Cevap: Zühre - Sayfa: 228
Meselâ, Risale-i Nur’un şakirtleri içinde Cenâb-ı Hakkın nimetlerine mazhar bazı zâtlar (Hüsrev, Refet gibi), iktirânı illet ile iltibas etmişler, Üstadına fazla minnettarlık gösteriyorlardı. Halbuki, Cenâb-ı Hak onlara ders-i Kur’ânîde verdiği nimet-i istifade ile, Üstadlarına ihsan ettiği nimet-i ifadeyi beraber kılmış, mukarenet vermiş.
Onlar derler ki: “Eğer Üstadımız buraya gelmeseydi biz bu dersi alamazdık. Öyleyse onun ifadesi, istifademize illettir.”
Ben de derim: Ey kardeşlerim! Cenâb-ı Hakkın bana da, sizlere de ettiği nimet beraber gelmiş. İki nimetin illeti de rahmet-i İlâhiyedir. Ben de sizin gibi, iktirânı illet ile iltibas ederek, bir vakit Risale-i Nur’un sizler gibi elmas kalemli yüzer şakirtlerine çok minnettarlık hissediyordum. Ve diyordum ki: “Bunlar olmasaydı, benim gibi yarım ümmî bir biçare nasıl hizmet edecekti?” Sonra anladım ki, sizlere kalem vasıtasıyla olan kudsî nimetten sonra, bana da bu hizmete muvaffakiyet ihsan etmiş. Birbirine iktiran etmiş; birbirinin illeti olamaz. Ben size teşekkür değil, belki sizi tebrik ediyorum. Siz de bana minnettarlığa bedel, dua ve tebrik ediniz.
Bu Dördüncü Meselede gafletin ne kadar dereceleri bulunduğu anlaşılır.
BEŞİNCİ MESELE: Nasıl ki bir cemaatin malı bir adama verilse zulüm olur. Veya cemaate ait vakıfları bir adam zaptetse zulmeder. Öyle de, cemaatin sa’yleriyle hâsıl olan bir neticeyi veya cemaatin haseneleriyle terettüp eden bir şerefi, bir fazileti o cemaatin reisine veya üstadına vermek hem cemaate, hem de o üstad veya reise zulümdür. Çünkü enâniyeti okşar, gurura sevk eder. Kendini kapıcı iken padişah zannettirir. Hem kendi nefsine de zulmeder. Belki bir şirk-i hafîye yol açar.
Evet, bir kaleyi fetheden bir taburun ganimetini ve muzafferiyet ve şerefini, binbaşısı alamaz. Evet, üstad ve mürşid, masdar ve menba telâkki edilmemek
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah | Hüsrev: (bk. bilgiler – Hüsrev Altınbaşak) |
Refet: (bk. bilgiler – Refet Barutçu) | bedel: karşılık |
biçare: çaresiz | cemaat: topluluk |
ders-i Kur’ânî: Kur’ân dersi | enâniyet: benlik, gurur |
fazilet: değer, üstünlük | fethetmek: ele geçirmek |
gaflet: Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli | ganimet: savaşta düşmandan ele geçirilen değerli şeyler |
hasene: iyilik | hâsıl olan: meydana gelen |
ifade: konuşma, hakikatleri dile getirme | ihsan: bağış, iyilik, lütuf |
ihsan etmek: bağışlamak | iktirân: iki şeyin bir arada bulunması |
illet: esas sebep | iltibas: karıştırma |
kudsî: kutsal | masdar: kaynak, bir şeyin çıkış yeri |
mazhar: bir nimete ulaşan, elde eden | menba: kaynak |
minnettar olmak: minnet duymak, yapılan bir iyiliğe karşı kendisini borçlu saymak | mukarenet: yan yana olma |
muvaffakiyet: başarı | muzafferiyet: zafer kazanma, galibiyet |
mürşid: doğru yolu gösteren | nefis: bir kimsenin kendisi |
netice: son, sonuç | nevi: çeşit, tür |
nimet: iyilik, lütuf, ihsan | nimet-i ifade: ifade etme, söyleyebilme nimeti, faydası |
nimet-i istifade: bir şeyden yararlanabilme nimeti | rahmet-i İlâhiye: Allah’ın her şeyi kuşatan sonsuz şefkati |
reis: başkan | sa’y: çalışma |
sevk etme: gönderme | tabur: bölüklerden meydana gelen askerî birlik |
telâkki etmek: kabul etmek | terettüp etmek: meydana gelmek, ortaya çıkmak |
vakıf: halkın faydasına sunulmuş mal | vasıtasıyla: aracılığıyla |
zaptetmek: el koymak | zat: kişi |
zulüm: haksızlık | ümmî: okuma-yazma bilmeyen, tahsil görmemiş |
üstad: bir alanda kendini yetiştirmiş olan ve birikimini talebelerine aktaran kişi | şakirt: öğrenci, talebe |
şirk-i hafî: gizli şirk, gizli küfür |
|