Konuya cevap cer

Kur’ân hizmetkârı olmak



Said Nursî, Kur’ân ve imâna hizmet mesleğini  ihtiyâr edip, hiçbir maddî ve mânevî menfaat, salâhat ve velîlik gibi  mânevî makamları maksad ve gàye etmeden, sırf Cenâb-ı Hakkın rızâsı için  hizmet yapmıştır. Basîretli ehl-i ilim tarafından bütün Müslümanlarca  “Zuhuru beklenen siyasî ve dinî bir halâskârdır” gibi şahsına verilen  yüksek mertebeyi Bediüzzaman hiddetle reddetmiş, kendisinin ancak  Kur’ân’ın bir hizmetkârı ve Risâle-i Nur Talebelerinin bir ders arkadaşı  olduğuna inanmış ve beyân etmiştir.    

Bediüzzaman nâdire-i hilkattir

 


Millî Müdâfaa Vekâletinde yirmi beş sene hizmet  görmüş muhterem, âlim bir zâtın, bir kısım arkadaşlarımızla ziyâretine  gittiğimiz vakit, Bediüzzaman Hazretleri hakkında demişti ki:  “Bediüzzaman’ın nasıl bir zât olduğunu anlayabilmek için Risâle-i Nur  külliyâtını dikkatle, sebatla okumak kâfidir. Size bir misâl olarak,  yalnız dünyevî iktidârı bakımından derim ki: Bediüzzaman, Risâle-i  Nur’un şahs-ı mânevîsiyle yalnız bir devleti değil, dünya yüzündeki  milletlerin idâresi ona verilse, onları selâmet ve saadet içinde idâre  edecek bir iktidar ve inâyete mâliktir.” 

Evet, Bediüzzaman nâdire-i hilkattir. Fakat,  yirmi beş senedir hem kendini, hem talebelerini siyâsetten men etmiştir,  dünyevî işlerle meşgul değildir. Bediüzzaman’ın Risâle-i Nur’u telif  ettiği zamanlarda ve hizmet-i Kur’âniyede istihdam edildiği anlarda;  zekâsı, fetâneti, aklı, mantığı, zihni, hayâli, hâfızası, teemmülü,  ferâseti, seziş ve kavrayışı, sür’at-i intikali ve rûhî, kalbî, vicdânî  hâsseleri, duyguları ve mânevî letâifinin emsâlsiz bir tarzda olması,  istihdam edildiğine âşikâr bir delildir ki, kendi ihtiyârıyla, keyfiyle  değil, inâyet-i İlâhiye ile Kur’ân’a hizmetkârlık etmiş bir derecede  olduğu, basîretli ehl-i ilim ve ehl-i kalbçe musaddak ve müstahsendir. 



        

Risâle-i Nur, İslâmın elmas kılıcıdır

 


Risâle-i Nur, İslâmiyetin gayet keskin ve elmas  bir kılıcıdır. Bu hakikatlere bir delil ise, Bediüzzaman’ın zâlim  hükümdarlara ve kumandanlara, ölümü istihkâr ederek, hakikati pervâsızca  tebliğ etmesi ve dünyayı saran dinsizlik kuvvetine mukabil hakàik-ı  Kur’âniye ve imâniyeyi, kendini fedâ ederek, istibdâdın en koyu devrinde  neşretmesi ve bu kudsî hakikate, cansiperâne hizmet etmesídir. 



      

Dinamik ve enerjik bir zât



Bir müdde-i umumi, iddiânâmesinde,  “Bediüzzaman, ihtiyarladıkça artan enerjisiyle dinî faaliyete devam  etmektedir”; Denizli mahkemesi ehl-i vukuf raporunda, “Evet, Said  Nursî’de bir enerji vardır. Fakat bu enerjisini tarîkat veya bir cemiyet  kurmakta sarf etmemiş, Kur’ân hakikatlerini beyân ve dine hizmete sarf  ettiği kanaatine varılmıştır” denilmektedir. Din aleyhindeki eski  hükümetlerin vekillerinden birisi, antidemokratik kanunların Millet  Meclisinde müzâkeresi esnâsında, “Bediüzzaman Said-i Nursî’nin dinî  faaliyetine, yirmi beş seneden beri mâni olamıyoruz” demiştir. 

Biz de deriz ki: Evet, Said Nursî Hazretleri,  emsâli görülmemiş dinamik ve enerjik bir zâttır. Bediüzzaman’ın hârika  bir insan olduğunu, din düşmanları olan muârızları dahi kalben tasdik ve  takdir etmektedirler. 



        

Bediüzzaman böyle derse...


Said Nursî, bâzan  bir talebesine Risâle-i Nur’dan okuyuvermek nimetini lûtfettiği zaman  der ki: “Bu benim dersimdir. Ben kendim için okuyorum. Bu risâleyi  şimdiye kadar belki yüz defa okumuşum. Fakat, şimdi yeni görüyorum gibi  tekrar okumaya ihtiyaç ve iştiyâkım var.”  

Hem yine der ki: “Ben  başkaları için kitap yazmamışım. Kendim için yazmışım. Kur’ân’dan  bulduğum bu devâlarımı arzu edenler okuyabilir.”  

Evet, Bediüzzaman  itikad ediyor ve diyor ki: “Ben, derse, terbiyeye ve nefsimi ıslâha  muhtacım.” Bediüzzaman gibi bir zât böyle derse, bizim bu eserlere ne  kadar muhtaç olduğumuz artık kıyas edilsin. 

      

Bediüzzaman şöhretten kaçtıkça...

 


Bediüzzaman Said Nursî, bütün hayatında şan ve  şöhretten, hürmetten kaçmış ve insanlardan istiğnâ etmiştir. Arabî bir  eserinde, şöhret hakkında diyor ki: “Şöhret ayn-ı riyâdır ve kalbi  öldüren zehirli bir baldır. İnsanı, insanlara abd ve köle yapar. Yani,  nâm ve şöhret isteyen adam, halklara kendini beğendirmek, sevdirmek  için, insanlara riyâkârlık, dalkavukluk yapar. Tasannûkâr tavırlar  takınır. O belâ ve musîbete düşersen, ‘İnnâ lillah ve innâ ileyhi  râciûn’ de.” 

Üstad, şöhretten fiilen ve hâlen bu kadar  kaçmasına rağmen, her ne hikmetse, insanlar âdetâ bir sevk-i İlâhî  varmış gibi, istimdatkârâne ona koşmuşlardır ve ona akın etmektedirler.  Ve onun mahz-ı hak olan bu kudsî seciyesi, Risâle-i Nur gibi cihanşümûl  bir esere hâdim olmuştur. 



        

İstiğna sahibi bir zat

 


Bediüzzaman, küçük yaşından beri halkların  mukabilsiz hediyelerinden istiğnâ etmiştir. Hediye kabul etmemeyi meslek  edinmiştir. Zindandan zindana, memleketten memlekete sürgün edildiği  zamanlarda, ihtiyarlığın tahmîl ettiği zarûretler içinde dahi, bu seksen  senelik istiğnâ düsturunu bozmamıştır. En has bir talebesi, bir lokma  bir şey hediye etse, mukabilini verir; vermese dokunur. 

Neden hediye kabul etmediğinin sebeplerinden  birisi olarak der ki: “Bu zaman, eski zaman gibi değildir. Eski zamanda  imânı kurtaran on el varsa, şimdi bire inmiş. İmânsızlığa sevk eden  sebepler eskiden on ise, şimdi yüze çıkmış. İşte böyle bir zamanda imâna  hizmet için, dünyaya el atmadım, dünyayı terk ettim. Hizmet-i imâniyemi  hiçbir şeye âlet etmeyeceğim” der. 

Hazret-i Üstad, kendi şahsı için birisi zahmet  çekse, bir hizmetini görse, mukabilinde bir ücret, bir teberrük verir.  Aksi halde, ruhuna ağır gelir, hoşuna gitmez. 


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst