Soru
Vakar Vakarlı olma/Tevazu Mütevazi olma kavramlarını açıklar mısınız? Efendimiz s.a.v. hayatından örnekler verir misiniz? Günümüzde temsil ve tebliğle görevli hizmet insanlarında vakar/tevazu eksikliği mi var. Varsa eksikliğin sebebi nedir? Vakarlı/mütevazi olmak için bir müslüman olarak ne yapmalı nasıl davranmalıyız?
Cevabımız
Değerli Kardeşimiz;
Vakar: ağırbaşlılık demektir. Vakar, kişinin bulunduğu makamına uygun bir ciddiyet göstermesi, hafif meşrep olmaması,a ğırbaşlı olma, temkinli davranma, mevki ve kişiliğin gereğini hakkı ile koruma gibi manlara gelir.
Halk arasında ağırbaşlılık olarak bilinen vakar, sahibine hürmet duyguları kazandıran bir fazilettir. Vakarın kibre kaçmaması, hatta vakarlı birinin aynı zamanda mütevazi (alçak gönüllü) de olması gerekir. Bu iki huy birlikte bulunduğu zaman tam bir fazilet olur. "Rahmân'ın öyle kulları vardır ki, onlar, yeryüzünde sükunetle (vakarla) yürürler" (Furkan, 25/63) âyeti ve Rasûlüllah (s.a.s)'in, cemaatle namaza başlanmış bile olsa, camiye gelenlerin koşarak acele etmemesini, vakar ve sükuneti elden bırakmamasını tavsiye eden hadisi (Buharî, Ezan, 21) her Müslümanda bulunması gereken vakarı ifade etmektedir. Peygamberimiz daima, hürmet duygularını davet eden bir vakar ve aynı zamanda sevgiyi celbeden bir tevazu halinde bulunurdu.
Vasıflar, hasletler, tutum ve davranışlar, yerlerine göre iyi veya kötü ahlakı temsil ederler. İş yerinde bir memurun ağırbaşlılığı, akıllıca bir vakar sayılır, fakat aynı tavrı ailesi içinde gösterirse ahmakçasına bir kibir-gurur sayılır. Masası başında bir yetkilinin gösterdiği vakar ve o vakardan kaynaklanan güven duygusu övgüye değer iken, aynı tavrı evinde sergilediğinde şımarık bir pozisyona girer. Keza, bir yetkilinin çoluk çocuğu arasında gösterdiği tevazu takdire şayan bir erdemlik olduğu halde, aynı tavrını makamında göstermesi, tevazudan çok bir zillet ve pintilik ifadesi olur.
Bunun gibi tevazu ile zillet/alçaklık da zahiren birbirine benzer, fakat gerçekte çok farklıdırlar. Bunlar da yerine göre farklı olarak değerlendirilir. Örneğin, masası başında olan bir amirin, bir memurun gelen herkesin önünde kalkması, tevazu değil zillettir. Aynı tavrı evinde göstermesi tevazudur. Bunları fark etmek, farklı görmek önemli bir husustur.
Diğer önemli bir sorun, tahdis-i nimet ile kibir unsuru arasında söz konusudur. Tahdis-i nimet/Allah’ın nimetini seslendirmek, Allah’ın bir emridir(Duha, 93/11). Kibirlenmemek de Allah’ın emridir. Kibirlenenler kötülenmiştir(Mümin, 40/56).
Öyleyse, hem Allah’ın nimetini üzerinde göstermek, onu seslendirmek, hem de kibirlenmemek için şu yolu takip etmelidir. Kendisinde bulunan güzellikleri -bir şükran vesilesi olarak- itiraf etmek, fakat onun Allah’ın vergisi olduğuna iman etmektir.
Yapılan bir işe, söylenen bir söze, gösterilen bir davranışa eksi veya artı bir değer katan, kişinin içindeki niyetidir. “Müminin niyeti amelinden/yaptığı işten daha hayırlıdır” (Mecmau’z-Zevaid, 1/61) manasına gelen hadiste vurgulanan husus, gerçekten dikkate değerdir.
Hz. Peygamber(a.s.m)’in vakar ve tevazuunu gösteren bir iki misali aşağıda sunmuş bulunuyoruz:
“ Efendimizin heybetinden titremeye başlayan bir adama: “Kendine gel! Ben bir hükümdar değilim, bilakis, Kureyş kabilesinden kurutulmuş et / kuru ekmek yiyen bir kadının çocuğuyum” diye buyurdu. (İhya, 2/382).
Bu olayda hem vakar hem de tevazu vardır. Adamın titremesi Hz. Peygamber(a.s.m)’in mehabetinden, vakar, ağırbaşlılık ve ciddiyetinden kaynaklanıyordu. “Kuru ekmek yiyen bir kadının çocuğuyum” demesi ise onun eşsiz tevazuunun belgesidir.
Hz. Ömer anlatıyor: Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Sakın beni -Hıristiyanların İsa’yı aşırı övdükleri gibi- aşırı övmeyin. Ben ancak Allah’ın kuluyum. Onun için bana ‘Allah’ın kulu ve Resulü’ deyin”( Tirmizi, Şemail, 293)
Hz. Enes anlatıyor: Bir kadın “Ey Allah’ın Resulü! Bir ihtiyacım var, seninle görüşmem gerekir” dedi. Efendimiz: “Medine’nin hangi yolunda/hangi semtinde, neresinde görüşmek istiyorsan oraya geleyim” buyurdu(Tirmizi, Şemail, 294)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet Editör