[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]ABDÜLKADİR BADILLI [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"İsmini nasıl duydum"[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Bu fakir, Urfa'nın çevresindeki sakin, nim-bedevi, ekrad aşairinden birisi olan Badıllı aşiretinin çok eskiden beri an'anevi bir şekilde devam edip gelen ve beyleri olarak bilinen kısmından ve bir derece dinine merbut bir hanenin efradındanım. Bu cibillî ve çok daracık bir çerçeve içindeki dindarlık cihetiyle babam ve biraderlerim dine ve tarikata karşı incizapları vardı. Ben de aynı şekilde o çocukluk zamanında yegâne halâs çaresi olarak bildiğimiz tarikat adabını, o muhitin rengine göre bir derece ifaya çalışıyordum. Herkeste olduğu gibi, bende de o çocukluk zamanımdan bir mürşid-i kâmil bulmak ve ona intisab etmek meyli aşk derecesinde vardı. İşte tam o sırada bir isim duydum:[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Bediüzzaman Molla Said-el Kürdî ismini daha önce değişik ünvanlarla Şeyh Said isyanından sonra sürgüne gidip gelen amcalarımdan da çok defa sitayişkârane duyardım. Fakat bu defaki duyuş bambaşka bir duyuştu. Öyle bir duyuş ki, tarikatı ve âdabını bıraktırıp o ismin muhabbeti ve sevdasıyla yaşatan bir duyuştu.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"O zamanlardaki sevgili Üstadın yalnız ismine karşı duyduğum sevgiyi, şimdi yaşamak, devam etmek değil, kalemle bile tariften acizim. O ism-i pâk-ı muallâyı bizim köylerde tahsildarlık yapan ve Üstadımızla Kastamonu'da tanışan, Tillolu Tahsin Efendiden tafsilâtlı olarak duydum. Ve bir derece Üstadın şahsiyeti, ilmi ve velâyeti hakkında bilgi edindim. Bundan sonra artık benim için Üstadı ziyaret edip tarikatına intisap etmek işi, dünyada en azim bir gaye-i hayâlim oldu. Fakat Tahsin Efendi, Üstadın adresini tam bilmiyordu. Ve çok sıkı takipler ve tecessüslerin onu ablukaya aldığını söyledi. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Yola revan oldum"[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Üstadın ziyaretine gitmeyi musirrâne istiyordum. Ve adres istiyordum. Onlar birçok şeyi ileri sürdülerse de, ben dinlemedim, mutlaka adres istiyordum. Çare bulamadılar, dediler ki: 'Şu kitabı yazıp, bitirmeyince seni göndermeyiz. Yazıp bitirdiğin gün gel, seni göndeririz.' Ben de 'Peki' dedim. El yazma 20-30 büyük sahifelerden müteşekkil o kitabı aldım ve hemen köye döndüm, yazmaya başladım.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Üç gün içinde renkli ve süslü olarak bildiğim yazıyla yazdım ve bitirdim. Hemen Urfa'ya döndüp, 'İşte yazdım' dedim. Onlar hayret ettiler. 'Ne çabuk bitirdin?' dediler. Vaadleri vardı. Yazıp bitirdiğim gün göndereceklerdi.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Dediler. 'Kardeşim, biz, bir iş yaptık ve vaaddettik ki seni göndeririz. Fakat sen köye yazmaya gittiğin gün, Üstadımıza bir mektup yazdık, 'Abdülkadir isminde ziyaretine müştak bir genç var. Ziyaretinize gelmek istiyor. Gönderelim mi acaba?' diye sorduk. Size de kat'î vaadettik. Üstaddan gelecek cevapta 'Mutlaka gelmesin' denecektir. Bu cevabı alırsak, seni artık gönderemeyiz. Şu halde bir cevap almadan hemen seni gönderelim ki, Üstadın emrine karşı itaatsiz duruma düşmeyelim. Hemen yola çık' dediler ve bir mektup yazdılar, adres yazdılar. 'Yazdığın kitabı Üstada hediye et' dediler.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Antep'e doğru yola revan olduk. Gaziantep'ten trene binip gideceğiz. Henüz Birecik köprüsü yapılmamıştı. Yollar çok kötü, Otobüsler köhne, sekiz saatte zorla Antep'e ulaşabildik. Akşam saat 10'da tren geldi. Tren o kadar kalabalık ki ayak atacak yer yok. Treni ilk defa görüyorum. Ayağımızı trenin içine attık. Değil kompartımanlarda, aralarda bile duracak, oturacak yer yok. Konya Ereğli'sine kadar öyle ayakta gittik. Ereğli'den sonra salonlar biraz tenhalaşmaya başlamıştı. O sırada büyükçe bir bavulunu bir kenara koyup üstünde oturan ve elinde Sebilürreşad gazetesini okuyan bir adam gördüm. Sebilürreşad gazetesini Urfa'daki talebelerin yanında da görmüştüm. Bu adam acaba Üstadla alâkadar olmasın diye düşündüm. Çok yorgun ve bitkindim. Ona selâm verdim.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Ben de şu fazla kalan bavulunuzun köşesine oturabilir miyim' dedim. Adam:[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Otur, merhaba' dedi. 'Nerelisin?'[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Urfalıyım' dedim.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Ooo! Hemşehriyiz öyleyse, ben de Adıyamanlıyım. Nereye kadar gideceksin?'[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Isparta'ya kadar' dedim.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Hayrola nereye gidiyorsun?'[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]ABDÜLKADİR BADILLI [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"İsmini nasıl duydum"[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Bu fakir, Urfa'nın çevresindeki sakin, nim-bedevi, ekrad aşairinden birisi olan Badıllı aşiretinin çok eskiden beri an'anevi bir şekilde devam edip gelen ve beyleri olarak bilinen kısmından ve bir derece dinine merbut bir hanenin efradındanım. Bu cibillî ve çok daracık bir çerçeve içindeki dindarlık cihetiyle babam ve biraderlerim dine ve tarikata karşı incizapları vardı. Ben de aynı şekilde o çocukluk zamanında yegâne halâs çaresi olarak bildiğimiz tarikat adabını, o muhitin rengine göre bir derece ifaya çalışıyordum. Herkeste olduğu gibi, bende de o çocukluk zamanımdan bir mürşid-i kâmil bulmak ve ona intisab etmek meyli aşk derecesinde vardı. İşte tam o sırada bir isim duydum:[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Bediüzzaman Molla Said-el Kürdî ismini daha önce değişik ünvanlarla Şeyh Said isyanından sonra sürgüne gidip gelen amcalarımdan da çok defa sitayişkârane duyardım. Fakat bu defaki duyuş bambaşka bir duyuştu. Öyle bir duyuş ki, tarikatı ve âdabını bıraktırıp o ismin muhabbeti ve sevdasıyla yaşatan bir duyuştu.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"O zamanlardaki sevgili Üstadın yalnız ismine karşı duyduğum sevgiyi, şimdi yaşamak, devam etmek değil, kalemle bile tariften acizim. O ism-i pâk-ı muallâyı bizim köylerde tahsildarlık yapan ve Üstadımızla Kastamonu'da tanışan, Tillolu Tahsin Efendiden tafsilâtlı olarak duydum. Ve bir derece Üstadın şahsiyeti, ilmi ve velâyeti hakkında bilgi edindim. Bundan sonra artık benim için Üstadı ziyaret edip tarikatına intisap etmek işi, dünyada en azim bir gaye-i hayâlim oldu. Fakat Tahsin Efendi, Üstadın adresini tam bilmiyordu. Ve çok sıkı takipler ve tecessüslerin onu ablukaya aldığını söyledi. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Yola revan oldum"[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Üstadın ziyaretine gitmeyi musirrâne istiyordum. Ve adres istiyordum. Onlar birçok şeyi ileri sürdülerse de, ben dinlemedim, mutlaka adres istiyordum. Çare bulamadılar, dediler ki: 'Şu kitabı yazıp, bitirmeyince seni göndermeyiz. Yazıp bitirdiğin gün gel, seni göndeririz.' Ben de 'Peki' dedim. El yazma 20-30 büyük sahifelerden müteşekkil o kitabı aldım ve hemen köye döndüm, yazmaya başladım.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Üç gün içinde renkli ve süslü olarak bildiğim yazıyla yazdım ve bitirdim. Hemen Urfa'ya döndüp, 'İşte yazdım' dedim. Onlar hayret ettiler. 'Ne çabuk bitirdin?' dediler. Vaadleri vardı. Yazıp bitirdiğim gün göndereceklerdi.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Dediler. 'Kardeşim, biz, bir iş yaptık ve vaaddettik ki seni göndeririz. Fakat sen köye yazmaya gittiğin gün, Üstadımıza bir mektup yazdık, 'Abdülkadir isminde ziyaretine müştak bir genç var. Ziyaretinize gelmek istiyor. Gönderelim mi acaba?' diye sorduk. Size de kat'î vaadettik. Üstaddan gelecek cevapta 'Mutlaka gelmesin' denecektir. Bu cevabı alırsak, seni artık gönderemeyiz. Şu halde bir cevap almadan hemen seni gönderelim ki, Üstadın emrine karşı itaatsiz duruma düşmeyelim. Hemen yola çık' dediler ve bir mektup yazdılar, adres yazdılar. 'Yazdığın kitabı Üstada hediye et' dediler.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Antep'e doğru yola revan olduk. Gaziantep'ten trene binip gideceğiz. Henüz Birecik köprüsü yapılmamıştı. Yollar çok kötü, Otobüsler köhne, sekiz saatte zorla Antep'e ulaşabildik. Akşam saat 10'da tren geldi. Tren o kadar kalabalık ki ayak atacak yer yok. Treni ilk defa görüyorum. Ayağımızı trenin içine attık. Değil kompartımanlarda, aralarda bile duracak, oturacak yer yok. Konya Ereğli'sine kadar öyle ayakta gittik. Ereğli'den sonra salonlar biraz tenhalaşmaya başlamıştı. O sırada büyükçe bir bavulunu bir kenara koyup üstünde oturan ve elinde Sebilürreşad gazetesini okuyan bir adam gördüm. Sebilürreşad gazetesini Urfa'daki talebelerin yanında da görmüştüm. Bu adam acaba Üstadla alâkadar olmasın diye düşündüm. Çok yorgun ve bitkindim. Ona selâm verdim.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Ben de şu fazla kalan bavulunuzun köşesine oturabilir miyim' dedim. Adam:[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Otur, merhaba' dedi. 'Nerelisin?'[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Urfalıyım' dedim.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Ooo! Hemşehriyiz öyleyse, ben de Adıyamanlıyım. Nereye kadar gideceksin?'[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Isparta'ya kadar' dedim.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Hayrola nereye gidiyorsun?'[/FONT]