[SUP]1[/SUP]تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ sırrınca, Sâni-i Zülcelâl, semâvâtın ecrâmına o kadar hikmetler, mânâlar takmış ki, güya celâl ve cemâlini ifade etmek için, semâvâtı güneşler, aylar, yıldızlar kelimeleriyle söylettirdiği gibi, cevv-i semâda olan mevcudata dahi öyle hikmetler ve mânâlar ve maksatlar takmış ki, güya o cevv-i semâyı berkler, şimşekler, ra’dlar, katreler kelimeleriyle intak ediyor ve kemâl-i hikmet ve cemâl-i rahmetini ders veriyor. Ve nasıl zemin kafasını hayvânat ve nebâtat denilen mânidar kelimeleriyle söyleştirip kemâlât-ı san’atını kâinata gösteriyor. Öyle de, o kafanın birer kelimesi olan nebatları ve ağaçları dahi yapraklar, çiçekler, meyveler kelimeleriyle intak edip yine kemâl-i san’atını ve cemâl-i rahmetini ilân ediyor. Ve birer kelime olan çiçekleri ve meyveleri dahi tohumcuklar kelimeleriyle konuşturup dekaik-i san’atını ve kemâl-i rububiyetini ehl-i şuura talim ediyor. İşte, bu hadsiz kelimât-ı tesbihiye içinde, yalnız tek bir sünbül ve tek bir çiçeğin tarz-ı ifadesine kulak verip dinleyeceğiz, nasıl şehadet eder, bileceğiz. Evet, herbir nebat, herbir ağaç, pek çok lisanla Sânilerini öyle gösteriyorlar ki, ehl-i dikkati hayretlerde bırakır ve bakanlara “Sübhanallah, ne kadar güzel şehadet ediyor” dedirtirler. Evet, herbir nebâtın çiçek açması zamanında ve sünbül vermesi ânında, tebessümkârâne mânevî tekellümleri hengâmındaki tesbihleri, kendileri gibi güzel ve zâhirdir. Çünkü, herbir çiçeğin güzel ağzıyla ve muntazam sünbülün lisanıyla ve mevzun tohumların ve muntazam habbelerin kelimâtıyla hikmeti gösteren o nizam, bilmüşahede, ilmi gösteren bir mizan içindedir. Ve o mizan ise, maharet-i san’atı gösteren bir nakş-ı san’at içindedir. Ve o nakş-ı san’at, lütuf ve keremi gösteren bir ziynet içindedir. Ve o ziynet dahi, rahmet ve ihsanı gösteren lâtif kokular içindedir. Ve birbiri içinde bulunan şu mânidar keyfiyetler öyle bir lisan-ı şehadettir ki, hem Sâni-i Zülcemâlini esmâsıyla tarif eder, hem evsâfıyla tavsif eder, hem cilve-i esmâsını tefsir eder, hem teveddüd ve taarrüfünü, yani sevdirilmesini ve tanıttırılmasını ifade eder. İşte, birtek çiçekten böyle bir şehadet işitsen, acaba zemin yüzündeki Rabbânî bağlarda umum çiçekleri dinleyebilsen, ne derece yüksek bir kuvvetle Sâni-i Zülcelâlin vücub-u vücudunu ve vahdetini ilân ettiklerini işitsen, hiç şüphen ve vesvesen ve gafletin kalabilir mi? Eğer kalsa, sana insan ve zîşuur denilebilir mi? Gel, şimdi bir ağaca dikkatle bak. İşte, bahar mevsiminde yaprakların muntazaman çıkması, çiçeklerin mevzunen açılması, meyvelerin hikmetle, rahmetle büyümesi ve dalların ellerinde, masum çocuklar gibi, nesîmin esmesiyle oynaması içindeki lâtif ağzını gör. Nasıl bir dest-i keremle yeşillenen yaprakların diliyle ve bir neş’e-i lütufla tebessüm eden çiçeklerin lisanıyla ve bir cilve-i rahmetle gülen meyvelerin kelimâtıyla ifade edilen hikmetli nizam içindeki adilli mizan; ve adli gösteren mizan içinde bulunan dikkatli san’atlar, nakışlar; ve maharetli nakışlar ve ziynetler içinde rahmet ve ihsanı gösteren ayrı ayrı tatmaklar; ve ayrı ayrı güzel kokular ve hoş tatmaklar içinde birer mu’cize-i kudret olan tohumlar ve çekirdekler, gayet zâhir bir surette bir Sâni-i Hakîm, Kerîm, Rahîm, Muhsin, Mün’im, Mücemmil, Mufaddılın vücub-u vücudunu ve vahdetini ve cemâl-i rahmetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir. İşte, eğer bütün rû-yi zemindeki ağaçların lisan-ı hâllerini birden dinleyebilsen, [SUP]2[/SUP]يُسَبِّحُ ِللهِ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَافِى اْلاَرْضِ hazinesinde ne kadar güzel cevherler bulunduğunu göreceksin, anlayacaksın. İşte, ey nankörlük içinde kendini başıboş zanneden bedbaht gafil! Bu derece hadsiz lisanlarla kendini sana tanıttıran ve bildiren ve sevdiren bir Kerîm-i Zülcemâl, tanımak istenilmezse, bu lisanları susturmalı. Madem ki susturulmaz, dinlemeli. Gafletle kulağını kapasan kurtulamazsın. Çünkü sen kulağını kapamakla kâinat sükût etmez, mevcudat susmaz, vahdâniyet şahitleri seslerini kesmezler. Elbette seni mahkûm ederler. Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler : [SUP]1[/SUP] : “Yedi gök ve yer ve onların içindekiler Onu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44. [SUP]2[/SUP]: “Göklerde ve yerde olan herşey Allah’ı tesbih eder.” Haşir Sûresi, 59:24.
| Lügatler : adilli : adaletli adl : adalet bedbaht : kötü bahtlı, tahlihsiz berk : şimşek, yıldırım bilmüşahede : gözle görüldüğü gibi cemâl-i rahmet : rahmetin güzelliği cevv-i semâ : gökyüzü, boşluk cevher : asıl, temel, öz cilve-i esmâ : isimlerin görüntüsü cilve-i rahmet : rahmetin görüntüsü dekaik-i san’at : san’at incelikleri dest-i kerem : cömertlik eli ehl-i dikkat : dikkat sahipleri ehl-i şuur : bilinç ve idrak sahibi olanlar esmâ : isimler evsâf : özellikler gafil : duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan gaflet : duyarsızlık, umursamazlık habbe : dane, tohumcuk hayvânat : hayvanlar hengâm : ân, zaman hikmet : herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması ihsan : iyilik intak : konuşturma kâinat : evren, yaratılmış herşey katre : damla kelimât : kelimeler, sözler kemâl-i rububiyet : mükemmel terbiye ve idare kelimât-ı tesbihiye : Allah’ın yüceliğini dile getiren sözler kemâlât-ı san’at : olgun, güzel san’atlar kemâl-i hikmet : eksiksiz ve mükemmel hikmet kemâl-i rububiyet : mükemmel terbiye ve idare kerem : cömertlik, ikram Kerîm : sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah Kerîm-i Zülcemâl : sonsuz güzellik, ikram ve cömertlik sahibi olan Allah keyfiyet : nitelik, özellik lâtif : hoş, güzel lisan : dil lisan-ı hâl : hal dili lisan-ı şehadet : şahitlik eden dil lütuf : iyilik, ihsan, bağış maharet-i san’at : san’attaki ustalık maharetli : becerikli, hünerli mevzunen : ölçülü ve dengeli olarak mizan : ölçü, denge mu’cize-i kudret : kudret mu’cizesi Mufaddıl : dilediğine dilediği konuda üstünlük veren, lütufta bulunan Allah Muhsin : yarattıklarına bağış ve iyiliklerde bulunan Allah muntazaman : düzenli olarak Mücemmil : herşeyi en güzel şekilde yaratan Allah Mün’im : yarattıklarına nimetler veren Allah nakş-ı san’at : san’atlı nakış, işleme nebat : bitki nebâtat : bitkiler nesîm : hoş ve hafif rüzgâr neş’e-i lütuf : lütuf ve ikramdan kaynaklanan sevinç nizam : düzen ra’d : gök gürültüsü Rabbânî : Rab olan Allah’a ait Rahîm : rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah rahmet : şefkat, merhamet rû-yi zemin : yeryüzü Sâni : herşeyi san’atla yaratan Allah Sâni-i Hakîm : herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan Allah Sâni-i Zülcelâl : herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah Sâni-i Zülcemâl : sonsuz güzellik sahibi ve herşeyi san’atla yapan Allah suret : şekil, görüntü Sübhanallah : “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir” sünbül : başak; bir çiçek cinsi şehadet : şahitlik, tanıklık taarrüf : kendini tanıtma talim : öğretme tarz-ı ifade : ifade etme tarzı tavsif : vasıflandırma, özelliklerini anlatma tebessümkârâne : gülümsercesine tefsir : açıklama, yorumlama tekellüm : konuşma tesbih : Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma teveddüd : kendini sevdirme umum : bütün vahdet : birlik vesvese : kuruntu, şüphe vücub-u vücud : varlığının zorunlu oluşu zâhir : açık, gözle görünür zemin : yer zîşuur : şuur ve bilinç sahibi ziynet : süs
|