2007 SEMPOZYUM NOTLARI - GIDEMEYENLER MUTLAKA OKUYUN !!!

GuLSerbeti

Well-known member
SEMPOZYUM NOTLARI (2007)


Nurun bayramı

Nurun bayramı diyorum. Çünkü üstad hazretleri sadece bir kitabın matbaa ile basıldığında sevincinden ne yapacağını bilememiş. Ve Nurun bayramı diye isimlendirmiş. Çünkü bu sayede çok daha fazla insana bu eserler kolaylıkla ulaşacaktı. İşte bu sempozyumda aynen o zamanlarda olduğu gibi nurun yayılmasına öyle bir hizmet ediyor ki üstad hazretleri bu zamanda olsaydı “kardeşlerim benim artık yaşamama gerek yok. (Yusuf A.S.’ın en mutlu anında yaptığı gibi) Ya rabbi sen benim canımı şimdi al.” derdi. Bu sempozyum gerçekten de nurun bir bayramı olmuştur.


Tam üç yıldır gözlüyorduk bu günü. Günlerdir aç kalan bir kişinin yemek gününü gözler gibi, evladını askere göndermiş bir annenin gelişini gözlemesi gibi bişey bu.

Bunu böyle tanımlamamın sebebi iki defadır bu sempozyumlara katılmış birisi olarak ne kadar manevi lezzetler tattığımızı bildiğimdir.


2004’teki sempozyum açılışını (erkenden gittiğim halde) yer bulamayıp dışarıda kurulan dev monitörlerden birinin önünde izlediğim için bu sefer biraz daha erkenden gidip salon içinde yerimi aldım.


Hemen hemen Türkiye’nin her yerinden sempozyuma katılımın olduğunu dışarıdaki otomobil ve otobüslerin plakalarından görebiliyorsunuz. (sadece İzmir’den otobüs konvoyu oluşturarak gelindiğinin haberini de almıştım) öyle ki daha sempozyum başlamadan bir saat önce Mydonose Showland diye bilenen devasa salonun tüm koltukları dolmuştu bile. Bu manzarayı gözlerimle gördüğüm için merak etmeye başlıyorum. Acaba bu salon kaç kişilik. Nihayet bu merakımı 3.gün kapanış konuşmasında öğreneceğim ki toplam 10 bin kişi alıyormuş. Müthiş bir rakkam.


Konu adalet olunca hemen akla güvenlik de geliyor. On bin kişilik salonda hiçç polis olmadığı gibi sadece giriş çıkışta ve sadece numune için bir iki polis görmüştüm. Şahsen hiç gitmediğim halde TV ve gazetelerden biliyorum ki böyle bir sayıdaki bir spor etkinliğine hususan futbolda yüzlerce polis sadece içerde görev almaktaymış. Dışarıda insanları sıraya koymak, sükuneti sağlamak, insanları üzerlerinde getirdikleri döner bıçaklarını sahaya almamak için çok ciddi sayıda güvenlik görevlisi vazife yapmaktaymış. Bırakın spor çalışmalarını, politik ve tarihsel bir etkinlikte bile çook ciddi güvenlik organizasyonları yapıldığını düşündüğümüzde, üstad hazretlerinin nur talebelerini ne kadar da sağlam bir şekilde bilinçlendirdiğini anlayacak ve son gün bir Arap profesörün de tebliği sırasında kullanacağı gibi “hey be Üstad’ım. Sen ne büyükmüşsün” demeden kendimi alamıyorum.


On bin kişi. Gürültü yok. Saygı hat safhada. Adil bir ruh ile donatılmış 10 bin kişi.

Durum böyle olduğu zaman bu insanlarla nereye giderseniz gidin ne etkinliği yaparsanız yapın çok keyif alırsınız. Çünkü onların hepsi ayrıca birer zeki muhataptırlar da.


İçeri girmek için kuyrukta, daha önceleri sol görüşlü eylem ve etkinliklerde görev yapmış bir öğretmen ile yan yana kuyrukta beklerken benimle enteresan bişey paylaştı. Dedi ki “sana bişey söyleyeyim. Bak şimdi burada yüzlerce insan kuyrukta bekliyor. Ama kimse kimseyi ezmiyor. Kimse kimseyi kırmıyor.. Hepsi çok zeki ve bilinçli insanlar. Biz o zamanlar faaliyetlerimizde bu topluluğun onda birini bulsaydık emin ol bakanlığı sallıyorduk. Hele buradakiler gibi bilinçli insanlarımız yoktu bile. Bizim topluluklarınızda 100 kişi varsa ancak 10 tanesi bilinçli oluyordu. Gerisi kuru kalabalık. Emin ol burada toplanmış olan bu insanlardan (çok değil) 100 tanesi (o zaman) bizde olsaydı yemin ediyorum yaptığımız eylemlerle bakanlığı sallardık” dedi.

Düşünebiliyor musunuz durumu. Kuru kalabalıklarla neler yapmışlar.

Ama şimdi burada sadece bir tane güvenlik elemanı (polis değil. Organizasyon personeli) kapıda duruyor ve lütfen sıraya giriniz ve bize yardımcı olunuz diyor. Ve bu insanlar rahatlıklar sıraya girerek içeri girmeyi hızlandırıyorlardır. Bu aklıma Üstad ile ilgili bir hatıra getiriyor. Üstad diyor ki niçin dünyaya çalıştığınız halde dünyanın işini dahi bilmiyorsunuz. Divanece hareket ediyorsunuz. Said 50 bin kişi kuvvetindedir. O nedenle serbest bırakmıyoruz,diyorsunuz. Çabanız beyhudedir. Halbuki bir asker benden ziyade işler görebilir. Ve kapımın önünde durup “çıkmayacaksın” diyebilir.


Yani üstad hazretleri bir tane askerin emrine itaat edip kargaşaya mahal vermemiştir. (yeni Sait döneminde) Sırtında yumurta küfesi varmış gibi yaşamıştır. İşte talebeleri ve onun yolundan gidenler de aynen onun gibi yaşıyorlar. Dertleri gürültü çıkarmak olmadığı için böyle çalışmalarda bir tanecik güvenlik görevlisi onlar için yeterli oluyor.

_________________________________________________ Biz bunları düşünürken sempozyum İstiklal marşı ve kurânı kerim ile başlıyor. İhsan Atasoy ağabey, adalet hakkında özenle seçilmiş ayetleri aşir şeklinde okuyor ve bizler de projektörden yansıyan İngilizce ve Türkçe tercümelerini okuyarak ayetleri takip etmiş oluyoruz.


Bu yılki organizasyon gerçekten çok büyük. işin perde arkasında iki yüz kişiden fazla insan görev alıyor. Sadece Fas’tan 30 akademisyen olmak üzere 40 civarında ülkeden iki yüzden fazla akademisyen katılıyor sempozyuma ve ön tarafta üstadın talebeleri birlikte yerlerini alıyorlar.


Sempozyuma Fas, Bulgaristan, Pakistan, Güney Afrika,Endonezya, ispanya, Almanya,Amerika, İngiltere gibi otuzdan fazla ülkeden toplam iki yüzden fazla yabancı ilim adamı gelmişti. Bu rakam, Geçen yılın tam iki katı. Özellikle Bulgaristan’dan da gelenler gözümüzden kaçmadı. Önceki sempozyumlarda Bulgaristan’dan hiç akademisyen yokken bu yıl hem birkaç akademisyen hem de bir gurup doktora öğrencileri ile katılmışlardı sempozyuma.


Kur’anın ardından her halinden organizasyon için çok çaba harcadığı ve epey yorulduğu gözden kaçmayan Prof. Faris KAYA -hoş geldiniz- konuşması yaparak sempozyuma katkıda bulunan grup,kişi ve sponsorlara ve tüm katılımcılara tek tek teşekkür ediyor. –ki ertesi gün özellikle THY’nin sponsor olmuş olması basın ve medyada epey işlenecek ve bu da sempozyumun ilanatı açısında fevkalade faydalı olduğuna şahit olacağız.- Bu yılki program eksiksiz olarak iki Türk kanalında CANLI yayınlanıyor. Ayrıca kısa kesitler ile CNNTurk ve STV gibi birçok kanal da canlı yayın yapıyor sempozyum sırasında. Ayrıca uydu ile isteyen başka televizyon kanalları da bu imkandan yararlanabiliyorlar.


Anlaşılan bu sefer her şey düşünülmüş.eksik hiçbirşey yok.

Eksik yok diyorum ama alışan gözlerimiz Prof Ahmet Akgündüz’ü ve geçen seneki İngilizce tercümelerde proflara yardımcı olan Dr İbrahim ağabeyi arıyor. Onların tercümeler sırasında, tercümelere ruh katmaları gerçekten çok farklı oluyordu.


Açılış günü konuşacak kişilere baktığımızda bir çok ülkeden akademisyenler görüyoruz. Her biri kendi dalında dünyaca isim yapmış ve gerçekte dolu insanlar. Söyleyecekleri o kadar çok şey var ki kendilerine kısa bir süre verilmiş olması onları üzüyor ama konu adalet olunca onlar da konu ile zıt düşmemek için adil davranıp kısa konuşmaya çabalıyorlar.

Sadece ilk konuşmacının süresi biraz uzun çünkü o pazartesi ve Salı günkü tebliğlerde konuşmacı olmuyor. O nedenle kural gereği buradaki süresi biraz fazla olacak. İşte bu konuşmacı hepimizin de bildiği bir isim olan Colin Turner’dan başkası değil. Prof Colin’in Müslüman olması ve risale-i nurlar ile tanışması da gerçekten çok ilginç oluyor. Ama zamanımız dar olduğu için ben de adil davranıp bu konuya girmeyeyim. Birazdan Prof Colin kürsüye gelecek ve Türkçe olarak selamun aleyküm diyecek ve tüm salon selamına alkışlarla cevap verdikten sonra besmele çekince İngilizce konuşan bir insandan böyle şeyleri duymaya pek alışık olmayan dinleyicilerden tekrar alkış alacaktır. Prof Colin Turner her zamanki gibi müdakkikliğini konuşturacak sunumunda. Ben bazen düşünüyorum. Yıllardır risale-i nur okuyan bizler acaba böyle bir görev verilseydi bize, biz bu tespitleri yapabilir miydik. Mesela prof Colin tebliğinde diyecek ki Üstad Said Nursi hiçbir zaman adalet kelimesini tek başına kullanmamış. Yani ism-i Adl ile birlikte iki isim daha kullanmış hep. Hikmet ve kudret. Mesela bir anne her ağlayarak çukulata istediğinde şefkatinden dolayı ona çukulata verirse hikmetsiz hareket ettiği için aslında adil davranmamış ve çocuğunu obezite olmaya itmiş ve adil davranmayarak erken ölümüne sebebiyete vermiş olur diyecektir. İşte Allah în faaliyetleri böyle değildir. 300.000 kişinin ölümü ile sonuçlanan tusunami felaketi olduğunda bana şu soruyu sordular. Allah’ın adaleti nasıl oluyor da buna müsaade ediyor. Böyle bir şeyi yapan bir Allah’a adil denilebilir mi?. Colin Turner bu soru karşısında üstad hazretlerinin eserleri ile imdada yetiştiğini dile getiriyor ve Erzincan felaketi sebebi ile konuyu iyi irdeleyen Üstad hazretlerinin bakış açısı ile konuyu etrafındakilere paylaşıyor. Bu ve buna benzer konulara girdiğinde Prof Colin Turner‘ın risaleleri epey bi okuduğunu (hatta yuttuğunu) anlamış oluyoruz. Ve Colin turner’ın konuşmasının sonunda çok önemli bir noktaya değinerek şunları söyleyecektir..” Şu anda herkes sosyal adaletin peşindedir. Herkes bunu arzuluyor, Peygamber efendimizin altın çağ denilen zamanlarını yaşamayı arzuluyor. Medine dönemindeki o güzel zamanları yaşamayı çok arzuladıkları halde Mekke dönemindeki çekilen sıkıntıları yaşamak istemiyorlar. İşte Bediüzaman, soysal adaleti gerçekleştirmenin bireylerden geçtiğini fark etmiş ve hizmetini Mekke döneminden başlatmış” diyor ve ekliyor “çünkü Mekke donemi bir kere yaşandı mı, Medine kendiliğinden gelecektir” der demez salondan müthiş bir alkış alacak ve üstadın ne kadar da mükemmel bir meslek ve yol seçtiğini bize bir kez daha fark ettirecektir.


Gerçekten de bu konuda Bediüzzaman hazretlerinin çok değişik bir hizmet tarzının olduğunu biliyoruz. Ki aynı konu tebliğler sırasında başka prof’lar tarafından da dile getirilecek, Hasan El Benna veya Seyyit Kutup gibi önemli zatların, hizmetlerini –Bediüzzaman gibi -Mekke döneminden değil de Medine döneminden başlattıkları için çok sıkıntı çektiklerini şimdi anlamış oluyoruz diye altını çizeceklerdir. Ben de yıllar önce bunu prof Şener ağabeyin bir dersinde bizzat ağzından dinlemiştim. Seyit Kutup, kendi halkı tarafından idam edilmeden önce son olarak “Benim suçum, hizmetimi Mekke döneminden değil de Medine döneminden başlatmakmış. Bunu şimdi anlıyorum” diye hatasını dile getirmiş.


Sempozyuma genel anlamda bakacak olursak tüm akademisyenlerin üzerinde en çok durduğu şey, üstad hazretlerinin “bir kişinin hukuku hiçbir şeye feda edilemez” diye özetlenebilecek olan Adalet-i mahza fikrini benimsemiş ve bunu eserlerinde işlemiş olmasıdır.Neredeyse tüm tebliğlerde bu konudan bahsedilmeden geçilmiyordu. Mesela birkaç akademisyenden sonra kürsüye gelecek olan bir Yahudi profesör, Said Nursi’nin bu fikirleri evrenselleşmelidir, bu evrensel fikir etrafında tüm dünya toplanabilir ve bu dil ile birbirleri ile kolaylıkla anlaşabilirler, Said Nursinin -masumlara zulmetme ihtimali vardır- gibi çok harika bir sebep ile programında siyasete yer vermeden hareket etmiş olması müthiş bir bakış açısıdır, diyecek, Filistin olayı gibi bir adaletsizlik suçlusu bir milletin ferdi olan bir prof’tan bunu duymak oradakileri çok sevindirecektir.


Yine Aynı şekilde Amerika, İngiltere gibi Hıristiyan ülkelerden gelen akademisyenler de bu konuyu altını çizerek ve bastırarak vurgulayacak ve dünyada yapılan zulümlerden bahsedilecek ve kendi ülkelerinde uygulanan sistemlerin ne kadar da yanlış olduğunu ortaya koyacaklardır.



Colin Turner’dan sonra konuşmacı olarak kürsüye komünist olarak tüm dünyaya örnek olması hedeflenmiş bir ülke olan, RUSYA’dan gelen bir prof gelecek ve bir Türk tarihi uzmanı ve aynı zamanda Rus ilimler akademisi tarih bölüm başkanı olarak, sunumunu türkçe yapacak ve o da esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu diyerek söz başlayacak, ve şunları söyleyecektir. 20. yüzyılın en büyük felsefecisi olan said nursiyi 21. yüzyılda yaşayan bizler, onun ne kadar kıymetli biri olduğu ve insanlığı kurtarmak için getirdiği çözümlerin ne kadar harika olduklarını şimdi çok daha iyi anlıyoruz. Şimdi bu fikirleri Hıristiyan ve Müslüman alemleri tarafından çok daha dikkatle takip ve talep ediliyor. Bu sebeple Bediüzzaman’ın mesajını tüm dünyaya ulaştırmak bizim görevimizdir bunun için çok çalışmalıyız, diyecek ve bu konudaki hedefini bize göstermiş olacaktır.



_________________________________________________İşte bu fikirleri teyiden sömürgeleri ile meşhur olan İngiltere’den bir İngiliz yazar “İslam hakkında yanlış bir kanaatiniz var. Bir kampanyanın kurbanı oluyorsunuz. Siz de Said Nursinin kitaplarını okursanız bu kanaatinizin değiştiğini göreceksiniz” diyerek İngiliz medyasında bir faaliyet içinde olduğu söylenerek kürsüye davet edilecek ve şunları söyleyecektir. “ İngiltere’nin halkı İslam’ı maalesef medyadan öğreniyor. Ve medyada doğru anlatılmadığı için maalesef İslamiyet İngiltere’de doğru anlaşılmıyor. Medyamız maalesef bu konuda hiç de adil değil. Bu açıdan benim Bediüzzaman ve eserleri ile tanışmış olmam benim için bulunmaz bir değerdir. Özellikle de nursinin İslam ve Hıristiyan dünyası hakkında söyledikleri benim için çok değerli. Burada bulunmaktan ve böyle güzel bir gayretin (küçük de olsa) bir parçası olmaktan dolayı çok çok sevinçliyim ve bundan sonra da bediüzzaman said nursi ile alakalı medyada çalışmalarım ve daha iyi bir dünya oluşturulması içi gayretlerime devam edeceğim.” diyecek İngiliz medyasında epey bir hizmet edeceğini bize anlatmış olacaktır.


Alkışlar arasında bu hanım akademisyen ve yazar,kürsüden inerken bu sefer Singapur’dan bir prof kürsüye davet edilecek ve aynen şöyle diyecektir. “Bilindiği gibi peygamber efendimizin bir hadisi var. Her yüz yılda bir müceddid-i din gönderilecektir. Ve işte Bediüzzaman da asrımızın müceddiddir.” diyecek ve salonda müthiş bir alkış kopacaktır. Ayrıca sözlerinde üstad hazretlerinin birtakım önemli özellik ve vazifelerini sayarken bati medeniyetlerinin güzel özelliklerini almayı ve onlarla bu açıdan diyaloga girmeyi önerirken aynı zamanda üstad bediüzzaman, İslam dünyasında da kendi içerisinde problemlerden önemli bir tanesi olan şia ve Sünniler arasındaki uçurumu da ortadan kaldırma açısından ciddi bir hizmet vermiştir. Üstad hazretlerinin kalbinde Hz. Ali’nin (R.A) özel bir yer alması Şiiler ile Sünniler arasındaki uçurumu kapatmaya hizmet edecek tek yoldur. Bütün bunlar ile birlikte şunu söylemeliyim ki Bediüzzaman’ın bize sunduğu en iyi şeyler daha hayata geçirilmemiş şeylerdir bunlar hataya geçirmek ve onun büyüklüğünü anlamamız içi daha çok çalışmamız gerekmektedir diyor ve tüm salon tarafından alkışlanmaktadır. Gerçekte de üstadı yakın zamanda tanımış olan akademisyenlerin böyle tespitler yakalamış olmaları müthiş bir durumdur diye düşünüyorum.

Bu hayretimiz devam ededursun kürsüye Fas’tan TV ve radyo müdürü olan ve (bizim de özel davetimize icabet ederek Kurtköy dershanemize gelen ) dr abdulmecid Tribak idi. sempozyumun üçüncü günü bir tebliği de olan bu konuşmacı risaleleri tabiattaki adalet acısından incelemiş ve aynı benzer bir adaletin de tüm insanlıkta uygulanabileceğini ve bu eserlerin bunu uygulayabilmek açısından bizim için bir fırsat olduğunu adil bir toplum ve adaletin uygulanması için bu eserlerin bizim için bir fırsat olacağını söyleyecektir. Nur risalelerinin yaşama hakkı, güvenlik hakkı insanca varolma hakkı gibi insanca yaşama ve adil bir yaşam için modeller oluşturanlar için bir fırsattır. Son gün de izleyeceğimiz bu akademisyen ve Bediüzzaman’ın tabiat diye tabir ettiğimiz çevreyi nasıl analiz ettiğini ve oradaki adaleti nasıl dile getirdiğini kainattan güzel manzaralar eşliğinde güzel bir sunum ile izleme fırsatı yakalamış olacağız.


Ve yine Cezayir’den bir prof kürsüye gelecek ve şunları söyleyecektir. Öncelikle organizasyonu hazırlayanlara teşekkür ettikten sonra özellikle ve özellikle de eserleri Arap lisanına tercüme eden Üstaz İhsan Kasım beye çok müteşekkir olduklarını çünkü onun tercüme etmesi sayesinde bu eserleri okuma imkanına nail olduklarını ve Ayrıca risaleleri diğer dillere de tercüme edenlere çok teşekkür ederek böylece bu eserlerin tüm dünyadaki insanlara ulaşmasına vesile olduğunu dile getirecek ve Arapça tercümenin meyvelerinden birini görme şansını bize vermiş olacaktır.


Sırada yine Singapur’dan bir konuşmacı gelecek ve “Tarih kitapları Osmanlının yıkıldığını ve yerine Türkiye cumhuriyetinin kurulduğunu anlatır ama o dönemde inanan insanların ne çileler ve sıkıntılar çektiklerini hiçbir tarih kitabı anlatmaz. İşte o zamanlarda said nursi o dönem itibariyle muazzam soysal, ekonomik ve siyasi güçler karşısında ezilmiş olan Müslümanlar için ışık kaynağıydı” diyecek ve dinleyiciler tarafından bunu yakalamış olmasından dolayı hayretlerini alkışlayarak yansıtacaklardı.


Bu arada sunucudan şöyle bir şey duyacağız, Şu anda sempozyuma üstadın bizzat yanına bulunmuş, onun rahle-i tedrisatından geçmiş ve hepimizin duygu hamurunda yer alan insanlar da var. sunucu daha Mustafa sungur ismini söylemeyi bitirmişti ki salondan korkunç bir alkış kopuyor. Sevgilerini ve saygılarımı bu şekilde dile getirmek istiyorlar. Çünkü gerçekten de bu zatlar nur hayatımızda çok önemli yere sahipler. Nur mesleği dendiğinde bu isimleri silmeniz mümkün değil. Alkışlar biraz durunca isimleri söylemeye devam etti, Abdullah Yeğin, Fırıncı Ağabey ve Said Özdemir Ağabeyler de aramızdalar deyince alkış devam etti. Aslında sunucunun buradan bize hatırlatmak istediği şey şuydu. Gördüğünüz gibi ne kadar da az kişi kaldılar. Bundan önceki sempozyumda aramızdan olan ama şimdi vefat etmiş bir isim var. Mehmet Birinci ağabey. Yani giderek azalıyorlar ve onları çok özleyeceğiz. Onlar hep bize öncülük ettiler ve (bu yaşlarına rağmen) öncülük etmeye de devam edecekler. Allah onların eksikliğini hissettirmesin inşallah. Ayrıca ahirete iltihak etmiş olan ağabeyler için de dua istemeyi unutmadı.


Bunlar konuşulurken kürsüye bir İngiliz prof davet ediliyor. Aynı zamanda Hıristiyan olan bu akademisyen diğer hristiyan meslekdaşı gibi esselamualeyküm diyerek konuşmasına başlayacak ve içinde yaşadığımız ve farklı düşüncelerin içerisinde olduğu bu dünyada diyaloglara çok ciddi ihtiyaç var. ve en önemlisi de diyalogların farklı din ve kültürdeki insanların arasında olması. Ve ondan da önemlisi böyle bir diyalogun istanbulda yapılıyor olmasıdır. Önemlidir, çünkü İstanbul çok zengin tarihi ile birlikte Batı ve Doğu kıtalarını ve kültürlerini birbirine bağlayan önemli bir noktada yer almaktadır. Ve konu bu çerçevede olunca konuşulacak kişi bediüzzaman said nursiden başka hiç kimse olamaz. Öyle inanıyorum ve biliyorum ki bediüzzaman said nursi sadece Müslümanlar için değil, diğer dinlerdeki inananlar için de bu anlamanda çok önemli bir kişidir, diyecek ve bize çok önemli mesajlar verecektir.


Yine buna benzer fikirleri ile başka bir Hıristiyan prof Salı günkü tebliğ’inde şu önemli sözleri sarf edecektir. Anglikan rahibi olan bir prof, tebliğinde “Bildiğiniz gibi cep telefonu, Internet, televizyon gibi iletişim teknolojilerinin çoğu 25 yıl önce mevcut değildi. Şu anda bu gelişmiş teknoloji aletleri sayesinde biz dünyanın birçok uzak yerinde yaşayan insanları artık yabancı olarak kabul etmiyoruz. Onlar artık bizlere daha yakınlar. tabi bu sayede dünyadaki bütün insanlar ve insan toplulukları arasında ilişkilerin oluşma zemini sağlanması gerekiyor. bu küçülmüş dünyada dünyanın barış ve huzur içinde olması için dünyanın bir lidere ihtiyacı var. Bu sebeple nur topluluğuna çok önemli bir görev düşüyor, dünyanın daha güzel inşası için Onların liderliğine ihtiyacımız olacak. Tabi bunun ile birlikte dünyanın bir çok yerinden çok ciddi insanlık sorunları ile karşı karşıya olduğumuz da ortada. Başta Afrika olmak üzere bir çok dünya ülkesinde yanlış adalet anlayışının uygulanmasından dolayı insanlık ayıpları ile karşı karşıyayız. Geçmiş yüzyılda bütün sosyal evrim ve devrimleri ile ilgili de bediüzzaman said Nursi’nin çok ciddi tespitleri var. Mesela bediüzzaman der ki en büyük problemlerden birisi “ben tok olayım da başkası açlıktan ölürse bana ne.” Ve ikincisi de “sen çalış ben yiyeyim” bu iki müthiş tespit çok yerindedir ve geçen yüzyıldaki tüm sosyal evrim ve devrimlerin altında bu menfaatlar yatmaktadır. Bu tespit ve çareleri açısından da Nursi bize çok önemli bir liderlik yapabilir” diyişine şahit olacak ve şaşıracağız.


Bu arada ABD trinity enstutusunden bir akademisyen olan bu kişi, wall street denilen Newyork’un borsasının da bulunduğu en meşhur caddesinin üzerinde bulunan kilisenin rahibidir. İşte bu önemli noktada bulunan kilisenin rahibinin de böyle bir sempozyuma katılmış olması bence önemlidir. Bu rahip ve akademisyen “Oradan bakıldığında ayrı dünyanın insanları gibiyiz, ama aslına bakıldığında ise biz sadece bir dünyayı paylaşıyoruz. Biz Bediüzzaman’ın ve onun arkasında devam ede gelmiş ve tabiki devam edecek olan hareketin içinde işte biz bu dünyayı buluyoruz. Kendileri ile konuşabileceğimiz kendilerinden çok şeyler öğrenebileceğimiz ve kendileri ile hayatı paylaşabileceğimiz insanlar buluyoruz. Bu üç günde sizlerden pek çok şeyler öğreneceğimi ve bu önemli şeylerin iç dünyamı da etkileyeceğini ümit ediyor ve bekliyorum ve bunları geriye, kendi cemaatime de taşıyacağıma emin olabilirsiniz diyor ve çok çok önemli mesajlar veriyordu.


_________________________________________________Şimdi kürsüye gelecek olan genç Yahudi prof ise Almanya’dan geliyor ve Üstad ile alman yazar kant’ın adalet görüşlerinin karşılaştırmasını yapacak ve kant’ın menfaat üzere tesis ettiği adaleti bediüzzaman şefkat üzerine tesis etmiştir, diyen bu heyecanlı prof, ben Müslüman değilim, ben Yahudi'yim, ben Bediüzzaman’ı Almanya'da yaşayan bir Türk Müslüman arkadaşım sayesinde tanıdım. Dolayısıyla benim bu günlerde sizden alacağım çok şeyler olduğunu. Aslında bu günlerin benim için bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Bediüzzaman öyle bir dil kullanmış ki farklı dinlerdeki olanlar bile onda kendilerine bir şey bulabiliyorlar. Onun adalet ile alakalı görüşleri çok önemli çünkü o fikirlerini dünyadan büyük bir kargaşanın yaşandığı bir dönemde yazmış. Beni en fazla etkileyen sözü “ben siyasetten uzak duracağım çünkü siyasetin masumlara zarar verebilme ihtimali söz konusudur” ve bediüzzaman hiçbir şart ama hiçbir şart altında bir kişinin bile hakları bütün insanlığın hakları veya iyiliği için feda edilemez dediğini ve bunun doğu batı ve tüm dinler için geçerli olduğu için bu sözünün evrenselleştirilebileceğini söyleyecek ve aynı zamanda Said Nursi, inanç ile bilimi nasıl birleştirmiş ise bunu öğrenip eğitim sistemlerimizde uygulamamız gerektiğine inanıyorum. Barış insanların birbirleri ile konuşabilmesi sayesinde olacaktır ve bu dili de bize bediüzzaman sağlamaktadır tüm dünya onun dili ile konuşabilirse barış ve adalet sağlanmış olacaktır, diyecek ve eserleri ne kadar da objektif okuduğu anlaşılacaktır ve alkışlanacaktır.


Yine kürsüye gelecek Endonezyalı bir prof, “biraz önceki akademisyen arkadaşıma katılıyoruz ve bediüzzaman said nursi’nin asrın müceddid'i olduğunun farkındayız ve bu konuda bediüzzaman’ı ülkemizde anlatmak için Endonezya’da 12 konferans düzenledik. Tabi bizim Bediüzzaman’a önem vermemizin sebebi onun tüm İslam alemi için önemli bir ilham kaynağı olmasından ve özellikle de gençlik için bir hayat kaynağı olduğunu fark etmiş olmamızdan kaynaklanıyor ve biz bu sebeple ülkemizdeki gençlerin bediüzzaman said nursiyi kısa zamanda tanımaları için farklı şehirlerde her yıl bir konferans düzenliyoruz” diyecek ve onların bizden daha çok sahip çıktıklarına ve bundan önce konuşan ve Bediüzaman'ın asrın Müceddid'i olduğun görüşüne katıldığını ve bu projenin hayata geçmesi için de Bediüzzaman'ın görüşlerini çalışmaya devam etmemiz gerektiğini söylemek istiyorum diyecek ve sözler adlı kitabını Endonezya diline çevirdiklerini böylece Endonezya halkının ve özellikle gençlerinin Bediüzzaman'ı kendi dillerinde okuma imkanı kazandırdıklarını dile getirecek ve dinleyicilerin tebriki ile karşılanacaktır.


Bu sefer kürsüye, ülkesi işgal altında olan bir prof gelecek ve üstad hazretlerinin hiçbir eseri yok ki orada tüm insanlık için adaletten bahsetmesin. Üstad hazretleri gerçekten de tüm dünya için adil bir dünya projesi çizmiştir. özellikle işgal altında olan biz ıraklılar olarak bunu şimdi daha iyi anlıyoruz diyecek ve bizi hüzünlendirecektir.


Zamanın çok kısıtlı olduğu defalarca dile getirildiği bir anda kürsüye gelenler içinde bunu dikkate almayan ve adaletli davranmayan tek akademisyen şimdi kürsüye gelecek olan İslam bankaları gözetim heyeti başkanı olan prof idi. Onun bankaları gözetim başkanı olması ve süre açısından adaleti dikkate almamış olması dikkatlerimizden kaçmıyordu.ateşli bir konuşma yapan ve sözünün kesilmesini istemeyen bu konuşmacı “Ben mahşerde üstad said nursinin himayesinde Efendimizin gölgesi altında mahşerde toplanmamız için dua ediyorum” diyerek bitirdi konuşmasını ve aminler içinde alkışlandı.


Son açılış konuşmacısı olarak kürsüye Filipinlerden çok önemli bir isim çıkıyor. Bu kişi Filipinlerdeki bir bölgenin YÖK Başkanı konumundaki Prof Nora Şerif, “Ben büyük oranda Hıristiyanlaştırılmış bir ülkeden geliyorum. Ama orda Türkiye'deki gibi Müslümanlar da yaşıyor. Tüm İslam alemi ile birlikte öncelikle üstadın talebeleri olan Sungur Abi, Abdullah Abi, Said Özdemir Abi, Fırıncı Abi ve Prof Faris kaya’ya teşekkür ederim”, deyince bu akademisyen’in tam bir nur talebesi olduğu anlaşıldığı için sözü tamamlanmadan büyük bir alkış koptu. Ağabeylerin isimlerini zikrederken bir ev sahibi gibi davranıp kendi ülkesinden sempozyuma katılan ve kendilerinden olan akademisyenleri de saymayı unutmadı ve “çok şükür kendi ülkemden nur talebeleri ile birlikte bu sempozyuma katılıyoruz” diye şükredecek ve “YÖK başkanı olarak ülkemdeki üniversitelerde yeni bir program hazırladım. Başında bulunduğum 64 üniversitede risale-i nur dersleri başlattığım gibi ülkemin dört-bir yanında Türkiye'deki gibi risale-i nur dershaneleri de açtık” deyince korkunç bir alkış koptu salondan. “Ayrıca ülkemizde 4 defa bediüzzaman sempozyumları da gerçekleştirdik. Bunun ile birlikte risale-i nur enstitüsü açmayı da başardık ve bu sayede birçok insana bediüzzaman ve risale-i nuru tanıtıyoruz. Ayrıca üzerinde çalıştığım başka bir mesele de yeni doktora ve yüksek öğrenimde Kur’an ve hadis çalışmalarını yapacak olan akademisyenlere risale-i nur’un bakış açısı çerçevesinde çalışmalarını hazırlamalarını isteyeceğiz..” diyen rektör, gerçekten dinleyicileri çok etkiledi, çok güzel faaliyetlerden bahsetti ve Ayrınca sözlerini sonlandırmadan bir küçük hikaye anlattı. Bu hikaye gerçekten herkesi duygulandırdı. Önce zaman kısıtlı olduğu için bu kısım tercüme edilmeyecekti ve konuşması sonlandırılacaktı fakat hikaye önemli ve duygusal olunca tercümeleri yapan kişi bile ağlamaklı oldu tercüme etmeden geçemedi.


Bir ateş böceği ile bir karıncanın hikayesi.

Ateş böceği, gece karanlığında seyahat eder dururmuş. Kendi vücudundan aldığı ışıkla etrafını ve yolunu aydınlatır, rahatlıkla seyahat edermiş. Ama bilmezmiş ışığın nereden geldiğini. Önünü aydınlatan ışığın nereden geldiğinin farkında değilmiş. Ta ki bir gün karınca ile karşılaşıncaya kadar. Karıncanın kendisini neden bu kadar hayranlıkla ve sevgiyle baktığını anlayamayan ateş böceği, karıncaya doğru yaklaşmış. Ve onun gözlerinde ilk defa kendi ışını görmüş. ve etkilenmiş bu ışıktan. Ne kadar güzel olduğunun farkına varmış. Ve karıncaların niye kendisine sevgiyle heyecanla hayranlıkla baktığını anlamış.

İşte Türkiye ateş böceğidir.

Risale-i nur onun ışığı.

Bu ülke henüz bunu bilmiyor olabilir. Ama ekonomik gelişmesi,siyasi gelişmesi de bu ışıktan kaynaklanmaktadır. Henüz risale-i Nurun ışığı net bir şekilde parıldamış da değildir. İnşallah siz de bir gün ne kadar muhteşem bir ışığa sahip olduğunuzun farkına varırsınız. Başka milletlerden sizin ışığınızı seyredenler ve biz Filipinliler bu kıssadaki karıncalarız. Eğer bizim ile temasa geçer ve sizin arkanızdan neden bu cazibeye kapılmış olarak koşuşturduğumuzu merak ederseniz, gözlerimizin içine bakarsanız bu ışığı göreceksiniz.

Bize dua edin. Bize dua edin de bizler de bir gün ateş böcekleri olalım ve etrafımızı ve 7100 Filipin adasını aydınlatalım ve diğer başka milletleri.

64 üniversiteden sorumlu olan bu hanım konuşmacının bu hikayesi tam 3 defa uzun süre alkışla kesilecektir. Bence bu sözleri duymak ve duyurmuş olmak sempozyumun yapılmasına fazlasıyla değmiştir diyebilirim.


_________________________________________________Son olarak üstad’ı rusyada cesurca savunan bir gazeteci gelecek ve “Biliyorsunuz ben rusyadan geliyorum.Size bir kötü bir iyi haberim var. Kötü haber şu ki, rusyada risale-i nurlar (bir kısmı) yasaklandı. İyi haber, yine aynı haber, eserler rusyada yasaklandı ama bunu anlamı; risale-i nurlar kısa zamanda rusyada çok meşhur olacaklar ve çok daha fazla okunacaklar.” Diyecek ve açılış günü sona ermiş olacaktır.


Toplantı sonuna kadar kimse oradan ayrılmadı. Sadece namaz için gurup halinde gelenler adeta nöbetleşe namaza gittiler. Böylece hem konuşmaları kaçırmamış oldular hem salon boşalmamış oldu.


Sempozyumdan bir gün önceki gece Kurtköy dershanesine Fas’tan eşleri ile birlikte katılan iki akademisyen aileyi davet edilmişti. Hanımları hanım dershanesine, erkekleri de biz Kurtköy dershanesine almışlardı. Orda çok hoş konuşmalar geçti. Hem onlar nur dershanesi görme şansı elde ettiler hem de bizler onlarla yakınlaşma ve hasbihal etme şansı yakaladık. O gece konu ilginç bir noktaya gitti. İslam ülkelerinin birleşmesi konusuna. Malum üstad hazretleri bu mevzudan da bahsediyor. Üstadın bu konudaki bakışı anlatılarak Fas’tan gelen bu akademisyenlere bu konuya nasıl baktıkları sorulunca “bu çok uçuk, ütopik bir şey gibi geliyor. İslam ülkeleri bu fikirden çok uzak yaşıyorlar” dediler. Bu sırada sohbete gelenlerden birisi onlara şunu hatırlattı. Bildiğiniz üzere üstad sürgüne gönderilirken Rusya üzerinden bir yolculuk yapıyor ve Rusya'da bir Rus polisi ile bir konuşması var. üstad hazretleri polise hitaben, Rusya yıkılacak ve ben de gelip medresemi buraya kuracağım, deyince Rus polisi ona gülüyor ve bu imkansız bişey diyor. Ama biz daha sonra Rusya’nın yıkıldığına ve şimdi orada nur medreselerinin açıldığına şahit olduk. İşte aynı Üsdat, İslam birliğinden de bahsediyor İslam ülkeleri birleşmeli, diyor, şeklindeki sözleri hatırlatılınca akademisyenlerden birisi “sizin bu söylemleriniz ve bu düşünceleri dile getirmeniz ve bu bakışınız bize ümit veriyor. Anlaşılan O günler uzak değil, Yakın olduğunu anlamaya başlıyorum” diyerek sevincini dile getirmiş hem de nur talebelerinin ufkunu görmüş oluyordu. Sanırım bu onlar için de değişik bir deneyim oldu. Aynı şeklide hanım prof’lar da hanım dershanesinde çok hoş vakit geçirmişler ve ilk defa türkiyede hanım dershanesine gelen bu akademisyenler ile Arapça hanım mütercim eşliğinde onlara hizmet edilmiş. bunlardan çok etkilenen iki hanım profesör bizim ülkemizde de bu tarz mekanlar kurmamız lazım bunu kısa zamanda yapmalıyız diye düşüncelerini dile getirmişler. Ayrılık vakti geldiğinde gözyaşları içinde ayrılmışlar çok memnun olduklarını dile getirip çok dua istemişler. O gece çok güzel geçti her iki taraf için de.


Sempozyuma dönecek olursak, Pazartesi ve Salı günü oturumlar devam etti. İki farklı salonda aynı anda farklı dillerde tebliğler yapıldı. Ben de elimden geldiğince katılmaya gayret ettim. O günkü oturumlara baktığımızda adalet adına konuşulmayan bir yan yoktu neredeyse. Kendi kendime dedim ki, yahu üstad hazretleri ne kadar da geniş bir bakış açısına ve ne kadar da geniş konulara çözümler getirmiş. “Birey olarak insanda adalet”, “çevrede adalet”, “ailede adalet”, “hukukta adalet”, “insanlık adına adil bir yaşam için adalet” gibi neredeyse tüm alanlarda adalet hakkında çok ciddi şeyler söylemiş. Ve en önemli olan da akademisyenlerin, üstadın 6000 sayfalık eserlerinden konu ile ilgili noktaları tek tek bulup bir cımbız ile alarak kendi tebliğlerinde kullanmış olmalarıydı. Bu açıdan sempozyumlar çok verimli oluyor.


Mesela bir akademisyen kainatta bulunan düzen ve adaletten bahsediyor ve bediüzzaman’ı kainat adına konuşturuyor. Bir başka akademiysen, fert adına adaletten bahsediyor ve üstadı bu çerçevede zikrediyor. Özellikle Hz. Ali'nin (R.A.) adalet-i mahza konusundaki fikri ve üstad’ın bunu benimseyip işlemiş olması (ve özellikle dev Müslüman olmayan ülkelerden gelen akademisyenler için) heyecan verici bir tespit olarak onların gözüne çarpıyordu. Çünkü birçok ülkeden “çoğunluğun huzuru için veya ülke menfaati için ferdin hayatı feda edilir”ken üstad hazretleri tüm insanlık için bile bir ferdin hakkının feda edilemeyeceğini söylüyor bu çözüm sosyal adaletin tesisi için evrensel bir kural haline getirilecek kadar kıymetli olduğu dile getiriliyordu. Ve onlara göre bu mesaj etrafında tüm dünya toplanabilirse tüm dünyada sosyal adalet sağlanmış olacak idi. İşte bu açıdan bediüzzaman ve eserleri bulunmaz bir şaheser halini alıyordu. Çünkü batılı ülkelerde bu konuda fikir beyan etmiş olan eski veya yeni düşünürler toplum için veya menfaat için şahsın haklarını hiçe sayan fikirle dile getirmişlerdi, şu anda da ne yazık ki dünyada bunlar uygulanıyordu.

Mesela Irak’ta menfaat uğruna hayatlar feda ediliyordu. Filistin de Bosna’da hakeza aynı durum söz konusu idi. Eğer bediüzzaman’ın bu görüşü benimsediği gibi dünya da bu görüş etrafında toplanıp bunu uygulayacak olsa, bu, savaşların bitmesi anlamına geliyordu. Hakların çiğnenmesinin ortadan kalkması demek oluyordu. Ve aynı zamanda tüm insanlığın diyalog haline girmesi demek idi. Çünkü konuşmadan çözüm üretmek mümkün değildi. Ve diyalog için de tek dil risale-i nurdur diye konuşuluyordu. Bunu söyleyenler sıradan insanlar olsalardı saçmalıyor olmalılar, dünyada bunu çözecek başka fikir adamları veya kanun koyucular mutlaka vardır diye akla gelebilirdi, ama bunu söyleyenler konuda en yüksek söz sahibi yani işin zirvesindeki insanlar olunca gerçekten nur eserlerinin evrensel bir kitap olduğu ve üstad’ın “bir gün gelecek risale-i nur bir kanun-u esasi olacak” deyişi kulaklarımızda çınlıyordu. Konular bu minvalde olunca aslında karşıt fikirlerin de olması gerekir diye düşünüyordum. Yani önceki yıllardaki sempozyumlarda mesela küreselleşme sempozyumunda küreselleşme karşıtı insanlar da vardı sempozyumda ve onlar da sempozyumu ciddi takip ediyor ve sorularıyla ile konuya itiraz ediyor, farklı düşündüklerini dile getiriyor ve aynı şekilde konuşmacılardan güzel cevaplar alınca bir şey diyemiyorlardı.

Bu seferki sempozyumda itiraz edenler bile çıkmadı. Bu da konuşmacıların adalet açısından tebliğlerini iyi hazırladıkları ve herkesin risale-i nurların adalet konusundaki fikirlerinin gerçekten de mükemmel olduğunu kabul etmiş olması anlamına geliyordu. Ki bu çok müthiş bir durumdu. Çok heyecanlı tebliğler vardı. Çok ilginç noktalar yakalamış ve onları paylaşıyorlardı. Hatta öyle ki Lahikalardan bile örnek veriyorlardı yabancılar. Bu minvalde devam eden iki güzel gün geçirdik.


_________________________________________________ Salı günkü kapanış konuşması gerçekten çok keyifli heyecanlı ve aynı zamanda hüzünlü bir kapanış oldu.

Kapanış konuşmasında kürsüde başkan ve iki konuşmacı vardı. İkisi de özenle seçilmişlerdir. Birisi Fas’tan .diğer ise İngiltere’de kilise üniversitesinden olmak üzere iki profesör.


Akademisyenler konuşmalarını yapmadan önce Çetinkaya mağazaları sahibine de söz verildi. Sabancı edası ve lisanıyla Öncelikle tüm misafirleri selamladı ve onları görmekten çok memnun olduğunu dile getirdi ve adalet ile ilgili üstad’ın birkaç sözünü hatırlattı Ve sonunda da dua isteyerek konuşmasını sonlandırdı.


Ardından Faslı profesöre söz verildiğinde profesör gerçekten çok heyecanlıydı. 15 dakika duygularımı sıkıştırmam mümkün değil diye başladı. Ayak parmaklarından saçlarına kadar heyecan içinde olduğunu ,Buraya gelişinden böylesine güzel bir organizasyonda bulunmaktan dolayı hadsiz derecede memnun olduğunu söyledi. Şöyle devam etti “ben size bir sırrımı açıklayacağım. Ben sempozyuma katıldığımdan beri tüm sempozyuma katılanların yüzünde bir nur görüyorum. Şu anda ayaklarımdan başıma kadar terliyorum. Çünkü burada bulunan insanlar gerçekten de çok çok önemli insanlar . Çünkü ben burada bir gizli sırrın açığa çıktığını görüyorum. Bu sır hepimizi kanatları altına alıyor. Bizim ellerimiz birleştiriyor. İşte bu sır risale-i nur’dur. Böyle bir eser ile tanıştığımız için ne kadar memnun olsak az düşecektir. Diyecek ve hüzünlenerek konuşmasını bitirecektir.


Hele söz İngiliz profesöre verildiğinde o daha da duyguluydu. Ben maalesef buradaki duygularımı kısa bir zamana sığdıramam. Ama şunları söylemek istiyorum ki bu organizasyonda emeği geçen her kes ile birlikte buradaki tebliğleri sonuna kadar dinleyen hepinize tek tek ama tek tek teşekkür etmek istiyorum. Sizler gerçekten entellektüel insanlarsınız. Bu eserleri okuyanlar gerçekten önemli insanlar. Ve hepinizi tek tek ülkeme ve bulunduğum şehre davet ediyorum. Benim misafirim olmak üzere lütfen gelin. Gelin gelmeyi ihmal etmeyin. Gelin ki bizi değiştirin. Biz sizler sayesinde değişeceğiz, deyince konuşamadı biraz durdu, duygulandı o anda bir alkış koptu. Sonra devam etti. Ben şu andan üstadın burada olmasını çok isterdim. O burada olsaydı zannediyorum şunları söylerdi. İşte size sağlam bir eser bıraktım. Onu okuyun ve ondan ayılmayın derdi ve burada farklı dinlerden toplananlar olarak tek bir Allah inancı başlığında bir araya gelmemizi ister ve bu sebeple bir arada olmamızdan çok memnun olurdu diyerek sözlerine son verdi.


Evet, sempozyumlar gerçekten çok faydalı oluyor. Özellikle Hıristiyan alemindeki etkileri çok çok daha fazla göze çarpıyor. Tabiki Sempozyumlar sadece Bediüzzaman’ın o konudaki fikirlerini anlaşılmasını sağlamıyorum. Aynı zamanda birçok akademisyen’in üstad ve eserlerinden haberdar olmasına sebep oluyor. Geçen yıl 100 civarında akademisyen katılmışken bu yıl 200 civarında akademisyen geldi. Hem de bunların çok büyük bir kısmı geçen yılkilerin dışındaki insanlar. Bu her sempozyumda büyük bir yayılmanın işareti ve sağlayıcısı oluyor. Mesela bu sempozyumdaki konuşmacılardan birisi sempozyum için bize çok müteşekkir olduğunu, çünkü bu sempozyumlar sayesinde risale-i nur eserleri ile tanıştığını ve bu sayede Müslüman olduğunu söylüyordu.


Aynı şekilde ilk defa davet edilen bir çok profesör tekliflerden dolayı eserleri inceledikleri için Üstad’ı tanıma şansı elde ettikten sonra bir de burada nur talebeleri ile zaman geçirme ve İslam’a çok daha yakınlaşma fırsatı bulmuş oluyorlar. Mesela 3 yıl önceki sempozyumda başı açık olan ve 8.söz ile Müslüman olan hanım profesör bu sefer türbanlı olarak sempozyuma gelmişti. Tüm bunlar ile birlikte Hıristiyan dünyasında üstad ve eserlerinin yayılması açısından Thomas michel’in de gayretleri ile ciddi gelişmeler olduğu seziliyor. Wall street gibi önemli bir yerdeki rahip’in sempozyuma gelmesi ve “sizlerden çok şey öğreneceğim ve sanırım bunlar iç alemimi de etkileyecek” demesi bence çok çok değer verilmesi gereken bir sonuç. Elbette insan bazen diyor ki acaba bu kadar masrafa değiyor mu yoksa bunlar sadece gelip gezip gidiyorlar mı. Ama hayır. Onların buradaki hizmetlere ve kendi alemlerine çook faydası oluyor. Her bir akademisyen bir veya birkaç yerde sohbete katılıyor aynı zamana hem kedisi enerji alıyor hem de buradaki nur talebelerine enerji veriyor. hem kendisi doluyor ve gidip ülkesindeki cemaatine İslam’ı ve risale-i nurları yayıyor hem de buradaki nur talebelerini tembellik döşeğinden uyandırıyor şevk veriyor.


Hepimiz sempozyum boyunca Üstad’ın talebelerini tebliğlerde hep gördük. Ki bu insanlar hepsi de yaşlılar, ama buna rağmen Efendimiz’in Sahabeleri gibi, 90 yaşında da olsalar vazife için atlarına binip İstanbul’a gelmeyi hedefleyecek kadar ufuk sahibiler. Üstad’ın talebelerine bakınca akla sahabiler geliyor.


Tabi diğer nur talebeleri de aynı şuuru ve şevki seviyesine göre taşıyorlar. Sempozyum boyunca bir çok il ve ülkeden gelen Türk nur talebeleriyle de tanıştım. Diyarbakır’dan sadece 3 günlük sempozyuma katılmak için imkanlarını zorlayarak gelen üniversite öğrencileri geleceğe dair ümit veriyor bizlere. Hele Fas’lı akademisyenlere gıpta etmek lazım. Büyük bir kısmı kendi imkanları ile gelmişler ve hatta bir kısmı uzun bir süre para biriktirmek zorunda kalmışlar. Bunlar unutulacak manzaralar değil. Bu açıdan da sempozyumlar çok verimli oluyor.


Sempozyumlar giderek büyüyen organizasyonlar halini alıyor. Geçen seferkinden gazeteler bile az bahsederken bu seferki sempozyum haber7 ve Dost TV olarak 2 yerel ve yüz’ün üzerinde (yerel ve farklı ülkelerin) televizyonlarında CANLI yayınlandı. Bu da üstadın ve nur eserlerinin milyonlarca insan tarafından belki de ilk defa duyulmasına vesile oldu. Bunlar çok kıymetli şeyler. Türk hava yollarının sponsor olması ve bu vesile ile olayın medyaya yansıması bile bence müthiş bir nurları tanıtım kampanyası olarak değerlendirilmeli. Buna vesile olan da yine bu sempozyumdur. Ayrıca bu sempozyum bazı soysal mesajlar da verir herkese. Bakın 10 bin insan bir yere toplanır da nasıl olur da bir gürültü çıkmaz. Nasıl olur da bir kavga olmaz. Nasıl olur da bir yanlış hareket yapılmaz. Evet yapılmaz çünkü oradakiler nur talebeleridir. Öyle ise nur talebelerinden ve onların beslendiği kaynaklardan öğrenilecek çok şey vardır. Bu mesaj bile bi yerlere ulaşmıştır eminim.


Bu ve buna benzer açılardan bakıldığında bu ve bundan önceki sempozyumlar çok verimli olmuştur ve inşallah da daha organizeli daha sistemli daha profesyonel şekilde yenileri yapılmaya devam edecektir. Burada (maddi manevi) emeği geçen tüm ağabey ve kardeşleri tek tek tebrik etmek ve dua etmek lazım.

Selam ve Dua ile.

Nusret Tümay
 

istiðna

Active member
Bir ateş böceği ile bir karıncanın hikaye si.

Ateş böceği, gece karanlığında seyaha t eder dururm uş. Kendi vücudundan aldığı ışıkla etrafını ve yolunu aydınlatır, rahatlıkla seyaha t edermiş. Ama bilmez miş ışığın nerede n geldiğini. Önünü aydınlatan ışığın nerede n geldiğinin farkında değilmiş. Ta ki bir gün karınca ile karşılaşıncaya kadar. Karıncanın kendis ini neden bu kadar hayran lıkla ve sevgiy le baktığını anlaya mayan ateş böceği, karıncaya doğru yaklaşmış. Ve onun gözlerinde ilk defa kendi ışını görmüş. ve etkile nmiş bu ışıktan. Ne kadar güzel olduğunun farkına varmış. Ve karıncaların niye kendis ine sevgiy le heyeca nla hayran lıkla baktığını anlamış.

İşte Türkiye ateş böceğidir.

Risale-i nur onun ışığı.

Bu ülke henüz bunu bilmiy or olabil ir. Ama ekonom ik gelişmesi,siyasi gelişmesi de bu ışıktan kaynak lanmak tadır. Henüz risale-i Nurun ışığı net bir şekilde parıldamış da değildir. İnşallah siz de bir gün ne kadar muhteşem bir ışığa sahip olduğunuzun farkına varırsınız. Başka millet lerden sizin ışığınızı seyred enler ve biz Filipi nliler bu kıssadaki karıncalarız. Eğer bizim ile temasa geçer ve sizin arkanızdan neden bu cazibe ye kapılmış olarak koşuşturduğumuzu merak ederse niz, gözlerimizin içine bakars anız bu ışığı göreceksiniz.
Bize dua edin. Bize dua edin de bizler de bir gün ateş böcekleri olalım ve etrafımızı ve 7100 Filipi n adasını aydınlatalım ve diğer başka millet leri.


ne kadar güzel notlardı ya.Allah razı olsun.bunu abimden de dinlemiştim cok begendim Allah razı olsun.bu kadar güzel paylasımlar için Allah ebeden razı olsun.....
 

GuLSerbeti

Well-known member
istiğna ' Alıntı:
ne kadar güzel notlardı ya.Allah razı olsun.bunu abimden de dinlemiştim cok begendim Allah razı olsun.bu kadar güzel paylasımlar için Allah ebeden razı olsun.....
amin, Allah cumlemizden razi olsun, ve Onun Rizasini celb edecek hayirli ameller islemeyi nasib etsin hepimize..amin seninde gozlerine, yuregine saglik... :)
 

ntumay

Yeni Üye
aradan 3 yıl sonra 3-5 Ekim'de yine uluslarası sempozyum var. Yeni yüzler. yeni talebeleri yeni akademisyenle yeni bilim adamları yine üstadı yine nurları yine nur talebelerini anlamaya ve anlatmaya geliyorlar. pazar günü hepimiz yine orda olalım inşallah.
 


Bu alana bir cevap yazın...
Üst