3) Şeâire Hürmet Hissi
Bize göre bir kısım mukaddes mefhumlar vardır. Bu mefhumların arkasında da çok mukaddes mânâlar vardır. 'Allah' (cc) mefhumu bizim için çok mukaddestir ve imanın bir rüknüdür. Allah'a (cc) inanmayan birinin İslâmî ve imânî hayatı yoktur. Bu yüce ve yüceliği nispetinde de olabildiğine mukaddes mefhumun belli bir yaştan itibaren -ki bu devrenin başlangıcı genelde 7-9 yaş olarak düşünülür- dimağlarda yerleşmesini, gönüllerde oturmasını ve çocuğun bütün hayal âlemini işgal etmesini temin etmekle mükellef bulunduğumuz kat'iyen unutulmamalıdır. Çocuğun, Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem) hayaliyle yaşamasını temin etmek, o evde sürekli ondan bahisler açılmasına bağlıdır. Şayet bir evde sadece, televizyon-sinema artistlerinden bahsediliyorsa ve çocuğun temâşâ ufkunda her zaman televizyonlar, sinemalar bulunuyorsa onun hayaline hakim olan da bir kısım artistler olacaktır. Sorduğunuz anda size pek çok sporcu, müzisyen ve artist ismi sayılabilecek; ama belki de dört sahabi ismi söyleyemeyecektir. Hafıza ve şuuraltı, bütün kapasitesiyle, çok faydası olmamakla beraber, 'hayalin fıskı'na sebebiyet veren bu gereksiz şeylerle mâlemâl dolacaktır.
Dinde mukaddes bilinen her şey, düşünce ve davranışlarımızda daima mukaddes olarak ifade edilmelidir. Meselâ, Kâbe mukaddes bir mekândır. Siz de çocuğun yanında, Kâbe ile ilgili hislerinizi dile getirirken fevkalâde saygılı olmalısınız. Kâbe sınırlarından içeriye girdiğimiz ya da Medine-i Münevvere'ye yaklaştığımız zaman ayaklarımızı saygıyla yere basmalıyız. Meseleyi götürüp, Rasûlü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) gezdiği yerlerde, -İmâm Malik gibi- 'Burada ayakkabıyla veya merkeple gezilmez.' esallallahu aleyhi ve sellemına bağlamalıyız. O büyük İmâm, uzak yerden Mescid-i Nebevi'ye veya başka bir mescide hadis dersi kıraatine, tilâvetine giderken ya da Medine'nin sınırlarından içeriye girdiğinde, bindiği merkepten aşağıya iner, orada böyle gezilmesi gerektiğini söylerdi. Elbette bunu gören çocuk Ravza-yı Tâhire ve onun Sahibine saygıyla dolup taşacaktır.
Kur'ân-ı Kerim için de durum aynıdır. 'Her kim Allah'ın şeâirine saygı gösterirse, şüphesiz bu, kalblerin takvasındandır.' (Hac, 22/32) buyurulmaktadır. Şeâire hürmet etmek kalbin takvasındandır. Kalbin takvası ise, kalbin Allah'ı (cc) tanıması, tanıdığı büyük Allah'a (cc) saygıyla yönelmesi, O'na sığınması, O'na itaat etmesi ve hakikat-ı ulûhiyeti tam olarak kavramasıyla mümkündür. Şeâire hürmet hayâtîdir; meselâ yine şeâirden olan cami, çocuğun nazarında o kadar mukaddes görülüp kabul edilmelidir ki, o, bütün Allah'a (cc) giden yolların camiden geçtiğini düşünmelidir. Müezzinin lâhûtî sesinin minarelerden, 'Allahu ekber' şeklinde yükselmesi, çocuğun nazarında büyümeli ve 'Allahu ekber' dendiği zaman o da kelimeleri tekrar etmeli ve ezan bitince ellerini kaldırarak; 'Allahumme rabbe hâzihi'd-da'veti't-tâmmeti ve's-salâti'l-kâimeti, âti seyyidenâ Muhammedeni'l-vesîlete ve'l-fazilete ve'b'ashu makâmen mahmûdeni'llezî ve'adtehu inneke lâ tuhliful-mîâd; Ey bu kamil davetin ve kılınacak namazın Rabbi olan Allah'ım! Muhammed'e (sallallahu aleyhi ve sellem) Hakk'a yaklaşma, cennete ve ötesine ulaşmayı lütfet ve O'nu kendisine vadettiğin Makam-ı Mahmud'a ulaştır. Muhakkak ki Sen vaadini yerine getirensin.'[6] diyerek boşalmalıdır.
Hulâsa, eğer Allah'a inanıyor ve O'nu seviyorsak ve içimizde takvâ ve şeâire tazim hissi varsa, bu hislerimizi çocuğun gönlüne boşaltacak ve ona Allah'ın büyüklüğünü gösterecek, sevdirecek ve O Mâbud-u Mutlak'tan başka Mahbub, Maksud, Matlub olmadığını onun bütün benliğine işleyeceğiz. Taberani'nin Ebu Ümame'den naklettiği bir hadis-i şerifte Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem): 'Allah'ı, Allah'ın kullarına sevdirin ki, Allah da sizi sevsin.'[7] buyurur. Allah (cc) ancak iyi tanınmakla sevilir; zira insan bildiğini sever, bilmediğine de düşman olur. Dinsiz ya da ateistler Allah'ı (cc) tanımadıkları için düşmandırlar; eğer tanıyabilselerdi seveceklerdi.
Kur'ân-ı Kerim'de Allah (cc) 'İnsanları ve cinleri ancak, Bana kulluk etsinler diye yarattım.' (Zâriyât, 51/56) ferman eder. İbn Abbas ve Mücahid (radıyallâhu anhüma) buradaki {liya'budûn} 'Bana kulluk etsinler diye' kelimesini {liya'rifûn} 'Beni tanısınlar, bilsinler'[8] olarak tefsir etmektedir. Demek ki bir insan Allah'ı biliyorsa kullukta bulunuyor; bilmiyorsa nankörlük ediyor. Öyleyse evvelâ biz bildireceğiz; çocuk da bilecek ve o duyguyla dopdolu hâle gelecek ki, Allah'a (cc) karşı saygılı olabilsin. Ancak her seviyenin ayrı bir tanıtma üslûbu olmalıdır ve Allah'ı (cc) tanıtma konusunda tanıtım, yaşa-başa göre yapılmalıdır. Belli bir yaştaki çocuğa, önüne konan sofranın Allah tarafından geldiğini delilsiz, mücerret anlatma ona kâfi gelebilir. Başka bir yaşta insanların, hayvanların, ağaçların beklediği yağmurun, gökten O'nun inayetiyle geldiğini, başımızdan aşağı boşalan o yağmurun, Allah'ın mahz-ı rahmetinden taşıp geldiğini anlatmak gerekecektir. Daha ileri yaşlardaki birisine ise, Allah'ın, denizlerde, ırmaklarda vaz' ettiği tebahhur etme (buharlaşma) kanununu, havada yağmurun damla damla dökülme kanununu ve bütün bunların asla tesadüfe verilemeyeceği, her şeyin Allah'ın inayetiyle olduğunu anlatmak gerekecektir. Daha seviyeli çocuklara ise, pozitif ilimlere ait argümanları kullanarak onun seviyesine göre Allah'ı tanıttırıp sevdireceksiniz.
Bir hadislerinde Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyururlar:
'Allah'ın size nimetleri karşısında Allah'ı (cc) seviniz. Beni de Allah'ın (cc) elçisi olduğum için, Allah'tan (cc) ötürü seviniz. Ehl-i Beytimi de beni sevdiğiniz için seviniz.'[9]
Usûlü bulunabildiği nispette bu sevme ve sevdirme işi zor olmasa gerek. Çocuklarımıza, birtakım lüzumsuz neşriyat yerine, Rasûlü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) siyerini okutabilsek ve onların eline, hiç olmazsa Muhammed Yusuf Kandehlevî'nin 'Hayâtu's-Sahabe'si gibi her an müracaat edebilecekleri bir kitap versek, zannediyorum Rasûlü Ekrem'i (sallallahu aleyhi ve sellem) ve onun ashabını ve onların çocuklarını tanıma fırsatı bulacak ve bunlardan her birerleri onların gözünde hayatlarının kahramanları olarak büyüyecek; onlara uymaya, onlara benzemeye, Hz. Hamza gibi şecaatli, Hz. Ali gibi şâh-ı merdan, Hz. Ebu Bekir gibi sâdık, Hz. Fâruk-ı A'zam gibi kılı kırk yaran âdil olmaya çalışacaklardır. Allah'ın (cc) binlerce rızâ ve rıdvanı bunların üzerine olsun..!
Evet her zaman evimizin baş köşesinde Kur'ân-ı Kerim, sonra Rasûlü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) siyeri ve ashab-ı kiramın hayatına ait megâzi kitaplarını bulundurmak ve çocuklarımızın gönüllerinin onlarla beslenmesini sağlamak, tarihî kahramanlarımızla onların gönüllerini, gözlerini açmak ve atalarını onlara sevdirmek çok önemlidir.
Burada bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Felsefî biçimde ve aklî yollarla, akîdemize musallat olan tereddütlere, şüphelere karşı, değişik delillere başvurmak mantığın, fikrin gereği olsa da mücerret mantığa saplanıp kalmak, bazen insanın kalbî hayatını söndürüp onu ümitsizliğe itebilir. İnsan, aklı ve fikrine ait vazifeleri yaptıktan ve bunlarla alâkalı bütün fonksiyonları yerine getirdikten sonra, pratik hayatta bu duygu ve düşüncelerin nasıl meydana geldiğine dair misalleri araştırmaya başlayacaktır. Binaenaleyh siz, fiziğin, kimyanın, astronominin diliyle Allah'ın (cc) varlığına ve birliğine ait binlerce âfâkî ve enfüsî delillere sarılıp, yukarıdan uzanan nurânî bir merdivenle yukarılara çıksanız da, pratik hayattan misaller veremiyorsanız ve çocuk da bunlara akıl erdiremiyorsa, vereceğiniz dinî düşünceler onun zihninde felsefî nazariyeler gibi algılanacaktır.
Anlattığınız ya da anlatacağınız dinî değer yargıları ve millî meziyetlerin, tarihin belirli dilimlerinde yaşanmış olduğunu gösteremiyorsanız bunlar bazılarına ütopya gibi görünebilir. Siz, bu değerlerin yaşandığını ve yaşanabildiğini beli misallerle gösterme mecburiyetindesiniz.
Daha yakın zamana kadar, yaşanıp yaşanılamayacağı hususunda bizim bile kalbimizde-kafamızda bir hayli tereddüt vardı ve kendi kendimize, 'Bu olaylar belki yaşanmıştır; ama ihtimal dünya bunları bir kere görmüştür. Bir daha görmesi ve hele yaşanabilmesi çok zor; hatta biraz da ütopik görünmektedir.' fikri, bir genel hastalık gibi yaygındı. Ne var ki, Allah'ı, Peygamberi tanıyan, Yüce Yaratıcı ve O'nun Nebisi'ni oldukça seven gençleri görünce, artık yürekten inanıyoruz ki, sahabe gibi bir topluluk bundan sonra da yaşayabilir. Zaten, nassların bize verdiği işaret ve bişâretler çerçevesinde Rasûlü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) 'Garipler' diye tavsif buyurduğu[10] sahabeye benzer bir topluluğun yaşayıp, din-i mübin-i İslâm'ı evc-i kemâle çıkaracağına da inancımız tamdır.
Âyât-ı tekviniyeye ıttılâınız derecesinde, kalbinizdeki takva, Allah'a (cc) duyduğunuz sevgi, saygı, mescid, mâbed ve benzeri şeâire gösterdiğiniz hürmet davranışları, çocuğun nazarında büyük mukaddes âbideler hâlinde görünmeye başlar ve bütün bunlar onu Allah'ın (cc) huzuruna davetin birer ifadesi olurlar. Burada yeri gelmişken Yahya Kemâl'in bu mevzudaki şâyân-ı takdir şu mısralarını hatırlatmak istiyoruz:
'Emr-i bülendsin ey ezan-ı Muhammedî,
Kâfi değil sadâna cihan-ı Muhammedî.
Sultan Selîm-i Evvel'i râm etmeyip ecel,
Fethetmeliydi âlemi şân-ı Muhammedî.'
'Gök nûra gark olur nice yüz bin minareden,
Şehbal açınca ruh-ı revan-i Muhammedî
Ervah cümleten görür Allahu ekber'i
Aks eyleyince arşa lisân-ı Muhammedî.'
Ezan, Müslümanlığın ulvî duygularının en önemli bir sembolü ve namaz öncesi bir konsantrasyon vesilesidir. Aynı zamanda, namazın, Allah'a karşı bir kulluk olarak büyüklüğünün ifadesi, O'nun çağrısı ve davetidir. Siz çocuklarınızı bu duygularla dopdolu yetiştirirseniz, onlar da ezanı duydukları zaman heyecanlanırlar, gözleri dolar, hisleri köpürür, mehâbetle, muhabbetle tir tir titremeye başlarlar. Şimdi âbâ ve ecdadımızın bize, onlardan evvelkilerin de onlara yaptıkları bu vazifeyi -İnşallahu Tealâ- bunca sarsıntı ve teklemeye rağmen yine hep beraber ihya ve ikame edeceğiz. Evet şeâiri ilân edecek, onu gelecek neslin nazarında kendi kıymetiyle gösterecek, Allah'ı, Rasûlü'nü ve Kur'ân-ı Mucizu'l-Beyan'ı herkese sevdireceğiz.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; evlerimizde, ibadet hayatımız arızasız olarak yerine getirilmeli, dinle, diyanetle alâkalı çocuklarımızın kafasına sokulan şüphe ve tereddütler vakit fevt etmeden izale edilmeli, evimizin içinde Allah'a tekarrübün yaşandığı, rahmet-i ilâhiye'nin sağanak sağanak başımıza indiği, gözlerimizin tatlı ümitlerle dolup reca içinde Allah'a yöneldiği ve sinelerimizin hüzünle dolup taştığı değişik bir kısım saatler olmalıdır. Öyle bir saat olmalı ki, o saatte evimizde Rasûlü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) görünüyor gibi tasallallahu aleyhi ve sellemvuru, tasviriyle çocuğun, hanımefendinin nazarında şöyle böyle mutlaka kendini göstermelidir.
İşte bunlar sizin İslâmî ibadet ve akîde hayatınızda çocuğunuza kazandırdığınız öyle büyük ve kıymetli şeylerdir ki, ilerideki hayatında o, birer birer bunların semerelerini görecek, duyacak ve size karşı minnettar olarak dua edecektir.
Şeâiri tazim, zatında büyük olan, dinin büyük kabul ettiği ve sizin de büyük gördüğünüz değer ve kıymetleri kavlen ve fiilen büyük göstermek demektir. Onların nazarında, ancak, ezanla anlatılabilen o ulular ulusu, büyükler büyüğü 'Allahu ekber' hakikatiyle şehbal açacak, ruh dünyalarında bayrak gibi dalgalanacak, kalblerini tül gibi saracak; siz de bu mazhariyetler karşısında dönüp tâlihlerinize tebessümler yağdıracaksınız.
[1] Münâvi, Feyzu'l-kadir, 2/529
[2] İbni Mâce, İkâme, 176
[3] Buhari, Sallallahu aleyhi ve sellemm, 55; Fezâilu'l-Kur'ân, 34; Müslim, Sıyâm, 182
[4] Ebu Nuaym, Hilye, 1/285-286
[5] Buhari, İmam 32; Rikak, 18; Müslim, Müsafirin 216,218; Münafikın, 78; Ebu Davud, Tatavvu 27; Nesei, Kıyamülleyl, 19; İbni Mâce, Zühd 28
[6] Buhari, Ezan, 8; Tefsiru Sure (17) 11; Tirmizi, Salât 43; Nesei, Ezan 38; İbni Mâce, Ezan 4
[7] Taberânî, Mu'cemü'l-Kebir, 8/90; Ali el-Müttaki, Kenzü'l-Ummal, 15/777
[8] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân, 17/55
[9] Tirmizî, Menâkıb, 31
[10] Müslim, İman 232; Tirmizi, İman 13
Fethullah Gülen
Bize göre bir kısım mukaddes mefhumlar vardır. Bu mefhumların arkasında da çok mukaddes mânâlar vardır. 'Allah' (cc) mefhumu bizim için çok mukaddestir ve imanın bir rüknüdür. Allah'a (cc) inanmayan birinin İslâmî ve imânî hayatı yoktur. Bu yüce ve yüceliği nispetinde de olabildiğine mukaddes mefhumun belli bir yaştan itibaren -ki bu devrenin başlangıcı genelde 7-9 yaş olarak düşünülür- dimağlarda yerleşmesini, gönüllerde oturmasını ve çocuğun bütün hayal âlemini işgal etmesini temin etmekle mükellef bulunduğumuz kat'iyen unutulmamalıdır. Çocuğun, Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem) hayaliyle yaşamasını temin etmek, o evde sürekli ondan bahisler açılmasına bağlıdır. Şayet bir evde sadece, televizyon-sinema artistlerinden bahsediliyorsa ve çocuğun temâşâ ufkunda her zaman televizyonlar, sinemalar bulunuyorsa onun hayaline hakim olan da bir kısım artistler olacaktır. Sorduğunuz anda size pek çok sporcu, müzisyen ve artist ismi sayılabilecek; ama belki de dört sahabi ismi söyleyemeyecektir. Hafıza ve şuuraltı, bütün kapasitesiyle, çok faydası olmamakla beraber, 'hayalin fıskı'na sebebiyet veren bu gereksiz şeylerle mâlemâl dolacaktır.
Dinde mukaddes bilinen her şey, düşünce ve davranışlarımızda daima mukaddes olarak ifade edilmelidir. Meselâ, Kâbe mukaddes bir mekândır. Siz de çocuğun yanında, Kâbe ile ilgili hislerinizi dile getirirken fevkalâde saygılı olmalısınız. Kâbe sınırlarından içeriye girdiğimiz ya da Medine-i Münevvere'ye yaklaştığımız zaman ayaklarımızı saygıyla yere basmalıyız. Meseleyi götürüp, Rasûlü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) gezdiği yerlerde, -İmâm Malik gibi- 'Burada ayakkabıyla veya merkeple gezilmez.' esallallahu aleyhi ve sellemına bağlamalıyız. O büyük İmâm, uzak yerden Mescid-i Nebevi'ye veya başka bir mescide hadis dersi kıraatine, tilâvetine giderken ya da Medine'nin sınırlarından içeriye girdiğinde, bindiği merkepten aşağıya iner, orada böyle gezilmesi gerektiğini söylerdi. Elbette bunu gören çocuk Ravza-yı Tâhire ve onun Sahibine saygıyla dolup taşacaktır.
Kur'ân-ı Kerim için de durum aynıdır. 'Her kim Allah'ın şeâirine saygı gösterirse, şüphesiz bu, kalblerin takvasındandır.' (Hac, 22/32) buyurulmaktadır. Şeâire hürmet etmek kalbin takvasındandır. Kalbin takvası ise, kalbin Allah'ı (cc) tanıması, tanıdığı büyük Allah'a (cc) saygıyla yönelmesi, O'na sığınması, O'na itaat etmesi ve hakikat-ı ulûhiyeti tam olarak kavramasıyla mümkündür. Şeâire hürmet hayâtîdir; meselâ yine şeâirden olan cami, çocuğun nazarında o kadar mukaddes görülüp kabul edilmelidir ki, o, bütün Allah'a (cc) giden yolların camiden geçtiğini düşünmelidir. Müezzinin lâhûtî sesinin minarelerden, 'Allahu ekber' şeklinde yükselmesi, çocuğun nazarında büyümeli ve 'Allahu ekber' dendiği zaman o da kelimeleri tekrar etmeli ve ezan bitince ellerini kaldırarak; 'Allahumme rabbe hâzihi'd-da'veti't-tâmmeti ve's-salâti'l-kâimeti, âti seyyidenâ Muhammedeni'l-vesîlete ve'l-fazilete ve'b'ashu makâmen mahmûdeni'llezî ve'adtehu inneke lâ tuhliful-mîâd; Ey bu kamil davetin ve kılınacak namazın Rabbi olan Allah'ım! Muhammed'e (sallallahu aleyhi ve sellem) Hakk'a yaklaşma, cennete ve ötesine ulaşmayı lütfet ve O'nu kendisine vadettiğin Makam-ı Mahmud'a ulaştır. Muhakkak ki Sen vaadini yerine getirensin.'[6] diyerek boşalmalıdır.
Hulâsa, eğer Allah'a inanıyor ve O'nu seviyorsak ve içimizde takvâ ve şeâire tazim hissi varsa, bu hislerimizi çocuğun gönlüne boşaltacak ve ona Allah'ın büyüklüğünü gösterecek, sevdirecek ve O Mâbud-u Mutlak'tan başka Mahbub, Maksud, Matlub olmadığını onun bütün benliğine işleyeceğiz. Taberani'nin Ebu Ümame'den naklettiği bir hadis-i şerifte Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem): 'Allah'ı, Allah'ın kullarına sevdirin ki, Allah da sizi sevsin.'[7] buyurur. Allah (cc) ancak iyi tanınmakla sevilir; zira insan bildiğini sever, bilmediğine de düşman olur. Dinsiz ya da ateistler Allah'ı (cc) tanımadıkları için düşmandırlar; eğer tanıyabilselerdi seveceklerdi.
Kur'ân-ı Kerim'de Allah (cc) 'İnsanları ve cinleri ancak, Bana kulluk etsinler diye yarattım.' (Zâriyât, 51/56) ferman eder. İbn Abbas ve Mücahid (radıyallâhu anhüma) buradaki {liya'budûn} 'Bana kulluk etsinler diye' kelimesini {liya'rifûn} 'Beni tanısınlar, bilsinler'[8] olarak tefsir etmektedir. Demek ki bir insan Allah'ı biliyorsa kullukta bulunuyor; bilmiyorsa nankörlük ediyor. Öyleyse evvelâ biz bildireceğiz; çocuk da bilecek ve o duyguyla dopdolu hâle gelecek ki, Allah'a (cc) karşı saygılı olabilsin. Ancak her seviyenin ayrı bir tanıtma üslûbu olmalıdır ve Allah'ı (cc) tanıtma konusunda tanıtım, yaşa-başa göre yapılmalıdır. Belli bir yaştaki çocuğa, önüne konan sofranın Allah tarafından geldiğini delilsiz, mücerret anlatma ona kâfi gelebilir. Başka bir yaşta insanların, hayvanların, ağaçların beklediği yağmurun, gökten O'nun inayetiyle geldiğini, başımızdan aşağı boşalan o yağmurun, Allah'ın mahz-ı rahmetinden taşıp geldiğini anlatmak gerekecektir. Daha ileri yaşlardaki birisine ise, Allah'ın, denizlerde, ırmaklarda vaz' ettiği tebahhur etme (buharlaşma) kanununu, havada yağmurun damla damla dökülme kanununu ve bütün bunların asla tesadüfe verilemeyeceği, her şeyin Allah'ın inayetiyle olduğunu anlatmak gerekecektir. Daha seviyeli çocuklara ise, pozitif ilimlere ait argümanları kullanarak onun seviyesine göre Allah'ı tanıttırıp sevdireceksiniz.
Bir hadislerinde Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyururlar:
'Allah'ın size nimetleri karşısında Allah'ı (cc) seviniz. Beni de Allah'ın (cc) elçisi olduğum için, Allah'tan (cc) ötürü seviniz. Ehl-i Beytimi de beni sevdiğiniz için seviniz.'[9]
Usûlü bulunabildiği nispette bu sevme ve sevdirme işi zor olmasa gerek. Çocuklarımıza, birtakım lüzumsuz neşriyat yerine, Rasûlü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) siyerini okutabilsek ve onların eline, hiç olmazsa Muhammed Yusuf Kandehlevî'nin 'Hayâtu's-Sahabe'si gibi her an müracaat edebilecekleri bir kitap versek, zannediyorum Rasûlü Ekrem'i (sallallahu aleyhi ve sellem) ve onun ashabını ve onların çocuklarını tanıma fırsatı bulacak ve bunlardan her birerleri onların gözünde hayatlarının kahramanları olarak büyüyecek; onlara uymaya, onlara benzemeye, Hz. Hamza gibi şecaatli, Hz. Ali gibi şâh-ı merdan, Hz. Ebu Bekir gibi sâdık, Hz. Fâruk-ı A'zam gibi kılı kırk yaran âdil olmaya çalışacaklardır. Allah'ın (cc) binlerce rızâ ve rıdvanı bunların üzerine olsun..!
Evet her zaman evimizin baş köşesinde Kur'ân-ı Kerim, sonra Rasûlü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) siyeri ve ashab-ı kiramın hayatına ait megâzi kitaplarını bulundurmak ve çocuklarımızın gönüllerinin onlarla beslenmesini sağlamak, tarihî kahramanlarımızla onların gönüllerini, gözlerini açmak ve atalarını onlara sevdirmek çok önemlidir.
Burada bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Felsefî biçimde ve aklî yollarla, akîdemize musallat olan tereddütlere, şüphelere karşı, değişik delillere başvurmak mantığın, fikrin gereği olsa da mücerret mantığa saplanıp kalmak, bazen insanın kalbî hayatını söndürüp onu ümitsizliğe itebilir. İnsan, aklı ve fikrine ait vazifeleri yaptıktan ve bunlarla alâkalı bütün fonksiyonları yerine getirdikten sonra, pratik hayatta bu duygu ve düşüncelerin nasıl meydana geldiğine dair misalleri araştırmaya başlayacaktır. Binaenaleyh siz, fiziğin, kimyanın, astronominin diliyle Allah'ın (cc) varlığına ve birliğine ait binlerce âfâkî ve enfüsî delillere sarılıp, yukarıdan uzanan nurânî bir merdivenle yukarılara çıksanız da, pratik hayattan misaller veremiyorsanız ve çocuk da bunlara akıl erdiremiyorsa, vereceğiniz dinî düşünceler onun zihninde felsefî nazariyeler gibi algılanacaktır.
Anlattığınız ya da anlatacağınız dinî değer yargıları ve millî meziyetlerin, tarihin belirli dilimlerinde yaşanmış olduğunu gösteremiyorsanız bunlar bazılarına ütopya gibi görünebilir. Siz, bu değerlerin yaşandığını ve yaşanabildiğini beli misallerle gösterme mecburiyetindesiniz.
Daha yakın zamana kadar, yaşanıp yaşanılamayacağı hususunda bizim bile kalbimizde-kafamızda bir hayli tereddüt vardı ve kendi kendimize, 'Bu olaylar belki yaşanmıştır; ama ihtimal dünya bunları bir kere görmüştür. Bir daha görmesi ve hele yaşanabilmesi çok zor; hatta biraz da ütopik görünmektedir.' fikri, bir genel hastalık gibi yaygındı. Ne var ki, Allah'ı, Peygamberi tanıyan, Yüce Yaratıcı ve O'nun Nebisi'ni oldukça seven gençleri görünce, artık yürekten inanıyoruz ki, sahabe gibi bir topluluk bundan sonra da yaşayabilir. Zaten, nassların bize verdiği işaret ve bişâretler çerçevesinde Rasûlü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) 'Garipler' diye tavsif buyurduğu[10] sahabeye benzer bir topluluğun yaşayıp, din-i mübin-i İslâm'ı evc-i kemâle çıkaracağına da inancımız tamdır.
Âyât-ı tekviniyeye ıttılâınız derecesinde, kalbinizdeki takva, Allah'a (cc) duyduğunuz sevgi, saygı, mescid, mâbed ve benzeri şeâire gösterdiğiniz hürmet davranışları, çocuğun nazarında büyük mukaddes âbideler hâlinde görünmeye başlar ve bütün bunlar onu Allah'ın (cc) huzuruna davetin birer ifadesi olurlar. Burada yeri gelmişken Yahya Kemâl'in bu mevzudaki şâyân-ı takdir şu mısralarını hatırlatmak istiyoruz:
'Emr-i bülendsin ey ezan-ı Muhammedî,
Kâfi değil sadâna cihan-ı Muhammedî.
Sultan Selîm-i Evvel'i râm etmeyip ecel,
Fethetmeliydi âlemi şân-ı Muhammedî.'
'Gök nûra gark olur nice yüz bin minareden,
Şehbal açınca ruh-ı revan-i Muhammedî
Ervah cümleten görür Allahu ekber'i
Aks eyleyince arşa lisân-ı Muhammedî.'
Ezan, Müslümanlığın ulvî duygularının en önemli bir sembolü ve namaz öncesi bir konsantrasyon vesilesidir. Aynı zamanda, namazın, Allah'a karşı bir kulluk olarak büyüklüğünün ifadesi, O'nun çağrısı ve davetidir. Siz çocuklarınızı bu duygularla dopdolu yetiştirirseniz, onlar da ezanı duydukları zaman heyecanlanırlar, gözleri dolar, hisleri köpürür, mehâbetle, muhabbetle tir tir titremeye başlarlar. Şimdi âbâ ve ecdadımızın bize, onlardan evvelkilerin de onlara yaptıkları bu vazifeyi -İnşallahu Tealâ- bunca sarsıntı ve teklemeye rağmen yine hep beraber ihya ve ikame edeceğiz. Evet şeâiri ilân edecek, onu gelecek neslin nazarında kendi kıymetiyle gösterecek, Allah'ı, Rasûlü'nü ve Kur'ân-ı Mucizu'l-Beyan'ı herkese sevdireceğiz.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; evlerimizde, ibadet hayatımız arızasız olarak yerine getirilmeli, dinle, diyanetle alâkalı çocuklarımızın kafasına sokulan şüphe ve tereddütler vakit fevt etmeden izale edilmeli, evimizin içinde Allah'a tekarrübün yaşandığı, rahmet-i ilâhiye'nin sağanak sağanak başımıza indiği, gözlerimizin tatlı ümitlerle dolup reca içinde Allah'a yöneldiği ve sinelerimizin hüzünle dolup taştığı değişik bir kısım saatler olmalıdır. Öyle bir saat olmalı ki, o saatte evimizde Rasûlü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) görünüyor gibi tasallallahu aleyhi ve sellemvuru, tasviriyle çocuğun, hanımefendinin nazarında şöyle böyle mutlaka kendini göstermelidir.
İşte bunlar sizin İslâmî ibadet ve akîde hayatınızda çocuğunuza kazandırdığınız öyle büyük ve kıymetli şeylerdir ki, ilerideki hayatında o, birer birer bunların semerelerini görecek, duyacak ve size karşı minnettar olarak dua edecektir.
Şeâiri tazim, zatında büyük olan, dinin büyük kabul ettiği ve sizin de büyük gördüğünüz değer ve kıymetleri kavlen ve fiilen büyük göstermek demektir. Onların nazarında, ancak, ezanla anlatılabilen o ulular ulusu, büyükler büyüğü 'Allahu ekber' hakikatiyle şehbal açacak, ruh dünyalarında bayrak gibi dalgalanacak, kalblerini tül gibi saracak; siz de bu mazhariyetler karşısında dönüp tâlihlerinize tebessümler yağdıracaksınız.
[1] Münâvi, Feyzu'l-kadir, 2/529
[2] İbni Mâce, İkâme, 176
[3] Buhari, Sallallahu aleyhi ve sellemm, 55; Fezâilu'l-Kur'ân, 34; Müslim, Sıyâm, 182
[4] Ebu Nuaym, Hilye, 1/285-286
[5] Buhari, İmam 32; Rikak, 18; Müslim, Müsafirin 216,218; Münafikın, 78; Ebu Davud, Tatavvu 27; Nesei, Kıyamülleyl, 19; İbni Mâce, Zühd 28
[6] Buhari, Ezan, 8; Tefsiru Sure (17) 11; Tirmizi, Salât 43; Nesei, Ezan 38; İbni Mâce, Ezan 4
[7] Taberânî, Mu'cemü'l-Kebir, 8/90; Ali el-Müttaki, Kenzü'l-Ummal, 15/777
[8] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân, 17/55
[9] Tirmizî, Menâkıb, 31
[10] Müslim, İman 232; Tirmizi, İman 13
Fethullah Gülen