Aileyi mahveden diziler...
Aileyi mahveden bazı diziler, çok şükür bitti; kimisi sona erdi kimisi yaz sezonuna girdi, insanımız 3-4 ay da olsa biraz nefes alacak, kendine gelecek, dizi bağımlılığından kısmen kurtulmuş olacak.
Sadece Türkiye değil ülkemize yakınlık duyan Müslüman ülkeler de bu dizilerle mahvedilmekte. Dizi oyuncuları, Orta Doğu ve Balkan ülkelerine gittiklerinde kahramanlar gibi karşılanmaktadır.
Ülkemizde izlenme oranı en yüksek olan bu TV dizileri maalesef; fuhşu, zinayı, yakın akraba arasındaki cinsi yakınlaşmayı, eşcinselliği meşru göstermekteler. Geçenlerde böyle dizilerin aileye zararından bahseden aileden sorumlu bakanımız günlerce topa tuttuldu.
Dizi bağımlılığına sadece, liberal, entel bayanlar yakalanmış değil, inançlı kadınlar da artık bu tuzağın içindeler. Nasıl vakit geçiriyorsun sorusuna, “İki dizim, üç cüzüm var” cevapları verilmeye başladı bu çevrelerde.
CEMİYET AİLENİN YERİNİ TUTAMAZ
Bugün, her tarafta aileye ve aile hayatına karşı, açık veya gizli bir savaş sürdürüldüğü bilinen bir gerçek. Filmlerin, romanların, hikâyelerin, müstehcen yayınların, TV’lerin esas konusu hep aile... Ailenin lüzumsuzluğu, kadın ve erkeklerin aile kurmadan da birlikte yaşayabilecekleri ve çocuk sahibi olabilecekleri hususu, devamlı gündemde tutulmakta.
Ayrıca cinsel özgürlük adı altında, fuhuş teşvik edilmekte ve bunlar, her türlü vasıtadan faydalanılarak genç dimağlara işlenmekte... Bütün bu faaliyetlerin asıl gayesinin, aileyi çözmek ve çökertmek olduğunda kimsenin şüphesi olmasın.
Ailedeki sıkıntıları hafifletmek için oluşturulan kurumlar bile aileye zarar vermektedir. İnsaf sahibi fikir adamları da bu tehlikenin farkında artık. Fransız fikir adamı Paul Janet, endişelerini şöyle dile getirmekte: “Günümüzde, genel ve özel teşebbüslerle meydana gelen yoksul evleri, iş evleri, anaokulları ve kreşler, kadının, ailenin rahatı için faaliyet göstermektedirler. Fakat, ailenin yerine, cemiyetin geçtiğini ifade eden bu kurumlar, bir felâketi karşılamak için alınmış tedbirlerden ibarettir. Ancak, bu tedbirler, eninde sonunda, ailenin ihmal edilmesini, ananın, ev ile ilgilenmemesini teşvik edecek; tahminlerin üstünde fenalıklara sebep olacaktır...”
Batıda, eskiden kendi rahatlıkları için kadını, köle olarak, eşya olarak görürlerdi, şimdi de süs eşyası, reklam aracı ve ticari bir emtia olarak görmektedirler.
Esas maksat, zenginliklerini kullanıp, lüks ve israf içinde günlerini gün etmektir. Bunlar için kadın; birer taş bebekler gibi süslenen, içki âlemlerinde, kumarhanelerde, çılgın bir müzik eşliğinde yarı çıplak halde hoş vakit geçirme aracıdır.
İşin üzücü tarafı, sözde kadın haklarını savunan, feministlerin, yayınevi, dergi ve gazetelerin, TV’lerin bu rezil hayata, kadını, oltanın ucundaki yem olarak gören kimselere alet olmalarıdır...
KAPİTALİSTLERİN SİNSİ OYUNU
Kadının istismar edilerek sokağa dökülmesinin ilk defa nasıl başladığı malumdur: 19. asrın ortalarına doğru, kapitalist dünyada, köle gibi kullanılan erkek işçiler, sömürüye isyan edince, kitleler halinde işten kovuldular. Bunların yerine, işe alacakları kadınların, daha uysal olacakları ve daha ucuza çalışacakları kanaatiyle kapitalistler, birdenbire “feminist” kesildiler.
Sinsi bir propaganda ile de, “Kadınları, erkeklerin tahakkümünden kurtarmak gerektiğini, onların, çocuk doğurmak ve yetiştirmek gibi bir göreve mahkûm esirler olmadıklarını, onların da erkekler gibi yaşamaya hakları bulunduğunu...” savunur gözüktüler.
Tarih boyunca, yapısı değişmekle birlikte aile, fonksiyonlarını, zaman ve mekânın şartlarına uydurarak devam edegelmiştir. Ailenin zayıfladığı, zedelendiği ve fonksiyonlarını yapamadığı zamanlarda, cemiyetin ahlakı bozulmuş, gayrimeşrû ilişkiler artmış, beden ve ruh sağlığı bozuk nesiller cemiyeti işgâl etmiştir...
Gerçek mutluluktan uzak kalan aile fertleri, mutluluğu serserilikte, anarşide, terörde, maceralarda, antisosyal davranışlarda, alkolizmde, uyuşturucu maddelerde, suç ve cinayetlerde aramış, bunun neticesi olarak da ruhi dengesi bozuk nesiller, cemiyeti bir kanser gibi sarmıştır. Bazı yeraltı ve yerüstü teşkilâtlar da bu durumu, şu veya bu biçimde kullanmıştır.
Dinimizin, örfümüzün sonraki nesillere intikalinin aile üzerinden olacağını hiçbir zaman unutmayalım!
Mehmet Oruç
Aileyi mahveden bazı diziler, çok şükür bitti; kimisi sona erdi kimisi yaz sezonuna girdi, insanımız 3-4 ay da olsa biraz nefes alacak, kendine gelecek, dizi bağımlılığından kısmen kurtulmuş olacak.
Sadece Türkiye değil ülkemize yakınlık duyan Müslüman ülkeler de bu dizilerle mahvedilmekte. Dizi oyuncuları, Orta Doğu ve Balkan ülkelerine gittiklerinde kahramanlar gibi karşılanmaktadır.
Ülkemizde izlenme oranı en yüksek olan bu TV dizileri maalesef; fuhşu, zinayı, yakın akraba arasındaki cinsi yakınlaşmayı, eşcinselliği meşru göstermekteler. Geçenlerde böyle dizilerin aileye zararından bahseden aileden sorumlu bakanımız günlerce topa tuttuldu.
Dizi bağımlılığına sadece, liberal, entel bayanlar yakalanmış değil, inançlı kadınlar da artık bu tuzağın içindeler. Nasıl vakit geçiriyorsun sorusuna, “İki dizim, üç cüzüm var” cevapları verilmeye başladı bu çevrelerde.
CEMİYET AİLENİN YERİNİ TUTAMAZ
Bugün, her tarafta aileye ve aile hayatına karşı, açık veya gizli bir savaş sürdürüldüğü bilinen bir gerçek. Filmlerin, romanların, hikâyelerin, müstehcen yayınların, TV’lerin esas konusu hep aile... Ailenin lüzumsuzluğu, kadın ve erkeklerin aile kurmadan da birlikte yaşayabilecekleri ve çocuk sahibi olabilecekleri hususu, devamlı gündemde tutulmakta.
Ayrıca cinsel özgürlük adı altında, fuhuş teşvik edilmekte ve bunlar, her türlü vasıtadan faydalanılarak genç dimağlara işlenmekte... Bütün bu faaliyetlerin asıl gayesinin, aileyi çözmek ve çökertmek olduğunda kimsenin şüphesi olmasın.
Ailedeki sıkıntıları hafifletmek için oluşturulan kurumlar bile aileye zarar vermektedir. İnsaf sahibi fikir adamları da bu tehlikenin farkında artık. Fransız fikir adamı Paul Janet, endişelerini şöyle dile getirmekte: “Günümüzde, genel ve özel teşebbüslerle meydana gelen yoksul evleri, iş evleri, anaokulları ve kreşler, kadının, ailenin rahatı için faaliyet göstermektedirler. Fakat, ailenin yerine, cemiyetin geçtiğini ifade eden bu kurumlar, bir felâketi karşılamak için alınmış tedbirlerden ibarettir. Ancak, bu tedbirler, eninde sonunda, ailenin ihmal edilmesini, ananın, ev ile ilgilenmemesini teşvik edecek; tahminlerin üstünde fenalıklara sebep olacaktır...”
Batıda, eskiden kendi rahatlıkları için kadını, köle olarak, eşya olarak görürlerdi, şimdi de süs eşyası, reklam aracı ve ticari bir emtia olarak görmektedirler.
Esas maksat, zenginliklerini kullanıp, lüks ve israf içinde günlerini gün etmektir. Bunlar için kadın; birer taş bebekler gibi süslenen, içki âlemlerinde, kumarhanelerde, çılgın bir müzik eşliğinde yarı çıplak halde hoş vakit geçirme aracıdır.
İşin üzücü tarafı, sözde kadın haklarını savunan, feministlerin, yayınevi, dergi ve gazetelerin, TV’lerin bu rezil hayata, kadını, oltanın ucundaki yem olarak gören kimselere alet olmalarıdır...
KAPİTALİSTLERİN SİNSİ OYUNU
Kadının istismar edilerek sokağa dökülmesinin ilk defa nasıl başladığı malumdur: 19. asrın ortalarına doğru, kapitalist dünyada, köle gibi kullanılan erkek işçiler, sömürüye isyan edince, kitleler halinde işten kovuldular. Bunların yerine, işe alacakları kadınların, daha uysal olacakları ve daha ucuza çalışacakları kanaatiyle kapitalistler, birdenbire “feminist” kesildiler.
Sinsi bir propaganda ile de, “Kadınları, erkeklerin tahakkümünden kurtarmak gerektiğini, onların, çocuk doğurmak ve yetiştirmek gibi bir göreve mahkûm esirler olmadıklarını, onların da erkekler gibi yaşamaya hakları bulunduğunu...” savunur gözüktüler.
Tarih boyunca, yapısı değişmekle birlikte aile, fonksiyonlarını, zaman ve mekânın şartlarına uydurarak devam edegelmiştir. Ailenin zayıfladığı, zedelendiği ve fonksiyonlarını yapamadığı zamanlarda, cemiyetin ahlakı bozulmuş, gayrimeşrû ilişkiler artmış, beden ve ruh sağlığı bozuk nesiller cemiyeti işgâl etmiştir...
Gerçek mutluluktan uzak kalan aile fertleri, mutluluğu serserilikte, anarşide, terörde, maceralarda, antisosyal davranışlarda, alkolizmde, uyuşturucu maddelerde, suç ve cinayetlerde aramış, bunun neticesi olarak da ruhi dengesi bozuk nesiller, cemiyeti bir kanser gibi sarmıştır. Bazı yeraltı ve yerüstü teşkilâtlar da bu durumu, şu veya bu biçimde kullanmıştır.
Dinimizin, örfümüzün sonraki nesillere intikalinin aile üzerinden olacağını hiçbir zaman unutmayalım!
Mehmet Oruç