Cevap: Zühre - Sayfa: 225
faidelerin bazılarını maksud-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O faideleri göremiyorlar ve göremeyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünkü o faideler, o evradların illeti olamaz ve ondan, onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü onlar fazlî bir surette, o hâlis virde talepsiz terettüp eder. Onları niyet etse, ihlâsı bir derece bozulur. Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer.
Yalnız bu kadar var ki, böyle hâsiyetli evrâdı okumak için, zayıf insanlar bir müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faideleri düşünüp, şevke gelip, evrâdı sırf rıza-yı İlâhî için, âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbuldür. Bu hikmet anlaşılmadığından, çoklar, aktabdan ve Selef-i Salihînden mervî olan faideleri görmediklerinden şüpheye düşer, hattâ inkâr da eder.
ÜÇÜNCÜ MESELE:
1 طُوبٰى لِمَنْ عَرَفَ حَدَّهُ وَلَمْ يَتَجَاوَزْ طَوْرَهُ Yani, “Ne mutlu o adama ki, kendini bilip haddinden tecavüz etmez.”
Nasıl bir zerre camdan, bir katre sudan, bir havuzdan, denizden, kamerden seyyarelere kadar güneşin cilveleri var. Herbirisi kabiliyetine göre güneşin aksini, misalini tutuyor ve haddini biliyor. Bir katre su, kendi kabiliyetine göre “Güneşin bir aksi bende vardır” der. Fakat “Ben de deniz gibi bir âyineyim” diyemez. Öyle de, esmâ-i İlâhiyenin cilvesinin tenevvüüne göre, makamât-ı evliyada öyle merâtip var. Esmâ-i İlâhiyenin herbirisinin, bir güneş gibi, kalbden Arşa kadar cilveleri var. Kalb de bir arştır. Fakat “Ben de Arş gibiyim” diyemez.
İşte, ubudiyetin esası olan, acz ve fakr ve kusur ve naksını bilmek ve niyaz ile dergâh-ı Ulûhiyete karşı secde etmeye bedel naz ve fahr suretinde gidenler, zerrecik kalbini Arşa müsavi tutar. Katre gibi makamını, deniz gibi evliyanın makamâtıyla iltibas eder. Kendini o büyük makamâta yakıştırmak ve o makamda kendini muhafaza etmek için, tasannuâta, tekellüfâta, mânâsız hodfuruşluğa ve birçok müşkilâta düşer.
[NOT]Dipnot-1 Buhârî, et-Tarihu’l-Kebîr 3:338; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr 5:71; Beyhâkî, es-Sünenü’l-Kübrâ 4:182.
[/NOT]
Arş: İlâhî kudret ve haşmetin en geniş şekilde tecellî ettiği yer | Selef-i Salihîn: ilk devir İslâm büyükleri |
acz: güçsüzlük | akis: yansıma |
aktab: kutuplar, zamanının en büyük mürşidi olan büyük veliler | bedel: karşılık |
cilve: görünme, yansıma | dergâh-ı Ulûhiyet: Allah’ın huzuru |
esas: temel | esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri |
evliya: Allah dostları | evrad: okunması adet olan dualar |
fahr: övünme | fakr: fakirlik |
fazlî: karşılıksız verilen | haddinden tecavüz etmemek: haddini bilip sınırı aşmamak |
hikmet: sebep, fayda, gaye | hodfuruşluk: kendini beğendirmeye çalışma |
hâlis: içten | hâsiyet: özellik |
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme | illet: esas sebep, maksat |
iltibas etmek: karıştırmak | kamer: ay |
katre: damla | kıymetten düşme: değersiz olma |
makamât: dereceler, makamlar | makamât-ı evliya: velilerin manevî makamları |
makbul: kabul edilen | maksud-u bizzat: asıl gaye |
mervî: nakledilen, rivayet edilen | merâtip: mertebeler |
misal: görüntü | müreccih: tercih ettiren |
müsavi: eşit, denk | müşevvik: teşvik edici |
müşkilât: zorluk | nakıs: eksik, noksan |
niyaz etmek: yalvarıp yakarmak | rıza-yı İlâhî: Allah’ın rızası |
secde etmek: alın üzeri yere kapanmak | seyyare: gezegen |
suret: biçim, görünüş | talep: istek |
tasannuât: yapmacık hareketler | tecavüz etme: haddi aşma, saldırma |
tekellüfât: zorlama tavırlar | tenevvü: çeşitlilik |
terettüp etmek: sonuç olarak ortaya çıkmak | ubudiyet: kulluk |
vird: devamlı yapılan zikir | zerre: atom |
zerrecik: atom | âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat |