Konuya cevap cer

RİSALE...

TEKRAR DİRİLMEK

İki adam cennet gibi güzel bir memlekete giderler. Bakarlar .ki oradakiler evinin, dükkanının muhafazasına fazla dikkat etmiyor. Paralar ve mallar açıktadır.

Onlardan birisi her şeye elini uzatır, çalar, gasp eder, ahlâksızlıklar yapar.

Arkadaşı: "Bu memleketteki nizâm ve ahenkten anlaşılıyor ki, bu mallar sahipsiz değildir. Bak görüyorsun, herkes görevinde azamî bir dikkatle çalışıyor ve her biri çok önemli İşler görüyor. Belli ki herkes buranın padişahının askeridir. Her yerde o padişahın memurları, kameraları, dinleyicileri vardır. Belki sivil olduklarından sana dokunmuyorlar. Sen başıboş gibi, kimse görmüyor gibi hareket etme. Onun memleketinde, onun kanunlarına uygun hareket edeceğini, misafir gibi davranacağını ona ilan et!" diyerek onu uyarır.

O sersem: "Bunlar birinin malı değil, sahipsizdir." diyerek inad eder. Aralarında ciddi bir tartışma başlar.

O adam divanece "Ne padişahı, ben padişah falan görmüyorum ve tanımıyorum!" der.

Arkadaşı: "Bir köy muhtarsız, bir iğne ustasız, bir harf katipsiz olmaz, Bu kadar düzenli, bu denli güzel bir memleketin ha-kimsiz olması, bu sarayların, bu nakışların kendi kendine yapılması hiç mümkün müdür. Hem bak o padişahın her şey üzerinde mührü ve imzası var." diye cevap verir.

"Tamam" der o sersem... "Padişahı kabul ediyorum. Fakat, benini bu küçük yaramazlıklarımın ona ne zararı olabilir. Herkes vazifesini yaparken bir tane de benim gibisi olsun. Hem zindan falan da görünmüyor, bu yaptıklarımdan ötürü ceza görmüyorum."

Arkadaşı: "Burası bir manevra meydanıdır. Vazifesini yapmak için her gün kafileler gelir, kafileler gider. Bir müddet sonra bu yıkılmaya müsait diyar tamamen boşaltılacak, buradakiler daimi bir memlekete alınacak. Herkes vazifesini yapması nispetinde ya ceza çekecek, ya mükafat görecek." der.

"Buradan başka bir diyar olduğuna, bizim oraya götürüleceğimize inanmıyorum!" der inatçı adam.

O emin arkadaşı: "Madem bu denli inat ediyorsun, ben sana o gidilecek hakikî diyarı isbat edeyim."der.

Bu yerlerin padişahının hak edene hak ettiğini verdiğine bu misafirhanenin şahit olduğunu, bunun onun adaletini isbat ettiği gibi gönderdiği yaverine de adaletini söylettiğini, halbuki zalimlerin izzetiyle mazlumların zilletiyle gittiğini, demek bir mahkeme-i kübra'ya bırakıldığını, Onun itaat edenlerin mükafatını vermesi için ebedî bir diyarın olması gerektiğini, kendisi için olmasa bile bu ahenkli misafirhanede huzuru bozanlardan itaat edenlerin hakkını almak için bir hesap meydanını kuracağını, vaadini, vaadinden dönmesinin O'nun için muhal olduğunu, zira vaadini yerine getirmekte aciz olmadığını, bu dünyada bile her ölüme bir dirilişi takip ettirerek, ölen bir elmayı midede, ölen bir çekirdeği toprakta dirilterek diriliş numuneleri gösterdiğini, bu memleketi yoktan kuran birisinin dağılmış parçalarını toplamasının akıl için daha kolay olduğunu, ebedî ikram etmek isteyenin ebedî ziyafet sofralarının ve ebedî tecellisinin olacağını.... Binlerce delil ile anlatır.

Evet, öldükten sonra dirilmek, gecenin sabahı, kışın bahan kadar kafidir.

"Vermek istemeseydi istemek vermezdi." (10. Söz)

ŞEFKATLİ PADİŞAH

Bu misafirhanenin sahibi olan emsalsiz Zatın icraatları gösteriyor ki, Onun pek büyük bir şefkati vardır. Her musibetzedenin imdadına koşuyor, her isteğe cevap veriyor. En küçük bir raiyetinin, en küçük bir ihtiyacını ihmal etmiyor. Bir koyunun ayağı incinse, ya merhem, ya hekim gönderiyor.

Bak, bu misafirhanede büyük bir içtima var. Onun yaveri, bütün misafirler adına bir nutuk okuyor. Padişahtan bir şeyler istiyor. Bütün ahali, "Evet, biz de istiyoruz." diyorlar. Padişahın en kerim memuru diyor ki:

"Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız! Bize gösterdiğin numunelerin asıllarını, membalarını göster. Bizi bu çöllerde mahvettirme. Bizi huzuruna al. Sana müştak ve müteşekkir şu mutî raiyetini başıboş bırakıp idam etme!" diyor ve pek çok yalvarıyor.

Bu kadar şefkatli ve kudretli padişahın, en küçük bir isteği bile cevapsız bırakmazken, hem kendi muradı, hem merhamet ve adaletinin gereği olan, en sevgili yaverinin umum adına yaptığı isteğe cevap vermemesi düşünülemez.

Hakikî hazinelerini ve lütfunu öyle bir tarzda gösterecektir ki, bütün akıllar hayrette kalacaktır. (10.Söz 5-Suret)

İKİNCİSİ DAHA KOLAY

Mucizevî eserler veren bir kâtip, üç yüz bin çeşit kitabı, bîr saatte, hiç birini bir diğerine karıştırmadan, noksansız bir şekilde yazsa, o kâtibin, suya düşüp yazılan dağılmış bu- kitabını çok kolay ve çabuk bir şekilde tekrar yazmasını akıldan uzak görmek, o katibin gözle görünen İcraatından hiçbir şey anlamamaktır ve aynı zamanda ahmaklıktır.

Veya, muhteşem bir sultanın, denizleri kaldırıp yerlerine dağlar kurduğunu, dağlan denizlere çevirdiğini, bir sayfadan bir diğer sayfaya geçiyor gibi zemin yüzünü değiştirdiğini gördükten sonra, o sultanın ziyafet sofrasına iştirak edecek olan davetlilerin geçtiği bir vadiye yuvarlanan ve onların yolunu kapatan taşı kaldırmaya gücü yetmeyeceğine zannetmek, idrak gözünün çok berrak seyredebileceği bir hakikati görememektir.

Veya, kara, deniz ve hava kuvvetlerine sahip bir orduyu, bütün teçhizat, silah ve talimiyle bir günde hazırlayıp kuran bir kumandanın, istirahat için dağıttığı ordusunu, bir düdük sesiyle toplayamayacağına ihtimal vermek divaneliktir.

Aynen öyle de, kışın beyaz sayfasını çevirip, baharın ve yazın yeşil sahifesinde, üç yüz bin çeşit mahlukatı, birbirine karıştırmadan yazan, binlerce çeşit ağacın programını küçücük bir çekirdekte, insanların hayatlarını hafizalannda kaydedip muhafaza eden, dünyayı bir sapan taşı gibi çeviren, hayat sahiplerini bir ordu gibi yoktan yaratan bir zatın, dünya sayfasını kapatıp yeni bir sayfa açması, vefat edenlerin asıllarını ve ruhlarını muhafazası, rahmetinin, kudretinin, hikmetinin, izzetinin ve vaadinin neticesidir. O âlemin varlığı bu âlemden daha aşikardır. (10.Söz 9.Hakikat)

BAŞKA MAKSAT

Nasıl ki bir sinema setinde harcanan o kadar emek ve masraf, sadece o birkaç dakika İçin değil, nice yıllar sinemalarda seyredilmek içindir.

Aynen onun gibi, hayat ve Ölüm arasında yuvarlanan, toplanıp dağılan mevcudat bir başka gaye içindir.

Bu dünyada kısa bir zamanda, bir toplum içinde yaşamak, vakıaların ve neticelerin kaydedilmesi, büyük bir huzurda ve meydanda görülüp gösterilmesi, mizanda tartılması, ebedî bir saadeti netice vermesi içindir.

Hadis-i şerifteki, "Dünya ahiretin mezraasıdır." sözü bu hakikatin ifadesidir. (10.Söz 10.Hakikat)

BURANIN DEĞİL

Küçük bir kışlada misafir edilen bir paşanın rütbesi, vazifesi,

cihazları, hareket tarzı ve maaşı, o paşanın oraya ait olmadığını ilan eder.

İnsanın kalbi latifeleri, aklî potansiyeli, istekleri ve kabiliyetlerle donatılması, onun ebede müteveccih olduğunu, o şeylerin orası için verildiğini, ona göre teçhiz edildiğini gösterir.

Elbette ki, kocaman bir yunus balığının her hâli, dar bir akvaryum için olmadığını ve oraya sığamayacağını haykırır. (10.Söz 11.Hakikat)

BiR SAYHA

Meydanda hiç ordu yokken, tam donanımlı bir orduyu bugünde kuran birisi için, talimden sonra kısa bir istirahat için dağıttığı ordusunu bir sayha ile toplamak daha kolaydır.

Allah (cc) için, zorluk, kolaylık yoktur. Fakat, varlığın yoktan var edildiğini gördükten sonra, tekrar diriltilmesi akıl için uzak ve zor olmamalıdır. (10.Söz 9-Hakikat)

DOSTLARIN YANI

Bir adamın yüzde doksan dokuz ahbabı istanbul gibi bir şehre gider. Sadece kendisi köyündedir. Akrabaları orada rahat ve huzur içinde yaşamaktadır. O da oraya gitmek için iştiyaklıdır. Ona "Sen de git!" denilse sevinerek, gülerek gider.

Diğer bir adamın da ahbaplarının yüzde doksan dokuzu gitmiştir, fakat o onlan göremediği için, mahvolduklarım, kaybolduklarını, perişan olduklarını zannetmektedir. O, onların gittikleri yere gitmek istemediği gibi, kendisine gelip geçen misafirlerden dostlar tutmaya çalışmaktadır.

Evet, bir müminin başta Habibullah olmak üzere birçok ahbabı kabrin öbür tarafindadır. Ölümün yüzüne erkekçe gühneli ve kabirden korkup başını çevirmemelidir.

BİTKİSEL HAYAT

Bitkiler hayatın en alt basamağındadır. Komaya giren insan hakkında onun için bitkisel hayatta tabiri kullanılır.

Ölü çekirdek, toprağın altına girince, kokuşur, çürür, dağılır. Fakat, onun öldüğü noktada filizin hayatı başlar.

Meyvelerin dalından koparılarak ölmeleri, insanların midelerinde yeni ve daha yüksek bir hayatta dirilmelerini netice verir.

Adeta, her ölüm bir dirilişle gelir.

Bitkisel hayat seviyesindeki bir varlık, bir çekirdek, öldükten sonra dal budak salarak böylesine dirilirse, hayatın en üst basa-mağındaki insanın öldükten sonra dirilmesi ve hakikat-ı insanî-yenin bütün potansiyeli ile açılması kim bilir ne kadar muhteşem olacaktır. (l.Mektup 2.Sual)

CENNET FİKRİ

İnsanların hemen hemen yansını teşkil eden çocuklar, kendilerine dehşet veren ve ağlatan ölümlere ancak Cennet fikriyle dayanabilirler. Mesela, "Benim kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennetin bir kuşu oldu, Cennette geziyor" derler. Yoksa bir çocuk her an çevresinden duyduğu ölüm haberiyle öyle sarsılır ki, gözleriyle beraber ruhu, kalbi aklı, bütün duygulan ağlar. O nazik vücudu ancak böyle bir manevî kuvvetle ayakta durabilir. Yoksa ya mahvolur, ya divane bir serseriye döner. (9.Şua 1.Nokta Birincisi)

EVLÂDINA KAVUŞMAK

Bir insanın sevdiği evlâdı, sekerattta, Ölmek üzere iken, Hz. Hızır ve Lokman Hekim gibi zatlar gelip, tesirli ilaçlarla çocuğun tedavisine vesile olsalar, o sevimli ve güzel çocuk ölümden kurtulsa, elbette çok sevinir,

İşte o çocuk gibi, insanın bir çok sevdiği, mezarda mahvolup,

kaybolmuşken, İman hakikatleri Lokman hekim gibi idamhane vehmedilen kabristana, kalp penceresinden bir ışık verir. Adeta orada yatan ölüler, baştan başa dirilir ve hâl diliyle, "Biz ölmedik, sizinle yine görüşeceğiz." derler.

Böylece insan, imanın nasıl bir sevinç ve ferah vesilesi olduğunu daha bu dünyada iken anlar. (ILŞua 3.Mesele)

ALMANYA'NIN SERVETİ KADAR

Her insanın, her Müslüman'ın başına öyle bir dava açılmıştır ki, dünyaya hükümran olmaktan da, Cihan Harbi'nden de daha önemlidir. Eğer her bir adamın, Almanya ve İngiltere kadar serveti olsa, böyle bir davayı kazanmak için tereddütsüz sarf etmelidir.

O dava, binlerce meşhur insanın, Kâinatın Sahibinin vaatlerine dayanarak haber verdiği, herkesin, iman karşılığında, dünya büyüklüğündeki bahçeleri ve sarayları kazanmak veya kaybetmek davasıdır.

Her ferdin, fani bir diyarın, fani bir köşkü ve saltanatı değil, dünya büyüklüğündeki ebedî köşkleri kazanma ve cehennemden kurtulma meselesine, Amerika kadar serveti ve tüm insanların ömrü kadar vakti olsa, o uğurda sarf etmesinden daha makul bir şey olamaz. (ll.Şua 4.Mesele)

RED VE KABUL

Bir fende ihtisası olan iki zatın hükmü, ihtisası olmayan binlerce kişiye tercih edilir.

Bir adam, " Hindistan cevizi var ve süt konservesine benziyor." dese, bin tane reddiyeciye karşı davasını kazanır. Çünkü varlığını iddia edenin yapması gereken tek şey, bir Hindistan cevizi getirip göstermek veya bahçesini haber vermektir. Yok diyen adam, bütün dünyayı arasa ancak, "Ben bulamadım, ben göremedim." diyebilir. Öyle de, haşri isbat eden, haşre işaret eden en küçük bir işaretin yanında, binlerce inkarcının en küçük bir ehemmiyeti yoktur. Çünkü onlar, ebede kadar uzanan zamanları görmek ve göstermekle ancak davalarını isbat edebilirler. (11.Şua 7-Mesele)

HİÇ OLMASA

Nasıl, serseri asi bir adam, bulunduğu yerin izzetli hakimine, "Beni hapse atamazsın ve yapamazsın!" dese, o hakim kendi izzetinin muhafazası için, o şehirde hapis olmasa, o edepsiz için bir hapis yapıp, onu içine atar. Öyle de, kâfir, küfrüyle İzzet-i Celâline şiddetle dokunduğu için. Cehennemin icadını iktiza eden başka hikmetler olmasa, sadece kafirlerin o tavrı Cehennemin yaratılmasına yeter. (11.Şua 8.Mesele 2.Nükte)

YONTULMUŞ TAŞLAR

Bir firka askerin tanışıklığı, birbirine alışmışlığı, talimi ve terbiyesi olmadığında, yontulmamış yaşlar gibi olduklarında bir araya getirilmelerinde çok zahmet vardır. Fakat terhisten sonra çok kolay içtima ederler.

Öyle de, birbirine alışmış, bir derece yontulmuş taş hükmüne geçmiş beden hücreleri, öldükten sonra, Halikın izniyle, İsrafil'in borusuyla çok kolay içtima eder, yine eskisi gibi aynı bedeni oluştururlar. (İşarat-Bakara)

KISA ÖMÜRLÜ GÜL

Allah'a ait sanat eserleri beka içindir, ölüm ve fenaları vazifelerinden terhistir, idam değildir. Onlar ölümle bir cihette fenaya gitseler de, çok cihetlerden baki kalırlar.

Bir kelime ağızdan çıkar çıkmaz zahiren kaybolsa bile, Allah'ın izniyle kulaklarda, kağıtlarda, kitaplarda, akıllar adedince akıllarda nasıl baki kalıyorsa, kısa bir zamanda vazifesi tamam olan, solan, ölen gül de, onu gören insanların hafızaları ve ardından gelen tohumlardaki suretleri adedince bakidir. Demek ki, gülün tohumu, hafızalar, gül için bir menzildir.

Başıboş bırakılmayan insan için de dünya bir menzil olduğu gibi, kabir de, berzah da, haşir de birer menzildir. Bütün mahlukat için olduğu gibi, onun da amali hıfzedilmektedir. (Mesnevi Lasiyyemalar)

 

 

HIFZ KANUNU

Bir ağaç meyveye hamile olduğu gibi, o meyveden hasıl olan tohum da meyveye hamiledir. Ağacın bünyesinde semeresi mevcut olduğu gibi, tohumunda da semeresi mevcuttur. Meydana gelen ve geçen olaylar, insanın hafızasında mevcuttur.

En küçük bir hadiseyi kaydeden hafizîyet kanunu her şeyi kuşatmıştır. O kanunun yüzü ise ebede bakar. (Mesnevi -Lasiyyemalar)

CİSMİN DEĞİŞMESİ

Ey haşri inkar eden kafasız! Ömründe kaç defa cesedini değiştiriyorsun? Sabah akşam elbiseni değiştirdiğin gibi, her sene bir defa cismini değiştirip, yeniliyorsun. Belki her sene, her gün cisminden bir kısım şeyler ötür, yerine benzeri gelir.

Bunu hiç düşünmüyorsun. Eğer düşünebilseydin her yerde ve her zaman binlerce numuneleri meydana gelen Öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmezdin.

Doktora git, kafanı tedavi ettir. (Mesnevii -Habbe) 

HACDA

Nasıl bir asker, bayramda bir paşa ile beraber padişahın huzuruna girebilir. Sair vakitlerde onu ancak subaylarından dinler, tanır.

Öyle de, her insan hacda bir derece veliler gibi Cenab-ı Hakkı Rabb-ül Alemin unvanıyla tanımaya başlar. Allahu Ekberln tekrarıyla kibriya mertebeleri kalbine açılır. Ruhunu istila eden bütün hayret sualleri cevabını bulur. O nida, şeytanın desiselerini kökünden keser, kati cevaplarını kalbe duyurur. Ve ahiret hakkındaki suallere de Elhamdülillah cümlesi haşri ihtar ederek cevap olur. Evet, bütün şükürleri hakîkî şükür yapan ebedî saadettir. (11. Şua S.Mesele 2.Nükte)



Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst