Cevap: Zühre - Sayfa: 224
Evet, insanın elindeki cüz-ü ihtiyarî ile işledikleri ef’allerinde, Cenâb-ı Hakka ait netâici düşünmemek gerektir. Meselâ, kardeşlerimizden bir kısım zâtlar, halkların Risale-i Nur’a iltihakları şevklerini ziyadeleştiriyor, gayrete getiriyor. Dinlemedikleri vakit, zayıfların kuvve-i mâneviyeleri kırılıyor, şevkleri bir derece sönüyor. Halbuki, üstad-ı mutlak, muktedâ-yı küll, rehber-i ekmel olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm,
1 وَماَ عَلَى الرَّسُولِ اِلاَّ الْبَلاَغُ olan ferman-ı İlâhîyi kendine rehber-i mutlak ederek, insanların çekilmesiyle ve dinlememesiyle daha ziyade sa’y ü gayret ve ciddiyetle tebliğ etmiş. Çünkü اِنَّكَ لاَ تَهْدِى مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللهَ يَهْدِى مَنْ يَشَاۤءُ
2 sırrıyla anlamış ki, insanlara dinlettirmek ve hidayet vermek, Cenâb-ı Hakkın vazifesidir; Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmazdı.
Öyle ise, işte ey kardeşlerim! Siz de, size ait olmayan vazifeye harekâtınızı bina etmekle karışmayınız ve Hâlıkınıza karşı tecrübe vaziyetini almayınız.
İKİNCİ MESELE: Ubudiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-yı İlâhîye bakar. Ubudiyetin dâîsi emr-i İlâhî ve neticesi rıza-yı Haktır. Semerâtı ve fevâidi uhreviyedir. Fakat ille-i gaiye olmamak, hem kasten istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faideler ve kendi kendine terettüp eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münâfi olmaz. Belki zayıflar için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faideler ve menfaatler o ubudiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz’ü olsa, o ubudiyeti kısmen iptal eder. Belki o hâsiyetli virdi akîm bırakır, netice vermez.
İşte bu sırrı anlamayanlar, meselâ yüz hâsiyeti ve faidesi bulunan Evrâd-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendîyi veya bin hâsiyeti bulunan Cevşenü’l-Kebîr’i, o
[NOT]Dipnot-1 “Peygambere düşen, ancak tebliğ etmekten ibarettir.” Nur Sûresi, 24:54.
Dipnot-2 “Sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir.” Kasas Sûresi, 28:56.
[/NOT]
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun | Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah |
Cevşenü’l-Kebîr: (bk. bilgiler) | Evrâd-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendî: Şah-ı Nakşibendî’nin sürekli olarak okuduğu kutsal virdler, zikirler |
Hâlık: her şeyi yaratan Allah | Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) |
akîm: neticesiz | cüz-ü ihtiyarî: insanda bulunan sınırlı irade |
cüz’: kısım, parça | dâî: gerektiren sebep |
ef’al: fiiller, hareketler | emr-i İlâhî: Allah’ın emri |
ferman-ı İlâhî: Allah’ın emir ve buyruğu | fevâid: faydalar, kazançlar |
harekât: hareketler | hidayet: doğru ve hak olan yol, İslâmiyet |
hâsiyet: özellik | ille-i gaiye: asıl hedef, gerçek sebep |
illet: esas sebep, maksat | iltihak: katılmak |
kuvve-i mâneviye: manevi güç, moral | muktedâ-yı küll: herkesin her konuda uyduğu, örnek aldığı kişi, Hz. Muhammed (a.s.m.) |
münâfi: aykırı, zıt | müreccih: tercih ettiren sebep |
müşevvik: teşvik edici | netice: son, sonuç |
netâic: neticeler | rehber-i ekmel: en mükemmel rehber |
rehber-i mutlak: her bakımdan rehber | rıza-yı Hak: Allah’ın rızası |
rıza-ı İlâhî: Allah’ın rızası | sa’y: çalışma |
semere: meyve, verim | semerât: meyveler, neticeler |
tebliğ etmek: bildirmek | tecrübe: deneme |
terettüp eden: sonuç olarak ortaya çıkan | ubudiyet: kulluk |
uhreviye: âhirete ait | vird: devamlı yapılan zikir |
zikir: Allah’ı anma | ziyade: çok, fazla |
ziyadeleşme: fazlalaşma, artma | zât: kişi |
üstad-ı mutlak: ilimde üstünlüğü ve öğreticiliği tartışmasız olan kişi, Hz. Muhammed (a.s.m) |
|