Konuya cevap cer

Atıf Hoca’yı astıktan sonra şapka giydirdiler

             06 Aralık 2011 / 08:20

             Hoca ağır adımlarla, dualar mırıldanarak sehpaya yürüdü. Kılıç Ali’nin öfkesi ise bitmemişti

        

                                      Muharrem Coşkun'un haberi:

     2 Şubat 1926 günü, mahkemede müdde-i umumi (savcı) Necip Ali(Küçüka)  bey tarafından okunan iddianamede tek idam isteği, Babaeski müftüsü Ali  Rıza efendi hakkındaydı. Atıf efendi ise, 10 senelik sürgün (kürek)  cezası istenen mazlumlar arasındaydı.Mahkeme son müdafaaları dinlemek ve  hükmünü vermek üzere ertesi güne tehir olundu (ertelendi).

    

    ‘Sarıklılar gelsin’ diye anons edildi

    

    Ertesi sabahın (3 Şubat 1926) ilk ışıklarıyla mazlumlar topluca  İstiklâl Mahkemesi’ne götürüldüler. Jandarma topluluktan öncelikle  Babaeski Müftüsü Ali Rıza ve Atıf Efendileri mahkemeye aldı. Jandarma  ikinci defa kapıyı açtığında “sarıklılar gelsin” dedi. Ali Haydar Efendi  başta olmak üzere eski tabirle ilmiyeden ne kadar zevat varsa içeriye  girdiler. 10 dakika sonra sarıklılar geri döndü fakat dönemeyen iki kişi  vardı: Atıf Hoca ve Ali Rıza Efendi. Ardından da karar açıklandı:  “(...) Frenk Mukallitliği ve Şapka adındaki kitabı yazdığı ve muhtelif  bölgelere göndererek halkı isyana teşvik ettiğinden dolayı  7/12/1341(M.1925)tevkif edilen  Fatih Dersiamlarından Hoca Atıf (..) ve  diğer arkadaşları haklarında yapılan muhakemeleri neticesinde: İskilipli  Atıf ve Babaeski eski Müftüsü Ali Rıza Efendilerin salben(asılarak)  idamlarına... karar verildi.” Kararın açıklandığı an, Hoca’nın ağzından  çıkanları, o günün tanıklarından Tahiru’l-Mevlevi aktarıyor: “Zalim ve  katillerle elbette mahşer gününde hesaplaşacağız.” Posta müvezzii  İskilipli Atıf Hoca’nın evine hapishane müdürünün ağzıyla yazılan şöyle  bir telgraf teslim ediyordu: “Hoca Atıf vefat etmiştir. Cevaben  bildirilir.”

    

    ‘Hasır şapkalı zat bağırıyordu’

    

     Muhakemeyi takip eden yazar Şevket Süreyya Aydemir tanıklığını şöyle  anlatıyor: “Hükümlüler arasında sarıklı bir müderris göze çarpıyordu.  Müderrisin başında fes ve sarık vardı. Cübbesi ve kıyafeti temizdi.  Suçu, o sıralar yayınlanan şapka kanununa muhalefet etmekti. Fakat bu  suç, bir takım ithamlarla da karışınca mahkemeden en ağır hükmü yemişti.  Artık son saatlerini yaşıyordu. Hocanın yüzü sakindi. Metanetini  muhafaza ediyordu. Yalnız dudakları kımıldıyor ve galiba bir dua  okuyordu. Fakat eskiden kalpaklı ve şimdi hasır şapkalı zat, bu hükümle  de kanmamış gibiydi. Bağırıyor, çağırıyordu. Acaba Hoca’yı bir tekmeyle  merdivenlerden aşağıya yuvarlayacak mı diye bekledim. Fakat olmadı.  Müderris, bu sözler üzerine kendisine değilmiş gibi bekledi. Sonra  sağanak geçince yürüdü. Muhafızların arasında merdivenlerden indi.  Önümüzden geçerken gene dudakları kımıldıyordu.” Ve

    

    4 Şubat  1926 Perşembe... Sabahın ilk saatleri... Eski meclis binası  yakınlarındaki Karaoğlan Çarşısı... Metin bir şekilde, dilinde dualarla  idam sehpasına gelen Atıf efendi, kelime-i şehadetle, bu dünya  defterinin kapısını kapıyor ve “yevme tüble’s serair” (bütün sırların  açığa çıkacağı gün) olarak Kur’an’da bildirilen dar-ı ahiretin özel bir  bekleme salonu olan şehadet kapısını çalıyordu. O gece, rüyasına girdiği  hanımına  “Ben artık gidiyorum. Sakın ağlamayın. Yalnız bana yedi Yasin  okuyun” diyordu...

    

    Hukuk katliamı yapıldı

    

    Hiç  şüphesiz Atıf Hocanın yargılama süreci skandallar zinciriyle doluydu.İlk  skandal, İskilipli Atıf Hoca’nın Şapka Kanunu’nun çıkmasından 1,5 yıl  kadar önce bastırdığı kitapçıktan yargılanıp idama mahkûm edilmiş  olmasıydı. İkinci skandal ise bir gün önce Savcı Necip Ali’nin 3-15 yıl  ağır hapis cezası istediği İskilipli Atıf Hoca’yı, mahkeme başkanının,  son anda  idama mahkûm etmiş olmasıydı. Böylece hem bir kanunun geçmişe  doğru işletilmesi gibi temel bir hukuk kuralının ihlali, hem de savcının  talebinden derece değil, mahiyet itibarıyla “farklı” bir ceza verierek  hukuk da katledilmişti.

    

    Rüyada davet alınca müdafasını yırtarak çöpe attı

    

    Necip Fazıl Kısakürek “Son Devrin Din Mazlumları” adlı eserinde özetle  şunları yazmıştı: Mahkeme Reisi maznunlara hitap etti: Yarın  müdafalarınızı hazırlayınız! Maznunlar, mıhlı hapishaneyi boyladılar.  Yatsı namazından sonra Atıf Hoca yatağına oturdu ve müdafaasını yazmaya  başladı. Bir aralık, günlerdir uykusuz, sabahlara kadar namaz ve niyazla  vakit geçiren Atıf Hoca hafifçe daldı. Giyimli olduğu halde, başı taş  duvarda, ellerinde yarım kalmış müdafaası, gözleri yumulu, kendinden  geçti. Arkadaşı Tahir-ül-Mevlevî bu manzaraya bakarak mırıldandı:  Zavallı âlim ve fazıl, büyük bir adam! Bu muydu ilim ve faziletinin  mükâfatı?  Atıf Hoca’nın uykusu uzun sürmüyor.. Yüzünde derin ve ince  bir tebessüm.. Ne o hocam çabuk uyanıverdin? Atıf Hoca sakin: Uykudan  murad hasıl oldu! Yani?... Yani beklediğim rüyayı gördüm.

    

    Atıf  hoca doğrulmuş ve müdafasını karaladığı kağıtları elinde büzmüştür:  Kainatın fahrini gördüm. Bana ‘yanıma gelmek dururken ne diye müdafaa  karalamakla uğruşayorsun’ dedi. Ne diyorsun? Beni idam edecekler  Allah’ın sevgilisine kavuşacağım.. Rüyanın sadık olduğuna hiç şüphem  yok.”

    

    Kılıç Ali’nin öfkesi asmakla dinmedi

    

    Son  anlarında kurbanının yanında bulunmayı adet edinmiş bulunan İstiklal  Mahkemesi üyesi Kılıç Ali’nin ilk işi, Atıf Hoca’nın idamının hemen  ardından sarığını çıkarttırmak olmuştu. Bununla da yetinmeyen Klıç Ali,  son nefesini veren İslam alimine darağacındayken elindeki şapkayı  giydirmişti. Hafız Cevdet Soydanses ve Dr. Rıza Nur bu durumu şöyle  anlatıyor: “İskilipli Hocanın asılmasında tam boynuna ilmek  geçirilirken, Kılıç Ali de sarığı alıp başına bir şapka geçirmiş. ...Ve  küfürler etmiş. Zavallı bu şekilde saatlerce teşhir edilmiş.”

    

    Ailesinin yaşadığı büyük dram

    

    Atıf Hoca’nın yeğeni Bahaddin İmal,“Hoca’nın eşi Zahide hanımla, kızı  Melahat, idamından sonra İstanbul’dan İskilip’e geldiler. Zahide hanım  köyde hanımlara Kur’an okuttu. Kızı Melahat, babasının evden götürülmesi  ile akli dengesinde gelgitler yaşamış. ‘Bu halim doğuştan değil. Babamı  gözlerimin önünde evden alıp götürmeleri büyük bir korku meydana  getirdi. Bu hâl yaşadıklarımın eseri’ demiş” diye anlatıyor.

    

    ‘Gördüğüm manzara beni mıhladı’

    

    ATIF Hoca’yı idam sehpasında görenlerden biri de, yakın arkadaşı Tahir  ül Mevlevi’dir. Tahir bey, sabah namazı sonrası eski Meclis binasının  önüne gelince, gördüğü manzarayı şöyle anlatır: “Birdenbire gözüme  ilişen manzara, beni olduğum yere mıhladı. Evet, eski Meclis önündeki  meydanın ortasına iki tane sehpa dikilmiş, onların arasına da iki vücut  çekilmişti (Atıf Hoca ve Ali Rıza efendi).Elimde olmadan gözlerimden  yaşlar akarken dudaklarımdan da meşhur bir mersiyenin matlaı (taziye  konulu kaside beyti) olan:’Uluvvün fi’l hayati ve fi’l memat / Le-hakkun  ente ikdü’l mucizat’ (Sen hayatta da, ölümünde de yücesin. Gerçekten  sen mucizelerden birisin) beyti döküldü.”

    

    Atıf Hoca Kimdir?

    

    1876’da İskilip’in Tophane köyünde doğan Muhammed Atıf, Rüştiye’yi  İskilip’te bitirdi. 17 yaşında geldiği İstanbul’da son Osmanlı  Âlimlerinin rahle-i tedrisinden geçti. Kabataş Lisesi Lisan  Öğretmenliği’ne atandı. Medaris Müfettişliği’ne, bugünün tabiriyle YÖK  Başkanlığı’na getirildi. Alemdar, Mahfil ve Sebilürreşad dergilerinde  yazmayı sürdürdü. Milli Mücadelede, İzmir’in işgaline karşı protestoya  imza attı. ‘Frenk Mukallitliği ve Şapka’yla birlikte 9 eseri bulunan  Atıf Hoca 4 Şubat 1926’da idam edildi. Mezarı 2008’de bulunabildi..

    

    Star


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst