Hamiyetkar
Well-known member
Aile Evden Gidiyor
Metin Karabaşoğlu
“GELİYORUM” DİYEREK GELENLERDENDİ. AYAK SESLERİ DUYULALI EPEY ZAMAN OLMUŞTU ZİRA. YERYÜZÜNDE OLABİLECEK EN KÖTÜ ŞEYLERDEN BİRİ OLUYOR, HAKİKAT GÜNEŞİNİN GURUB ETTİĞİ GARP DİYARINDA BAŞLAYAN KARANLIKLI BİR HALET ADIM ADIM BİZİM DÜNYALARIMIZA DOĞRU GELİYOR; AİLE EVDEN GİDİYORDU.
Ailenin evden gitmesi, çok şeyin elden gitmesi demekti. Bunun böyle olduğunu biliyordum. Zira, bu yöndeki bir dizi fiilî gözlemin ötesinde, ‘yüksek fikir alçalışları’nı keşif yolculuğunun en kritik dönemecinde karşımıza çıkan ‘kemal’ formülünün bir ucunun aileye çıktığını görmüş bulunuyordum. ‘Kemal,’ celâl ile cemalin buluşması, yani celâl içinde cemalin, cemal içinde celâlin varlığı ise, insan kemalini ancak aile içinde bulabilir demekti. Aile, celâl-cemal dengesinin bir mihveriydi.
Fâtır-ı Hakîm, erkeği celâlin, kadını ise cemalin öne çıktığı bir fıtratta yaratmıştı çünkü. Erkekte kuvvet, himaye, muhafaza, hakimiyet gibi celâlî vasıflar tebarüz ediyor; bu arada, bir kadında görüldüğünde ancak övgüye yol açan kimi haller erkekte zaaf telâkki ediliyordu. Meselâ, itaatkâr, tavır koymayan, teslimiyetçi erkekler pek takdir edilmezdi. Öte yandan, kadın şefkat, merhamet, güzellik ve letafet timsaliydi. Ona da, erkeğe yakışan hallerin bir kısmı hiç mi hiç yakışmıyordu. Erkekte övgüye değer haslet olarak vakar, kadında geçimsizlik, huysuzluk ve dikbaşlılık suretinde tezahür ediyordu. Hiç ‘Hayır’ diyemeyen bir erkek ne kadar hor görülüyorsa, ‘Evet’ özürlüsü hanımlar da o oranda hoşgörülmüyordu.
Erkeğe celâl, hanıma cemal yakışıyordu açıkçası. Ancak, ‘kemal’e dair keşfimizi hatırlarsak, o cemalin gayet kemalde bir cemal olması için zımnında celâli taşıması gerekiyor; celâlin ise, gayet kemalde bir celâl olması için cemal ile tadili icab ediyordu. Meselâ, celâlin bir tezahürü olarak hüküm veya idare, şefkat ve rahmeti de içinde barındırıyorsa kemalini buluyordu. Kuralı gözeten, ancak kişiye özel durumları hiç göze almadan gözeten kişiler ‘mükemmel idareci’ olamıyor, verdikleri hükümlerin ‘mükemmel’liğinden de söz edilemiyordu. ‘Kuralcı’ öğretmenler de başarılı olamıyor, zira sevilmiyorlardı. Öte yandan, terbiye gibi cemalin tezahürü bir vasıf, içinde rahmet ve şefkatin yanısıra kural ve ölçü barındırıyorsa kemalini buluyordu. Çocuğunun bir dediğini iki etmeyen annelerin çocukları iyi yetişmiş çocuklar olmazlardı. Fazla yumuşak huylu öğretmenlerin sınıflarından öğrenciler pek birşey öğrenmeden çıkarlardı.
Cemalin kemalini celâl ile, celâlin ise cemal ile bulduğuna dair, hayatın içinden, böylesi bir dizi örnek daha getirmek olasıydı. Ancak, bu kadar örnek dahi, bir gerçeğin ucunu görmemiz için yeterliydi. Açıkçası, erkek kemalini hanımıyla, hanım ise kocasıyla bulmaktaydı. Erkek ve kadın, tek başına kaldığında, iki yarım insan gibiydiler. O yüzden, bize celâl-cemal dengesiyle birlikte kemalin en mükemmel örneğini sunan Resûl-i Ekrem (a.s.m.) “Evlenmek benim sünnetimdir” buyurmamış mıydı? Yine bu sırdandır ki, kendi özel durumuna binaen evlenememiş bir büyük insan, öte yandan “Evlenmeli!” ikazında bulunan, “Bekar bîkardır” diyen kişiydi. Bekar erkeğin çocukluktan tam kurtulamadığına, bekar kadının ise bir derece erkekleştiğine işaret eden kişi de oydu.
(BÖLÜM 1 )
Metin Karabaşoğlu
“GELİYORUM” DİYEREK GELENLERDENDİ. AYAK SESLERİ DUYULALI EPEY ZAMAN OLMUŞTU ZİRA. YERYÜZÜNDE OLABİLECEK EN KÖTÜ ŞEYLERDEN BİRİ OLUYOR, HAKİKAT GÜNEŞİNİN GURUB ETTİĞİ GARP DİYARINDA BAŞLAYAN KARANLIKLI BİR HALET ADIM ADIM BİZİM DÜNYALARIMIZA DOĞRU GELİYOR; AİLE EVDEN GİDİYORDU.
Ailenin evden gitmesi, çok şeyin elden gitmesi demekti. Bunun böyle olduğunu biliyordum. Zira, bu yöndeki bir dizi fiilî gözlemin ötesinde, ‘yüksek fikir alçalışları’nı keşif yolculuğunun en kritik dönemecinde karşımıza çıkan ‘kemal’ formülünün bir ucunun aileye çıktığını görmüş bulunuyordum. ‘Kemal,’ celâl ile cemalin buluşması, yani celâl içinde cemalin, cemal içinde celâlin varlığı ise, insan kemalini ancak aile içinde bulabilir demekti. Aile, celâl-cemal dengesinin bir mihveriydi.
Fâtır-ı Hakîm, erkeği celâlin, kadını ise cemalin öne çıktığı bir fıtratta yaratmıştı çünkü. Erkekte kuvvet, himaye, muhafaza, hakimiyet gibi celâlî vasıflar tebarüz ediyor; bu arada, bir kadında görüldüğünde ancak övgüye yol açan kimi haller erkekte zaaf telâkki ediliyordu. Meselâ, itaatkâr, tavır koymayan, teslimiyetçi erkekler pek takdir edilmezdi. Öte yandan, kadın şefkat, merhamet, güzellik ve letafet timsaliydi. Ona da, erkeğe yakışan hallerin bir kısmı hiç mi hiç yakışmıyordu. Erkekte övgüye değer haslet olarak vakar, kadında geçimsizlik, huysuzluk ve dikbaşlılık suretinde tezahür ediyordu. Hiç ‘Hayır’ diyemeyen bir erkek ne kadar hor görülüyorsa, ‘Evet’ özürlüsü hanımlar da o oranda hoşgörülmüyordu.
Erkeğe celâl, hanıma cemal yakışıyordu açıkçası. Ancak, ‘kemal’e dair keşfimizi hatırlarsak, o cemalin gayet kemalde bir cemal olması için zımnında celâli taşıması gerekiyor; celâlin ise, gayet kemalde bir celâl olması için cemal ile tadili icab ediyordu. Meselâ, celâlin bir tezahürü olarak hüküm veya idare, şefkat ve rahmeti de içinde barındırıyorsa kemalini buluyordu. Kuralı gözeten, ancak kişiye özel durumları hiç göze almadan gözeten kişiler ‘mükemmel idareci’ olamıyor, verdikleri hükümlerin ‘mükemmel’liğinden de söz edilemiyordu. ‘Kuralcı’ öğretmenler de başarılı olamıyor, zira sevilmiyorlardı. Öte yandan, terbiye gibi cemalin tezahürü bir vasıf, içinde rahmet ve şefkatin yanısıra kural ve ölçü barındırıyorsa kemalini buluyordu. Çocuğunun bir dediğini iki etmeyen annelerin çocukları iyi yetişmiş çocuklar olmazlardı. Fazla yumuşak huylu öğretmenlerin sınıflarından öğrenciler pek birşey öğrenmeden çıkarlardı.
Cemalin kemalini celâl ile, celâlin ise cemal ile bulduğuna dair, hayatın içinden, böylesi bir dizi örnek daha getirmek olasıydı. Ancak, bu kadar örnek dahi, bir gerçeğin ucunu görmemiz için yeterliydi. Açıkçası, erkek kemalini hanımıyla, hanım ise kocasıyla bulmaktaydı. Erkek ve kadın, tek başına kaldığında, iki yarım insan gibiydiler. O yüzden, bize celâl-cemal dengesiyle birlikte kemalin en mükemmel örneğini sunan Resûl-i Ekrem (a.s.m.) “Evlenmek benim sünnetimdir” buyurmamış mıydı? Yine bu sırdandır ki, kendi özel durumuna binaen evlenememiş bir büyük insan, öte yandan “Evlenmeli!” ikazında bulunan, “Bekar bîkardır” diyen kişiydi. Bekar erkeğin çocukluktan tam kurtulamadığına, bekar kadının ise bir derece erkekleştiğine işaret eden kişi de oydu.
(BÖLÜM 1 )