Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
İmanın Şartları
Allah'a İman
Allah insanları, melekleri ve şeytanları niçin yarattı?
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="NuruAhsen" data-source="post: 188615" data-attributes="member: 857"><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"><strong>İnsan niçin yaratılmış?</strong></span></span> <span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">“İnsan niçin yaratılmış?” sorusuna sıkça muhatap oluruz. Böyle bir soruyu kendimize yahut bir başkasına sormamız, bizim için büyük bir İlâhî ihsandır. Şöyle ki: Bu soruyu güneş kendisine soramadığı gibi, bir başka yıldız da güneşe sorabilmiş değil. Yine bu soruyu bir arı bir başka arıya, yahut bir koyun berikine sormaktan aciz. Demek oluyor ki, bu sorunun cevabını arayan insanoğlu, kendi varlığını istediği sahada kullanma konusunda serbest bırakılmış; bir arayış içinde ve bu konuda bir imtihana tabi tutulmuş. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">Bu imtihanı kazanmanın tek yolu, sorunun cevabını bizi yaratandan öğrenmemizdir. Bu noktaya varan insanlar gerçeğin kapısını çalmış olurlar. Ve kendilerine Kur’an lisanıyla, Peygamber diliyle cevapları verilir. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">“Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet -kulluk- etsinler diye yarattım.” ( Zâriyât Sûresi, 56) </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">Nur Küllîyatında ibadete “marifet” manası veriliyor. Bu mana üzerinde çoğu tefsir alimlerimiz ittifak etmişler. Namaz, oruç gibi ibadetler ise bu marifetin neticesidir. Yani, insan nimetin şükür gerektirdiğini idrak edecektir ki, sonra bu şükür ve hamd vazifeni yerine getirsin. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">İnsan, bu kâinatı dolduran İlahi mucizelerin tefekkür ve hayreti icap ettirdiklerini bilecektir ki, tespih ve tekbir vazifesini ifa etsin. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">İnsan, başka insanlara merhamet etmesi gerektiğinin şuuruna erecektir ki zekât ve sadaka verme yolunu tutsun. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">Bütün bunlar imanın ve marifetin, yani Allah’a inanmanın ve onu tanımanın meyveleridir. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">Nur Külliyatından bir marifet dersi: “Şu kâinattan maksad-ı âlâ, tezahür-ü Rububiyete karşı, ubudiyet-i küllîye-i insaniyedir.” ( Sözler, 264 .) </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">Rububiyet, terbiye edicilik manasına geliyor. Bütün alemlerin her birinde bu fiil bir başka şekilde, bir başka güzellikte, bir başka mükemmellikte kendini gösteriyor. Ve biz her namazda Fatiha Sûresini okurken alemlerin Rabbine hamd etmekle bu farklı terbiyelerin şuurunda olduğumuzu ilan etmiş oluruz. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">Işıklar alemini de Allah terbiye ediyor, gözler alemini de. Ve biz, güneşin ışık verecek şekilde, gözümüzün de ondan faydalanacak biçimde terbiye edildiklerini düşünerek Rabbimize şükretmekle “tezahür-ü Rububiyete karşı, ubudiyet” vazifemizi yerine getiririz. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">Gıda maddelerinin yenilecek şekilde, ağzımızın, dilimizin, midemizin de onlardan faydalanacak tarzda terbiye edildiklerini nazara alarak Rabbimizin bu sonsuz ihsanlarını hayret ve teşekkürle karşıladığımızda, yine o rububiyete karşı ubudiyetle mukabele etmiş oluruz. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">Kâinatın yaratılması insan için, insanın yaratılması ise ubudiyet içindir. Burada dikkatimizi iki kelime çekiyor; âlâ ve küllîye kelimeleri. Bu iki kelime bize bu vazifeyi yapan daha başka varlıklar da olduğunu haber veriyorlar. Şu var ki, insan ubudiyet vazifeni onlardan daha üstün ve daha küllî bir derecede yapabilecek bir istidada sahip. Sözünü etmek istediğimiz bu varlıklar, meleklerle cinlerdir. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">Bir melek, bir meyveyi tefekkür ederken, dünün şekilsiz, renksiz elementlerinin bugün güzel bir varlık haline gelmelerini, sert ağaçtan bu yumuşak meyvelerin çıkmasını hayretle seyreder. Ama o meyvenin tadını, vitaminini, kalorisini düşünemez, tefekkür edemez. Zira, istidadı buna müsait değildir. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">İnsana bu noktada bambaşka bir kabiliyet verilmiştir. O, aklıyla, hayaliyle sadece hazır eşyayı değil, o anda görmediği nice şeyleri hatta geçmişi ve geleceği düşünebilir. Böylece fikri, düşüncesi, anlayışı ve feyzi küllîleşir. Eline aldığı bir meyveyi yerken, o anda bir milyonu aşkın canlı türünün sonsuz denecek kadar çok fertlerinin rızklandıklarını, kendisinin de bu İlâhî sofradan faydalanan bir fert olduğunu düşünebilir ve böylece Allah’ın Rezzak ismini küllî manada tefekkür etme imkanına kavuşur. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">Dilerse, düşüncesini geçmiş ve gelecek zamanlara da götürür. Bütün zamanlarda ve mekânlardaki her türlü nimeti ve onlardan istifade edenleri, hayalinin yardımıyla, birlikte düşünür ve tefekkürü daha da küllîleşir. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">Bütün İlâhî isimlerin tecellileri için benzer şeyler söylenebilir. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">Nur Küllîyatında, “İyyake na’büdü” “Biz ancak sana ibadet ederiz.” ayetinin açıklaması yapılırken, ayet-i kerimede niçin ben değil de biz denildiğine dikkat çekilir ve böyle denilmekle üç ayrı cemaatin kastedildiği ders verilir. Bunlardan birisi bütün müminler, diğeri vücudumuzda vazife gören ve her biri kendine mahsus bir ibadetle meşgul olan bütün organlar, hücreler, duygular,.., üçüncüsü ise bütün bir varlık âlemi. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">Demek oluyor ki insan, bütün varlık alemi namına “İyyake na’budü” diyebilecek bir kabiliyettedir. İşte tek başına da namaz kılsa, ferdiyetten kurtulup bu üç cemaatin ibadetlerini Rabbine takdim eden insan küllî bir ibadet yapmış demektir. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">İnsanın bu kâinata meyve olması da böyle bir neticeyi doğurmaktadır. Bir ağacın bütün birimlerini şuurlu farz verseniz, en küllî tefekkürü meyve yapacaktır. Çünkü meyvenin içindeki çekirdek bütün ağaçtan süzüldüğü için o meyvede ağacın tümünün ibadetlerini temsil etme, tefekkür etme kabiliyeti bulunacaktır. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">Bu küllî ubudiyeti en ileri derecede yapanlar kâinat ağacının en mükemmel meyveleri olan peygamberler ve özellikle Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’dir(asm.). </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">“Maksad-ı âlâ ve ubudiyet-i küllîye” manalarıyla şu kutsî hadis arasında yakın bir ilgi vardır: “Sen olmasaydın ben felekleri yaratmazdım.” Nur Küllîyatında insanın vazifesiyle ilgili birçok bahis mevcut. Bunların bir özeti olarak birkaç maddeyi takdim etmek isterim: </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">- Ruhuna bir İlâhî ikram olarak takılan, ilim, irade, görme, işitme gibi sıfatlarını Allah’ın sıfatlarını bilmeye bir vasıta olarak kullanmak. Kendi ruhundan İlahi sıfatları bilmek için açılan bu marifet pencerelerini iyi değerlendirmek. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">- Akıl kuvvetini hikmet dairesinde, şehvet kuvvetini iffet dairesinde, gazap kuvvetini şecaat dairesinde kullanmak. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">- Muhabbetini ancak Allah’a vermek ve mahlukatı da yine Onun namına, Onun isimlerine ayna olmaları, kemaline işaret etmeleri, cemalinden haber vermeleri cihetiyle sevmek. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">- “İbadatın bütün enva’ına müstaid bir fıtratta” yaratıldığının şuurunda olup bütün ibadet çeşitlerinin ayrı ayrı feyizlerinden azami ölçüde nasiplenmeye çalışmak. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">- Kendisine verilen “kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirmek.” Böylece bunların her birini kendine mahsus ibadetiyle meşgul etmek. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">- Duygularının her biriyle Allah’ın rahmet hazinelerinden birini açmak, ondan güzelce faydalanmak ve küllî şükretmek. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">- Aczini ölçü alarak Allah’ın kudretini, fakrına bakaran Onun rahmetini, noksanlıklarını düşünerek Onun kemalini tefekkür etmek. Rabbini sonsuz kemal, rahmet ve kudret sahibi, kendi nefsini ise yine sonsuz aciz, fakir ve noksan bilmek. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">- Ruhunu günahlardan, bedenini de her tüllü kirlerden, pisliklerden uzak tutarak İlahi huzura çıkmak. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">- Kendini Allah’ın en mükemmel eseri olma cihetiyle meleklerin, ruhanilerin seyrine, temaşasına güzelce sunmak. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">İşte insan bu gibi ulvî gayeler için yaratılmıştır. Ama ne yazık ki, bir çok insan, kendini unutmuş ve bu gayelerden gafil olarak sadece dünya hayatını rahat bir şekilde geçirmek için çabalar. Bütün kâinatın ibadetlerini temsil etme kabiliyetine sahip olduğu halde, sadece çevresindeki bir gurup insanın teveccühlerini kazanmayı ve kendisini onlara beğendirmeyi hayatına gaye edinir. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px">Bir süre sonra kendisi de, o insanlar da dünyadan göçüp gitmekte ve bütün bu gayeler de onun bedeniyle birlikte adeta toprağa gömülüp kaybolmaktalar. </span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Century Gothic'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="NuruAhsen, post: 188615, member: 857"] [FONT=Century Gothic][SIZE=2][B]İnsan niçin yaratılmış?[/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Century Gothic][SIZE=2] “İnsan niçin yaratılmış?” sorusuna sıkça muhatap oluruz. Böyle bir soruyu kendimize yahut bir başkasına sormamız, bizim için büyük bir İlâhî ihsandır. Şöyle ki: Bu soruyu güneş kendisine soramadığı gibi, bir başka yıldız da güneşe sorabilmiş değil. Yine bu soruyu bir arı bir başka arıya, yahut bir koyun berikine sormaktan aciz. Demek oluyor ki, bu sorunun cevabını arayan insanoğlu, kendi varlığını istediği sahada kullanma konusunda serbest bırakılmış; bir arayış içinde ve bu konuda bir imtihana tabi tutulmuş. Bu imtihanı kazanmanın tek yolu, sorunun cevabını bizi yaratandan öğrenmemizdir. Bu noktaya varan insanlar gerçeğin kapısını çalmış olurlar. Ve kendilerine Kur’an lisanıyla, Peygamber diliyle cevapları verilir. “Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet -kulluk- etsinler diye yarattım.” ( Zâriyât Sûresi, 56) Nur Küllîyatında ibadete “marifet” manası veriliyor. Bu mana üzerinde çoğu tefsir alimlerimiz ittifak etmişler. Namaz, oruç gibi ibadetler ise bu marifetin neticesidir. Yani, insan nimetin şükür gerektirdiğini idrak edecektir ki, sonra bu şükür ve hamd vazifeni yerine getirsin. İnsan, bu kâinatı dolduran İlahi mucizelerin tefekkür ve hayreti icap ettirdiklerini bilecektir ki, tespih ve tekbir vazifesini ifa etsin. İnsan, başka insanlara merhamet etmesi gerektiğinin şuuruna erecektir ki zekât ve sadaka verme yolunu tutsun. Bütün bunlar imanın ve marifetin, yani Allah’a inanmanın ve onu tanımanın meyveleridir. Nur Külliyatından bir marifet dersi: “Şu kâinattan maksad-ı âlâ, tezahür-ü Rububiyete karşı, ubudiyet-i küllîye-i insaniyedir.” ( Sözler, 264 .) Rububiyet, terbiye edicilik manasına geliyor. Bütün alemlerin her birinde bu fiil bir başka şekilde, bir başka güzellikte, bir başka mükemmellikte kendini gösteriyor. Ve biz her namazda Fatiha Sûresini okurken alemlerin Rabbine hamd etmekle bu farklı terbiyelerin şuurunda olduğumuzu ilan etmiş oluruz. Işıklar alemini de Allah terbiye ediyor, gözler alemini de. Ve biz, güneşin ışık verecek şekilde, gözümüzün de ondan faydalanacak biçimde terbiye edildiklerini düşünerek Rabbimize şükretmekle “tezahür-ü Rububiyete karşı, ubudiyet” vazifemizi yerine getiririz. Gıda maddelerinin yenilecek şekilde, ağzımızın, dilimizin, midemizin de onlardan faydalanacak tarzda terbiye edildiklerini nazara alarak Rabbimizin bu sonsuz ihsanlarını hayret ve teşekkürle karşıladığımızda, yine o rububiyete karşı ubudiyetle mukabele etmiş oluruz. Kâinatın yaratılması insan için, insanın yaratılması ise ubudiyet içindir. Burada dikkatimizi iki kelime çekiyor; âlâ ve küllîye kelimeleri. Bu iki kelime bize bu vazifeyi yapan daha başka varlıklar da olduğunu haber veriyorlar. Şu var ki, insan ubudiyet vazifeni onlardan daha üstün ve daha küllî bir derecede yapabilecek bir istidada sahip. Sözünü etmek istediğimiz bu varlıklar, meleklerle cinlerdir. Bir melek, bir meyveyi tefekkür ederken, dünün şekilsiz, renksiz elementlerinin bugün güzel bir varlık haline gelmelerini, sert ağaçtan bu yumuşak meyvelerin çıkmasını hayretle seyreder. Ama o meyvenin tadını, vitaminini, kalorisini düşünemez, tefekkür edemez. Zira, istidadı buna müsait değildir. İnsana bu noktada bambaşka bir kabiliyet verilmiştir. O, aklıyla, hayaliyle sadece hazır eşyayı değil, o anda görmediği nice şeyleri hatta geçmişi ve geleceği düşünebilir. Böylece fikri, düşüncesi, anlayışı ve feyzi küllîleşir. Eline aldığı bir meyveyi yerken, o anda bir milyonu aşkın canlı türünün sonsuz denecek kadar çok fertlerinin rızklandıklarını, kendisinin de bu İlâhî sofradan faydalanan bir fert olduğunu düşünebilir ve böylece Allah’ın Rezzak ismini küllî manada tefekkür etme imkanına kavuşur. Dilerse, düşüncesini geçmiş ve gelecek zamanlara da götürür. Bütün zamanlarda ve mekânlardaki her türlü nimeti ve onlardan istifade edenleri, hayalinin yardımıyla, birlikte düşünür ve tefekkürü daha da küllîleşir. Bütün İlâhî isimlerin tecellileri için benzer şeyler söylenebilir. Nur Küllîyatında, “İyyake na’büdü” “Biz ancak sana ibadet ederiz.” ayetinin açıklaması yapılırken, ayet-i kerimede niçin ben değil de biz denildiğine dikkat çekilir ve böyle denilmekle üç ayrı cemaatin kastedildiği ders verilir. Bunlardan birisi bütün müminler, diğeri vücudumuzda vazife gören ve her biri kendine mahsus bir ibadetle meşgul olan bütün organlar, hücreler, duygular,.., üçüncüsü ise bütün bir varlık âlemi. Demek oluyor ki insan, bütün varlık alemi namına “İyyake na’budü” diyebilecek bir kabiliyettedir. İşte tek başına da namaz kılsa, ferdiyetten kurtulup bu üç cemaatin ibadetlerini Rabbine takdim eden insan küllî bir ibadet yapmış demektir. İnsanın bu kâinata meyve olması da böyle bir neticeyi doğurmaktadır. Bir ağacın bütün birimlerini şuurlu farz verseniz, en küllî tefekkürü meyve yapacaktır. Çünkü meyvenin içindeki çekirdek bütün ağaçtan süzüldüğü için o meyvede ağacın tümünün ibadetlerini temsil etme, tefekkür etme kabiliyeti bulunacaktır. Bu küllî ubudiyeti en ileri derecede yapanlar kâinat ağacının en mükemmel meyveleri olan peygamberler ve özellikle Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’dir(asm.). “Maksad-ı âlâ ve ubudiyet-i küllîye” manalarıyla şu kutsî hadis arasında yakın bir ilgi vardır: “Sen olmasaydın ben felekleri yaratmazdım.” Nur Küllîyatında insanın vazifesiyle ilgili birçok bahis mevcut. Bunların bir özeti olarak birkaç maddeyi takdim etmek isterim: - Ruhuna bir İlâhî ikram olarak takılan, ilim, irade, görme, işitme gibi sıfatlarını Allah’ın sıfatlarını bilmeye bir vasıta olarak kullanmak. Kendi ruhundan İlahi sıfatları bilmek için açılan bu marifet pencerelerini iyi değerlendirmek. - Akıl kuvvetini hikmet dairesinde, şehvet kuvvetini iffet dairesinde, gazap kuvvetini şecaat dairesinde kullanmak. - Muhabbetini ancak Allah’a vermek ve mahlukatı da yine Onun namına, Onun isimlerine ayna olmaları, kemaline işaret etmeleri, cemalinden haber vermeleri cihetiyle sevmek. - “İbadatın bütün enva’ına müstaid bir fıtratta” yaratıldığının şuurunda olup bütün ibadet çeşitlerinin ayrı ayrı feyizlerinden azami ölçüde nasiplenmeye çalışmak. - Kendisine verilen “kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirmek.” Böylece bunların her birini kendine mahsus ibadetiyle meşgul etmek. - Duygularının her biriyle Allah’ın rahmet hazinelerinden birini açmak, ondan güzelce faydalanmak ve küllî şükretmek. - Aczini ölçü alarak Allah’ın kudretini, fakrına bakaran Onun rahmetini, noksanlıklarını düşünerek Onun kemalini tefekkür etmek. Rabbini sonsuz kemal, rahmet ve kudret sahibi, kendi nefsini ise yine sonsuz aciz, fakir ve noksan bilmek. - Ruhunu günahlardan, bedenini de her tüllü kirlerden, pisliklerden uzak tutarak İlahi huzura çıkmak. - Kendini Allah’ın en mükemmel eseri olma cihetiyle meleklerin, ruhanilerin seyrine, temaşasına güzelce sunmak. İşte insan bu gibi ulvî gayeler için yaratılmıştır. Ama ne yazık ki, bir çok insan, kendini unutmuş ve bu gayelerden gafil olarak sadece dünya hayatını rahat bir şekilde geçirmek için çabalar. Bütün kâinatın ibadetlerini temsil etme kabiliyetine sahip olduğu halde, sadece çevresindeki bir gurup insanın teveccühlerini kazanmayı ve kendisini onlara beğendirmeyi hayatına gaye edinir. Bir süre sonra kendisi de, o insanlar da dünyadan göçüp gitmekte ve bütün bu gayeler de onun bedeniyle birlikte adeta toprağa gömülüp kaybolmaktalar. [/SIZE][/FONT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
İmanın Şartları
Allah'a İman
Allah insanları, melekleri ve şeytanları niçin yarattı?
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst