Konuya cevap cer



* Zübeyir Ağabey istişarelerde nelere dikkat eder, neleri ön plana çıkarırdı? 

 


Zübeyir Ağabey mercî-i has ve âmm idi. Yani hem Risâle-i Nurun umumî hizmetinde bulunurdu, hem de icap ettiğinde kardeşlerin hususî bir takım işlerine yardımcı olurdu. Çünkü bir kısmının okul problemi var, bir kısmının evlenme, kimisinin ticaret, kimisinin de ailevî problemleri var vesâire... Herkes, Zübeyir Ağabeye derdini rahatça anlatırdı. Zübeyir Ağabey de hiç kimseyi kırmadan, dökmeden dinler, yardımcı olurdu. Meselâ, o zamanlar bazı arkadaşlar evini terk edip dersaneye geliyordu. Ve evinden vaveylâ yükseliyordu. Bu sefer ayıkla pirincin taşını... Zübeyir Ağabeyin o kardeşe öyle bir tavsiyesi olurdu ki... Veya o kardeşin annesi, babası gelirlerdi “Nerede bu” diye Zübeyir Ağabey ile görüşürlerdi, Zübeyir Ağabey ailelerine öyle bir tavsiyede bulunurdu ki, hiç kimseyi kırmadan, dökmeden, ailevî bütünlüğü bozmadan, anneyi-babayı rencide etmeden, hizmetlere de devam ederek, hizmetten uzaklaşmadan barış çareleri bulurdu. Her iki tarafı memnun ve razı ederek ortak bir çözüm buluyordu Zübeyir Ağabey. Bu önemli bir meseledir. Ne annesi babası, ne aile hukuku rencide olur, ne hizmetlerden kalır, ne bir tatsızlık olurdu. 

 

O zamanki umumî meşveretlerin çoğunda biz bulunamadık. Ama şu da var: Bazen önemli bir takım hizmetler için bize itimat da ederdi... Bulunduğumuz konum, yani babamın konumu itibariyle, bazı hususî işlerini, bizim de bulunduğumuz yerlerde Bekir Berk Abi ile, Fırıncı Abi ile konuştuğu olurdu. Herkesin kabiliyetine göre, içinde bulunduğu şartlara veya îfâ ettiği hizmetlere göre, Üstad Hazretlerinden evvelâ umumî kaideleri söyler, sonra Risâle-i Nurdaki delilleri söyler, sonra bu işle alâkalı Üstad Hazretlerinden hatıralar anlatırdı. “Ben Üstadımdan böyle görmüşüm” derdi. Her “Üstadım” dediğinde “Aziz ve mualla Üstadım”, “Mukaddes Üstadım” gibi sıfatlarla fevkalâde bir zarafet içerisinde, “Aziz ve muallâ Üstadımdan vallâhi böyle duymuşum” tarzında söylerdi... Zübeyir Ağabeyden yemin etmesini icab ettirecek bir şüphemiz yok, ama o, işin ciddiyeti bakımından hizmetin hakkı bakımından böyle söylerdi. 

 


* Üstad Hazretlerinin vefatından sonra, Risâle-i Nurlara muâraza edenlere karşı Zübeyir Ağabeyin tavrı nasıldı? 

 


Üstad Hazretlerinin sağlığında bir uygulama var. Üstad Hazretlerine bir sünûhat veya ilham geldiği zaman veya hizmetlerle ilgili bir inkişaf olduğu zaman, onlar bir lâhika haline getirilir, Anadolu’ya dağıtılırdı. Keşke o günkü lâhikaları bugün bulabilsek... Keşke onları, birisi bir arşiv falan yapmış olsa... Bizim kalmadı tabiî, belki üç-beş tane buluruz... 

 

Zübeyir Ağabey, sağlığında—özellikle gazete çıkmadan evvel—bir yerde mühim bir hizmet olduğunda veya hizmetlerle ilgili önemli bir müsbet veya menfî bir mesele olduğu zaman; müsbet ise zaten onu aksettirir, menfî ise buna karşı Risâle-i Nur’dan, Üstad’dan delillendirmek sûretiyle ne gibi cevap bulması gerektiğini, takınılacak tavrı vesâire bir lâhika olarak neşrettirirdi. Dolayısı ile hizmetlerde biz birbirimizle umumî olarak bir bütündük. Olan bitenler hakkında herkesin bir bilgisi olurdu. 

 


* Üstad Hazretlerinin, Zübeyir Ağabey hakkında “Seni kâinata değişmem” diye bir ifadesi var. Zübeyir Ağabey hangi özellikleri sebebiyle Üstadın o hitabına mazhar olmuştu? 

 


Şimdi Üstad Hazretlerinin en yakın talebelerini biliyorum. Hepsinden Allah razı olsun. Hepsinin bir meziyeti vardır. Yani çok yakınında bizzat hizmetinde bulunan Tahirî Ağabey, Abdullah Ağabey, Ceylan Ağabey, Bayram Ağabey, Sungur Ağabey, Hüsnü Ağabey hepsinden Allah razı olsun. Üstad Hazretlerinin meziyetlerinden bir meziyet ile mümeyyizdirler. Kimisinin takvası, ubudiyet ciheti mümeyyiz vasfıdır. Diğeri zekâveti ve fetaneti, kimisi gayreti ve fedakârlığı... Kanaatimce, Zübeyir Ağabeydeki farklılık şuydu: Zübeyir Ağabey bütün bu meziyetleri şahsında cem’ etmiş bir özelliğe sahipti. Başka görüştüğünüz ve Zübeyir Ağabeyi tanıyan kişilerin de, aynı şeyleri söyleyeceklerini tahmin ediyorum. 

Zübeyir Ağabey, Üstad Hazretlerinin küçük bir misali gibidir. Belki onun kadar vüs’atli veya kudretli değil, ama, bütün meziyetleri deruhte etmiş, üzerinde bulunduran bir zâttır. 

 

Şimdi her büyük zatın bir musahibi vardır. Zübeyir Ağabey de, sultanlar sultanı olan Bediüzzaman Hazretlerinin baş kumandanı idi. Şimdi hâl böyle olunca, diğer ağabeyler de bunu böyle bilirler ve takdir ederlerdi. 

Esasında Bediüzzaman Hazretlerinin hizmetinde bulunan insanlar, özel seçilmiş insanlardır. Üstad Hazretleri, Zübeyir Ağabeye “Sen üç yaşından beri benim taht-ı tasarrufumdasın” diyor! “Ben seni o zaman talebeliğime kabul etmişim” diyor! Zübeyir Ağabey özel olarak seçilmiş biri. Kanaatimce, diğer talebeleri de aynen bu şekilde! Üç yaşında olmamışsa bile, beş, on yaşında olmuştur. Netice itibari ile demek istediğim şu: Üstad Hazretlerine hizmetkârlık vazifesinde bulunan insanlar, özel önemi olan insanlar. Bunu nereden çıkarıyorsun? Bugünkü hizmetin, devâsâ dünya çapındaki, kâinat çapındaki ihtişamından çıkarıyorum. Eğer öyle sıradan insanlar olsaydılar hizmetler bu günlere kadar gelir miydi? Anlaşılan saff-ı evvellerin hepsi, seçilmiş ve Üstad’a “buyur” denilmiş çok özel insanlardır. 

 


* Bu konu ile alâkalı bir hatıra anlatabilir misiniz? 

 


1930 yılında Sıddık Süleyman Ağabey—Allah rahmet etsin—Barla’da Üstad Hazretleri ile birlikte idi. Ben Barla’ya ilk 1968’de gittim. Barla yolu yeni açılmıştı. Ham bir yoldu. Bayram Ağabey götürmüştü beni o zamanlar. Dağdan taşlar maşlar düşmüştü, asfalt masfalt diye birşey yoktu yolda! Sadece köy hizmetlerinin greyderleri geçmiş, hepsi bu kadar. Üstad Hazretlerinin sağlığında Barla’ya gitmek için Eğirdir’den kayıkla gitmek gerekiyor. Veyahut da ata biniyorsun, Eğirdir ile Barla arası 23-25 km’dir. O da dağdan, taştan aşarak gidiyorsun. Barla dediğin yer işte böyle bir yer. Çok yakın bir tarihe kadar kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdi Barla! Meselâ elektrik yoktu, yol yoktu, hiçbir şey yoktu! 

 

Biz Barla’ya gittiğimizde, milletin gidip baktığı ve şimdi müze olarak kullanılan Üstad Hazretlerinin evinde yatar kalkardık. Üstad Hazretlerini, Barla’ya ilk geldiğinde evinde misafir eden Muhacir Hafız Ahmed’in damadı olan ve büyük çınarın dibindeki Yokuşbaşı Mescidinin imamı Hacı Bahri Amca’da idi anahtarı. Barla’ya gittiğimiz zaman Hacı Bahri Amca’nın evinden anahtarı gider alır, bugün müze olarak kullanılan dersanede kalırdık. 60’lı yılların sonu 70’li yılların başında Barla’yı bilen, Barla’ya gelen yoktu! O zamanlar da Barla’ya gitmeye cesaret eden adam yoktu! Gidecek olan olsa, yolu bilen yoktu! Yolu bilen olsa, parası yoktu vesâire... O günkü şartlarda öyle idi. Şimdi böyle bir yerde, medeniyetin 200 yıl gerisinde bulunan bir yerde, insanların neredeyse kimse ile temas edemediği, gitmenin gelmenin bu kadar müşkül olduğu bir yerde, Sıddık Süleyman Ağabeyin bir mektubu var, diyor ki: “Zannediyorum ki bu eserleri bütün dünya okuyacak.” Ortada hiçbir şey yok! Sadece Üstad söylüyor, Şamlı Hafız Tevfik Ağabey müsvedde olarak yazıyor! Bu müsveddeyi alıyor, Barla’daki bir iki kişi yazıyor! El yazısı bu... Matbaa falan da yok! Ondan sonra Bedre’den Sabri Ağabey geliyor, Üstad ona bir nüshasını veriyor, gidiyor yazıyor. Ertesi gün gidiyor İslamköy’e götürüyor! Bedre nere, İslamköy nere! Hem de yayan! Kaç km’lik yol! Oraya götürüyor, Hafız Ali ona bakıyor, birkaç saat geç gelirse veyahut hiç gelemezse, “Sabri Efendi mes’ulsun” diyor. Ondan sonra Hafız Ali onu yazıyor, İslamköy’den birkaç kişi yazıyor, ondan sonra Atabey, Atabey’den Kuleönü’ne, Kuleönü’nden falan yere, falan yerden Isparta’ya vesâire... Yani 1930’lu yıllardaki şartlar bu! Ama Sıddık Süleyman diyor ki: 

 

“Zannediyorum ki, bütün bu eserleri bütün dünya okuyacak!” Adama demezler mi: Ne bütün dünyası kardeşim, Barla’daki okuyamıyor! Üstad Hazretlerinin ve bu işlerle uğraşan bütün talebelerin üzerinde müthiş bir baskı, zulüm, dayak, sıkıntı, mahkeme, hapis her şey var. Böyle şartlar altında Sıddık Süleyman’ın görüşüne bakın! Bu inanılmaz gibi geliyor! 

Biz bugün inanmıyoruz bir takım şeylere! Adam orada görüyor! Ha bugün aynı şeyler dense, ne demek istendiği net anlaşılır ve kabul edilebilir! Meselâ “Sibirya’da veya Finlandiya’da veya Güney Amerika’da, yok efendim Kongo’da insanlar Risâle-i Nur’u okuyacak” desen anlaşılır! Niye? Artık internet, medya var, neşriyatlar almış başını yürüyor, gazeteler, her şey var bugün! Matbaalar var, milyonlarca basılıp gönderiliyor! Ama o zaman her şeyin yasak olduğu bir yerde üç-beş nüsha bir kitap var, o kadar! Hatta daha kitap haline gelmemiş, defter! Ve Sıddık Süleyman “Bütün dünya okuyacak” diyor! O zaman talebeler tarafından yazılan mektupların ifade gücüne, ondaki samimiyete, ondaki meseleyi kavrayış şekline bakın! İnsanın aklı hayrette kalıyor! Böyle imkânlardan uzak bir yerde, köy şartlarında yaşayan insanlardaki bu ifade gücü, bu belâgat, bu samimiyet, bu feragat, bu fedakârlık... Bu inanılır birşey değil! Olamaz böyle birşey! Ama olmuş! Hiçbirisi tesadüfi değil! Onun için Üstad Hazretleri “Isparta, taşıyla toprağıyla mübarektir!” diyor! Sadece Isparta değil; Kastamonu da, Emirdağ da, Afyon da, Denizli de mübarek... 

 


* Tekrar Zübeyir Ağabeye dönelim isterseniz... 

 


Zübeyir Ağabeyin istiğna düsturu da fevkalâdeydi. Suret-i kat’iyyede ikramları kabul etmezdi! Aynen Üstad gibi... Hatta Zübeyir Ağabeyin kardeşi Haydar Gündüzalp—Allah uzun ömürler versin—evlenmiş de, onun hanımı Zübeyir Ağabeye birşey göndermiş. Zübeyir Ağabey’in yazdığı mektup var, öyle zor kabul ediyor ki! “Bizim mesleğimiz şöyledir, böyledir” diyor, “Ama o mübarek hanımın hediyesi 200 liralık kadar geldi bana. Sonra düşündüm ki insanın annesi, babası, kardeşleri ve ailesinden aldığı şey dışarıdan aldığı gibi değildir, bundan dolayı kabul ettim” diyor. Şimdi düşün... Kardeşinin hanımı, ne olur ki yani? Bu kadar titizlik gösteriyor! 

 

Meselâ rahmetli Hamza Emek Ağabey et getiriyor Süleymaniye’ye... Şimdi Zübeyir Ağabey kabul etmezse Hamza Ağabey oturup ağlayacak. Zübeyir Ağabey de Hamza Ağabeyi kıramaz! Emirdağ’da bu kadar Üstad’a hizmet etmiş bir ağabeyin hediyesini kabul etmemek... Onu kabul ediyor ve eder etmez—zannederim—Ahmet Gümüş Ağabeye veya Mustafa Ekmekçi’ye “Kardeşim sen bizim prensibimizi biliyorsun! Al git, arkadaşlara, kardaşlara aşağıda yemek yap! Hamza Ağabeyin ikramını reddedemedim” diyor. Zübeyir Ağabey kendi şahsına kabul etmiyor, orada gelen giden kardeşlere yemek yapılması için kabul ediyor. Öteki talebelere “Siz de şahsınıza kabul etmeyiniz” diyor. Ermenek’e yazdığı mektupta “Biliyorsunuz, nur talebeleri böyle hediye kabul etmiyor” diyor. 

 

Zübeyir Ağabey “Ben Üstaddan böyle görmüşüm” diyor. Kaldı ki helâldır, mübahtır... Üstad Hazretleri, bu prensibini “İlmin izzetini, Risâle-i Nur’un hakikatini” rencide ettirmemek ve ileride birtakım tehlikelerden korumak, vikaye etmek için uyguluyor. Bu, onun hayatının en önemli prensibi. 


* Zübeyir Ağabey’in menfî meselelere karşı tutumu nasıldı? 


Malûmunuz, Üstad Hazretleri menfiliği hiç sevmiyor. Kesinlikle menfî hiçbir haber verilmeyecek Üstad’a... Hizmetlerimizin menfiliğe tahammülü yok! Çünkü ben menfi birşey anlattığım zaman senin şevkin kırılıyor! Ruhuna işliyor. Ruhunda tahribatlar oluyor! Zübeyir Ağabey—zannediyorum—Islahiye’deyken postahanede çalışıyor. Müdürü, Zübeyir Ağabeyi çok seviyor esasında. Birgün Zübeyir Ağabeye Dersim’de yapılan katliâmları anlatmış. Şöyle öldürüldü, böyle şişlendi, çocuklar şöyle oldu, kadınlar böyle oldu... Zannediyorum Isparta’da faytonla bir yere giderken, Zübeyir Ağabey her nasılsa Üstad’a o zatın kendisine anlattığını anlatıyor. Üstad birşey demiyor. Bir yere gidiyorlar. Üstad bir ağacın dibinde evrad, ezkâr, vs ile meşgul. Zübeyir Ağabey ile diğer ağabeyler, 5-10 m ileride bir yerde oturuyorlar. Üstad geliyor, ama çok celâlli. Zübeyir Ağabeye, “Benim kuvve-yi mâneviyemi mi kırmak istiyorsun? Niye bana bunları anlatıyorsun?!” çok kızıyor. Ondan sonra gidiyor... Zübeyir Ağabey çok üzülüyor. Üstad yarım saat, bir saat sonra tekrar geliyor, yumuşak bir şekilde “Mânevî ihtar var! Affedildin! Sen bunu kasten yapmamışsın!” diyor. Zübeyir Ağabey onun için menfî şeyleri kat’î sûrette bahsettirmez. Her söylediği müsbet olurdu! Hatta enteresandır, ben Zübeyir Ağabeyi birçok kimseye yol tarif ederken gördüm. Belki bana da tarif etmiştir! Bir yolu anlatırken bile; başka belli başlı şeyler olmasına rağmen, okul, cami gibi Peygamber’i, Allah’ı, eğitimi, dini, maneviyâtı hatırlatan şeyler ile tarif ederdi! Zihinleri daima müsbete doğru teksif ederdi! 

 


* Zübeyir Gündüzalp Ağabeyi özetlemek gerekirse, neler söylemek istersiniz? 

 

24 saati Risâle-i Nurlar, Üstad ve hizmet meselesidir. Bunun dışında bir dünyası yok Zübeyir Ağabeyin. 

 

Özkan Erdem


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst