molla_zehra
Well-known member
Bir "insanoğulları tarihinden" söz ettiğimiz gibi, bir "itoğulları tarihinden" söz edemiyoruz. Çünkü böyle bir tarih yok ve ne kadar güçlü kasları, ne kadar keskin dişleri ve tırnakları olurlarsa olsunlar, ne kadar yüksek sesle havlarlarsa havlasınlar, köpekler tarih yazamayacak. Demek ki biyolojik bir varlığa sahip olmak bir tarihe sahip olmak için yeterli değil.
Bir itoğulları tarihi olsaydı, bu tarihin eksenini sanırım "kemik kavgası" oluştururdu. Ama insanoğulları tarihinin eksenini kemik kavgası oluşturmaz. Bunun böyle olduğunu îmâ edenler, hatta söyleyenler, insanı biyolojik boyutuna indirgeyenlerdir. İnsanoğulları tarihinde iman-inkar, iyi-kötü, hak-batıl, zalim-mazlum eksenli kavgalar olduğu gibi kemik kavgaları da olmuştur. Fakat bu tedenni ve tekellüb (alçalış ve köpekleşme) dönemlerini insanoğulları tarihinin geneline teşmil etmek yanlış olur.
Tarihe sahip olmak, zamanın nesnesi değil öznesi olmaktan geçiyor. Biz insanları zamanın öznesi kılan kas gücümüz ve cüssemiz değil. Kendi varoluşumuzun farkında olacak, onu anlayacak ve anlamlandıracak yetilerle donatılmış olmamız.
İnsan ne zaman kendi varoluşu üzerine yoğunlaşsa, iki temel meseleyle yüzleşmek zorunda kalır: Güvenlik ve özgürlük. İnsan güvenliğini tehlikeye atmadan özgürlüğünü, özgürlüğünü tehlikeye atmadan güvenliğini nasıl sağlayacaktır?
İnsan kendini varlığın merkezine yerleştirdiğinde, güvenliğini kendi elleriyle yok etmektedir. Bu küstahça bencilliğinin en büyük zararını yine insan görmektedir. Kula kul olma veya insanı kendisine kul etme süreçleri hep bu küstahlığın sonucunda ortaya çıkmaktadır.
Güvenliği göz ardı edilmiş özgürlük tutkusu sahte bir tatmin hissi verse de, sonunda elde özgürlük de kalmamaktadır. Bu sahte tatmin insanı kendi kendine yettiği kanaatine sürüklemektedir. Oysa ki kendi kendine yetmek, insanoğlunun söyleyeceği en büyük yalandır.
Bir itoğulları tarihi olsaydı, bu tarihin eksenini sanırım "kemik kavgası" oluştururdu. Ama insanoğulları tarihinin eksenini kemik kavgası oluşturmaz. Bunun böyle olduğunu îmâ edenler, hatta söyleyenler, insanı biyolojik boyutuna indirgeyenlerdir. İnsanoğulları tarihinde iman-inkar, iyi-kötü, hak-batıl, zalim-mazlum eksenli kavgalar olduğu gibi kemik kavgaları da olmuştur. Fakat bu tedenni ve tekellüb (alçalış ve köpekleşme) dönemlerini insanoğulları tarihinin geneline teşmil etmek yanlış olur.
Tarihe sahip olmak, zamanın nesnesi değil öznesi olmaktan geçiyor. Biz insanları zamanın öznesi kılan kas gücümüz ve cüssemiz değil. Kendi varoluşumuzun farkında olacak, onu anlayacak ve anlamlandıracak yetilerle donatılmış olmamız.
İnsan ne zaman kendi varoluşu üzerine yoğunlaşsa, iki temel meseleyle yüzleşmek zorunda kalır: Güvenlik ve özgürlük. İnsan güvenliğini tehlikeye atmadan özgürlüğünü, özgürlüğünü tehlikeye atmadan güvenliğini nasıl sağlayacaktır?
İnsan kendini varlığın merkezine yerleştirdiğinde, güvenliğini kendi elleriyle yok etmektedir. Bu küstahça bencilliğinin en büyük zararını yine insan görmektedir. Kula kul olma veya insanı kendisine kul etme süreçleri hep bu küstahlığın sonucunda ortaya çıkmaktadır.
Güvenliği göz ardı edilmiş özgürlük tutkusu sahte bir tatmin hissi verse de, sonunda elde özgürlük de kalmamaktadır. Bu sahte tatmin insanı kendi kendine yettiği kanaatine sürüklemektedir. Oysa ki kendi kendine yetmek, insanoğlunun söyleyeceği en büyük yalandır.