- Bu konu 19 yanıt içerir, 3 izleyen vardır ve en son Anonim tarafından güncellenmiştir.
-
YazarYazılar
-
3 Ekim 2011: 19:08 #797805Anonim
El’VAHHÂB
Hibe, karşılığı olmayan ivezsiz ve garazsız bir bağıştır.. Bu sıfatla bağışı çoğaltan kişiye cömert ve Vahâb (ziyadesiyle veren ve bağışta bulunan) denir.Gerçek Cömertlik, karşılığında hiç bir şey beklemeden vermek ve bağışlamak ancak Allah’tan beklenir.. Bu, ancak Allah’a mahsustur. Çünkü her muhtaca verdiği zaman karşılık beklemeden vermiş ve halen de vermektedir. Hem de peşin verir, vereceğini sonraya bırakmaz.
Bir kimse, bir bağışta bulunduğunda, karşılığını hemen beklerse ve yahut zamanla insanlar tarafından övülmesini veya en azından kınanmaktan kurtulmasını isterse o insan bağışta bulunmuş bir insan değildir. Cömert olmak şerefini bile ihraz etmiş sayılmaz.
Çünkü her verilen şeyin karşılığı mutlaka para veya mülk olamaz. Bazen da bunların cinsinden olmayan, elle tutulmayan manevi değerler de olabilir verdiği şeyin karşılığı.
Her kim şeref kazanmak veya övülmek için bir bağışta bulunursa o sadece bu bağışı meydana ..getiren bir işçi olabilir. Çünkü gerçek bağışlayıcı o kimsedir ki, herkes ondan karşılıksız faydalar görür, yani herkese ivezsiz ve garazsız faydası dokunur.
Hatta bazen öyleleri de olabilir ki, sırf hayrı (bak ne cimri adamdır, hiç hayır yapmıyor) demesinler için sırf korkusundan yapar, işte böyle bağışlarda bulunanlara da bağışta bulunan insan denemez. Çünkü bu da bağışını ötekiler gibi karşılık için yapmıştır.Tenbih
Kul’dan, hiç bir zaman gerçek manada cömertlik ve bağışlayıcılık beklenemez. Çünkü o, yapılacak bir işin, yapılmaması evla olunca o işi yapmaya katiyen yanaşmaz.Fakat, bütün varlığını hatta en aziz varlığı olan ruhunu Allah yolunda, Cennetine tama etmeden veya azabından kurtulmak gibi bir gaye beklemeden feda ederse o kişi şüphe yok ki gerçekten Vahhab (Bağışta bulunan) ve Cevad (son derece cömert olan) ismine layık olmuş olur.
Böyle olmayıp da sırf Allah’ın cennetine kavuşmak veya azabından kurtulmak gayesiyle yaparsa veyahut insanlar tarafından övülmek, beğenilmek dolayısıyla nam ve şöhret kazanmak için bir bağışta bulunmuşsa, o kişi her ne kadar zahiren karşılıksız bir bağışta bulunmuş hissini vererek, insanlar tarafından Cevad (son derece cömert) kabul edilirse de aslında böyle değildir.
Çünkü insanlar karşılığın yalnız madde olduğunu sanırlar oysa maddi olmayan, manevi olan karşılıklar da vardır.
Pekâlâ sadece Allah rızası için bir manevi nasip bekleyerek bütün varını bağış olarak veren kişi nasıl Cevad (fazla cömert) olma vasfına mazhar, olamaz? diye bir sual varid olursa deriz ki:
Bu tip kimselerin hazzı yalnız Allah’tır, rızasıdır, ona kavuşmaktır. İnsanoğlunun ihtiyari olan fiilleri ile kazanabilecek en büyük mutluluktur bu!
O öyle bir haz ve saadettir ki bütün mutluluklar onun yanında hiç kalır.
Şu halde Arif-i Billâh o kişidir ki, Allah’a yalnız Allah için ibadet eder. Yoksa karşılığında herhangi bir saadet beklemek için değil sözünün manası nedir?
Ayrıca Allah’a karşılıksız ibadet edenle, ondan bir şeyler bekleyen kişinin ibadeti arasında ne gibi farklar vardır? dersen, cevabım şu olur:
Haz, insanlarca yapılan herhangi bir ışın karşılığı demektir. Kul, ibadeti esnasında bu sibi niyet ve arzudan tamamen tecerrül ettiğinde, Allah’tan başka gayesi ve maksadı kalmamış demektir.Ona, insanların haz kabul ettiği şeylerden tamamen tecerrüt etmiş derler.
Mesela bir köle, efendisine, efendisi olduğu için değil de, ondan bir ikram beklemek için hizmet eder.
Efendi de kölesini, kölesi olduğu için değil de ondan hizmet ve hürmet beklemek için korur.
Bir baba böyle ini ya?
Bir baba, çocuğunu, çocuğu olduğu için korur, ondan menfaat beklemek için değil.
Hatta, oğlu ona gereken hürmeti göstermese bile yine onu düşünür, onun iyiliğine çalışır.
(Adama sende!) diyemez!
Bir kimse, bir şeyi (o şeyin kendisi için değil de) başka şeye ulaşmak için talep ederse: sanki onu talep etmemiş demektir. Çünkü istemesinde o gaye değil, başka şeydir. Altın isteyen kimse gibi.
Altın isteyen kişi, onu bizatihi istemez, bilâkis onunla yiyecek ve siyecek almak için ister.
Hatta yiyecek ve giyecek de bizatihi murat değildir; lezzet elde edip, elem ve kederi gidermek için arzulanmışlardır.Lezzet (zevk) bizatihi murat edilmiştir.Ardında başka gaye yoktur!
İnsanoğluna arız olacak elem ve kederin önlenmesi de öyle. İşte altın, yiyecek elde etmek için bir vasıtadır. Yemek de şehvet ve lezzet elde etmek için bir köprü!.Lezzet ise gayedir, vasıta değil.
İşte çocuk da bir baba için vasıla değildir.. Babanın onu arzulaması (sevmesi) onun selameti içindir. Çünkü çocuğun kendi, bizatihi pederin hazzıdır.
Allah’a Cennet için ibadet eden de böyledir: Allah onu (Cenneti) kendisinin aranması ve istenmesi için bir vasıta kılmıştır; gaye değil. Vasıtayı şöyle anlayabiliriz:
Şayet gayeye onsuz (vasıtasız) ulaşılacak olursa o aranmaz.Dünyevi istekler eğer altınsız elde edilse hiç şüphe yok ki, altın aranmaz. Kimse ona iltifat etmez. Şu halde gerçekte mahbûb olan ulaşılmak istenen gayedir, altın değil.
Eğer Allah’a ibadet edilmeden cennet elde edilseydi, kimse Allah’a ibadet etmezdi. Şu halde Abid’in (ibadet eden kişinin) mahbûbu ve matlûbu cennetti, başkası değil.
Lakin Allah’tan gayri mahbûbu olmayan, bütün hazzı ve gayesi Allah’a kavuşmak olan kişi böyle değildir. Onun bütün gayesi ve arzusu Allah’a kavuşmak, Melei Alâ da mukarreblerde beraber olmaktır.
İşte bu niteliği taşıyan kişiye “O, sadece Allaha ibadet ediyor, yani Allah’a Allah için ibadet ediyor; başka bir gaye güderek değil.”derler.
Bu demek değildir ki, onun hiç bir hazzı yoktur.. Onun hazzı vardır ve o hazzı yalnız Allah’tır, O’ndan başkası değil.
Allah’a kavuşmak, onu müşahede etmek, onu bilmek sevinç ve neşesine inanmayan, ona müştak olamaz.Ona müştak olmayan, hakkında, Allah’ın onun gayesi olduğu düşünülemez. Bu sebepledir ki, o kişi yaptığı ibadet babında, sadece maddiyatı düşünen kötü bir işçi gibi olur.
Ne yazık ki insanların çoğu, bu zevki tatmamışlardır, bu zevki tatma mı şiardır, Allah’ın cemaline bakmanın lezzetini anlayamamışlardır. Bu tıp kimselerin imam yalnız dilledir.İçlerine işlememiştir., Çünkü içlerinden biran evvel Cennette Müminlerin emrine verilecek hurilere kavuşmak isterler.
Bütün bu anlattıklarımızdan şu neticeyi eide ediyoruz:
Hazlardan hali olmak muhaldir. Allah’a kavuşmak hazların en büyüğüdür. Eğer insanların kabul ettiği, yapılan herhangi bir işin karşılığı olan maddi veya manevi menfaa’tı bir haz olarak kabul ederseniz ben buna (Haz) demem.
Kul hakkında elde edilmesi, ondan mahrum olmasından daha iyi ise tabii ki bu onlarca haz kabul edilebilir.
18 Aralık 2011: 23:20 #800937AnonimEr’REZZAK
Rızıkları, ve nzik verdiği varlıkları yaratan, rızık-larını onlara ulaştıran, rızıklaıia faydalanmalarına temin eden hiç şüphe yok ki, O’dur!
Rızık iki kısımdır:
[DIKKAT]1 — Beden için olan, azıklar ve yemekler gibi zahiri nzık,
2 — Batınî rızık. (Yani ruhun rızkı).[/DIKKAT]
Batınî rızık, marifetler ve mükaşefelerdir ki, bunlar kalbler için hazırlanmış en şerefli rızıklardır.. Çünkü bunun semeresi, ebedî hayattır; zahiri olan rızkın semeresi ise belirli bir zamana kadar bedenin kuvvetini sağlar.Bu iki rızık çeşitini yaratan ve erbabına isal eden (ulaştıran) şüphe yok ki, Allah’tır.. Lâkin onu, dilediğine bolca verir, istediğine karşı da azaltır…
TENBÎH :
Bu vasıftan kul’un hazzı (nasibi) iki şey olabilir:1 — Bu vasfın gerçek sahibi Allah olduğunu bilmesi, O’ndan başka kimsenin müstahak olmadığını iyiden iyiye anlarnasıdır. Böylece rızkı ancak O’ndan bekler. Bu hususta O’ndan başkasına itimad ve tevekkül etmez.
Hatem’ül – Esem’den (1) rivayet edilmiştir: Bir adam ona sordu:
— Nerden yiyorsunuz?— Onun hazinesinden…
— Sana gökten ekmek mi yağdırıyor?— Yeryüzü o un olmasaydı, elbette ekmeği gökten yağdırırdı…
— Siz sözü tevil ediyorsunuz!
— Çünkü o, gökten ancak kelâmı indirmiştir!..
— Anlaşıldı sizinle baş edemiyeçeğim!
— Çünkü batıl, hakla hiç bir zaman başa çıkamaz!…
2 — Ona kılavuz bir ilim, öğretici bir dil, sadaka verip, de menfaat sağlayan bir el verdiğini bilmesidir.. Bunlar, söyliyeceği güzel sözler, ve yapacağı güzel işler vasıtasıyla kalbler için şerefli rızkın temin edilmesine yol açarlar..
Allah bir kulu sevdimi, halkın ona olan ihtiyacını artırır…Rızıklann halka ulaşılması babında, Allah ile kul arasında vasıta olduğu müddetçe, vasıftan bir nasip-almış olur. Peygamberimiz (S.A.V.) buyurmuşlardır:
«Allah’ın emrettiğini, isteyerek veren emin haznedar,. hiç şüphe yok ki, tasaddukta bulunanlardan biridir.»Kulların elleri, Allah’ın hazineleridir..
Ellerini bedenlerin rızıklanmasi için, seferber eden, dilini kalblerin rızıklanması rçin ayakta tutan kişi, bu sıfatın sevabına. nail olacakların en şereflisidir!
Bak. Risale-i Küşeyrî sf: 56, Ne’fabat-ül Ons sf: 130, Tabakat ı Siilemî sf: 91 – 97, Tabakat-ı Şaranl C. 1. sf: 93 v.s.
11017 Ocak 2012: 19:05 #801653AnonimEL’FETTAH
O, öyle bir varlıktır ki, onun inayetiyle bütün kapalı (kapılar) açılır, hidayetiyle her müşkül hal olur da peygamberlerine ülkeler feth edip düşmanlarının ellerinden çıkarır de şöyle buyurur:
“Biz hakiykat sana (Hüdeybiyye müsalehası ile) apaşikar bir feth (ü zafer yolu) açtık…” [67]Velilerinin kalplerinden perdeyi kaldırıp onlara, Semasının melekütüne, kibriyasının cemaline giden kapıları açar…
Ve şöyle buyurur:
“Allahın insanlara açacağı herhangi bir rahmeti tutacak yoktur.”[68]
Gayb anahtarlarını ve rızık anahtarlarını elinde (kudretinde) bulunduran o (yüce varlık) hiç şüphe yok ki, (Fettah) olmaya en layık olur!…. [69]
Tenbih
Kulun silkinmesi lazımdır ki yapacağı güzel nasihatlerle müşkülât kilitleri kırılsın, vereceği güzel öğütlerle de halkın anlayamadiği dini ve dünyevi meselelerine bir çözüm yolu bulunsun. Bu sayede o, El Fettah isminden gereği gibi yararlanmış olabilir… [70]
[67] El-Fetih: 48/1
[68] El-Fatır: 35/2
[69] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 96.
[70] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 96-97.24 Ocak 2012: 13:39 #801778AnonimEL’ALİM
Bu ismin manası açıktır. Bunun kemali; her şeyi tam manasıyla bilmekle, yani dışını, içini, inceliğini, açıldığını, önünü, sonunu, başlangıcını ve bitimini bilmekle olur..Bu açıklanması bakımından, malumat (bilinen şeyler) den istifade edilmiş değil de, malumatın kendisinden istifade edilmiş olması gerekir. Aksi halde o ilme tam ilim denilemez.. [71]
Tenbih
Alim vasfından kulun nasibi malûm…Lakin onun ilmi ile Allah’ın ilmi üç hususta ayrılır:
1- Malûmat (bilinenler)in çokluğunda.Kulun malumatı (bildikleri) ne kadar çok olursa olsun yine de mahduddur, azdır. Namütenahi ilimler nerde, o (kul) nerde?…
2- Kulun bilmesi, veya anlayışı, her ne kadar vuzuh bulsa da, asıl gayeye vasıl olamaz. Bilâkis onun eşyayı müşahede etmesi, ince bir perdenin ardından görmesi gibi bir şeydir.. Keşif derecelerindeki farkı inkâr edemezsin. Sabahın alaca karanlığıyla günün ortasındaki aydınlık bir olabilir mi?
3- Allah’ın ilmi,eşyadan istifade edilmiş değildir, bilâkis bütün eşya onun ilminden istifade edilmiştir. Kulun eşyayı bilmesi, eşyaya tabidir Ve onun sayesinde meydana gelmiştir.
Bu söz aklını, kurcaladı ise, satranç öğrenen kişinin ilmi ile asıl satrancı bulan kişinin ilmini bir karşılaştır. O zaman, satrancı bulan kişinin satrancın vücuduna (varlığına) sebep olduğunu satrancın varlığı da, öğrenen kişinin bilgisine sebep olduğunu anlamakta güçlük çekmezsin.
Şu halde satrancı bulan kişinin ilmi, satrançtan önce gelmiştir.Satrancı öğrenen kişinin bilgisi, bu yüzden gecikmiş ve sonra elde edilmiştir. İşte Allah’ın ilmi de böyledir. Eşyadan öncedir, eşyanın varlığına sebep olmuştur.
Bizim ilmimiz ise, bunun aksine eşyadan sonradır.
Kulun ilim sayesinde elde ettiği şeref; ilmin, Allah sıfatlarından oluşu sebebiyledir. Lakin en şerefli ilim, malumu (bilineni) en şerefli olandır. Bilinmişlerin en şereflisi şüphe yok ki, Allahü Zülcelaldır.Bunun için marifetullah, marifetlerin en efdali olmuştur. Hatta sair eşyayı bilmek de, Allah’ın işlerini bilmeye yahut kulu Allah’a yaklaştıracak yolu bilmeye veya da marifetullah’a ulaştıracak herhangi bir hususa sebep veya vesile olduğu için şeref sayılmıştır.
Bunun dışında kalan her bilgi bu kadar şerefi haiz değildir…
23 Temmuz 2012: 20:33 #806018AnonimEl’KABIZ El’BÂSIT
Ölüm anında varlıkların ruhunu kabz eden, hayat vereceği zaman onlara ruhları veren,
zenginlerden sadakaları (zekâtları) alan, fakirlere rızkı veren, zenginlere bolca ihsan da
bulunan, fakirlerden rızkı kısıp onları darda bırakan, kalbleri kabz edip onları cemalinden
mahrum bırakan, yahut kalblere inşirah verip lütf-ü ihsanına boğan hep O’dur!..
TENBÎH:Kullardan bu vasıflara mazhar olan o kişilerdir ki, kendilerine hikmetli sözler ve mükni bilgiler ilham edilmiştir.
Bu ulvî istidat ve kabiliyetler sayesinde, insanların kalblerini, gönüllerini kâh Allah’ın çeşitli nimetlerinden, bitmez ihsan ve lütüflarından söz ederek ferahlatırlar; kâh Allah’ın Kibriya ve Celâl sıfatlarından, düşmanlarına karşı reva göreceği çeşitli azablarindan söz ederek onların kalplerini kabz ederler (yani daraltır ve sıkarlar..)
Meselâ; Allah’ın Resulü Sallallâhü Aleyhi ve Sellem önce sahabenin kalbini ibadetten, «Allah,” kıyamet günü Ademe (A.S.) ateşe göndereceklerini gönder, diyecek..
Adem soracak:— Ne kadar Ya Rab?
Allah, her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuzunu, gönder, emrini verecek..» diyerek soğutmuştur.
Onların kalblerinin kırıldığını ve ibadete karşı olan şevklerinin zayıfladığını görünce yeniden kalplerini yapmış ve şöyle buyurmuşlardır:
23 Temmuz 2012: 20:47 #806019AnonimEl’HAFİD ER’RAFİKâfirleri, felâkete duçar etmekle alçaltan; Müminlere saadetler bahş ederek yükselten O’dur!
O, velîlerini kendisine yaklaştırarak yükseltir; düşmanlarını kendinden uzak ederek alçaltır!Mahsusât (his edilenler) ve mütehayyilât (Hayâl edilenlere) önem vermeyip, iradesini şehveti kamçılayan hususlardan arıtan kimseyi, şüphesiz ki mukarrep meleklerin yanına yükseltir..
Her kimde şehvetinin zebûnu olur da hayvanlar gibi her şeyin zevk ve safâdan ibaret olduğuna inanırsa onu da esfele saf iline alçaltır. (indirir). İşte bu güce sahib olan ancak Allah’tır..
Çünkü O, hem Hafiddir, hem Rafi… TENBÎH :Kul, bu isimden şöyle istifade edebilir: Hakkı görünce kaldırır, bâtılı görünce yerin dibine indirir.. Bu da ancak, haklıya arka çıkmak, haksızı haksızlıktan menetmekle olur…
Allah’ın düşmanlarını alçaltmak gayesiyle, onlara saldırır; dostlarını da yükseltmek için yardımlarına koşar.
Bazı dostlarına hitaben;
Allah buyurmuştur:
(Bu hadis, Hadis-i Kudsi’dir.)Dünyadaki zühdün kendi rahatlığın içindir.
-
YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.