Konuya cevap cer

Hem Haricîlerin içinde Züssedye denilen bir adamı, garib bir nişanla alâmet olarak haber vermiştir ki; Havariçlerin maktulleri içinde o adam bulunmuş; Hazret-i Ali, onu hakkaniyetine hüccet göstermiş. Hem mu'cize-i Nebeviyeyi ilân etmiş.


Hem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm; Ümm-ü Seleme'nin, daha diğerlerin rivayet-i sahihi ile haber vermiş ki: "Hazret-i Hüseyin, Taff yani Kerbelâ'da katledilecektir." Elli sene sonra, aynı vak'a-i ciğersûz vukua gelip, o ihbar-ı gaybîyi tasdik etmiş.


Hem mükerreren ihbar etmiş ki: "Benim Âl-i Beytim, benden sonra

ﻳَﻠْﻘَﻮْﻥَ ﻗَﺘْﻠﺎً ﻭَ ﺗَﺸْﺮِﻳﺪًﺍ yani; katle ve belaya ve nefye maruz kalacaklar." Ve bir derece izah etmiş, aynen öyle çıkmıştır.



Şu makamda bir mühim sual vardır ki; denilir ki: "Hazret-i Ali, o derece hilafete liyakatı olduğu ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a karabeti ve hârikulâde cesaret ve ilmi ile beraber, neden hilafette tekaddüm ettirilmedi ve neden onun hilafeti zamanında İslâm çok keşmekeşe mazhar oldu?.."


Elcevab: Âl-i Beyt'ten bir kutb-u a'zam demiş ki: "Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ali'nin (R.A.) hilafetini arzu etmiş, fakat gaibden ona bildirilmiş ki: Murad-ı İlahî başkadır. O da, arzusunu bırakıp, murad-ı İlahîye tâbi' olmuş."


Murad-ı İlahînin hikmetlerinden birisi şu olmak gerektir ki: Vefat-ı Nebevî'den sonra, en ziyade ittifak ve ittihada gelmeye muhtaç olan Sahabeler; eğer Hazret-i Ali başa geçseydi, Hazret-i Ali'nin hilafeti zamanında zuhura gelen hâdisatın şehadetiyle ve Hazret-i Ali'nin mümaşatsız, pervasız, zâhidane, kahramanane, müstağniyane tavrı ve şöhretgir-i âlem şecaatı itibariyle, çok zâtlarda ve kabîlelerde rekabet damarını harekete getirip, tefrikaya sebeb olmak kaviyyen muhtemeldi. 


Hem Hazret-i Ali'nin hilafetinin teehhür etmesinin bir sırrı da şudur ki: Gayet muhtelif akvamın birbirine karışmasıyla, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın haber verdiği gibi, sonra inkişaf eden yetmişüç fırka efkârının esaslarını taşıyan o akvam içinde, fitne-engiz hâdisatın zuhuru zamanında, Hazret-i Ali gibi hârikulâde bir cesaret ve feraset sahibi, Hâşimî ve Âl-i Beyt gibi kuvvetli, hürmetli bir kuvvet lâzım idi ki, dayanabilsin. Evet dayandı... Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın haber verdiği gibi: "Ben Kur'anın tenzili için harbettim, sen de tevili için harbedeceksin!" 


Hem eğer Hazret-i Ali olmasaydı, dünya saltanatı, mülûk-u Emeviyeyi bütün bütün yoldan çıkarmak muhtemeldi. Halbuki karşılarında Hazret-i Ali ve Âl-i Beyt'i gördükleri için, onlara karşı müvazeneye gelmek ve ehl-i İslâm nazarında mevkilerini muhafaza etmek için ister istemez Emeviye Devleti reislerinin umumu, kendileri olmasa da, herhalde teşvik ve tasvibleriyle etba'ları ve taraftarları, bütün kuvvetleriyle hakaik-i İslâmiyeyi ve hakaik-i imaniyeyi ve ahkâm-ı Kur'aniyeyi muhafazaya ve neşre çalıştılar. Yüzbinlerle müçtehidîn-i muhakkikîn ve muhaddisîn-i kâmilîn ve evliyalar ve asfiyalar yetiştirdiler. Eğer karşılarında Âl-i Beyt'in gayet kuvvetli velayet ve diyanet ve kemalâtı olmasaydı, Abbasîlerin ve Emevîlerin âhirlerindeki gibi, bütün bütün çığırdan çıkmak kaviyyen muhtemeldi.




Haricîler: Hz.Ali'ye (ra) karşı isyan ederek katı ve ölçüsüz hareketler sergilemiş ve islâm dininden bazı konularda sapmış olanlar. 

Maktul: Öldürülmüş 

Hakkaniyet: Haklılık, doğruluk, gerçeklik.

Mu'cize-i Nebeviye: Hz.Peygamberin (asm) mucizesi.


Ümm-ü Seleme: Peygamberimizin (asm) en son vefat eden hanımı.

Hazret-i Hüseyin: Peygamber Efendimizin torunu. 

Kerbelâ: Irak'ta Peygamberimizin torunu Hz. İmâm-ı Hüseyin`in şehid edildiği ve türbesinin bulunduğu yer.

Vak'a-i ciğersûz: Ciğeri yakan vak'a, yürek yakan olay.

İhbar-ı gaybî: Gayba ait haber, gizli görünmezlerle ilgili haber vermek.


Mükerreren: Tekrarlı olarak, tekrar be tekrar.

Âl-i Beyt: Peygamberimizin (asm) soyundan olanlara verilen bir isimdir.


Hilafet: Bir kimseye halef olma, birinin yerini tutma, onun yerine geçme. *Halifelik, Hz. Peygamber'in vekillliği, Hz. Peygamber'e vekil olarak müslümanları ve İslâmlığı koruma görevi; İslâm devlet reisliği. 

Tekaddüm: Öne geçme.


Kutb-u a'zam: En büyük kutub, zamanın en büyük velisi.

Murad-ı İlahî: İlahî murad, Allah'ın (cc) gayesi.


Vefat-ı Nebevî: Peygamberimiz Hz.Muhammedin (asm) vefatı (ölümü). 

İttihad: Birleşme, birlik.

Zuhur: Meydana çıkma, ortaya çıkma, görünme.

Hâdisat: Hadiseler, olaylar.

Mümaşat: Görünüşte dostça geçinmek, uyumlu olmak, uygunluk.

Zâhidane: Din için dünyayı önemsemez şekilde, dindeki temel görevlerin dışında dünyanın süs ve makamlarını önemsemez şekilde.

Kahramanane: Kahramancasına.

Müstağniyane: İhtiyaç duymaz şekilde, hiçbir menfaat ve çıkar istemez ve beklemez şekilde.

Şöhretgir-i âlem: Dünyada ünlü, dünyada meşhur.

Şecaat: Cesaret, cesurluk, kahramanlık.

Tefrika: Ayrılık, nifak, bozuşmak.

Kaviyyen: Kuvvetli olarak, kesin olarak, şüphesiz olarak.


Teehhür: Geciktirme, erteleme.

Akvam: Kavimler, milletler, topluluklar.

İnkişaf: Açılma, meydana çıkma, gelişme, ilerleme.

Efkâr: Fikirler, düşünceler.

Fitne-engiz: Fitne çıkaran, fitneyi karıştıran.

Feraset: Üstün anlayış, güçlü hızlı seziş.

Hâşimî: Peygamberimiz Hz. Muhammed'in kabilesinden, onun sülâlesinden gelen.

Âl-i Beyt: Hz. Muhammed'in (asm) ailesinden olan.

Tenzil: İndirme. 

Tevil: Bir sözden gaye edilmiş olması mümkün olan mana. Bu mana bundan kasdedilmiş olması mümkündür ve olabilir demek.


Mülûk-u Emeviye: Emevî devleti hükümdarları.

Ehl-i İslâm: Müslümanlar.

Etba': Tabi olanlar, bağlılar.

Hakaik-i İslâmiye: İslam dinine ait hakikatlar.

Hakaik-i imaniye: İnançla ilgili gerçekler.

Ahkâm-ı Kur'aniye: Kur'anın hükümleri.

Müçtehidîn-i muhakkikîn: Araçtırmacı müçtehidler.

Muhaddisîn-i kâmilîn: Üstün dereceye ulaşmış hadis alimleri.

Asfiya: Sâfiyet, kemâlât ve takvâ sahibi olan, Hz. Peygamber'in (asm) vârisi hükmünde, onun meslek ve gayelerini hayata geçirmeye ve tatbike çalışan âlim zâtlar.

Velayet: Veli ve ermiş olan kimsenin hali ve sıfatı. 

Diyanet: Dindarlık, dinin emir ve yasaklarına bağlılık.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst