Konuya cevap cer

İkinci Esas: 

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hem beşerdir, beşeriyet itibariyle beşer gibi muamele eder; hem Resuldür, risalet itibariyle Cenab-ı Hakk'ın tercümanıdır, elçisidir. Risaleti, vahye istinad eder. Vahiy iki kısımdır:


Beşer: İnsan.

Beşeriyet: İnsanlık.

Resul: Peygamber.

Risalet: Peygamberlik.

Vahy: Allah'ın (cc) peygamberlere bildirdiği ve gönderdiği haberler ve bilgiler.

İstinad: Dayanma.



Biri: 

"Vahy-i sarihî"dir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahalesi yoktur. Kur'an ve bazı ehadîs-i kudsiye gibi...


Vahy-i sarihî: Sözüyle ve manasıyla açık şekilde Allah (cc) tarafından bildirilen vahiy.

Mübelliğ: Tebliğ eden, bildiren, duyuran.

Ehadîs-i kudsiye: Hz.Peygamberin (asm) mübarek kutsal sözleri.



İkinci Kısım: 

"Vahy-i zımnî"dir. Şu kısmın mücmel ve hülâsası, vahye ve ilhama istinad eder; fakat tafsilâtı ve tasviratı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a aittir. O vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvirde, Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm bazan yine ilhama, ya vahye istinad edip beyan eder veyahut kendi ferasetiyle beyan eder. Ve kendi içtihadıyla yaptığı tafsilât ve tasviratı, ya vazife-i risalet noktasında ulvî kuvve-i kudsiye ile beyan eder veyahut örf ve âdet ve efkâr-ı âmme seviyesine göre, beşeriyeti noktasında beyan eder.


Vahy-i zımnî: Kısaca ve özet şekilde Allah (cc) tarafından bildirilip ayrıntısı ve tamamlanması Peygamberimize (asm) ait vahiy.

Mücmel: Kısa, öz, özet.

Tafsilât: Açıklamalar, geniş bilgiler, ayrıntılı bilgiler.

Tasvirat: Tasvirler, anlatmalar.

Zât-ı Ahmediye: Hz.Muhammedin (asm) kendisi.

Feraset: Üstün anlayış, güçlü hızlı seziş.

İçtihad: Ayet ve hadislere dayanarak yeni çıkan durumlara cevap olacak hüküm ve kuralları çıkarma.

Vazife-i risalet: Peygamberlik görevi.

Kuvve-i kudsiye: Kutsal ve kusursuz güç.

Efkâr-ı âmme: Umumun fikri, halkın düşüncesi, genel düşünce.



İşte her hadîste bütün tafsilâtına, vahy-i mahz noktasıyla bakılmaz. Beşeriyetin muktezası olan efkâr ve muamelâtında, risaletin ulvî âsârı aranılmaz. Madem bazı hâdiseler mücmel olarak mutlak bir surette ona vahyen gelir, o da kendi ferasetiyle ve tearüf-ü umumî cihetiyle tasvir eder. Şu tasvirdeki müteşabihata ve müşkilâta bazan tefsir lâzım geliyor, hattâ tabir lâzım geliyor. Çünki bazı hakikatlar var ki, temsil ile fehme takrib edilir. Nasılki bir vakit huzur-u Nebevîde derince bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: "Şu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp, şimdi Cehennem'in dibine düşmüş bir taşın gürültüsüdür." Bir saat sonra cevab geldi ki: "Yetmiş yaşına giren meşhur bir münafık ölüp, Cehennem'e gitti." Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ın belig bir temsil ile beyan ettiği hâdisenin tevilini gösterdi.


Vahy-i mahz: Tam vahiy, her bakımdan ve bütün ayrıntılarıyla Allah'ın (cc) bildirmesi ve haber vermesi. 

Mukteza: İktiza eden, gereken.

Efkâr: Fikirler, düşünceler.

Muamelât: Muameleler, işlemler, hareketler ve davranışlar.

Âsâr: Eserler, işaretler.

Mücmel: Kısa, öz, özet.

Vahyen: Vahiy olarak.

Tearüf-ü umumî: Umumi tearüf, herkesin bilip ve tanıması.

Müteşabihat: Manası açık olmayanlar, benzetmeler ve örneklerle anlatmalar.

Fehm: Anlayış.

Belig: Gerçeğe ve dinleyicilere en uygun ve tam yerinde, belâgatlı.

Tevil: Bir sözden gaye edilmiş olması mümkün olan mana.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst