Konuya cevap cer

On Birinci Lem’a


Mirkatü’s-Sünne ve Tiryaku Marazı’l-Bid’a


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ


لَقَدْ جَاۤءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُفٌ رَحِيمٌ


Şu âyetin birinci makamı Minhâcü’s-Sünnet, ikinci makamı Mirkatü’s-Sünnettir.


فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ  

2


قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللهُ

3


Bu iki âyet-i azîmenin yüzer nüktesinden on bir nüktesi icmâlen beyan edilecek.


BİRİNCİ NÜKTE


Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:


مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ مِائَةِ شَهِيدٍ


Yani, “Fesâd-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir.”                          Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :


         :  “Size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi  ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. O size çok düşkün,  mü’minlere çok şefkatli, çok merhametlidir.” Tevbe Sûresi, 9:128.

  :  “Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa de ki:  Allah bana yeter. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona  tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.” Tevbe Sûresi, 9:129.

  :  “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:31.

  :  İbni Adiy, el-Kâmil fi’d-Duafâ, 2:739;  el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, 1:41; Taberânî, el-Mecmeu’l-Kebîr,  1394; Ali bin Hüsâmüddin, Müntehebâtü Kenzi’l-Ummâl, 1:100; el-Heysemî,  Mecmeu’z-Zevâid, 7:282.Evet, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ, mutlaka gayet  kıymettardır. Hususan bid’aların istilâsı zamanında Sünnet-i Seniyyeye  ittibâ etmek daha ziyade kıymettardır. Hususan fesâd-ı ümmet zamanında  Sünnet-i Seniyyenin küçük bir âdâbına mürâât etmek, ehemmiyetli bir  takvâyı ve kuvvetli bir imanı ihsas ediyor. Doğrudan doğruya Sünnete  ittibâ etmek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı hatıra getiriyor. O  ihtardan, o hâtıra, bir huzur-u İlâhi hâtırasına inkılâp eder. Hattâ en  küçük bir muamelede, hattâ yemek, 1 içmek 2 ve yatmak 3  âdâbında Sünnet-i Seniyyeyi mürâât ettiği dakikada, o âdi muamele ve o  fıtrî amel, sevaplı bir ibadet ve şer’î bir hareket oluyor. Çünkü o âdi  hareketiyle Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ittibâını düşünüyor ve  şeriatın bir edebi olduğunu tasavvur eder. Ve şeriat sahibi o olduğu  hatırına gelir. Ve ondan, Şâri-i Hakikî olan Cenâb-ı Hakka kalbi  müteveccih olur. Bir nevi huzur ve ibadet kazanır.


İşte, bu sırra  binaen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâı kendine âdet eden, âdâtını ibadete  çevirir, bütün ömrünü semeredar ve sevabdar yapabilir.


İKİNCİ NÜKTE


İmâm-ı  Rabbânî Ahmed-i Fârûkî (r.a.) demiş ki: “Ben seyr-i ruhanîde kat-ı  merâtip ederken, tabakat-ı evliyâ içinde en parlak, en haşmetli, en  letâfetli, en emniyetli, Sünnet-i Seniyyeye ittibâı esas-ı tarikat  ittihaz edenleri gördüm. Hattâ o tabakanın âmi evliyaları, sair  tabakâtın has velîlerinden daha muhteşem görünüyordu.” 4                          Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :


         :  bk. Tirmizî, Et’ime: 47; Ebû Dâvud, Eşribe: 15; İbni Mâce, Et’ime: 7; Müsned: 6:143, 207, 265.

  :  bk. Buhârî, Eşribe: 26; Müslim; Eşribe: 122-123; Tirmizî, Eşribe: 14.

  :  bk. Buhârî, Deavât: 8; Tirmizî, Deavât: 29; Ebû Dâvud, Edeb: 177.

  :  bk. İmam-ı Rabbânî, el-Mektûbât: 1:240 (260. Mektup)Evet, Müceddid-i Elf-i Sâni İmam-ı Rabbânî hak söylüyor. Sünnet-i  Seniyyeyi esas tutan, Habibullahın zılli altında makam-ı mahbubiyete  mazhardır.


ÜÇÜNCÜ NÜKTE


Bu fakir Said, Eski  Said’den çıkmaya çalıştığı bir zamanda, rehbersizlikten ve nefs-i  emmârenin gururundan gayet müthiş ve mânevî bir fırtına içinde akıl ve  kalbim hakaik içerisinde yuvarlandılar. Kâh Süreyya’dan serâya, kâh  serâdan Süreyya’ya kadar bir sukut ve suud içerisinde çalkanıyorlardı.


İşte,  o zaman müşahede ettim ki, Sünnet-i Seniyyenin meseleleri, hattâ küçük  âdâbları, gemilerde hatt-ı hareketi gösteren kıblenâmeli birer pusula  gibi, hadsiz zararlı, zulümatlı yollar içinde birer düğme hükmünde  görüyordum. Hem o seyahat-i ruhiyede, çok tazyikat altında, gayet ağır  yükler yüklenmiş bir vaziyette kendimi gördüğüm zamanda, Sünnet-i  Seniyyenin o vaziyete temas eden meselelerine ittibâ ettikçe, benim  bütün ağırlıklarımı alıyor gibi bir hiffet buluyordum. Bir teslimiyetle,  tereddütlerden ve vesveselerden, yani, “Acaba böyle hareket hak mıdır,  maslahat mıdır?” diye endişelerden kurtuluyordum. Ne vakit elimi  çektiysem, bakıyordum, tazyikat çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok  yollar var. Yük ağır, ben de gayet âcizim. Nazarım da kısa, yol da  zulümatlı. Ne vakit Sünnete yapışsam yol aydınlaşıyor, selâmetli yol  görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyikat kalkıyor gibi bir hâlet  hissediyordum. İşte o zamanlarımda İmam-ı Rabbânînin hükmünü bilmüşahede  tasdik ettim.


DÖRDÜNCÜ NÜKTE


Bir zaman rabıta-i mevtten ve 1 اَلْمَوْتُ حَقٌّ kaziyesindeki tasdikten ve âlemin zeval ve fenâsından gelen bir hâlet-i ruhiyeden, kendimi acip bir âlemde          Evet, Müceddid-i Elf-i Sâni İmam-ı Rabbânî hak söylüyor. Sünnet-i  Seniyyeyi esas tutan, Habibullahın zılli altında makam-ı mahbubiyete  mazhardır.


ÜÇÜNCÜ NÜKTE


Bu fakir Said, Eski  Said’den çıkmaya çalıştığı bir zamanda, rehbersizlikten ve nefs-i  emmârenin gururundan gayet müthiş ve mânevî bir fırtına içinde akıl ve  kalbim hakaik içerisinde yuvarlandılar. Kâh Süreyya’dan serâya, kâh  serâdan Süreyya’ya kadar bir sukut ve suud içerisinde çalkanıyorlardı.


İşte,  o zaman müşahede ettim ki, Sünnet-i Seniyyenin meseleleri, hattâ küçük  âdâbları, gemilerde hatt-ı hareketi gösteren kıblenâmeli birer pusula  gibi, hadsiz zararlı, zulümatlı yollar içinde birer düğme hükmünde  görüyordum. Hem o seyahat-i ruhiyede, çok tazyikat altında, gayet ağır  yükler yüklenmiş bir vaziyette kendimi gördüğüm zamanda, Sünnet-i  Seniyyenin o vaziyete temas eden meselelerine ittibâ ettikçe, benim  bütün ağırlıklarımı alıyor gibi bir hiffet buluyordum. Bir teslimiyetle,  tereddütlerden ve vesveselerden, yani, “Acaba böyle hareket hak mıdır,  maslahat mıdır?” diye endişelerden kurtuluyordum. Ne vakit elimi  çektiysem, bakıyordum, tazyikat çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok  yollar var. Yük ağır, ben de gayet âcizim. Nazarım da kısa, yol da  zulümatlı. Ne vakit Sünnete yapışsam yol aydınlaşıyor, selâmetli yol  görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyikat kalkıyor gibi bir hâlet  hissediyordum. İşte o zamanlarımda İmam-ı Rabbânînin hükmünü bilmüşahede  tasdik ettim.


DÖRDÜNCÜ NÜKTE


Bir zaman rabıta-i mevtten ve 1 اَلْمَوْتُ حَقٌّ kaziyesindeki tasdikten ve âlemin zeval ve fenâsından gelen bir hâlet-i ruhiyeden, kendimi acip bir âlemde          dinlemeseler, merak etme. Ve de ki: Cenâb-ı Hak bana kâfidir. Ona  tevekkül ediyorum. Sizin yerlerinize, ittibâ edecekleri yetiştirir.  Taht-ı saltanatı herşeyi muhittir; ne âsiler hududundan kaçabilirler ve  ne de istimdat edenler medetsiz kalırlar.”


Öyle de, mânâ-yı  işarîsiyle der ki: “Ey insan ve ey insanın reisi ve mürşidi! Eğer bütün  mevcudat seni bırakıp fenâ yolunda ademe giderse, eğer zîhayatlar senden  mufarakat edip ölüm yolunda koşarsa, eğer insanlar seni terk edip  mezaristana girerse, eğer ehl-i gaflet ve dalâlet seni dinlemeyip  zulümata düşerse, merak etme. De ki: Cenâb-ı Hak bana kâfidir. Madem O  var, herşey var. Ve o halde, o gidenler ademe gitmediler. Onun başka  memleketine gidiyorlar. Ve onların bedeline o Arş-ı Azîm Sahibi,  nihayetsiz cünud ve askerinden, başkalarını gönderir. Ve mezaristana  girenler mahvolmadılar; başka âleme gidiyorlar. Onların bedeline başka  vazifedarları gönderir. Ve dalâlete düşenlere bedel, tarik-i hakkı takip  edecek muti kullarını gönderebilir. Madem öyledir; O herşeye bedeldir,  bütün eşya birtek teveccühüne bedel olamaz” der.

İşte, şu mânâ-yı  işarî vasıtasıyla, bana dehşet veren üç müthiş cenaze, başka şekil  aldılar. Yani, hem Hakîm, hem Rahîm, hem Âdil, hem Kadîr bir Zât-ı  Zülcelâlin taht-ı tedbir ve rububiyetinde ve hikmet ve rahmeti içinde  hikmetnümâ bir seyeran, ibretnümâ bir cevelân, vazifedârâne bir seyahat  suretinde bir seyrüseferdir, bir terhis ve tavziftir ki, böylece kâinat  çalkalanıyor, gidiyor, geliyor.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst