Soruda geçen kısma gelince:
Hamd : Bir ihsana karşı kalbin medih ve şükür duygularıyla dolması ve o ihsan sahibini tâzim etmesidir.
Tesbih: Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih etme, ululama, Allah'a seri bir şekilde ibâdet ve "sübhânellah" demektir.
Allah, Efendimiz (a.s.m.)'e hitaben, "Onların söylediklerinden dolayı göğsünün daraldığını biliyoruz. Sen, Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol."buyurmaktadır. Göğsünün daralması ile, hamd ile tesbih ve secde edenlerden olma arasında nasıl bir münasebet vardır? Meselenin bir vazife buudu var. Yani, hepimize düşen Allah'ı tesbih, hamd ve O'na secde etmektir. Bu, herkes gibi, Efendimiz için de bir borçtur. Hamd, tesbih ve secde, ibadetin ve bilhassa en büyük ibadet olan namazın özüdür. Bu emirde kıyamı da, rükûyu da, secdeyi de görürüz. Yani, bu emir bir bakıma "Sabır ve namazla yardım iste"demek gibidir.
İkinci olarak, tesbih, Allah'ı her türlü noksanlıktan, eksiklikten, İzzet, Azamet ve Kibriyası'nda, Ulûhiyet ve Rubûbiyeti'ne uygun düşmeyen sıfatlardan tenzih etmek demektir. Şirk karşısında mü'mine düşen de budur ki biz, namazın rükû ve secdelerinde bu tesbihi yaparız. Yani bu emirde, aynı zamanda tevhide davet, onda ısrar da vardır. Hamd ise, Cenab-ı Allah'ın kemaline ve şükür buuduyla nimetlerine bakar. Gerçi biz de, "Sübhanellahi ve-bihamdihi" deriz; ama bu, belki de en büyük bir makam meselesidir. Ancak makam-ı cem'in sahibi olan Efendimiz (a.s.m.) gibi büyükler, peygamberler, asfiya ve mücedditler, asıl manâ ve muhtevasıyla "sübhanellahi ve-bihamdihi" demeye muvaffak olurlar. Bunda Celâl ve Cemal tecellilerine aynı anda ma'kes olma, âlem-i mülk ve melekûtu aynı anda müşahede edip, aynı anda ikisinde de yolculuk yapabilme, ikisini de aynı anda temsil edebilme, "mülteka'l-bahreyn"de bulunma manâsı vardır. Bu hâl, cem' makamına dair bir hâldir.