Birinci Lem’a

Yunus as. başına gelen bu hadisede kendine mahsus bir olay olduğunu gördü. Kalbinde nur-u tevhid ile bu hususi hadisedeki ehadiyet sırrını gördü; tek melce Allah olduğunu yakinen bildi ve hemen hatasını itiraf ederek Rabbine sığındı. Aslında burada bize şunuda gösteriyor ki; Rabbimize hatalarımızı görerek sığınabiliriz, itiraf ederek sığınabiliriz.

 birinci_lema

 

 

Bismillâhirrahmânirrahîm,

 

لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّۤ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

Karanlıklar içinde niyaz etti: ‘Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum. (Enbiyâ Sûresi: 87.)

 

HAZRET-İ YUNUS İBNİ METTÂ Alâ Nebiyyinâ ve Aleyhissalâtü Vesselâmın münâcâtı, en azîm bir münâcattır ve en mühim bir vesile-i icabe-i duadır. 

 

Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın kıssa-i meşhuresinin hülâsası: Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette,

 

Burayı biraz kodlayalım;

1- Denize atılmış

2- Büyük balık Yunus as. ı yutmuş

3- Deniz fırtınalı

4- Gece ve karanlık

 

Malumdur fırtınada balıklar yuzeye çıkmazlar, derine inerler. Böyle bir halde Yunus as. ı kim kurtarabilir?

Koca denizin kimbilir neresindedir.. Balık, hangi balık? Hem fırtına ve gece ve karanlık; bu durumda görenlerde görmezler görmeyenler gibi. Yani zerre kadar ümit yok..

İşte Yunus as. tam bu aşamada Rabbine dua ediyor, niyaz ediyor. Meale dikkat ediniz; Allah’ım beni kurtar demiyor, ben helak oldum balığın içinde kayboldum demiyor.

 

Koca bir balığın içinde, balık Yunus as. ı sıkıca sıktığı rahatsızlık verdiği halde, o Rabbine; “Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.” (Enbiyâ Sûresi: 87.) şeklinde dua ediyor.

 

Kendine zalim demesinin sebebi şudur; Yunus as. kavmini irşad etti ama kavmi kabul etmedi. Sonra onlara 40 gün içinde helak olacaklarını, son günlerde sis olacağını, insanların yuzleri sararacağı, kızaracağı, kararacağı gibi işaretler olacağını söyledi ve kavmini terk etti. Böyle emir almıştı Rabbinden. Ama kavmi baktılarki Yunus as. doğru söylemiş, tevbe etti herkes birbirinin hakkını geri verdi, imanı kabul etti. Yunus as geri geldi baktı ki kevmi helak olmamış. Artık bana hiç inanmazlar diye düşündü, kavmine uğramadan geri döndü gitti.

 

İşte Yunus as. ı zellesi budur; Allah’dan izin almadan geri dönmüştü. Denizde olaylar başına gelince, bu olayların bundan sebeb olduğunu anladı ve pişman olup “Rabbim sen subhansın, sende eksik noksan yoktur. Ben zalimlerden oldum, kusur bendedir. Hatamı anladım.” dedi.

Yani balığa aldırmadı, denize atılmayada aldırmadı. O Rabbinden izinsiz kavmini terk etmenin üzüntüsündeydi.

 

Şu münâcâtın sırr-ı azîmi şudur ki:

 

O vaziyette esbab bilkülliye sukut etti. Çünkü o halde ona necat verecek öyle bir Zat lâzım ki, hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem cevv-i semâya geçebilsin. Çünkü onun aleyhinde gece, deniz ve hut ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine musahhar eden bir Zat onu sahil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsaydılar, yine beş para faydaları olmazdı.

 

Demek esbabın tesiri yok. Müsebbibü’l-Esbabdan başka bir melce olamadığını aynelyakin gördüğünden, sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf ettiği için, şu münâcat birden bire geceyi, denizi ve hût’u musahhar etmiştir.

 

O nur-u tevhid ile hût’un karnını bir tahtelbahir gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağvâri emvac dehşeti içinde, denizi, o nur-u tevhid ile emniyetli bir sahrâ, bir meydan-ı cevelân ve tenezzühgâhı olarak o nur ile semâ yüzünü bulutlardan süpürüp, kameri bir lâmba gibi başı üstünde bulundurdu. Her taraftan onu tehdit ve tazyik eden o mahlûkat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Tâ sahil-i selâmete çıktı, şecere-i yaktîn altında o lûtf-u Rabbânîyi müşahede etti.

 

Müsebbib-ul esbab; sebeblerin sebebi manasındadır. Sebeblerin tesiri yoktur, çünkü onların arkasında asıl sebeb Allah’dır.

Sırr-ı ehadiyet; her bir eşyanın kendindeki has tecelli ile Allah’ın birliğini ilan etmesidir. Mesela her insana guzellik verilmeside birliği gösterdiği gibi, herkesteki guzelliğin kimsede olmayıp, sadece O’nda olması, hususi olarak birliği göstermektir. Bu durum her hadise için geçerlidir.

Yunus as. başına gelen bu hadisede kendine mahsus bir olay olduğunu gördü. Kalbinde nur-u tevhid ile bu hususi hadisedeki ehadiyet sırrını gördü; tek melce Allah olduğunu yakinen bildi ve hemen hatasını itiraf ederek Rabbine sığındı.

 

Aslında burada bize şunuda gösteriyor ki; Rabbimize hatalarımızı görerek sığınabiliriz, itiraf ederek sığınabiliriz.

 

Rabbim bu cuma hurmetine bizlere kusurlarımızı görmek, itiraf etmek, muteessir olmak kurtulmak için sebeblere değil, doğrudan Rabbimize iltica etmek nasib eylesin. Âmin.

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

 

Bismillâhirrahmânirrahîm,

 

İşte, Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz istikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle, onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir.

 

Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde binler cenaze bulunuyor; onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim hevâ-yı nefsimiz, hûtumuzdur; hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor. Bu hut, onun hûtundan bin derece daha muzırdır. Çünkü onun hûtu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hûtumuz ise, yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.

 

1. İstikbalimiz var; ama mayası karanlık olan gaflet bir perde gibi gözümüzün önünü kapatmış, bizim istikbalimizi kapkara gösteriyor, bizi tarifsiz tedirgin ediyor

 

2. Kürre-i zeminimiz var; ama karanlık gaflet ile baktığımız bu kürrenin her gece ve gündüzü, bize mahv olan cenazeleri gösteriyor, gelecek belaları gösteriyor; adeta fırtınalı deniz daha emniyetli

 

3. Bizim nefsimiz var; ama gafletle ve cehaletle ve isyanla bu nefs adeta bir balık olub bizi yutuyor ve bizim ebedi hayatımızı elimizden alıyor acaba denizdeki bir balığın karnında ölmek bu nefis balığının karnında ölmekden daha şerefli izzetli karlı değil mi? Denizdeki balığın karnı daha emniyetli değil mi?

 

Madem hakikî vaziyetimiz budur. Biz de, Hazret-i Yunus Aleyhisselâma iktidaen, umum esbabdan yüzümüzü çevirip, doğrudan doğruya, Müsebbibü’l-Esbab olan Rabbimize iltica edip “Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.” (Enbiyâ Sûresi: 21:87.) demeliyiz ve aynelyakin anlamalıyız ki, gaflet ve dalâletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve hevâ-yı nefsin zararlarını def edecek yalnız o Zat olabilir ki, istikbal taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmünde, nefsimiz taht-ı idaresindedir.

 

Acaba Hâlık-ı Semâvat ve Arzdan başka hangi sebep var ki, en ince ve en gizli hâtırât-ı kalbimizi bilecek? Ve bizim için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüz bin boğucu emvâcından kurtaracak (hâşâ) Zât-ı Vâcibü’l-Vücuddan başka hiçbir şey, hiçbir cihette, Onun izin ve iradesi olmadan imdad edemez ve halâskâr olamaz.

 

Madem hakikat-i hal böyledir. Nasıl ki Hazret-i Yunus Aleyhisselâma o münâcâtın neticesinde hûtu ona bir merkûb, bir tahtelbahir ve denizi bir güzel sahrâ ve gece mehtaplı bir lâtif suret aldı. Biz dahi o münâcâtın sırrıyla “Senden başka ilâh yoktur.” demeliyiz. lailahe illa ente cumlesiyle istikbalimize, subhaneke kelimesiyle dunyamıza, inniküntüminezzalimin fıkrasıyla nefsimize nazar-ı merhametini celb etmeliyiz.

 

Tâ ki, nur-u İmân ile ve Kur’ân’ın mehtabıyla istikbalimiz tenevvür etsin ve o gecemizin dehşet ve vahşeti, ünsiyet ve tenezzühe inkılâp etsin. Ve mütemadiyen mevt ve hayatın değişmesiyle seneler ve karnlar emvâcı üstünde hadsiz cenazeler binip ademe atılan dünyamız ve zeminimizde, Kur’ân-ı Hakîmin tezgâhında yapılan bir sefine-i mâneviye hükmüne geçen hakikat-i İslâmiyet içine girip, selâmetle o denizin üstünde gezip, tâ sahil-i selâmete çıkarak hayatımızın vazifesi bitsin.

 

O denizin fırtınaları ve zelzeleleri, sinema perdeleri gibi tenezzühün manzaralarını tazelendirmekle, vahşet ve dehşet yerine, nazar-ı ibret ve tefekkürü keyiflendirerek okşayıp ışıklandırsın. Hem o sırr-ı Kur’ân’la, o terbiye-i Furkaniye ile, nefsimiz bize binmeyecek, merkûbumuz olup, bizi ona bindirip, hayat-ı ebediyemizin kazanmasına kuvvetli bir vasıtamız olsun.

 

Elhasıl:

Madem insan, mahiyetinin câmiiyeti itibarıyla, sıtmadan müteellim olduğu gibi, arzın zelzele ve ihtizâzâtından ve kâinatın kıyamet hengâmında zelzele-i kübrâsından müteellim oluyor. Ve nasıl ki hurdebinî bir mikroptan korkar, ecrâm-ı ulviyeden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar.

 

Hem nasıl ki hanesini sever, koca dünyayı da öyle sever. Hem nasıl ki küçük bahçesini sever; öyle de, hadsiz ebedî Cenneti dahi müştakane sever.

 

Elbette, böyle bir insanın Mâbudu, Rabbi, melcei, halâskârı, maksudu öyle bir Zat olabilir ki, umum kâinat Onun kabza-i tasarrufunda, zerrat ve seyyârat dahi taht-ı emrindedir. Elbette öyle bir insan daima Yunusvâri Senden başka ilâh yoktur. Sen her noksandan münezzehsin,Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.

 

Evet, insanın sevdiği ve korktuğu şeylere bakılırsa Rabbinden başka melcei olmadığı katidir. Artık dileyen rabbini bulsun. Rabbim cumle ummet i muhammedi hakiki bir şuurla Rabbiyle beraber eylesin inşallah

 

 

 

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

 

el Fatiha

 

Risale-i Nur Sohbetleri

Muhabbet-i Bakiye

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir