27 Mayıs Darbesi ve Bediüzzaman

harp

Well-known member
27 Mayıs Darbesi ve Bediüzzaman
31 Mayıs 2011 Salı 06:36
27 Mayıs ihtilali çeşitli yönleri ile ele alındı. Ancak bu darbenin hedefinde esas olarak kimlerin bulunduğu üzerinde fazla durulmadı. Şehid Menderes ve arkadaşları, darbeci çetenin görünürdeki hedefleriydi. Ama Demokrat Parti iktidarının ardındaki halk desteğinin büyük ölçüde Nurcular olduğu bilinmekteydi. Bu yüzden darbenin hedefinde asıl olarak Nurcuları tasfiye etmek vardı.

Bu bir iddia değildi. Bu köşede zaman zaman Milli Birlik Komitesi üyelerinin mecliste Risale-i Nurlar hakkında yaptıkları konuşmalardan bazı örnekler yer aldı. Bu konuşmalardaki ortak nokta Nurculuğun kesin olarak tasfiye edilmesi konusundaki kararlılıktı.

Acaba bu komite Nurcuları tasfiye etmek için ne gibi kararlar aldı. Hangi uygulamalar yapıldı.
Bir çok olayın üzerindeki esrar perdesinin aralandığı şu günlerde bu konudaki “devletlü” bilgilerin kamuoyu ile paylaşılması çok yerinde bir itiraf olurdu. Böylece Ergenekon geleneğinin yöntemleri ve tarihsel gelişimi konusundaki resmî tecrübeler toplumsal hafızaya kazandırılmış olacaktı.
Toplum hafızası bu tür tecrübelerle beslendiği ölçüde demokratik tercihler konusunda daha duyarlı olacaktı.

Bugün girişteki önermemi doğrulayan bir alıntıyı paylaşmak istiyorum:

İhtilal anayasasını hazırlayan Kurucu Meclis üyelerinden asker kökenli –darbe öncesi Emniyet Genel Müdürlüğünde bulunmuş olan- Necip San (1) şöyle diyordu:

Sayın arkadaşlarım; bugün memlekette din istismarcılığı sinsi ve gizli bir şekilde fakat çok tehlikeli olarak devam ediyor.
Şöyle ki: Karşımıza Nurcu diye bir kütle çıkıyor, dini birçok emellerine âlet ediyorlar. Hayatlarını bu yolla kazanmaya çalışıyorlar. Dine hizmet ediyoruz diye, keselerini dolduruyorlar. Kitaplar yazıp binlerce, yüz binlerce satıyorlar. Bu yolla milyonlar kazanan var. Çeşitli maksatlarına ulaşmak isteyenler var.
Bugünkü mevzuatımızla buna karşı tedbir alınamıyor, yapılanlar önlenemiyor. Sebep şu: Diyanet İşlerinin kendi elemanları bu işleri görmesine, bu çeşit insanların hareketlerini önlemesine kâfi gelmiyor. Ayrıca, bu gibi işleri Diyanet İşleri Başkanlığı vazifeleri arasında saymamıştır. Bu işleri polise bırakmıştır. Diyanet işleri Başkanlığının noktainazarına aykırı olan bir hususu camide vaiz kürsüsünden vaizlerden biri, hatiplerden biri ifade etse, birşey yapacak durumda değildir. Bunu polise bırakmak mecburiyetindedir. Bu gibi, Diyanet İşlerinin noktainazarına aykırı fikri olan vaizi Diyanet İşleri Reisliği kürsüden aşağı indirmeye salahiyetli olmalı, buna imkân verilmelidir.

Polise gelince; polis yazılmış olan bir kitabı eğer durum sıkışıksa evvelâ kanunun verdiği imkândan faydalanarak toplattırıyor, ondan sonra sahibini adliyeye teslim ediyor. Adliye kitabı Diyanet İşlerine gönderiyor. Diyanet İşleri müşavere heyetine yolluyor, bu müşavere heyeti de bugünkü anlayışda Nurculuğun bir tarikat olmadığını, o kitabın onu yaymak için uğraştığını ve dine aykırı olmadığını beyan ederek bir rapor veriyor. Mahkeme eli kolu bağlı ve hâkimlerimiz inanmadıkları halde beraat kararı veriyor. Bu şekildeki beraat kararları din istismarcılığı yapan yüzlerce kişinin elinde memleketi dolaşıyor. Ve bunlar birbirlerine ulaştırılıyor. Nerede bir hâdise olursa bu vesaik de hâkimin karşısına dikiliyor ve beraat kararı alınıyor. Bundan faydalanarak Nurculuk her gün memlekette genişlemekte ve arz ettiğim istismarcılık sebepleriyle bilhassa tehlikeli olmaktadır. Bu sebeple bunlarla mücadele için Diyanet İşleri Başkanlığı, Dahiliye Vekâleti, Adliye Vekâleti ve varsa diğer vekâletlerin iş birliği ve koordinasyonu sağlayacak esasları vaz'etmelidirler. Bunu ilgili bakanlıklardan temenni ediyorum.” (Kurucu Meclis, Tutanak Dergisi, 21 .2.1961 Salı)


Nurculuğu tasfiye etmek için sayılan organlar tarafından hangi tedbirlerin alındığını bilmiyoruz! Bu konudaki resmî bilgiler kamuoyu ile paylaşılmalıdır.



Her şeye rağmen Risale-i Nurlar, insanların kalplerini kazanmayı başardı. Bunun sebepleri üzerinde durmayacağız! Allah bütün sebeplerin üzerinde elbette Nurunu tamamlayacaktı.

Bir an bu çetelerin başarılı olması durumunda neler yaşanırdı diye düşünmekten kendimi alamadım!



75-80 yaşında bir ihtiyar olduğu halde, “Beni serbest bırakınız, el birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah'ın birliğine hizmet edeyim!” diye çırpınan bir Bediüzzaman olmasaydı neler yaşanırdı?



Türkiye’de bir asırlık hürriyet mücadelesinin tartışılmaz önderi olan İmam Bediüzzaman olmasaydı!

İnkarcı felsefe genç nesilleri alıp götürecek, Avrupa medeniyetinin sefahat yuvalarında çürütecekti.

Irkçı eğitim sistemi ülkenin bütün manevi bağlarını koparacak, Kürtler ve Türklerden hiç biri diğerine kardeş olduğunu hissetmeyecekti.

Bugünkü eksik ve yaralı demokrasi de elimizde olmayacak, Esed rejiminden çok daha kanlı ve acımasız bir diktatörlüğün esaretinde yaşanacaktı!



Bu tespitleri uzatıp gitmek mümkün elbette! Son dönemde yapılan yakın tarih çalışmaları, Bediüzzaman’a muhalif çalışmaların tamamının, bölücülük ve anarşistlik hesabına geçtiğini ortaya koydular. Bu gün elimizde Türkiye’nin ve alem-i İslam’ın geleceği adına en güçlü sermaye olan Nurculuk, birlik ve bütünlüğümüzün teminatı olarak görevini yapmaya devam ediyor!



“Lakin ittihad cehl ile olmaz. İttihad imtizac-ı efkardır. İmtizac-ı efkar, marifetin şua-ı elektiriği ile olur.”

Fetret yıllarına ışık olan Bediüzzaman, istikbalimizi de aydınlatacak!

Siz hiç Bediüzzaman olmasaydı neler yaşanırdı düşündünüz mü?



(1) Necip San (d. 1906 Siirt)

1906 yılında Siirt’te doğdu.1922’de Harp Okulu'nu bitirdi. 1948’de Albay oldu. 1957’de Askeri Müze Müdürlüğünde bulundu. 1960’da Emniyet Genel Müdürlüğü yaptı. Emniyet Genel Müdürlüğü görevinde iken 2 Kasım 1961 tarihinde Başbakanlık Müsteşarlığına tayin oldu. 23 Mart 1962 tarihine kadar bu görevde bulundu.
 
Üst