Konuya cevap cer

Atıf Hoca'yı neden astılar?

                 06 Aralık 2011 Salı 06:53

                                      "Hürriyet" yazarı Rahmi Turan, 1926'da idam edilen İskilipli Atıf  Hoca'ya değindiği yazısında resmin bütününü göstermek yerine sadece bir  parçasını tercih etmiş.

    "Teal-i-İslâm Cemiyeti" adına bastırılan  bir bildirinin Yunan uçakları tarafından Anadolu'ya atıldığını,  bildiride Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının padişaha başkaldıran  asiler olarak nitelendiğini belirtmiş.

    "İstiklal Mahkemesi" zabıtlarına göre Atıf Hocanın "vatana ihanet" suçundan idam edildiğini dile getirmiş.

     "Geçmişte uğraşmak yerine önümüze bakalım" türünden yaklaşımı bir parça  anlayışla karşılamak mümkün ama olaylar çarpıtılarak aktarıldığında  vicdanlar da buna razı gelmiyor.

    Sözkonusu bildiri 1920'de yazılmıştı.

    Rahmi Bey'in yazısından Atıf Hoca'nın bu bildiri yüzünden arandığı ve 5 yıl sonra yakalandığı gibi bir anlam çıkıyor.

    İşin gerçeği şudur..

    1925'de "Şapka Kanunu" çıkarılmış, bu kanuna yurdun bazı bölgelerinde tepkiler gösterilmişti.

     Bu tepkilerle Atıf Hoca'nın Şapka Kanunu'ndan 1,5 yıl önce neşrettiği  "Frenk Mukallitliği ve Şapka" risalesi arasında bağ kurulmuştu.

     Atıf Hoca, risaleyi neşreden matbaacı, bu risaleyi dağıtanlar, yanı sıra  Şapka Kanunu aleyhinde bulunmakla suçlanan birkaç hocaefendi "İstiklal  Mahkemesi"ne çıkarılmışlardı.

    ***

    Mahkemede sanıkların aleyhindeki havayı köpürtmek için 5 yıl önceki bu bildiri de gündeme getirilmişti.

    Aslında bu bildiride Atıf Hoca'nın bir dahli de yoktu.

    Tahir'ul-Mevlevi "İstiklal Mahkemeleri" isimli hatıratında işin gerçeğini tafsilatıyla anlatır.

    Buna göre Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin İstanbul Hükümeti'nin baskısıyla vücuda getirdiği bir bildiriydi bu.

    Üstelik Cemiyet adına hazırlanan bu bildiri Cemiyetin İdare Heyetinin bilgisi dışındaydı.

    Mustafa Sabri Efendi, Atıf Hocadan bildirinin cemiyetin mührü ile mühürlenmesini istemişti.

    Atıf Hoca da İdare Heyetine danışmadan böyle bir şeyi yapamayacağı cevabını vermişti.

     Cemiyetin İdare Heyetinden Tahir'ul-Mevlevi ile birlikte Mustafa Sabri  Efendi'nin yanına çıkan Atıf Hoca, "Biz buna razı olmayacağız. Çünkü  Teal-i İslam siyasi değil ilmi ve dini bir cemiyettir. Biz hükümetin  işine karışmayacağımız gibi hükümet de bizi karıştırmasın" demişlerdi.

    Konu Cemiyetin toplantısında da gündeme gelmişti. .

     Hükümet taraftarları itirazlara rağmen bildirinin Anadolu'ya  gönderileceğini söylediklerinde Atıf hoca ve arkadaşlarından  "gazetelerde tekzip ederiz" cevabı almışlardı.

    Bu sözlere Hükümet taraftarları "Edemezsinin, Matbuat Müdürlüğüne emir verilmiştir" diyerek karşılık vermişlerdi.

    Atıf Hoca ve arkadaşları bunun üzerine toplantı çıkışında itirazlarını şifahen ilan edeceklerini söylemişlerdi.

    Sonunda beş üye "kabul", beş üye de "hayır" cevabı vermişti.

     Reis Atıf Hoca'nın da "hayır" oyu vermesiyle birlikte bu bildirinin yok  hükmünde sayılmasına ekseriyetin görüşü ile karar verilmişti.

    ***

     Aradan 5 yıl kadar geçtikten sonra Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından  tutuklanan Atıf Hoca, mahkemede Cemiyetin Anadolu'ya hiçbir vakit  beyanname (bildiri) göndermemiş olduğuna dair "Vakit" gazetesi ile  yapılan ilanı da göstermişti.

    Savcı, Atıf Hoca hakkında 10 yıl hapis cezası istemişti ama mahkeme heyeti idam cezasına hükmetti.

    İstiklal Mahkemesi kararlarının temyizi yoktu.

    Prof. Ergun Aybars'ın dediği gibi Cumhuriyet sonrasındaki İstiklal Mahkemeleri devrimlerin gerçekleşmesi amacıyla kurulmuştu.

    Şapka Kanununa itirazların önünü kesmek için Atıf Hoca kurban edilmişti.

    Durum budur.

   

    Suriye ve tarihi fırsat..

   

    17 Ağustos 2011 tarihli "Arap Birliği elini taşın altına sokacak mı?"  başlıklı yazımda Suriye halkına yönelik insanlık dışı uygulamaların son  bulması için Arap Birliği'nin devreye girmesi gerektiğine işaret  etmiştim.

    Sözkonusu yazımda 1970'lerde Lübnan'daki iç savaşı  durdurmak için "Arap Birliği Acil Birlikleri" bayrağı altında Suriye'nin  askeri müdahalede bulunduğunu da dile getirmiştim.

    Arap Birliği daha işin başında devreye girseydi belki de yaşamını yitiren Suriyelilerin sayısı dört bini bulmayabilirdi.

    Beşşar Esad, "Arap Birliği" devreye girdikten sonra da oyalama taktiklerini sürdürmeye devam etti ama bunun da bir sınırı var.

    Çünkü Suriye sorunu, "bölgesel" ve "insani" bir sorun olduğu kadar aynı zamanda "Araplararası" bir sorun.

    Bölgesel ve insani açıdan Türkiye üzerine düşen görevi yerine getirmeye çalışıyor.

     Gösterilere sert müdahaleden vazgeçmemesi ve Arap gözlemcilerin ülkeye  girişine izin vermemesi halinde mali ve ekonomik yaptırımların yürürlüğe  gireceği uyarısında bulunmuştu Arap Birliği.

    Esad rejimine verilen süre de pazar günü itibariyle son ermişti.

    Suriye, Arap gözlemcilerin Suriye'ye gönderilmesinin kabul edildiğini açıklamış.

    Bu kararın sonuçlarını ilerleyen günlerde göreceğiz.

    Türkiye'nin de içinde olduğu bazı ülkeler tarafından alınan yaptırım kararları Suriye üzerinde etkili oldu.

    Mesela Suriyeliler için hayati önem taşıyan mazotun fiyatları yükselmeye başladı.

    Suriye ordusundan ve istihbarat örgütlerinden kopmalar sürüyor.

    Esad rejiminin ömrünün fazla sürmeyeceği çok açık şekilde görülüyor ama ölümler de artarak devam ediyor.

     Aslında gönlümüz "Türkiye", "İran" ve "Mısır" gibi bölge ülkelerinin  kendi aralarında anlaşarak Esad rejiminin uygun bir şekilde işbaşından  uzaklaştırılmasını istiyor.

    Bölge dışı güçlerin ve özellikle  Batılı devletlerin Suriye'ye askeri müdahalede bulunmasını önlemek için  bir başka yol görünmüyor.

    Batılı güçlerin perde arkasında oynadıkları "büyük oyun"u bozmanın başka bir çaresi de yok.

    İran'ın bu oyunun bozulmasında ciddi katkısı olacağını düşünüyorum.

    Esad Diktatörlüğüne arka çıkarak büyük oyunun bozulması mümkün değil.

     Umulur ki İranlı yöneticiler gelecekteki çıkarlarının Esad rejiminin  devamında değil tam aksine bu rejimin Suriye halkının talepleri  çerçevesinde değiştirilmesinden yana olduğunu anlarlar.

    Vakit geç  olmadan Türkiye, İran ve Mısır, Arap Birliği'ni de yanlarına alarak  bölgesel inisiyatiflerini Suriye halkından yana kullanmalılar.

    Böyle bir işbirliği tarihin seyrini de değiştirecektir.

    Zira böyle bir "tarihi fırsat" her zaman ele geçmiyor.

    Yenişafak


Sahabeler arasındaki ihtilaflara nasıl bakıyoruz?

                 06 Aralık 2011 Salı 06:51

                                      Kerbela'yı anma günlerinde çokça sorulan bir soru bu: Hazreti  Resulullah'ın (sas) aziz torunu Hz. Hüseyin'in başında bulunduğu 72  Ehl-i Beyt'in, Kerbela'da gönülleri yakan şehadetlerini neden uzun  müddet gündemde tutmuyorsunuz? Cemel ve Sıffin savaşlarını  ayrıntılarıyla yazarak zalimlere karşı bedduanızı neden ısrarla  sürdürmüyorsunuz? Sahabeler arasında geçmiş olan ihtilaf ve zulümleri  tekrar etmekten alıkoyan gerekçeniz mi var yoksa sizin?..

    Sıkça sorulan bu gibi sorulara verdiğimiz cevaplarımız hep aynı olmaktadır:

     - Sahabeler arasında cereyan etmiş olan kimi içtihada dayanan, kimi de  zalim siyasetin haksız gerekçesi gibi görünen gönül yakıcı, vicdan  sızlatıcı ihtilafları, bugün yeni yaşanmış gibi tekrarlayarak kabuk  bağlamış yaraları kaşıyıp kin ve nefretleri körüklemeyi, Ehl-i Sünnet  alimleri faydalı bulmamış, zararlı görmüşlerdir.

    Nitekim  Müslümanların hep birlik beraberliğini savunan Bediüzzaman Hazretleri  gibi maneviyat büyükleri, bu gibi hassas konularda uyarılarda bulunarak  diyorlar ki:

    - Ehl-i Sünnet imamları, sahabeler zamanındaki fitnelerden bahis açmayı yasaklamışlardır!

     - Çünkü Cemel vak'asında Aşere-i Mübeşşere'den Zübeyir ve Talha ve  Aişe-i Sıddika (ra) da bulunmasıyla Ehl-i Sünnet vel cemaat, o savaşı,  içtihat neticesi deyip "Hazreti Ali (ra) haklı, ötekiler haksız; fakat  içtihat neticesi olduğundan affedilmiştir." diyerek konuyu kapatmışlar,  kabuk bağlamış yarayı yeniden kaşıyarak cepheler oluşturmayı mahzurlu  görmüşlerdir!

    - Hatta, Haccac-ı zalim, Yezid ve Velid gibi  heriflere! ilm-i kelamın büyük allamesi Sadeddin-i Teftazani, "Yezid'e  lanet caizdir." demiş, fakat "Lanet vaciptir!" dememiş, "Hayır vardır,  sevaplıdır." diye bir teşvikte bulunmamıştır!. Çünkü hem Kur'an'ı, hem  Peygamber'i, hem bütün sahabelerin kudsi sohbetlerini inkar eden bugün  çok kimseler vardır! Onlardan söz etmeyip de geçmişin yaralarını yeniden  deşeleyip kanatmakta, cepheleri harekete geçirmekte fayda yoktur!

     - Kaldı ki, şer'an, bir adam lanetlikleri hiç hatıra getirmeyip lanet  etmese, hiçbir zararı yoktur!. Çünkü zem ve lanet, medih ve muhabbet  gibi (sevap getiren faziletlerden) değildir. Onlar salih amele dahil de  olamazlar.

    - İşte bu gibi gerekçelerden dolayı başta dört imam ve  Ehl-i Beyt'in on iki imamı olarak Ehl-i Sünnet, Müslümanlar içinde o  eski zaman fitnelerinden söz açıp münakaşa etmeyi caiz görmemişler,  faydasız, zararı var, demişlerdir.

    - Hem o savaşlarda her nasılsa  çok ehemmiyetli sahabeler iki tarafta da bulunmuşlar. O fitneleri  bahsetmekte o hakiki sahabelere, Talha ve Zübeyir (ra) gibi Aşere-i  Mübeşşere'ye dahi tarafgirane bir inkâr, bir itiraz kalbe gelir.  Halbuki, hata varsa tövbe ihtimali kuvvetlidir. Bunları düşünmeden o  büyük sahabelere karşı itiraz duygusuna girmek bir şey kazandırmaz, ama  çok şey kaybettirebilir!.

    - Bu gibi sebeplerle, geçmiş zamana  gidip lüzumsuz, zararlı, din emretmeden o üzücü olayları yeniden  kurcalamaktansa, şimdi bu zamanda bilfiil İslamiyet'e dehşetli darbeleri  vuran, binler lanete, nefrete müstahak olanların verdikleri zararları  önlemeye çalışmak görevimiz olmalıdır!. Mevcutların devam eden  zararlarını düşünmeyip, geçmiştekilerin tarihin derinliklerinde kalan  zararlarını tekrar gündeme taşımak, hep kucaklaşmayı savunan müdakkik  müminlerin birlik beraberliğe hizmet anlayışlarına da muvafık düşmese  gerektir.

    Ömer bin Abdülaziz gibi birinci hicret asrının ilk müceddidi, bu konudaki uyarısında demiş ki:

     "Allah bizim elimizi o hadiselerden temiz tuttu, biz de dilimizi temiz  tutar, Müslümanlar arasında kin ve nefreti körükleyecek söz ve  davranışlardan uzak durmaya gayret ederiz!."

    İşte bu gibi  gerekçelerden dolayı Kerbela şehitlerimizi, camilerimizde hatimler  indirip mevlitler okuyarak şanlarına layık şekilde anmayı görev biliriz.

    Yarın: Hz. Hüseyin, savaşta küstüğü Abdullah ile nasıl barıştı?

    Zaman


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst