i müfred de denilen lafza-i celali (Allah) veya yüce Allah’ın değişik esma ve sıfatlarını, bir mürşid telkini yada rehberliğinde belli sayılarda tekrar etmektir. Elbette bunun yanında belli sayılarda istiğfar, selevat-ı şerife veya başka zikir cümleleri de vardır ve bu tarikatlara göre değişir.

Zikrin amacı Allah sevgisini ve rızasını kazanmaktır. Bu amacı elde etmekle beraber bir çok başka güzellikler de haliyle elde edilir. 

Bilindiği gibi önceleri ruh, nefse mahkumdur. Ruhu asıl mahiyetinden meşgul eden, nefsi kuvvetlendiren çeşitli hayvani arzu, istek ve şehvetlerin yok olması, nefsi destekleyen kötü ahlaklardan kurtulunması için, kalbin ve ruhun sıhhat ve selamete kavuşması ve güzel vasıfları kazanması için, kişinin usul ve adabına uygun olarak yoğun bir zikir atmosferine girmesi gerekir. Bu zikrin isimlerini, miktarını, mahiyetini, usül ve adabını, merhalelerini her tarikatta biraz farklı görmemiz mümkündür. Ama sonuçta hepsi kitap ve sünnetin emrettiği zikri, seleften aldıkları gibi icra ederler.

Kitap, sünnet ve selef deyince şunu hemen belirtmek yerinde olacaktır: Sufilere göre ilk zikir telkinini yaparak tarikatları başlatan bizzat Hz. Peygamber (a.s) efendimizdir ve bu telkini, ümmetin en seçkin ve en faziletli insanları olan Hulefa-i Raşidin’e yapmıştır. Her birine değişik usullerle yapılan bu telkinler tarikatların aslını teşkil etmişlerdir.

Bu nasıl olmuştur, kısaca açıklayalım:

1-Sıddıkiyye: Hz. Peygamber Medine’ye hicret esnasında mağarada gizlenirken, Hz. Ebu Bekir’in kulağına üç defa zikir telkin etmiştir, bu esnada peygamber uylukları üzerinde, Hz. Ebu Bekir ise murabba (ayakları önde kavuşturarak) şeklinde oturmuştur. Hafi (zikir) bu olaya dayanmaktadır.

2-Kübreviyye: Hz. Ömer müslüman olduğu esnada Peygamberle kucaklaşmış, bu sırada peygamber ona Kelime-i Tevhidi (sesli) cehri olarak telkin etmiştir. Fakat Hz. Ömer ayakta durmayıp çöktüğü için Kübreviler murabba oturarak zikrederler.

3-Nurbahşiyye: Hz. Osman’a da “harfsiz ve sessiz olarak” kalbi zikir telkin etmiştir.

4-Cehriyye: Hz. Peygamber Hz. Ali’yi diz çöktürüp gözlerini yumdurmuş ve üç kere “La ilahe ill” demiş, aynı cümleyi ona üç kere tekrarlatmıştır. Zikri cehri (sesli) olarak yapan tarikatların silsilesi genellikle Hz. Ali’ye dayanır.88

Tarikatlardaki usul ve esasların, evrad ve ezkarın farlılıklar göstermesi, asılları itibari ile Kur’an ve sünnetten alındıkları için bid’ad kabul edilemez. Nitekim, sünnet ve bid’ad hakkında açıklamalar yaparak sünneti savunan Bediüzzaman Said Nursi (rh.a) bu konuda şunları söylemektedir:

“Fakat, tarikata evrad ve ezkar ve meşrebler nev’inden olsa ve asılları Kitap ve sünnetten ahzedilmek şartı ile ayrı ayrı tarzda, ayrı ayrı surette olmakla beraber, mukarrer olan usul ve esasat, Sünnet-i Seniyyeye muhalefet ve tağyir etmemek şartı ile, bid’a değillerdir. Lakin bir kısım ehl-i ilim, bunlardan bir kısmını bid’aya dahil edip, fakat “bid’a-i hasene” namını vermiş.

İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani (r.a) diyor ki; “Ben Seyr-ü süluk-ü ruhanide görüyordum ki: Rasul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselamdan mervi olan kelimat nurludur. Sünnet-i Seniyye şua ile parlıyor. Ondan mervi olmayan parlak ve kudretli virdleri ve halleri gördüğüm vakit, üstünde o nur yoktu. Bu kısmın en parlağı, evvelkinin en azına mukabil gelmiyordu. Bundan anladım ki: Sünnet-i Seniyyenin şuaı, bir iksirdir. Hem o sünnet nur isteyenlere kafidir, hariçte nur aramağa ihtiyaç yoktur.” 

İşte böyle hakikat ve şeriatın bir kahramanı olan bir zatın bu hükmü gösteriyor ki: Sünnet-i Seniyye, saadet-i dareynin temel taşıdır ve kemalatın madeni ve menbaıdır.”89


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst