NuruAhsen
Sonsuz Temâþâ
Gelin Canlar Bir Olalım
ÖMER SEVİNÇGÜL
1.
Alevilik konusu daha belirgin biçimde gündeme geldi. Yüzyıllardır küller altında saklı kalan köz yeniden alevlendi. Konu “umuma açık” mekânlarda tartışılır oldu. Bu tartışmalar artarak devam edecek gibi.
Bu meseleye gösterilen ilgi beni hem sevindiriyor, hem de kaygılandırıyor. Seviniyorum, çünkü bir hakikat arayışının başlangıcı olarak görüyorum. Perde arkasında kalmasındansa gün yüzüne çıkmasını tercih ederim. Kaygılanıyorum, çünkü müfsitlerin kolayca istismar edebilecekleri hassas bir süreci yaşıyoruz.
Olumlu sonuçlar elde edilmek isteniyorsa, mesele dikkatle ele alınmalı ve bozgunculara fırsat verilmemeli. Alevilik, kendisine zorla yakıştırılmak istenen siyasî, ideolojik, felsefî ve hayalî paslarından arındırılarak incelenmeli.
2.
Mesele önemlidir... Peki, beni niçin ilgilendiriyor? Bunun özel bir nedeni var. Ömrümün önemli bir kısmı Aleviler arasında geçti. İnsanlıklarını gördüm, sevgilerini tattım. Yaşadıklarımdan sonra konuya ilgisiz kalamazdım.
Dün gibi hatırlarım... Aralarına katıldığım ilk günlerde tedirgindim. Hafızam, kulaktan duyma bilgilerle doluydu. Peşin fikirlerim ve hatalı zanlarım vardı.
Kısa zamanda ne kadar yanıldığımı anladım. Hayalimdeki sanal duvarlar yıkıldı. Komşularım ve çalışma arkadaşlarımla kaynaşmakta gecikmedik. Samimî dostluklarım oldu. Mana büyükleriyle tanıştım. Gece yarılarına kadar uzayan sohbetler ettim. Beni sevgiyle bağırlarına basan bu insanlara şükran borçluyum.
Onların hem kalbi, hem de dili olmaktır niyetim. Burada, haklarında söylenen yalanları açıklamak, iftiraları çürütmek ve Alevilik gerçeğine bir nebze de olsa ışık tutmak istiyorum. Bu inceleme yazısı, gördüğüm sıcak ilgiye mukabil bir teşekkür mektubu sayılmalı.
3.
Bazı gözlemlerimi özetleyeyim... Dikkatimi çeken erdemlerinin ilki komşulukları oldu. Duyarlı, saygılı, ilgililer... Yardım etmeyi seviyorlar. Misafirperverlikleri atadan kalma bir miras gibi. Gelenek ve görenekleri doğup büyüdüğüm yöredekinden pek de farklı değil. Namus konusunda hassas insanlar. Kendini bilmezlerin ileri geri konuşmalarına aşırı tepki göstermeleri bundan. Sağlam bir aile anlayışları var. Akrabalık bağları kuvvetli. Çalışmayı seviyorlar. Okumaya ve öğrenmeye karşı alâkaları büyük.
Sünnî Müslümanlarda olduğu gibi Alevi Müslümanlarda da dinî eğitim noksanlığı açıkça görülüyor. “Dede”lerin eski tesiri yok. Dini yeterince bilmeyen kimseler, kendilerini din adamı gibi göstermiş, yanlış davranışlar sergilemişler. Yeni nesillerin dinden uzaklaşmalarında bu olumsuz davranışların da büyük etkisi olmuş. Fakat dini bilen samimi “Dede”ler de var. Aleviliği şahsî menfaatlerine âlet edenlerden onlar da şikâyetçi.
Alevi gençler, atalarından devraldıkları değerleri sorguluyorlar. Cetlerine oranla daha tahsilli olmaları, yazılı kaynaklarla yüz yüze gelmeleri, “Sünni” Müslümanlarla bir arada bulunmaları, onlarda İslam dinini araştırma ihtiyacı uyandırıyor. Bir imza günümde kitap imzalatmak üzere yanıma gelen Alevi gence niçin bu ihtiyacı duyduğunu sordum, bana şu cevabı verdi:
“Ben yıllarca Hıristiyanlar arasında yaşadım. O zaman başladı sorgulamalarım. Yerimi tayin etmeye çalışıyorum. Ben kimim? Hıristiyan mıyım? Hayır. Musevi miyim? Hayır. Müslüman mıyım? Evet. Şu hâlde İslâm nedir? Alevi olmak ne demektir? İşte bu sorular zorladı beni. Ben, kimliğimi arıyorum...”
4.
Bir konunun anlaşılmasında kavramları tanımlamanın önemi büyüktür. Her terim açık seçik bilinmeli. Tanımlar öznel olmamalı. Mutlaka kaynaklara inilmeli. Ben de bu yolu izleyeceğim. Tanımları verdikten sonra Alevi büyüklerinden alıntılar yapacak, deliller göstereceğim.
Aleviler Müslüman mıdır?
Elbette, ona ne şüphe! Fakat hakikaten Alevi olmaları şartıyla... Hiçbir dine inanmamakla, hatta ateist/tanrıtanımaz olmakla birlikte, şu ya da bu sebeple kendini Alevi diye tanıtan kimseler de var. “Hakikaten Alevi olmaları şartıyla” demem bundan.
Alevi diye kime derler?
Alevilik yolunu benimseyen kimseye derler.
Şu halde Alevilik nedir?
İslam dinini algılama, yorumlama ve yaşama biçimlerinden biridir.
Alevi terimi nereden geliyor?
Hazreti Ali muhabbetinden... Aleviler, Hazreti Ali radıyallahu anhın, dolayısıyla Peygamber Efendimizin soyundan gelenlere sevgi duymayı “en hayırlı yol” kabul ederler. “On İki İmam” diye adlandırılan din büyüklerine büyük saygı duyarlar.
Alevilik bir fıkıh mezhebi midir?
Hayır, tasavvuf yollarından biridir. Fıkıhta hak mezhepleri esas alırlar. Alevi büyüklerinden olan Kul Himmet şöyle der:
Dinleyip öğüdün almayan kişi
Dinin, tarikatın bilmeyen kişi
Dört mezhep nedendir görmeyen kişi
Harap olur, nice kuldur, efendi.
Alevi ile Bektaşi arasında ne fark var?
Özü birdir... Benzer yorum biçimini benimsemişler. “Hacı Bektaşı Veli” adlı evliyadan feyiz alanlara Bektaşi denmiştir.
“Dede” ve “Baba” diye kimlere derler?
Alevi büyüklerine Dede, Bektaşi büyüklerine Baba demek âdet olmuştur. Her ikisi de hürmet ifadesidir.
Aleviler ve Bektaşiler inandıkları gibi yaşıyorlar mı?
Hem evet, hem hayır... Dinini bilen ve yaşayanlar da vardır, bilmeyen ve yaşamayanlar da.
“Cem evi” nedir?
Alevilerin dergâhlarıdır. “Cem” toplanma demektir. “Cami” ile aynı kökten gelen bir kelimedir. Osmanlılar zamanında Bektaşilerin tekkeleri vardı. Yeniçerilerin ekseriyeti Bektaşi idi...
5.
Alevi ya da Sünni olmak iyi Müslüman olmanın ölçüsü müdür?
Kişinin kendini “Sünni” ya da “Alevi” diye tanımlaması “iyi Müslüman” olmasına yetmez. Önemli olan inanma ve yaşama biçimidir. İnancı bozuk, işleri çürükse, kim olursa olsun, kendine ne ad takarsa taksın, kâmil insan, iyi Müslüman olamaz.
Şu nükteli öykü konumuza ne güzel ışık tutuyor:
Şarkın suyu sert, yüreği yufka insanları vardır, henüz şişe suyu içmeyen, çikolata yemeyi çocuklara özgü bilen kalenderleri. Hele de ihtiyarları...
Bir köy düşün... Köyün orta yerinde bir köy odası... Vakit ikindi ile akşam arası... Bir mangalın etrafına oturmuş sekiz adam... Sohbet dersen, bardaklarındaki demli çay gibi koyu...
Mangaldaki köz küllenmiş artık ama kimin umurunda. Muhabbet ateşi ısıtıyor ruhlarını. Isısı yayılıyor közün, ama kendisi külün altında.
Derken hışımla bir adam giriyor içeriye. Girmek ne kelime, balıklama dalıyor adeta. Yabancı bir adam... Ne selam, ne merhaba... Kendine bir yer açıp çöküyor mangalın yanına. Elleri de üşümüş.
Mangala bakıyor ki, közün üstünü kül örtmüş. Derin bir nefes alıp var gücüyle üflüyor. Güya ateşi ortaya çıkartacak.
Olanca kül kalkıyor havaya, bizim kalenderlerin saçına, sakalına, beresine, sakosuna, şalvarına konuyor.
Densizlik işte. İçeriye girmenin de bir adabı vardır. Ve dahi mangalla ısınmanın... Halkadakilerden biri tepeden tırnağa süzüyor kül savuranı, “Nerelisin gardaş?” diyor tok bir sesle.
Adam cevap vermeye hazırlanırken, elinde oltutaşından mamul tespihi, ağzında kız saçı tütünden sarma sigarasıyla oturan bir ihtiyar, “De bırak!” diyor hiddetle, “Ne soruyorsun! Adam değil ya, nereli olursa olsun!”
6.
Alevilik diye adlandırılan İslami yorum biçiminin yazılı kaynakları yok denecek kadar azdır. Hakkında birbirine taban tabana zıt yorumlar yapılabiliyor olmasının bir sebebi de budur. Her topluluk, kendine uyan bir tanımla ortaya çıkıyor. Kimi politik amacına araç yapıyor onu, kimi dinî kökeninden koparmaya çalışıyor, kimi de kendi yaşama biçimini Alevilik diye sunuyor.
Söz gelişi, ebeveynleri Alevi olan eski tüfek bazı Marksistler, hiçbir dine inanmamaları sebebiyle, “Alevilik bir kültürel yaşam biçimidir” diyerek onu dini bağlamından koparmaya çalışıyorlar. Bir kısım namazsızlar, kendi meşreplerini Alevilik diye sunarak, “Alevilikte namaz yoktur” diyebiliyorlar. Yok mu gerçekten? Birazdan göreceğiz.
Hakiki Aleviler ise, bir yandan haklarında söylenenleri izliyor, bir yandan da “işin doğrusunu” anlatmaya çalışıyorlar. Bunun için de Alevi öncülerinin şiirlerini okuyor, semahlarını dinletiyorlar. Çünkü Alevi büyükleri, bilgilerini ve duygularını şiirlerle anlatmışlar. Kültürel birikimlerini daha sonraki nesillere nutuklarla, nefeslerle, deyişlerle intikal ettirmişler.
Bu nedenle, Aleviliğin ne olduğunu anlamak için öncelikle Alevi mürşitlerin didaktik şiirlerine bakmak gerekir. Bir yolun adabını o yolun öncülerinden daha iyi kim bilebilir ki! Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Kul Hüseyin bu mürşit şairlerin en ünlüleridir. Biz de onlardan soralım. Bakalım nasıl tanımlamışlar yürüdükleri yolu.
7.
Alevilerin tartışmasız en büyük rehberlerinden biri olan Pir Sultan Abdal Aleviliği şöyle tarif ediyor:
Muhammed dinidir bizim dinimiz
Cibril-i Emin’dir hem rehberimiz
Tarikat altından geçer yolumuz
Biz müminiz, mürşidimiz Ali’dir.
Başka bir şiirinde şöyle der:
Şeriat yolunu Muhammed açtı
Tarikat menzilini Ali seçti.
Şeriat, “din” terimiyle eşanlamlıdır. İlahi emir ve yasaklardan ibarettir. Cibril-i Emin, Cebrail isimli vahiy meleğidir. Tarikat ise, kuvvetli bir imandan sonra, ibadetler ederek, günahlardan sakınarak kalbini arındırıp “kâmil insan” olmanın yolları demektir. Yukarıda “Alevilik bir tariktir, bir tasavvuf yoludur, bilinen anlamda bir mezhep değildir” dememin sebebi budur.
Kul Himmet de aynı konulara temas eder:
Şefaatçim Muhammed Mustafa’dır
İmamımız Ali ayn-ı vefadır.
Şair, Peygamber Efendimize bağlılığını şu mısralarında gayet özlü bir biçimde dile getirir:
Miraçtaki Muhammed
O benim padişahımdır.
Alevi Müslümanlar tarafından çok sevilen Kul Hüseyin ise tasavvuftaki “şeriat, tarikat, hakikat, marifet” sıralamasını benimsediğini şu mısralarıyla dillendirir:
Evvel kapı şeriattır girerler
Tarikatta gonca güller dererler.
8.
İkinci adımımız “iman” meselesi olsun. Peygamber, Kitap, Ahiret gibi iman rükünleri hakkında ne diyorlar, görelim.
Pir Sultan Abdal, imanını şu kıtasıyla dile getirir:
Muhammed dünyaya geldi
Kalbimiz nur ile doldu
İmam Cafer hocam oldu
Okurum Kuran’dan beri.
İmam Cafer Hazretleri, On İki İmam’ın büyüklerinden olup ilim ve takvasıyla meşhur önemli bir âlimdir. “Caferilik” diye bilinen mezhebin imamıdır.
Kul Himmet ise, muhabbeti tanımlarken şu mısralarla coşar:
Muhabbettir lâilâhe illallah
Muhabbettir Muhammed Resulullah
Muhabbettir Ali şah veliyullah
Üç isim manada birdir, muhabbet.
Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed onun resulüdür. Ali, Allah’ın şah velisidir. Bunlar birbirinden ayrılmaz. Hepsini sevmek gerekir. Üç isim, yani Allah, Muhammed ve Ali aynı manayı dile getirir. Hazreti Ali velidir. Hazreti Muhammed peygamberdir. Veli, peygamberin mesajını taşır. Peygamber ise, Rabbinden gelen vahyi tebliğe memurdur. Bu şiirde Hazreti Ali sevgisinin Allah ve Peygamber sevgisine vasıta olduğu açıkça bellidir.
Pir Sultan, muhabbet faslında daha da özlü konuşur:
Muhabbet nedir? Muhammed.
...
Rehber Muhammed’dir, mürşit Ali’dir.
...
Aşk ile yürüdük sen pîre geldik
Muhammed cemalin seyrana geldik.
Kul Hüseyin, kabir sualinden bahsederken şöyle der:
Azrail gelince çekilir zahmet
Kabire varınca kopar kıyamet
Rabbim Allah deyip, nebim Muhammed
Ol makamda söz budur cevap budur.
Kul Hüseyin, bir alev dili gibi insanın içini yakan şiirinde Peygamber Efendimize şu sözlerle seslenir:
Sabahın seherinde yârin yolun gözlerim
Al elim ya Muhammed divanda ağlatma bizi
Hem kalbimde şahadetsin hem dilimde ezberim
Al elim ya Muhammed divanda ağlatma bizi.
Pir Sultan Abdal melâike, kabir suali, sırat ve ahiret hakkında şöyle der:
İki melek gelir sual sorarlar
Dökerler hurcunu cevher ararlar
Bir kılın üstüne köprü kurarlar
Geçemezsin Hakka kul olmayınca.
ÖMER SEVİNÇGÜL
1.
Alevilik konusu daha belirgin biçimde gündeme geldi. Yüzyıllardır küller altında saklı kalan köz yeniden alevlendi. Konu “umuma açık” mekânlarda tartışılır oldu. Bu tartışmalar artarak devam edecek gibi.
Bu meseleye gösterilen ilgi beni hem sevindiriyor, hem de kaygılandırıyor. Seviniyorum, çünkü bir hakikat arayışının başlangıcı olarak görüyorum. Perde arkasında kalmasındansa gün yüzüne çıkmasını tercih ederim. Kaygılanıyorum, çünkü müfsitlerin kolayca istismar edebilecekleri hassas bir süreci yaşıyoruz.
Olumlu sonuçlar elde edilmek isteniyorsa, mesele dikkatle ele alınmalı ve bozgunculara fırsat verilmemeli. Alevilik, kendisine zorla yakıştırılmak istenen siyasî, ideolojik, felsefî ve hayalî paslarından arındırılarak incelenmeli.
2.
Mesele önemlidir... Peki, beni niçin ilgilendiriyor? Bunun özel bir nedeni var. Ömrümün önemli bir kısmı Aleviler arasında geçti. İnsanlıklarını gördüm, sevgilerini tattım. Yaşadıklarımdan sonra konuya ilgisiz kalamazdım.
Dün gibi hatırlarım... Aralarına katıldığım ilk günlerde tedirgindim. Hafızam, kulaktan duyma bilgilerle doluydu. Peşin fikirlerim ve hatalı zanlarım vardı.
Kısa zamanda ne kadar yanıldığımı anladım. Hayalimdeki sanal duvarlar yıkıldı. Komşularım ve çalışma arkadaşlarımla kaynaşmakta gecikmedik. Samimî dostluklarım oldu. Mana büyükleriyle tanıştım. Gece yarılarına kadar uzayan sohbetler ettim. Beni sevgiyle bağırlarına basan bu insanlara şükran borçluyum.
Onların hem kalbi, hem de dili olmaktır niyetim. Burada, haklarında söylenen yalanları açıklamak, iftiraları çürütmek ve Alevilik gerçeğine bir nebze de olsa ışık tutmak istiyorum. Bu inceleme yazısı, gördüğüm sıcak ilgiye mukabil bir teşekkür mektubu sayılmalı.
3.
Bazı gözlemlerimi özetleyeyim... Dikkatimi çeken erdemlerinin ilki komşulukları oldu. Duyarlı, saygılı, ilgililer... Yardım etmeyi seviyorlar. Misafirperverlikleri atadan kalma bir miras gibi. Gelenek ve görenekleri doğup büyüdüğüm yöredekinden pek de farklı değil. Namus konusunda hassas insanlar. Kendini bilmezlerin ileri geri konuşmalarına aşırı tepki göstermeleri bundan. Sağlam bir aile anlayışları var. Akrabalık bağları kuvvetli. Çalışmayı seviyorlar. Okumaya ve öğrenmeye karşı alâkaları büyük.
Sünnî Müslümanlarda olduğu gibi Alevi Müslümanlarda da dinî eğitim noksanlığı açıkça görülüyor. “Dede”lerin eski tesiri yok. Dini yeterince bilmeyen kimseler, kendilerini din adamı gibi göstermiş, yanlış davranışlar sergilemişler. Yeni nesillerin dinden uzaklaşmalarında bu olumsuz davranışların da büyük etkisi olmuş. Fakat dini bilen samimi “Dede”ler de var. Aleviliği şahsî menfaatlerine âlet edenlerden onlar da şikâyetçi.
Alevi gençler, atalarından devraldıkları değerleri sorguluyorlar. Cetlerine oranla daha tahsilli olmaları, yazılı kaynaklarla yüz yüze gelmeleri, “Sünni” Müslümanlarla bir arada bulunmaları, onlarda İslam dinini araştırma ihtiyacı uyandırıyor. Bir imza günümde kitap imzalatmak üzere yanıma gelen Alevi gence niçin bu ihtiyacı duyduğunu sordum, bana şu cevabı verdi:
“Ben yıllarca Hıristiyanlar arasında yaşadım. O zaman başladı sorgulamalarım. Yerimi tayin etmeye çalışıyorum. Ben kimim? Hıristiyan mıyım? Hayır. Musevi miyim? Hayır. Müslüman mıyım? Evet. Şu hâlde İslâm nedir? Alevi olmak ne demektir? İşte bu sorular zorladı beni. Ben, kimliğimi arıyorum...”
4.
Bir konunun anlaşılmasında kavramları tanımlamanın önemi büyüktür. Her terim açık seçik bilinmeli. Tanımlar öznel olmamalı. Mutlaka kaynaklara inilmeli. Ben de bu yolu izleyeceğim. Tanımları verdikten sonra Alevi büyüklerinden alıntılar yapacak, deliller göstereceğim.
Aleviler Müslüman mıdır?
Elbette, ona ne şüphe! Fakat hakikaten Alevi olmaları şartıyla... Hiçbir dine inanmamakla, hatta ateist/tanrıtanımaz olmakla birlikte, şu ya da bu sebeple kendini Alevi diye tanıtan kimseler de var. “Hakikaten Alevi olmaları şartıyla” demem bundan.
Alevi diye kime derler?
Alevilik yolunu benimseyen kimseye derler.
Şu halde Alevilik nedir?
İslam dinini algılama, yorumlama ve yaşama biçimlerinden biridir.
Alevi terimi nereden geliyor?
Hazreti Ali muhabbetinden... Aleviler, Hazreti Ali radıyallahu anhın, dolayısıyla Peygamber Efendimizin soyundan gelenlere sevgi duymayı “en hayırlı yol” kabul ederler. “On İki İmam” diye adlandırılan din büyüklerine büyük saygı duyarlar.
Alevilik bir fıkıh mezhebi midir?
Hayır, tasavvuf yollarından biridir. Fıkıhta hak mezhepleri esas alırlar. Alevi büyüklerinden olan Kul Himmet şöyle der:
Dinleyip öğüdün almayan kişi
Dinin, tarikatın bilmeyen kişi
Dört mezhep nedendir görmeyen kişi
Harap olur, nice kuldur, efendi.
Alevi ile Bektaşi arasında ne fark var?
Özü birdir... Benzer yorum biçimini benimsemişler. “Hacı Bektaşı Veli” adlı evliyadan feyiz alanlara Bektaşi denmiştir.
“Dede” ve “Baba” diye kimlere derler?
Alevi büyüklerine Dede, Bektaşi büyüklerine Baba demek âdet olmuştur. Her ikisi de hürmet ifadesidir.
Aleviler ve Bektaşiler inandıkları gibi yaşıyorlar mı?
Hem evet, hem hayır... Dinini bilen ve yaşayanlar da vardır, bilmeyen ve yaşamayanlar da.
“Cem evi” nedir?
Alevilerin dergâhlarıdır. “Cem” toplanma demektir. “Cami” ile aynı kökten gelen bir kelimedir. Osmanlılar zamanında Bektaşilerin tekkeleri vardı. Yeniçerilerin ekseriyeti Bektaşi idi...
5.
Alevi ya da Sünni olmak iyi Müslüman olmanın ölçüsü müdür?
Kişinin kendini “Sünni” ya da “Alevi” diye tanımlaması “iyi Müslüman” olmasına yetmez. Önemli olan inanma ve yaşama biçimidir. İnancı bozuk, işleri çürükse, kim olursa olsun, kendine ne ad takarsa taksın, kâmil insan, iyi Müslüman olamaz.
Şu nükteli öykü konumuza ne güzel ışık tutuyor:
Şarkın suyu sert, yüreği yufka insanları vardır, henüz şişe suyu içmeyen, çikolata yemeyi çocuklara özgü bilen kalenderleri. Hele de ihtiyarları...
Bir köy düşün... Köyün orta yerinde bir köy odası... Vakit ikindi ile akşam arası... Bir mangalın etrafına oturmuş sekiz adam... Sohbet dersen, bardaklarındaki demli çay gibi koyu...
Mangaldaki köz küllenmiş artık ama kimin umurunda. Muhabbet ateşi ısıtıyor ruhlarını. Isısı yayılıyor közün, ama kendisi külün altında.
Derken hışımla bir adam giriyor içeriye. Girmek ne kelime, balıklama dalıyor adeta. Yabancı bir adam... Ne selam, ne merhaba... Kendine bir yer açıp çöküyor mangalın yanına. Elleri de üşümüş.
Mangala bakıyor ki, közün üstünü kül örtmüş. Derin bir nefes alıp var gücüyle üflüyor. Güya ateşi ortaya çıkartacak.
Olanca kül kalkıyor havaya, bizim kalenderlerin saçına, sakalına, beresine, sakosuna, şalvarına konuyor.
Densizlik işte. İçeriye girmenin de bir adabı vardır. Ve dahi mangalla ısınmanın... Halkadakilerden biri tepeden tırnağa süzüyor kül savuranı, “Nerelisin gardaş?” diyor tok bir sesle.
Adam cevap vermeye hazırlanırken, elinde oltutaşından mamul tespihi, ağzında kız saçı tütünden sarma sigarasıyla oturan bir ihtiyar, “De bırak!” diyor hiddetle, “Ne soruyorsun! Adam değil ya, nereli olursa olsun!”
6.
Alevilik diye adlandırılan İslami yorum biçiminin yazılı kaynakları yok denecek kadar azdır. Hakkında birbirine taban tabana zıt yorumlar yapılabiliyor olmasının bir sebebi de budur. Her topluluk, kendine uyan bir tanımla ortaya çıkıyor. Kimi politik amacına araç yapıyor onu, kimi dinî kökeninden koparmaya çalışıyor, kimi de kendi yaşama biçimini Alevilik diye sunuyor.
Söz gelişi, ebeveynleri Alevi olan eski tüfek bazı Marksistler, hiçbir dine inanmamaları sebebiyle, “Alevilik bir kültürel yaşam biçimidir” diyerek onu dini bağlamından koparmaya çalışıyorlar. Bir kısım namazsızlar, kendi meşreplerini Alevilik diye sunarak, “Alevilikte namaz yoktur” diyebiliyorlar. Yok mu gerçekten? Birazdan göreceğiz.
Hakiki Aleviler ise, bir yandan haklarında söylenenleri izliyor, bir yandan da “işin doğrusunu” anlatmaya çalışıyorlar. Bunun için de Alevi öncülerinin şiirlerini okuyor, semahlarını dinletiyorlar. Çünkü Alevi büyükleri, bilgilerini ve duygularını şiirlerle anlatmışlar. Kültürel birikimlerini daha sonraki nesillere nutuklarla, nefeslerle, deyişlerle intikal ettirmişler.
Bu nedenle, Aleviliğin ne olduğunu anlamak için öncelikle Alevi mürşitlerin didaktik şiirlerine bakmak gerekir. Bir yolun adabını o yolun öncülerinden daha iyi kim bilebilir ki! Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Kul Hüseyin bu mürşit şairlerin en ünlüleridir. Biz de onlardan soralım. Bakalım nasıl tanımlamışlar yürüdükleri yolu.
7.
Alevilerin tartışmasız en büyük rehberlerinden biri olan Pir Sultan Abdal Aleviliği şöyle tarif ediyor:
Muhammed dinidir bizim dinimiz
Cibril-i Emin’dir hem rehberimiz
Tarikat altından geçer yolumuz
Biz müminiz, mürşidimiz Ali’dir.
Başka bir şiirinde şöyle der:
Şeriat yolunu Muhammed açtı
Tarikat menzilini Ali seçti.
Şeriat, “din” terimiyle eşanlamlıdır. İlahi emir ve yasaklardan ibarettir. Cibril-i Emin, Cebrail isimli vahiy meleğidir. Tarikat ise, kuvvetli bir imandan sonra, ibadetler ederek, günahlardan sakınarak kalbini arındırıp “kâmil insan” olmanın yolları demektir. Yukarıda “Alevilik bir tariktir, bir tasavvuf yoludur, bilinen anlamda bir mezhep değildir” dememin sebebi budur.
Kul Himmet de aynı konulara temas eder:
Şefaatçim Muhammed Mustafa’dır
İmamımız Ali ayn-ı vefadır.
Şair, Peygamber Efendimize bağlılığını şu mısralarında gayet özlü bir biçimde dile getirir:
Miraçtaki Muhammed
O benim padişahımdır.
Alevi Müslümanlar tarafından çok sevilen Kul Hüseyin ise tasavvuftaki “şeriat, tarikat, hakikat, marifet” sıralamasını benimsediğini şu mısralarıyla dillendirir:
Evvel kapı şeriattır girerler
Tarikatta gonca güller dererler.
8.
İkinci adımımız “iman” meselesi olsun. Peygamber, Kitap, Ahiret gibi iman rükünleri hakkında ne diyorlar, görelim.
Pir Sultan Abdal, imanını şu kıtasıyla dile getirir:
Muhammed dünyaya geldi
Kalbimiz nur ile doldu
İmam Cafer hocam oldu
Okurum Kuran’dan beri.
İmam Cafer Hazretleri, On İki İmam’ın büyüklerinden olup ilim ve takvasıyla meşhur önemli bir âlimdir. “Caferilik” diye bilinen mezhebin imamıdır.
Kul Himmet ise, muhabbeti tanımlarken şu mısralarla coşar:
Muhabbettir lâilâhe illallah
Muhabbettir Muhammed Resulullah
Muhabbettir Ali şah veliyullah
Üç isim manada birdir, muhabbet.
Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed onun resulüdür. Ali, Allah’ın şah velisidir. Bunlar birbirinden ayrılmaz. Hepsini sevmek gerekir. Üç isim, yani Allah, Muhammed ve Ali aynı manayı dile getirir. Hazreti Ali velidir. Hazreti Muhammed peygamberdir. Veli, peygamberin mesajını taşır. Peygamber ise, Rabbinden gelen vahyi tebliğe memurdur. Bu şiirde Hazreti Ali sevgisinin Allah ve Peygamber sevgisine vasıta olduğu açıkça bellidir.
Pir Sultan, muhabbet faslında daha da özlü konuşur:
Muhabbet nedir? Muhammed.
...
Rehber Muhammed’dir, mürşit Ali’dir.
...
Aşk ile yürüdük sen pîre geldik
Muhammed cemalin seyrana geldik.
Kul Hüseyin, kabir sualinden bahsederken şöyle der:
Azrail gelince çekilir zahmet
Kabire varınca kopar kıyamet
Rabbim Allah deyip, nebim Muhammed
Ol makamda söz budur cevap budur.
Kul Hüseyin, bir alev dili gibi insanın içini yakan şiirinde Peygamber Efendimize şu sözlerle seslenir:
Sabahın seherinde yârin yolun gözlerim
Al elim ya Muhammed divanda ağlatma bizi
Hem kalbimde şahadetsin hem dilimde ezberim
Al elim ya Muhammed divanda ağlatma bizi.
Pir Sultan Abdal melâike, kabir suali, sırat ve ahiret hakkında şöyle der:
İki melek gelir sual sorarlar
Dökerler hurcunu cevher ararlar
Bir kılın üstüne köprü kurarlar
Geçemezsin Hakka kul olmayınca.