Konuya cevap cer

Belâ zihniyet… (1)



Birileri, bayat isnatlarla yine Bediüzzaman’a dil uzatmış…


Ülkemizin,  İslâm dünyasının ve topyekûn insanlığın mânevî bunalım ve  problemlerine,

demokratikleşmeden Güneydoğu meselesine,

 din ve fen  ilimleri ilişkisinden toplumun ve gençliğin ıslâhına,

çevre konularından  en talî içtimaî meselelere

Kur’ânî çözümler getiren çağın tefsiri Nur  Risâlelerinin mânevî ve fikrî mesajını,

tıpkı inkârcı zihniyet dedeleri  gibi hazmedemeyip,

her dönem ısıtılıp piyasaya sürülen iftiraları  tekrarlamış.

Evvela şeytanları dahi inandıramayacak kocaman yalanlarla  Bediüzzaman’a ilişme ve ismini çarpıtma cür’etinde bulunmuş.

Milletin  başına belâ olan mâlûm dinden bîbehre fitne odakları hesâbına kalemini  fitne ateşine odun yapmış.

Yüksünmeden, yalan olduğunu bile bile “iftira kampanyası”na  katılmış.

 Uydurmalarına, aynen sâkim zihniyet cedleri gibi “Said  Nursî’nin isminin ‘Kürt Said’ olduğu bühtanıyla başlamış.



Gerçek şu ki Osmanlı devletinin coğrafî terkibinde ve resmî  devlet salnâmesinde, Osmanlı nüfus kayıtlarında Karadeniz bölgesine  örneğin “Lazistan”, Gürcülerin yaşadığı bölgeye “Gürcistan” denildiği  gibi, Doğu Anadolu’ya “Kürdistan” denilirdi.



İşte buna izâfeten Bediüzzaman, Osmanlı devletinin son döneminde  “Kürdî” lâkabını kullanır.

Ancak Osmanlı’dan sonra bu “lâkabı”  kullanmaz;

bütün kitaplarını ve mektuplarını bizzat “Said Nursî” diye  imzalar.

Eski yazılarında kullandığı “Kürdî” ve diğer lakapları “Nursî”  olarak değiştirir…



 

“SAİD NURSΔ İSMİNE KASDEN “KÜRDΔ İSNADI… 


Daha hayatta iken tabettirdiği “Tarihçe-i Hayatı”nda da yer alan  1935’teki Eskişehir Mahkemesi Müdafaasında ismi “Said Nursî” iken  kendisine kasden “Said-i Kürdî” diyenlerin sinsî desîselerini deşifre  eder.



“Hakkımda sarf edilen bir tâbirdir ki, ismim Said Nursî iken, her  tekrarında ‘Said Kürdî’ ve ‘Bu Kürd’ diye beni öyle yâd ediyorlar.  Bununla, hem âhiret kardeşlerimin hâmiyet-i milliyelerine (milliyetçilik  hislerine) ilişip aleyhime bir his uyandırmak, hem mahkeme ve  adaletinin mâhiyetine bütün bütün zıt ve muhalif bir cereyan vermektir”  açık itirazında bulunur. (Tarihçe-i Hayat, 200-203) 



İsminin “Said Nursî” olduğunu bizzat eserlerinde ifâde eder.  Osmanlı döneminde doğduğu bölgeye atfen kullanılan “Kürdî” lâkabının  ırkî bir anlamın ötesinde, doğduğu bölge adından geldiğini ifâde eder. 



Osmanlı döneminde yazdığı, sonradan eline geçen makale ve  kitaplarını tashihte “Kürdistan” kelimelerinin çoğunun üzerini çizerek  kalemiyle “Şarkî Anadolu” diye değiştirir. Hatta Osmanlı’nın son  döneminde Şark’taki aşiretlere verdiği “içtimâ-î hayatımıza nâfî  (menfaatli) hürriyet ve meşrutiyet dersleri”nde, “Ey Kürtler!” diye  başlayan bazı hitaplarını dahi “Ey bu vatan evlâtları” olarak  değiştirir. O gün Doğu’daki Kürt aşiretlerine verilen bu derslere bütün  vatandaşları muhatap kılar.



Keza yekûnuna yakını beraatla neticelenen, kendisinin ve Nur  Talebelerinin yargılandığı mahkemelerde haklarında hazırlanan  iddianâmeler, resmî evraklar üzerindeki işlemler hep “Said Nursî”  ismiyledir.



Bunun içindir ki altı bin sayfalık Kur’ân tefsiri Risâle-i Nur  Külliyatı’nın bütününe ve hatta daha evvel yazdığı “Münâzarât” ve  “Sünûhat” gibi “Eski Said Dönemi Eserleri”ne “Said Nursî” imzasını atar;  eski mektuplarındaki “Kürdî” kelimesinin yerine “Nursî”yi yazar…



 

ALÇAKÇA VE VİCDANSIZCA BİR DESÎSE… 


Bediüzzaman’ın bu konudaki görüşleri kitaplarında, mektuplarında  ve savunmalarında yer almakta. Bütün beyânlarına mukabil sonradan “bu  lâkab”ın kullanılmasının iyi niyetle alâkası olmayan kasdî anlamlar  taşıdığını belirtir.



Yargılandığı mahkemelerdeki, resmî-gayr-ı resmî beyân ve  belgelerdeki, risale ve yazılarındaki “Said Nursî” imzasına rağmen,  “Kürdî” isnadının arka plânını deşifre eder.



“Said Nursî” ismine karşı “Kürt Said” yakıştırmasının, “Frengilik  (Batıcılık) hesâbına sahtekâr bir surette Türkçülüğü kendine perde eden  ve hakikaten Türk düşmanı olan hamiyetfuruş (milliyetçilik taslayan)  mütecâviz mülhidlerden (dinsizlerden)” geldiğine dikkat çeker. 



Bunu “frenkmeşrep” dediği ecnebi hayranı Batı felsefesiyle dinden  kopan ve ırkçılık uğruna birçok mukaddesatı fedâ eden “sahte  Türkçüler”in ve “mülhid münâfıkların en son ve alçakça ve vicdansızca  aleyhinde istimal ettikleri bir silâh ve vicdansızcasına bir desise” ve  propaganda olarak niteler. (Barla Lâhikası, 149-150; Mektûbat, 407-412;  Tarihçe-i Hayat, 200-20; Eski Said Dönemi Eserleri, 185-186) 



 

MÜFTERİLERİN YÜZLERİNE ÇARPILACAK… 


Hakikaten, “Bin seneye yakın, Kur’ân’ın bayrağını cihânın cihât-ı  sittesinin (altı tarafının) etrafında galibâne gezdiren bu vatan  evlâtlarına, İslâmiyet hesabına müftehirâne ve taraftarâne  muhabbettarım” diyen Bediüzzaman’ı, birçok imzasından bir imzası olan ve  kısa bir dönem kullandığı “Kürdî” kelimesiyle iftiraya hedef yapmanın,  ilim haysiyetiyle ve iz’ânla bir ilgisi yoktur.



Âyet ve hadisle ırkçılığı reddeden risaleleri bir yana.  “İslâmiyet ordularının en kahramanı olan Türklerle meslek-i Kur’âniyem  cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî  hizmetimin muktezası (gereği) olduğundan, bana ‘Kürd’ diyen ve kendini  milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk milletine hizmet  ettiğimi, hakîki ve civânmert bin Türk gençlerini işhâd edebilirim  (şâhid gösterebilirim)” ifâdesine karşı Bediüzzaman’ı “ırkçılık”la  ithamın menhus maksadı sırıtmakta.



Herkesin bölgesine ve doğduğu yere atfen lâkap kullandığı bir  devirde, bir süre istimal ettiği “Kürdî” lakabını dillerine dolayarak  Bediüzzaman’ı “ayrılıkçı” gibi gösterme saldırısının, kimi farmason  mihraklara, İslâm düşmanı müfsid mihraklara “şirin” gözüküp ecnebî  kaynaklı ifsad şebekelerine dalkavukluk amacını taşıdığı ortada… 



Ne var ki tarihe, gerçeklere saygısız sakim çarpıtmalar ve menhus  iftiralar artık işe yaramıyor. Çünkü bühtanların bütünü çoktan  çürütülmüş ve tek tek ibret-i âlem olarak müfterilerin yüzlerine  çarpılmış. Yine de çarpılacak…


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst