Konuya cevap cer

Üçüncü Esas: 

Naklolunan haberler eğer tevatür suretinde olsa, kat'îdir. Tevatür iki kısımdır. {(Haşiye): Şu risalede "tevatür" lafzı, Türkçe "şâyia" manasındaki tevatür değil, belki yakîni ifade eden, yalan ihtimali olmayan kuvvetli ihbardır.}


Tevatür: Yalan ihtimali olmayan kuvvetli haber.

Şâyia: Yayılmış haber, söylenti.

Yakîni: Şüphesiz, sağlam ve kesin bilgi. 



Biri "sarih tevatür", biri "manevî tevatür"dür. Manevî tevatür de iki kısımdır: Biri sükûtîdir. Yani, sükût ile kabul gösterilmiş. Meselâ: Bir cemaat içinde bir adam, o cemaatin nazarı altında bir hâdiseyi haber verse, cemaat onu tekzib etmezse, sükût ile mukabele etse, kabul etmiş gibi olur. Hususan haber verdiği hâdisede cemaat onunla alâkadar olsa, hem tenkide müheyya ve hatayı kabul etmez ve yalanı çok çirkin görür bir cemaat olsa, elbette onun sükûtu o hâdisenin vukuuna kuvvetli delalet eder.


Sarih: Açık, belirli, belli, aşikar. 

Skûtî: Sessiz kalmakla alakalı, sessizlikle ilgili.

Tekzib: Yalanlamak. 

Müheyya: Hazır, hazırlanmış. 

Delalet: Delil olma, yol gösterme. 



İkinci kısım tevatür-ü manevî şudur ki: Bir hâdisenin vukuuna, meselâ "Bir kıyye taam, ikiyüz adamı tok etmiş" denilse; fakat onu haber verenler, ayrı ayrı surette haber veriyor. Biri bir çeşit, biri başka bir surette, diğeri başka bir şekilde beyan eder.. fakat umumen, aynı hâdisenin vukuuna müttefiktirler. İşte mutlak hâdisenin vukuu; mütevatir-i bil-manadır, kat'îdir. İhtilaf-ı suret ise, zarar vermez. Hem bazan olur ki; haber-i vâhid, bazı şerait dâhilinde tevatür gibi kat'iyyeti ifade eder. Hem bazan olur ki; haber-i vâhid haricî emarelerle kat'iyyeti ifade eder.


Tevatür-ü manevî: Mana bakımından yalan ihtimali olmayan kuvvetli haber.

Mütevatir-i bil-mana: Değişik şekillerde fakat aynı manada birçok kimselerin bildirdiği yalan olamaz sağlam haber.

İhtilaf-ı suret: Görünüş farklılığı. 

Haber-i vâhid: Bir kaynaktan gelen haber.

Kat'iyyet: Kesinlik.



İşte Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dan bize naklolunan mu'cizatı ve delail-i nübüvveti, kısm-ı a'zamı tevatür iledir; ya sarihî, ya manevî, ya sükûtî. Ve bir kısmı çendan haber-i vâhid iledir. Fakat öyle şerait dâhilinde, nekkad-ı muhaddisîn nazarında kabule şâyan olduktan sonra, tevatür gibi kat'iyyeti ifade etmek lâzım gelir. Evet muhaddisînin muhakkikîninden "El-Hâfız" tabir ettikleri zâtlar, lâakal yüzbin hadîsi hıfzına almış binler muhakkik muhaddisler, hem elli sene sabah namazını işâ' abdestiyle kılan müttaki muhaddisler ve başta Buharî ve Müslim olarak Kütüb-ü Sitte-i Hadîsiye sahibleri olan ilm-i hadîs dâhîleri, allâmeleri tashih ve kabul ettikleri haber-i vâhid, tevatür kat'iyyetinden geri kalmaz.


Mu'cizat: Mucizeler.

Delail-i nübüvvet: Peygamberlik delilleri.

Kısm-ı a'zam: En büyük kısım.

Sükûtî: Sessiz kalmakla alakalı, sessizlikle ilgili.

Şerait: Şartlar.

Nekkad-ı muhaddisîn: Peygamber Efendimizin sözünü diğer sözlerden çok kolayca seçip ayırabilen büyük hadis alimleri.

El-Hâfız: Hadis ilminde uzman olup en az yüz bin hadisi ezberine alan büyük islâm alimlerine verilen rütbe ve nam.

Müttaki: Günahlardan ve yasaklardan çekinen, takva sahibi.

Kütüb-ü Sitte-i Hadîsiye: Altı hadis kitabı, Hz.Muhammedin (asm) söz, davranış ve hareketleriyle ilgili yazılmış altı kitab. İsimleri: Buhari, Müslim, İbn-i Mace, Ebu-Davud, Tirmizi, Nesai.

İlm-i hadîs: Hadis ilmi.

Allâme: Çok büyük âlim.



Evet fenn-i hadîsin muhakkikleri, nekkadları o derece hadîs ile hususiyet peyda etmişler ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın tarz-ı ifadesine ve üslûb-u âlîsine ve suret-i ifadesine ünsiyet edip meleke kesbetmişler ki; yüz hadîs içinde bir mevzu'u görse, "Mevzu'dur" der. "Bu, hadîs olmaz ve Peygamber'in sözü değildir" der, reddeder. Sarraf gibi hadîsin cevherini tanır, başka sözü ona iltibas edemez. Yalnız İbn-i Cevzî gibi bazı muhakkikler tenkidde ifrat edip, bazı ehadîs-i sahihaya da mevzu' demişler. Fakat her mevzu' şey'in manası yanlıştır demek değildir; belki "Bu söz hadîs değildir" demektir.


Fenn-i hadîs: Hadisleri inceleyen ilim.

Muhakkik: Araştırmacı.

Nekkad: Seçici, ayırıcı, iyiyi kötüden seçip ayıran.

Tarz-ı ifade: Anlatma şekli, ifade tarzı.

Üslûb-u âlî: Yüksek üslub, üstün anlatma şekli.

Suret-i ifade: İfade şekli.

Meleke: Tecrübelerin veya tekrarlamaların sonucu kazanılan bilgi ve beceri alışkanlığı.

İltibas: Birbirine karıştırma, birbirine benzeyenleri birbirinden ayırt edemeyip karıştırma.

Ehadîs-i sahiha: Doğruluğu şüphesiz ve kesin olan hadisler.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst