Konuya cevap cer

Kürtler, iftirakı asla istemezler… (Belâ zihniyet… (5)


Gerçek şu ki Said Nursî, hayatının başından sonuna kadar her  vesileyle “Kürdistan” düşüncesini reddetmiş.


Meşrutiyet yıllarından  gazetelere yazdığı makalelerden Şark’ta aşiretlere verdiği “Meşrutiyet  ve hürriyet dersleri”ne,

İstanbul’daki hitap ve nutuklarından, mahkeme  müdafaalarından te’lif ettiği risalelere ve

 lâhika mektuplarına kadar  bütün beyânlarında ve yazılarında

vatanın ve milletin birliğini esas  almıştır.



Bundan 90 yıl önce Kürt Şerif Paşa’nın

Ermeni Boğos Nubar Paşa  ile 20 Aralık 1920’de Paris’te Osmanlı’ya karşı ecnebilerin uhdesinde

Kürdistan ve Ermenistan kurulmasına dair “muhtıra”ya şiddetle karşı  çıkmış. 



Sadât-ı Berzenciye’den Dâvâ Vekili Ahmet Ârif, Hizan Sadât-ı  Kirâmından İhtiyat Binbaşısı Muhammed Sıddık’la birlikte 7 Mart 1920  tarihli ve 8273 sayılı İkdam Gazetesine “Kürt efkâr-ı umûmiyesi” adına  “Kürdler ve Osmanlılık” başlıklı bir tavzih göndermiş; kargaşa içinde  Kürtlerin ırkî emellere, tefrika fitnesine âlet edilmesini önlemeye  çalışmıştır.



“Dört buçuk asırdan beri vahdet-i İslâmiyenin (İslâm birliğinin)  fedakâr ve cesur hizmetkârları ve taraftarları olarak yaşamış ve dinî  an’ânesine sadâkati gâyeyi hayat bilmiş Kürtler”in, beş yüz bine varan  şühedâsının kanı kurumadan, şişlere geçirilen yetimlerinin, gözleri  oyulan ihtiyarlarının hâtıralarını teessürlerle anarken, İslâmiyet  zararına olarak, tarihî ve hayatî düşmanlarıyla anlaşma  akdedemeyeceklerini bildirmiş. “Kürtler, dinî salâbetleri hilâfında  iftirak-cûyane (ayrılıkçı) âmâl (emeller) tâkib edemezler” ihtarını  iletmiştir.



Ardından 17 Mart 1920’de 461 sayılı Sebilürreşâd’da yazdığı  “Kürdler ve İslâmiyet” başlıklı makalede, bu “muhtıra”nın menhus  maksadına da dikkat çekmiş. (Eski Said Dönemi Eserleri, 106-110, Yeni  Asya Neşriyat, İstanbul, 2009) 




“KÜRTLÜK DÂVÂSI PEK MÂNÂSIZ BİR İDDİADIR” 


İslâmiyet nâm ve şerefi için beş yüz bin kişi fedâ eden Kürtlerin  İslâm câmiasından ayrılmaya asla tahammüllerinin olmadığını ve 

bu  maksatla hareket edenlerin Kürtlük nâmına söz söylemeye selâhiyettar  olmadıklarını belirtmiş.

Kürtlerin bu “muhtıra”ya yalnız sözle değil,  bilfiil muhalif olduklarını ifâdeyle,

Kürd aşiretleri reisleri  tarafından İstanbul’a çekilen telgrafları dinî ve millî birlik ve  bütünlük belgesi olarak nazara vermiştir.



Şarkî Anadolu’daki “iftirak (ayrılıkçı) projeleri”nin arka  plânındaki komployu nazara vermiş;

ta o zamandan bu desisenin Kürtleri  bir “millet-i tâbie” dediği ecnebilerin sömürgesi haline getirmek  olduğunu deşifre etmiştir.

Ve yapılması gerekenin, “Kürtlerin serbesti-i inkişâfı” dediği  maddî ve mânevî kalkınmanın yollarının açılması,

demokrasi ve  özgürlüklerin geliştirilmesi olduğunu kamuoyuna ısrarla anlatmıştır.



“Kürtlük dâvâsı pek mânâsız bir iddiadır, çünkü her şeyden önce  Müslümandırlar” diyen Bediüzzaman, “Kürdistan’a verilecek muhtariyetten  bahsediliyor, Kürtler ecnebî himâyesinde bir muhtariyeti kabul  etmektense ölümü tercih ederler” ifâdesiyle, muhtariyetin (özerkliğin)  ayrılığı ve bölünüp parçalanmayı getireceği ikazında bulunmuştur. (Eski  Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2009, s.105-109) 



Keza yine daha o dönemde Prens Sabahattin’in “adem-i  merkeziyet”le Osmanlı’yı bölgelere ve kavimlere göre “özerk idâreler”e  ayırma önerisini uygun bulmamış;

bunun Osmanlılığı ve meşrutiyetteki  hürriyet perdesini yırtıp “muhtariyet”e,

 sonra “istiklâliyet”  görüntüsünde bağımsızlığa ve

peşinden de “tavâif-i mülûk”la ülkenin  küçük devletçiklere parçalanması fitnesine sebebiyet vereceğini  açıklamıştır.

“Adem-i merkeziyet”e mukabil, “hayat ittihattadır” temel  tesbitiyle,

maddî ve mânevî dengeli kalkınma için

“usûl-ü merkeziye”  dediği demokratik hürriyetlerle “merkezî sistem” bütünlüğünü esas  almıştır. (a.g.e., 183,184) 



 

İSNADLAR, İFSAD ODAKLARININ İŞİ… 


Bediüzzaman’ın menfi cereyanlarla alâkasının olmadığı ve Nur  Risalelerinin Müslümanların İslâm kardeşliğini ve hürriyetini müdafaa  ettiği, esaslı delilleriyle ortada. 



Bediüzzaman, “Ben felillâhilhamd Müslümanım. Her zamanda kudsî  milletimin üç yüz elli milyon efradı vardır. 

Böyle ebedî bir uhuvveti  (kardeşliği) tesis eden ve 

duâlarıyla bana yardım eden ve 

içinde  Kürtlerin ekseriyet-i mutlakası bulunan üç yüz elli milyon kardeşi, 

unsuriyet (ırkçılık) ve menfi milliyet fikrine feda etmek ve 

o mübârek  hadsiz kardeşlere bedel, 

Kürt nâmını taşıyan ve Kürt unsurundan  addedilen mahdut birkaç dinsiz veya mezhepsiz

 bir mesleğe girenleri  kazanmaktan yüz bin defa istiâze ediyorum (sakınıyorum)” der.



Asılsız iddialarla Bediüzzaman’ı Kürdistan Telâli Cemiyeti’yle  ilişkili göstermek ve

“Kürtçülük”-“Kürdistan kurmak” iftirasında  bulunmak,

yine Bediüzzaman’ın nitelemesiyle, olsa olsa

“Türkçülük  perdesi altına giren ve hakikaten Türk düşmanı olan hamiyetfuruş

(milliyetçilik taslayan) mülhidlerin (dinsizlerin) işi” olabilir.



Bu durum, benzerî bühtanlarda, Bediüzzaman’ın tâbiriyle

“Şeytanın  telkiniyle ve ehl-i dalâletin ilkaâtıyla (şaşırtmasıyla) yapılan  propagandalar” olduğu her haliyle sırıtmakta.



“Din-i İslâmiyet milliyetiyle ebedî ve hakikî bir uhuvvet  (kardeşlik) ile Türk denilen bu vatan ehl-i imanıyla şiddetli ve pek  hakikî alâkadarım”;

“Türklere hizmet ettim ve 

yüzde doksan dokuz  menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve

 en çok hayatım Türkler içinde  geçmiş ve 

en sâdık ve en halis kardeşlerim Türklerden çıkmış” diyen;

Türk milletini “İslâmiyet ordularının en kahramanı” olarak tavsif eden  Bediüzzaman’ın

beyânlarının aksine iddialarla karalamaya yeltenmek, 

ifsad odaklarına dalkavuklukla zındıkların maşası olmaktır. (Mektûbat,  407-412; Barla Lâhikası, 149-150) 



Sonuçta sözkonusu iddialar ayaklarına dolanmakta. Son isnatta  olduğu gibi… 



Cevher İLHAN

30.03.2010

YeniAsya Gazetesi



Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst