muhsin iyii
Member
Allah’ın (c.c.) Varlığının ve Birliğinin Delilleri
Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği konusu, tarihin başlangıcından beri insanları düşündürmüştür. Bu konuda pek çok filozof, bilgin kuram üretmiştir. Bunları derleme, sınıflandırma apayrı bir çalışmayı gerektirmektedir.
İslam bilimleri arasında yer alan kelâm, Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği konusu üzerinde de durmuş ve bu konuda aşağıdaki kuramları ortaya koymuştur:
1. Kanıt İlkesi Delili :
Bediüzzaman Said Nursi’ye (rah.a.) göre var olan şeylerin kanıtlanılabilirliği bunların yokluğunu kanıtlamaktan her zaman kolaydır. Bir incir familyasının var olduğunu, bir tek inciri göstermekle kanıtlayabiliriz. Halbuki bu örnekteki varlığın (incir familyasının) yokluğunu iddia eden kimsenin bütün yeryüzünü, hatta evreni araştırması gerekir. Bu ise olanaksızdır. Öyleyse şunu diyebiliriz: Yok olan şey, hiçbir zaman kanıtlanamaz. Bu açıdan Allah’ın (c.c.) varlığına ve birliğine inanan bir insan için Allah’ın (c.c.) evren kitabındaki veya Kuran-ı Kerim’deki bir ayeti yeterli bir kanıtken, O’nun varlığını ve birliğini inkar eden insanın iddiası için atomdan yıldıza, mikroptan insana kadar evren kitabındaki bütün canlı ve cansız varlıklar, olgular, olaylar ve Kuran-ı Kerim’in ayetleri engel olmakta ve önüne dikilmektedir. İnanan bir insana her şey Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği üzerine mesaj ve ders vermektedir. Bu mesaj ve dersleri görmezden gelmek, yok varsaymak, çürütmek, anlaşılmaz kılmak bir insanın değil tüm insanlığın bile üstesinden kalkamayacağı güç bir iştir. Bu nedenle Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği için bir ayeti yeterli bir kanıt oluştururken O’nun yokluğunu kanıtlamak tüm insanlığın ortak çabası ile olsa bile yine olanaksızdır.
Kanıt ilkesi bilindiği üzere hukukun da temelini oluşturmaktadır. Davalar kanıtla, kanıtlarla kazanılmaktadır. Öyle ise bir kanıt bile Allah’ın (c.c.) varlığı için yeterlidir.
2. Tanık İlkesi Delili :
Bediüzzaman Said Nursi’ye (rah.a.) göre iki kişi aynı doğruda birleşmişse, binlerce insanın kendi dar pencerelerinden, kişisel kanılarıyla onu inkar etmeleri hiçbir değer ifade etmez. Bir sarayın kapılarından onlarcası açık, birisi kapalı olsa, kimse o saraya girilemeyeceğini iddia edemez. İşte Allah’ı (c.c.) inkar eden kimse devamlı surette kapalı olan o bir tek kapıya yönelerek oradan saraya girmek ister. Aslında o kapı, onun ve onun gibi olanların gözlerine çekilmiş bir perdedir; onların ruh dünyalarına kapalıdır. İnançlı insan için kapalı bir kapı yoktur. Yeter ki bu konuda gözlerini gerçeklere yummasın. Bulutlu bir hilal gecesinde gökyüzünde ayı gördüğünü söyleyen bir insanın bu iddiası, bu gözlemi yapamayan insanların ileri sürebileceği “Hilal yoktur.” iddiaları karşısında doğru, tutarlı, gerçeğe uygun bir önerme olarak kendisini gösterir. Çünkü ayı göremeyenlerin çeşitli mazeretleri olabilir: Gözlemcilerin gözleri bozuktur, ay bulutların arkasında gizlenmiştir, gözlemciler gözlemlerini tüm gece boyu sürdürememişlerdir… gibi. Ama ayı gördüğünü iddia eden kimse, bu olumsuzlukları aşıp bir gerçekliğe bir an da olsa ulaştığını doğru ve tutarlı bir iddia ile ortaya atıyorsa bizim ona inanmamamız için ortada bir neden kalmamıştır. Kaldı ki bu insan ömründe bir kere bile yalan söylememişse ve çevresindekiler onu güvenilir bir kişi diye adlandırıp ona değer vermişse bizim o kişiye inanmamamız büyük bir saflık, aldanış ve ahmaklık olacaktır. Bu açıdan Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği konusunda insanların ahlak bakımından en üstünleri olan peygamberlerin, evliyaların, müminlerin ve Müslümanların Allah (c.c.) vardır ve birdir biçimindeki iddialarını bir kısım insanların hem de ahlak açısından pek çok kusuru bulunan kimselerin inkâr etmeleri bir değer ifade etmez.
Tanık ilkesi bilindiği üzere hukukun da temelini oluşturmaktadır. Davalar tanıkla, tanıklarla kazanılmaktadır. Öyle ise bir tanık bile (Hz. Muhammed [ s.a.s]) Allah’ın (c.c.) varlığı için yeterlidir.
Eleştiri: İnanmayan kesim, şu örneğe benzer örneklerle kanıt ve tanık ilkesine itiraz etmekteler:
Hıristiyan inancına göre yetişen bir çocuk yılbaşında Noel babadan hediye alır. Gerçekte Noel Baba yoktur. Hediyeyi anne ve babalar çam ağacının altına koyarlar. Ama hediye vardır. Bütün çocuklar da benzer şekilde hediye alırlar. Kendi aralarında da Noel Baba’nın varlığına tanıklık yaparlar. Aldıkları hediyeleri de Noel Baba’nın varlığına kanıt diye düşünürler.
Cevap: Bu eleştiri görünüşte bütün Müslümanların da tıpkı saf ve gerçekten habersiz Hıristiyan çocukları gibi bir duruma düşürmektedir. Eleştiri, bir algı yanılsamasından güç almaktadır. Tıpkı sihirbazın şapkasından tavşan çıkarması gibi bir zihin illüzyonuna benzemektedir. Görünüşte Allah da Noel Baba da yoktur. Müslümanlar tüm nimetleri Allah’tan, Hıristiyan çocukları da yılbaşındaki aldıkları hediyeleri Noel Baba’dan bilmektedirler. Ama Noel Baba sadece yılbaşında bir kere hediye veriyor. Bütün çocuklara verse de bu yalnız yılda bir kez oluyor. Yani yeterli bir kanıt oluşturmuyor. Oysa Allah bütün nimetlerin sahibidir. Her şey ona aittir. Evrende var olan ve bir nimet olarak insanın önüne konan her şey Allah’ın varlığına ve birliğine dair mührü ile insana nimet olarak verilmiştir. Tek bir kanıt türü ile Noel Baba’nın varlığına hükmedenler çocuklardır. Onların düşünce yetileri zayıftır. Sonsuz nimetleri Allah’ın varlığı ve birliğine kanıt olarak düşünen ve bu konuda birbirlerine tanıklık yapan Müslümanlar ise çocuk değillerdir. Akıllı kimselerdir. Yetişkindirler. Çocukları aldatırsın ama büyükleri aldatmak kolay değildir.
Allahın her bir nimetinde onun varlığına ve birliğine dair sonsuz kanıtlar adeta birer mühür gibi nimetlerin üzerine işlenmişken ve bunlar Allah’ın güzel isim ve sıfatlarına tercüman olmuşken Noel Baba adına yılbaşında çocuklara sunulan hediyelerde ise ona ait hiçbir işaret yoktur. Adeta bunlar hırsızın mülkü gibidirler. Yani Noel Baba’ya izafe edilen bu hediyeler de aslında her hediyenin de gerçek sahibi Allah’ın nimetleridir. Onun sıfat ve güzel isimlerine tercümanlık yaparlar.
Tek kanıt türü ve çocuklar ile tüm inananlar ve Allah’ın nimetlerinin birbirlerine paralel gibi görünmesinde yatan zihin yanılsamasını şuna benzetebiliriz. Matematikte 1’den başlayıp sonsuza giden pozitif sayılar vardır. Bunların gerçek dünyada karşılıkları vardır. Yani biz bu sayılarla her şeyi sayabiliriz. Ama bir de -1’den başlayıp sonsuza giden negatif sayılar vardır. Biz bunlarla nesneleri sayamayız. Bu sayılar sadece zihnin ürünüdürler. Nesneler bu sayılarla sayılmaz. Bu sayılar, alış veriş gibi durumlarda ortaya çıkan hesaplamalarda kullanılır. Yani zihinsel işlemlerde yer alırlar. Müslümanlara her bir nimet pozitif sayıların adedince Allah’ın varlığı ve birliğine birer kanıt iken bir Hıristiyan çocuk için güya Noel Baba’dan yılbaşında aldığı hediye ise Allah’ın nimetleri karşısında kafasında sadece -1 sayısı kadar şüphe uyandıracaktır. Yani o çocuk yaşta bile bu hediye pozitif bir anlam ifade etmeyecektir. 1 sayısı kadar bile bir değere sahip olamayacaktır. Ahalisi Hıristiyan olan yerde bulunanlar bilirler ki, çocuklar bu yılbaşındaki hediyelere rağmen yine de onun varlığından kuşku duyarlar. Hediye, kuşkularına karşı bir rüşvet işlevi görse de durum böyledir. Allah’ın varlık ve birliği ile mühürlü her nimet önüne geldikçe çocuklar bu çocukluk yanılsamasından kurtulup gerçeği bulacaklardır. Kimse sonsuz kanıtların karşısında tek bir kanıtla çocukluk çağına ait bir yanılsamaya bağlı kalamaz.
Eleştiri: Bir Müslüman nasıl Allah’ın varlığına ve birliğine şahitlik yapabilir? Ne Allah (c.c.) ne de Hz. Muhammed (s.a.s) duyu organları ile algılanmamaktadır. Öyle ise İslam dinine girişte yapılan şahadette ‘Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhü ve rasuluh’ta, bir Müslüman yalancı şahitlik yapmaktadır. Duyu organları ile algılamadığı şeylere tanıklık yapmaktadır.
Cevap: Doğru, görünüşte böyledir. Bir Müslüman Allah’ı ve peygamberi hiçbir duyu organı ile algılamadığı halde bunlara dair şahitlik yapmaktadır. Bu durumda yaptığı yalancı şahitliktir. Ama bu reel dünyada geçerlidir. Hayat sadece reel dünyadan ibaret değildir. İnsanın bir de manevi dünyası vardır. Reel dünyada şahitlik gözle ve gördükleri ile olur. Göz eşekte de vardır. Ama eşekliğini üzerinden almaz. Manevi dünyada ise şahitlik kalp gözü ile yapılır. Bu göz sadece insanda olur. Hayvanlarda olmaz. Buna sezgi de diyebiliriz. Kimse sezgiyi küçük görmesin. Bilim adamları buluşlarını gözlerine değil sezgilerine borçludurlar. Hayatımızı kolaylaştıran her teknolojik ürün insandaki bu yeti sayesinde bulunmuştur. Göz bunda başlıca rolü oynamamıştır. İşte bir Müslüman şahitliğini eşekte de olan baş gözü ile değil sadece insana ait olan kalp gözü ile manevi dünyada yapmaktadır. Dolayısıyla şahitliği manevi düzlemde geçerlidir. Allah’ın Kuran-ı Kerim’de pek çok ayette inançsızlar için söylediği, ‘onlar kördürler’ ifadesi, bu kalp gözü ile ilgilidir.
Kalp gözünün açılması ise hidayetle olur. Hidayet ise Allah’tandır. Allah kullarına hidayet vermeyi ise bazı şartlara bağlamıştır. Bunların hepsini bir kul olarak bilmemize imkân yoktur. Allah’ın ilminde saklıdırlar. Yalnız Allah’ın sevdiği şeylere yönelenlere, yasaklarından kaçınanlara hidayetinin ulaşabileceğini düşünebiliriz.
3. İmkan (Olasılık) Delili:
Evrenin var olma ile yok olma olasılığı birbirine eşittir. Şu anda duyu organları ile algıladığımız evren ve içerisindeki her şey yaratılmamış olabilirdi. Ama bunların var oluşu, gerçekliği duyu organlarının izlenimleri ile sabittir. Evrenin ve içerisindeki şeylerin var olduğunu kimse inkâr edemez. Var olan bir şeyin de kendi varlığı dışında bir yaratıcı nedeni bulunmaktadır. Yani evren ve içerisindeki her şeyi yokluktan varlığa çıkaran bir neden bulunmaktadır. Bu neden de ancak evreni ve içerisindeki her şeyi yoktan varlık sahnesine çıkaran eşsiz bir güç ve kudret sahibi olan Allah’tır. Allah (c.c.) evren ve içerisindeki her şey yok iken bunları yaratma olasılığını seçmiştir.
Evrenin ve içerisindeki canlı ve cansız varlıkların yaratılma ve yaratılmama olasılıkları birbirine eşit derecede iken yaratılmış olmaları, yani bunlar arasında var olma seçeneğinin tercih edilmesi, bunları yoktan var eden bir yaratıcıyı gerekli kılmaktadır. Bu yaratıcı, evreni ve içerisindeki canlı ve cansız varlıkları yoktan yarattığına göre sınırsız bir güç ve kudrete sahiptir.
Eleştiri: Var olan şeylere bakıp da akıl ve mantık ilkeleri ile bunların bir yaratıcısı olduğunu düşünmek doğru bir çıkarsama ise buna göre Allah da varsa O’nu kim yaratmıştır?
Cevap: Allah’ı yaratılmış bir varlık görmek yanılsaması ile sorulmuş bir sorudur. Bu bir trenin katarlarına bakıp da bunları kim çekiyor diye düşündükten sonra ilk bölümdeki makineye de aynı gözle bakmaktır. Onu çeken bir güç yoktur. O hareket kaynağıdır. Nedenidir. Bunun gibi Allah yaratılmamıştır. Yaratıcıdır. Allah için böyle bir soru sormak saçmadır.
4. Hudûs (Sonradan Yaratılmış Olma) Delili:
Evren ve içerisindeki her şey değişkendir. Durmadan bir halden diğer bir hale geçer. Kayalar çeşitli nedenlerle parçalanır, farklı toprak oluşumlarına neden olur. İçerisindeki enerjinin sürekli bir biçimde uzaya akması ile maddenin erimesi, güneşin süratle sönmeye doğru yüz tutması, evrenin sürekli bir biçimde genişlemesi maddenin sonradan yaratılmış olduğunu göstermektedir. Sonradan yaratılan bir şeyin de bir başlangıcı vardır. Maddenin ezeli ve ebedi olmaması onun zamanla birlikte bir yaratıcı tarafından yaratıldığını göstermektedir. Evrenin temelini oluşturan madde sonradan yaratıldığına ve bir yok oluşa doğru sürüklendiğine göre onu yaratan bir yaratıcıya gereksinim duymaktadır. O da ancak her şeyi yoktan var edip varlık sahnesine koyan yüce Allah’tır.
Dünya ve içerisindeki canlı ve cansız bütün varlıkların yaşları bilimsel olarak aşağı yukarı değerlerle saptanabilmektedir. Hatta evrenin yaşı bile sayısal bir değerle ifade edilmektedir. Evrenin meydana geldiği büyük patlama sırasında yayılan radyasyondaki bazı elementler bilime bu konuda kanıt olmaktadır. Bu durum evren ve içerisindeki her şeyin sonradan yaratıldığını ve ezeli olmadığını gösterir. Evren ve içerisindeki her şey, ezeli ve ebedi olan Allah’ın (c.c.) bunları zamanla birlikte yoktan var ettiğini kanıtlamaktadır.
Eleştiri: Bir şeyin sonradan olması bir yaratıcıyı gerektirmez. Madde kendi kendine de var olmuş olabilir. Maddeden de ilk hücre, ondan da değişik canlılar zincirleme olarak evrimle var olmuş bulunabilir.
Cevap: Madde kendi kendine de var olmuştur, diye düşünen bir insan artık bilimsel alanın dışına çıkmıştır. Bu düşünce akıl ve mantığın, bilimin ilkelerinin haricindedir. Artık bundan sonra manevi alan gündeme gelmektedir. Bu noktadan sonra insanın Allah yerine yaratıcı güç veya güçler demesinden başka bir seçeneği kalmamaktadır. Sonunda evrenin büyük nizamı, akıl almaz ahengi karşısında tek bir ilahta karar kılınacaktır.
5. İntizam (Düzen, Kompozisyon) Delili:
Evren ve içerisindeki her şey belirli bir sistem içerisinde bulunmaktadır. Bu sistemin temeli çok ince matematiksel hesaplara dayanmaktadır. Örneğin gezegenimizin hayat kaynağı olan güneşin büyüklüğü, dünyaya uzaklığı, dünyanın güneş karşısındaki eğimi ve izlediği yörünge yeryüzündeki yaşamı sağlamak için çok ince hesaplarla düzenlenmiştir.
Yeryüzündeki havanın içerisindeki gazlar, bizim yaşamımızı sürdürecek oranda belirlenmiştir. Ayrıca bu oranın değişmemesi için bitkiler, hayvanlardan ve insanlardan havaya atık madde olarak verilen karbondioksiti oksijene çevirme özelliği ile donatılmıştır.
Bütün canlı ve cansız varlıklar, adeta bir gereksinim zinciri ile birbirlerine bağlanmışlardır. Biri diğerinin yaşamsal amacına hizmet etmektedir. Örneğin çöl ortamı için suyu vücudunda depo eden bir hayvana ihtiyaç vardır. Deve bu özellikte yaratılmıştır. Bu hayvan için çöl ortamı besinini de önceden hazırlamıştır: Kurumuş otlar ve diken. Başka hayvanların dönüp bakmayacağı bu yiyecekler, deve için en ideal besinler olmaktadır. Deve depoladığı su ve çölde her yerde bulabileceği bu besin maddeleri ile üzerindeki bir insanı yada yükü aylarca süren bir yolculukta kendisi açısından sıkıntısız bir şekilde ve rahatlıkla istenilen yere ulaştırmaktadır. Ayrıca devenin sütü, eti, derisinden de yaralanılmaktadır. Her biri ile insanın önemli bir yaşamsal gereksinimi karşılanmaktadır.
Her varlık kendi parçalarıyla bir ahenk ve birlik içerisinde olduğu gibi, aynı biçimde evrenin bütünü de kendisini meydana getiren varlık parçalarıyla bir ahenk ve birlik içerisindedir. Bu akıl almaz ve muhteşem nizam, bir düzenleyiciye işaret etmektedir. O düzenleyici de ancak her şeye gücü ve kudreti yeten yüce Allah’tır.
Eleştiri: Dünyadan başka gezegenlerde yaşam yoktur. Demek ki bütün evren boş yere yaratılmıştır. Ayrıca bu durum dünyada yaşamın olmasının bir tesadüf sonucu olduğuna da işaret etmektedir.
Cevap: Bilim sadece bugünkü bilgisi ile ancak güneş sistemindeki diğer gezegenlerde yaşamın bulunmadığını iddia etmektedir. Evren sadece bizim güneş sistemimizden oluşmamaktadır. Yıldızların her biri bir güneştir. Güneşimizin de içinde bulunduğu Samanyolu galaksisinde en az iki yüz elli milyar yıldız, evrende ise yine en az üç yüz milyar galaksi bulunduğu sanılmaktadır. Bu büyüklük karşısında diğer yıldızlarda da yaşayan canlı varlıkların bulunmadığını düşünmek büyük bir saflık olacaktır. Kaldı ki canlı varlıkların olmaması ile evrenin nizamından bir şey eksik olmayacaktır.
Evrenin büyüklüğü karşısında sadece bir tesadüfle yeryüzündeki canlı varlıkların bulunduğunu düşünmek, işlediği suçla polisten kaçan bir insanın yakalanmamasını gerekçe göstererek o suçu işlemediğini sanması gibi saçma bir düşüncedir.
6. Sanat Delili:
Evren ve içerisindeki canlı ve cansız varlıklar, çok ince bir düzen temeli üzerine kurulmanın yanında tıpkı bir sanat eseri gibi de estetik (sanatsal güzellik) bir özellik arz etmektedir. İnsanın güzellik duygusuna seslenmektedir. Elimize bir gülü alıp onun biçimi, rengi, kokusu üzerinde biraz düşündüğümüzde bunu yaratanın büyük bir sanatçı olduğu gerçeğine ulaşırız. Aynı şekilde güzelliğine tutkun olduğumuz bir insanın bu güzelliğe doğuştan sahip olduğunu göz önünde bulundurduğumuz zaman yüce yaratıcının sanatçılığına hayran olmamamız elde değildir. Bir deniz, dağ ve doğa manzarası da yüce yaratıcının sanat kudretini estetik bir zevkle bizlere sunmaktadır. Kısacası evrendeki tüm canlı ve cansız varlıklarda yüce yaratıcının ince sanatkârlığı tüm insanları O’nun varlığı ve birliği konusunda hayran bırakacak orandadır.
Hücreden insana, atomdan galaksilere kadar bütün evrende ince ve baş döndürücü bir sanat galerisi göze çarpmaktadır. Bir baştan bir başa evrendeki her eser, çok büyük bir sanat değerine sahiptir. Kısa zamanda yani Allah’ın (c.c.) bir “Ol!” emriyle meydana gelmiştir. Çok sayıda, karışık ve çeşit çeşittir. Devamlıdır. Hâlbuki kısa zamanda, çok sayıda, kolay ve karışık yapılan işlerde değerli bir sanat eserinin olmaması gerekirdi. Ancak yapan Allah (c.c.) olursa, o zaman her şey değişir ve bu tür bir sanat mucizesi gerçekleşmiş olur.
Allah’ın (c.c.) sanatına hayran olmamak elde değildir. Sanatına kendi güzel isimlerini (esma-ül hüsna) eşsiz ve benzersiz bir kudretle yerleştirmiştir. Buna bir örnek vermek yararlı olacaktır sanırım: Allah’ın (c.c.) el-Vâhid (c.c.) ve el-Ahad (c.c.) güzel isimleri birbirlerine yakın birer anlama sahiptirler. Aralarındaki anlam ayırtısını şu örneklerde anlayabiliriz: Dünyadaki bütün ağaçların yaprakları ortak bazı nitelikler ve özellikler taşırlar: biçim, renk, yapı, işlev v.b. bakımlarından. Bu durum bütün ağaç yapraklarının “ tek yaratıcı (el-Vâhid [c.c.] )” tarafından yaratıldığını göstermektedir. Birbirlerine olan benzerliklerine karşın, velev ki aynı ağaçta da olsa, dünyada birbirinin aynısı iki yaprağın bulunmaması, bunların “ benzeri olmayan yaratıcının (el-Ahad [c.c.] )” eseri olduğunu kanıtlamaktadır. Aynı durum insan yüzleri ve sayısını ancak yüce Allah’ın (c.c.) bildiği bütün bitkiler ve hayvanlar… için de geçerlidir. En büyük sanatçı olan Allah (c.c.) her sanatçının ömrünü verdiği ve ulaşmak için can attığı özgünlüğü (yani bir elden çıkma ama farklı olma niteliğini), yarattığı her varlığın biçimine bir mühür gibi kazımıştır. Yüce Allah’ın (c.c.) her bir sanatına bu gözle baktığımız zaman hayran olmamak elde değildir.
Eleştiri: Dışkının varlığı Allahın varlığı ve birliğine kanıt olan sanat ilkesine aykırı düşmektedir.
Cevap: Sadece dışkı değil, çirkin şeyleri de buna katabiliriz. Hatta eksik şeyler de var. Çeşitli organlarından engelli insanlar gibi. Görünüşte onlar bu tablonun dışında kalıyorlar. Ama estetiğin ana ilkelerinden birisi de zıtlıktır. Yani güzellik anacak çirkinliklerin varlığı ile anlaşılabilir. Çirkin şeyler olmasaydı güzel şeyler anlaşılamazdı. Kaldı ki çirkinlik ve güzellik görece kavramlardır.
7. Hikmet (Olay ve Olgulardaki Neden - Sonuç İlişkisi) ve Amaç Delili:
Evrende bulunan her şeyin bir yaratılış amacı vardır. Hiçbir şey boş yere yaratılmamıştır. Bütün varlık, olay ve olguların neden sonuç ilişkisi içerisinde birbiriyle olan bağları bulunmaktadır. Üzerinde düşünüldüğü zaman tüm bu varlık, olay ve olguların ilişki zincirini tasarlayan ve kuran bir yüce yaratıcının varlığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Evrenin tüm varlık, olay ve olgularının altında insanın yaratılış amacı ile ilgili düşüncelere ulaşılabilir. Örneğin sonbaharda ağaçların büyük kısmı yapraklarını dökerler, kış doğadaki çoğu varlıklar için bir ölüm ayıdır. Baharda tüm doğa canlanır. Bunlar insan için ilahi birer mesaj içermektedir. Bu olay ve olgular, insanların öldükten sonra ceza ve ödül (hesap) için tekrar dirilmelerini andırmaktadır. Gece ve gündüz de böyledir. Gece uyuruz, gündüz de uyanırız. Tıpkı ölen insanların ahrette dirilmesi gibi. Aklın, doğanın ölüp dirilmesi ile insanın ölüp dirilmesi arasında bu çeşit bir ilgi kurması “hikmet”e güzel bir örnektir. Evrendeki olay, olgu ve varlıkların içerisinde veya arasında bir neden sonuç ilişkisi kurulduğu taktirde zihin her şeye gücü yeten bir yüce yaratıcının varlığını kabul etmek zorunda kalmaktadır.
Evrendeki yaratılmış olan her şeyin amacı bizi düşünmeye sevk etmektedir. İlgili şey ile amacının altında yatan hikmet de insanı ruhsal açıdan doyurucu bir biçimde Allah’ın (c.c.) varlığı, sıfatları ve güzel isimleri ile açıklanabilmektedir. Bu yüzden günlük dilde hikmet “derin düşünce”, “bir şeyin asıl nedeni” anlamlarında kullanılmaktadır.
Evrendeki olay, olgu ve varlıkların asıl nedeni Allah’a (c.c.) dayanmaktadır. Bunların yaratılış amacı yüce Allah’ın (c.c) sıfatlarına ve güzel isimlerine tercümanlık yapmaktır. Bunlara bu bakış açısıyla ve araştırıcı, incelemeci bir gözle baktığımızda tıpkı bir kitap gibi bunların yüce yaratıcısını anlatmakta olduklarını görürüz.
Evrendeki bütün olay, olgu ve varlıklar yaratıcısını bizlere anlatmaya çalışan bir kitap gibi okunmayı beklemektedir.
Eleştiri: Evrendeki varlık, olay ve olgulardan ders çıkarmak bir bakış açısıdır. Evren bir kitap değildir. Hiçbir mesajı yoktur. İnsanlar ona mesaj yüklerler. Bu mesajlardan Allah’ın varlığı ve birliğine dair bir objektif kanıt yoktur.
Cevap: Nasıl bir insan okuma yazma bilmeden kitap okuyamıyorsa evren kitabının da harfleri, şifreleri vardır. Bunları bilmeden evren kitabı okunmaz. Bunlar Kuran-ı Kerim’de gizlidir. Kuran-ı Kerim’e inanmadan bu mesajlara ulaşmak imkânsızdır. Nasıl okuma yazma bilmeyen kişiler kitaplardaki harflere anlamsız ve boş bakarlarsa Kuran-ı Kerim’in Allah kelamı olduğuna inanmayan kimseye de evrendeki her varlık, olay, olgu boş ve anlamsız görünür. Böyle birisi evren kitabından ders alamaz.
Okuma yazma bilmeyen kişi, yazılanlara boş ve anlamsız mesajlar yükler. Ama bunlar bir değer ifade etmez. Önemli olan şifreleri çözüp doğruya ulaşmaktır. Mesaj şifrelerin içeriğindedir. İnsanların kafasında olan şey, önyargılardır. Evren kitabını okumada objektiflik veya sübjektiflik söz konusu değildir. Bilip bilmemek, anlayıp anlamamak söz konusudur.
8. Şefkat, Merhamet ve Rızık Delili:
Doğadaki canlıları ibret gözüyle incelediğimizde bir annenin yavrularına olan şefkat ve merhamet duygusu dikkatimizi çeker. Tavuk yavrularını savunmak için gerektiğinde kendisinden kat kat güçlü, anne olmadığı dönemde sakındığı ve korktuğu bir köpekle büyük bir cesaretle mücadeleye girer. Başka hayvanlarda da yavrularına karşı aynı himaye edici tutum gözlenebilir. Yüce yaratıcı benzer şefkat ve merhamet duygusunu biz insanlara da vermiştir. Bir kadın ne kadar kötü kalpli olsa da bir anne olarak yavrusu için her türlü fedakârlığı yapabilir. Yüce yaratıcı anne olacak canlılarda merhamet ve şefkat duygusunu onların içgüdüsel yapılarına yerleştirerek kendisini savunmaktan mahrum yavrunun can güvenliğini adeta sigortalamıştır. Bu durum da sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliğine bir delil oluşturmaktadır.
Bütün yaratıkların ve özellikle insanın ihtiyacı sonsuzdur. Gücü ve olanakları sınırlıdır. İradesi ise adeta bir hiç hükmündedir. Böyle iken bütün insanların ihtiyaçları hiç ümit edilmeyen çeşitli şeylerden, yerlerden karşılanmaktadır. Kimin neye ne kadar ihtiyacı varsa bütün evrendeki varlıklar adeta el ele vererek bu konularda üstüne düşen ödevi ve sorumluğu yerine getirmeye çalışmaktadır. Toplum hayatındaki iş bölümünün, yardımlaşmanın, ailedeki bireylerin ödev ve sorumlulukların temelinde Allah’ın (c.c.) şefkatinin, merhametinin ve rızık dağıtıcı sıfatının bulunduğu, bu işlerin yüce bir yaratıcının tasarrufu ve yönlendirmesi ile yapıldığı anlaşılmaktadır. O da ancak her şeye gücü ve kudreti yeten, insana rızkı konusunda kefil ve sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan yüce Allah’tır.
Eleştiri: Yırtıcı hayvanlar Allah’ın varlık ve birliğine birer delil olan şefkat ve merhamet ilkelerine aykırı düşmektedir?
Cevap: Evet, görünüşte böyledir. Yırtıcı hayvanlar Allah’ın varlık ve birliğine birer delil olan şefkat ve merhamet ilkelerine aykırı düşmektedir. Ama yırtıcı hayvanların bu biçim doğaları da rızık ilkesini devreye sokmaktadır. Şefkat ve merhamet ilkesini yalnız başına düşünmemek gerekir. Şefkat ve merhamet ilkesi rızık ilkesinin içerisinde yer almaktadır. Yırtıcı hayvanlardaki rızık ilkesi şefkat ve merhamet ilkesine karşıt gibi görünse de aslında ikisi birbirini tamamlamaktadır. Ayrıca o yırtıcı hayvan rızkını bu yolla tedarik ederek zıtlık prensibi ile şefkat ve merhametin ne olduğunu da bize öğretmektedir. Aksi taktirde doğada yırtıcılıktan daha çok işlevi olan şefkat ve merhamet ilkesi göze çarpmayacaktı.
Yırtıcı hayvan rızkını elde ettikten sonra şefkat ve merhametle yavrusuna yönelmektedir.
9. Fıtrat (Yaratılış, İnsan Doğası) Delili:
İnsanda iyiye, güzele, doğruya karşı bir yaklaşma; kötü, çirkin, yanlış şeylerden bir uzaklaşma eğilimi doğuştan bulunmaktadır. Bütün iyiliklerin, güzelliklerin ve doğru olan şeylerin kaynağı yüce Allah’tır.
İnsan dünyaya doğuştan temiz bir fıtratla gelir. Eğer bu fıtratı yaptığı günahlarla bozulmasaydı hiçbir insan Allah’ın (c.c.) varlığını ve birliğini kabul etmede bir sıkıntı yaşamayacaktı.
Her insanda doğuştan iyi, güzel, doğru olan şeylere karşı bir sevgi, buna karşılık kötü, çirkin, yanlış olan şeylere karşı da bir nefret hissi bulunmaktadır. Bu ortada olan bir gerçekliktir. Demek oluyor ki, bu duygular ahlaklı davranma ve iyi işler yapma yönünde bir meyli ve ahlaksızlıktan, çirkin davranışlardan da nefret edip kaçınmayı sağlamaktadır. Bu fıtri yapı işaret etmektedir ki, insana iyiyi, güzeli, doğruyu emreden ve onun kötü, çirkin, yanlış davranışları yapmasını yasaklayan bir sistemin sahibi bulunmaktadır. İnsana bu eğilimi ve buna ilişkin duyguları veren yüce Allah’tır.
Allah’a (c.c.) inanmak bir zorunluluktur. Zira Allah (c.c.) inancı, insan fıtratında bir çeşit güdü, bir doğal arayış olarak bulunmaktadır. İnsan fıtratına bu ihtiyacı yerleştiren yüce Allah 'tır.
Eleştiri: Kötülükleri ne ile izah edeceksiniz?
Cevap: Biz genel eğilimden siz ettik. İnsandaki nefis kötülüğü, ruh iyiliği emreder. İnsan bu iki öğeden oluşur. İnsan nefsine uydu mu her kötülüğü işleyebilir. Ama toplumsal yaşamda egemen olan şey iyiliktir. Kötülükler cezalandırılır. İyilikler ödüllendirilir.
10. Tarih Delili:
Nasıl annesiz ve babasız olarak bir insanın dünyaya gelmesi mümkün değilse ilk insanı yaratan bir yaratıcının varlığı da söz konusu olmadan insanoğlunun dünya üzerindeki varlığı da öylece mümkün görünmemektedir.
Dinler tarihi şahittir ki, insanlık hiçbir devrini dinsiz geçirmemiştir. Batıl, hatta gülünç dahi olsa hemen her devirde bir dine inanmış ve bir manevi sistemi takip etmiştir. Ateizm on sekizinci yüzyıldan itibaren felsefede kendisini göstermiştir. Peygamberler Allah’ın (c.c.) varlığını kabul etmeyen toplumlara değil, Allah’a (c.c.) şirk (ortak) koşan kavimlere gönderilmiştir. Bu açıdan peygamberimizin (s.a.s.) gönderildiği Araplar da Allah’ın (c.c.) varlığını, yaratıcı, rızık verici sıfatlarını kabul ediyorlardı. Ama bunun yanında kendilerini Allah’a (c.c.) yaklaştırsın diye birtakım putlara tapıyorlardı. Batıl dinleri ayrıntılı bir biçimde inceleyip temeline indiğimizde tevhide dayandığını ve sonradan bozulduğunu görürüz.
Eleştiri: Bizim teorilerimize göre insanlar ilkel devirlerden önce mağaralarda yaşarken yırtıcı hayvanların korkusundan birtakım hayvanları kutsayarak totem kültürünü oluşturmuşlardır, sonraki devirlerde Tanrı kavramına ulaşmışlardır. Tarihi devirlerde kabileler putların yanında Tanrı’nın varlığını da kabul etmişlerdir.
Cevap: İmam-ı Rabbaniye göre 313 resul gelmiş. Resul kitapla gönderilen peygamber demektir. Her resul arası 1000 yıldır. 124.000 de nebi gelmiş. Nebilerin sayısı hakkında başka rivayetler de vardır. Nebiler resullere tabi olarak hizmet görmüşlerdir. Kitap verilmemiş peygamberlerdir. Yalnız Hz. İsa’nın ezelde ruhlar âleminde yaptığı dua, Muhammed’in (s.a.s) ümmetinden olma isteği neticesinde resullük ömrü bu ümmetin ömrüne eklenmiş, kendisi de göğe kaldırılmış hali ile (lehçesi, kıyafeti v.s) ahir zamanda dünyaya teşrif edip ümmet-i Muhammed’in önderine tabi olacaktır. Yani 313 bin yıldan beri sürüp gelen bir tevhit mücadelesi var. Kenarda köşede kalan birkaç yerli kabileyi inceleyip de insanlık tarihinin dini hakkında genellemelere gitmek bilimsel bir tavır değildir.
Elbette kendisine resul ve nebi gelmemiş kabileler vardır. Afrika’daki kabileler gibi. Onların ahretteki durumu, onlardan beklenen imtihan özellikleri kendilerine resul, nebi gönderilmiş kabilelere ve uluslara göre farklı olacak elbette, onlar orada Allah’ın mutlak adaleti, sınırsız merhameti ile muamele göreceklerdir.
11. İttifak (Özde ve Sözde Birlik) Delili:
Bediüzzaman Said Nursi’ye (rah.a.) göre on tane yalancı birbiri ardı sıra gelip bize evimizin yandığını söylese bu adamların hayatta bir defa dahi doğru söylediklerini duymamış olmamıza rağmen “Belki doğru olabilir.” diyerek onlara hemen inanırız. Zira ortada bir söz birliği olgusu vardır. Hâlbuki burada bahsini ettiğimiz söz birliği konusu olan olgu, yani Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği iddiası binlerce peygamber, yüz binlerce evliya ve milyonlarca da inanan insan arasında meydana gelmektedir. Bütün bu insanlar, insanlığın değer verdiği üstün ahlaki meziyetleri ve erdemleri kişiliğinde toplamışlardır. Çeşitli zamanlarda ve ayrı ayrı mekânlarda yaşamış bu insanların ittifak ettiği en birinci nokta “Allah (c.c.) vardır ve birdir.” gerçeğidir. On yalancının bir yalan üzerindeki söz birliğine önem verildiği halde, hayatlarında bir kere dahi yalan söyledikleri duyulmamış, sayısını ancak Allah’ın (c.c.) bildiği peygamber, evliya ve inanan insanların bu çaptaki söz birliğine ilişkin iddialarına inanmak dışında başka bir seçenek söz konusu olabilir mi?
Eleştiri: On yalancı birleşip Dünya’mızı Marslıların işgal edeceğini söylese onlara inanmamız mı gerekir? Bunun gibi peygamberler de evliyalar da mümin ve Müslümanlar da bu konuda çeşitli çıkar ilişkileri ile birleşerek Allahın varlığı ve birliği konusunda bu büyük yalana ortak olmuş olabilir mi?
Cevap: Yalanın inandırıcılığı geçici bir şeydir. Mutlaka eninde sonunda gerçek ortaya çıkar. Kaldı ki yalan söyleyen kişiler düşük ahlaklı insanlardır. Bu tür insanların hayatları her türlü rezilliği de barındırır. On yalancının bir araya gelerek Marslıların Dünya’mızı işgal edeceği söylentisi kısa zamanda aydınlanır. Bu yalanı söyleyen insanların etrafındaki, çevresindeki kişiler hemen tanıklıkta bulunurlar. Bunların rezil hayatlarını ve başka yalanlarını deşifre ederler. Ama peygamberler, evliyalar, mümin ve Müslümanlar örnek birer hayata sahiptirler. Özellikle yalandan kaçarlar. Kaldı ki peygamberler risaletleri ve tebliğleri için halktan para, mevki, makam gibi şeyler de istememişlerdir. Bunda dünyevi hiçbir çıkarları olmadığı gibi halktan gelen birçok eza ve cefaya da katlanmış, bir kısmı da katledilmiştir. Evliyaların hayatlarına baktığımızda da aynı şeyleri görmekteyiz. Mümin ve Müslümanların hayatlarında bazen yalan sözlere tanık olunsa da bu geçici bir durumdur. En kısa zamanda da buna tövbe edilmesi gerekir. Onlar da bunu bilirler. Mecburiyetten kaynaklanır. Hiç yere, durduk yerde, insanları kandırmak için bir araya gelerek Dünya’mızı Marslılar işgal edecek türde bir yalanı söyleyemezler.
Allah’ın var olmadığını iddia eden bir ateist bile, bana Allah katından bir kitap geldi, diyerek Kuran-ı Kerim’deki gibi Allah adına insanlara mesaj veremez. Buna tahammül edemez. Delirir. Akıl ve mantık kabiliyetini yitirir. Hayatı da böyle bir iddia için uygun olmaz. Herkes itiraz eder. Ona hiç kimse inanmaz. Böylelerinin yeri akıl hastanesidir. Buna en ehil kişi, yani Allah’ın varlığı ve birliği davasını savunmaya en uygun zat, İslam kendisine ulaşmadan önce kabilesi tarafından Muahammedül-Emin (Güvenilir Muhammed) unvanına sahip bulunan peygamberimizdir. Böyle bir insanın Allah adına yalan konuşması imkânsızdır. Hayatı yalan konuşmasını olanaksız kılmaktadır.
Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği konusu, tarihin başlangıcından beri insanları düşündürmüştür. Bu konuda pek çok filozof, bilgin kuram üretmiştir. Bunları derleme, sınıflandırma apayrı bir çalışmayı gerektirmektedir.
İslam bilimleri arasında yer alan kelâm, Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği konusu üzerinde de durmuş ve bu konuda aşağıdaki kuramları ortaya koymuştur:
1. Kanıt İlkesi Delili :
Bediüzzaman Said Nursi’ye (rah.a.) göre var olan şeylerin kanıtlanılabilirliği bunların yokluğunu kanıtlamaktan her zaman kolaydır. Bir incir familyasının var olduğunu, bir tek inciri göstermekle kanıtlayabiliriz. Halbuki bu örnekteki varlığın (incir familyasının) yokluğunu iddia eden kimsenin bütün yeryüzünü, hatta evreni araştırması gerekir. Bu ise olanaksızdır. Öyleyse şunu diyebiliriz: Yok olan şey, hiçbir zaman kanıtlanamaz. Bu açıdan Allah’ın (c.c.) varlığına ve birliğine inanan bir insan için Allah’ın (c.c.) evren kitabındaki veya Kuran-ı Kerim’deki bir ayeti yeterli bir kanıtken, O’nun varlığını ve birliğini inkar eden insanın iddiası için atomdan yıldıza, mikroptan insana kadar evren kitabındaki bütün canlı ve cansız varlıklar, olgular, olaylar ve Kuran-ı Kerim’in ayetleri engel olmakta ve önüne dikilmektedir. İnanan bir insana her şey Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği üzerine mesaj ve ders vermektedir. Bu mesaj ve dersleri görmezden gelmek, yok varsaymak, çürütmek, anlaşılmaz kılmak bir insanın değil tüm insanlığın bile üstesinden kalkamayacağı güç bir iştir. Bu nedenle Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği için bir ayeti yeterli bir kanıt oluştururken O’nun yokluğunu kanıtlamak tüm insanlığın ortak çabası ile olsa bile yine olanaksızdır.
Kanıt ilkesi bilindiği üzere hukukun da temelini oluşturmaktadır. Davalar kanıtla, kanıtlarla kazanılmaktadır. Öyle ise bir kanıt bile Allah’ın (c.c.) varlığı için yeterlidir.
2. Tanık İlkesi Delili :
Bediüzzaman Said Nursi’ye (rah.a.) göre iki kişi aynı doğruda birleşmişse, binlerce insanın kendi dar pencerelerinden, kişisel kanılarıyla onu inkar etmeleri hiçbir değer ifade etmez. Bir sarayın kapılarından onlarcası açık, birisi kapalı olsa, kimse o saraya girilemeyeceğini iddia edemez. İşte Allah’ı (c.c.) inkar eden kimse devamlı surette kapalı olan o bir tek kapıya yönelerek oradan saraya girmek ister. Aslında o kapı, onun ve onun gibi olanların gözlerine çekilmiş bir perdedir; onların ruh dünyalarına kapalıdır. İnançlı insan için kapalı bir kapı yoktur. Yeter ki bu konuda gözlerini gerçeklere yummasın. Bulutlu bir hilal gecesinde gökyüzünde ayı gördüğünü söyleyen bir insanın bu iddiası, bu gözlemi yapamayan insanların ileri sürebileceği “Hilal yoktur.” iddiaları karşısında doğru, tutarlı, gerçeğe uygun bir önerme olarak kendisini gösterir. Çünkü ayı göremeyenlerin çeşitli mazeretleri olabilir: Gözlemcilerin gözleri bozuktur, ay bulutların arkasında gizlenmiştir, gözlemciler gözlemlerini tüm gece boyu sürdürememişlerdir… gibi. Ama ayı gördüğünü iddia eden kimse, bu olumsuzlukları aşıp bir gerçekliğe bir an da olsa ulaştığını doğru ve tutarlı bir iddia ile ortaya atıyorsa bizim ona inanmamamız için ortada bir neden kalmamıştır. Kaldı ki bu insan ömründe bir kere bile yalan söylememişse ve çevresindekiler onu güvenilir bir kişi diye adlandırıp ona değer vermişse bizim o kişiye inanmamamız büyük bir saflık, aldanış ve ahmaklık olacaktır. Bu açıdan Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği konusunda insanların ahlak bakımından en üstünleri olan peygamberlerin, evliyaların, müminlerin ve Müslümanların Allah (c.c.) vardır ve birdir biçimindeki iddialarını bir kısım insanların hem de ahlak açısından pek çok kusuru bulunan kimselerin inkâr etmeleri bir değer ifade etmez.
Tanık ilkesi bilindiği üzere hukukun da temelini oluşturmaktadır. Davalar tanıkla, tanıklarla kazanılmaktadır. Öyle ise bir tanık bile (Hz. Muhammed [ s.a.s]) Allah’ın (c.c.) varlığı için yeterlidir.
Eleştiri: İnanmayan kesim, şu örneğe benzer örneklerle kanıt ve tanık ilkesine itiraz etmekteler:
Hıristiyan inancına göre yetişen bir çocuk yılbaşında Noel babadan hediye alır. Gerçekte Noel Baba yoktur. Hediyeyi anne ve babalar çam ağacının altına koyarlar. Ama hediye vardır. Bütün çocuklar da benzer şekilde hediye alırlar. Kendi aralarında da Noel Baba’nın varlığına tanıklık yaparlar. Aldıkları hediyeleri de Noel Baba’nın varlığına kanıt diye düşünürler.
Cevap: Bu eleştiri görünüşte bütün Müslümanların da tıpkı saf ve gerçekten habersiz Hıristiyan çocukları gibi bir duruma düşürmektedir. Eleştiri, bir algı yanılsamasından güç almaktadır. Tıpkı sihirbazın şapkasından tavşan çıkarması gibi bir zihin illüzyonuna benzemektedir. Görünüşte Allah da Noel Baba da yoktur. Müslümanlar tüm nimetleri Allah’tan, Hıristiyan çocukları da yılbaşındaki aldıkları hediyeleri Noel Baba’dan bilmektedirler. Ama Noel Baba sadece yılbaşında bir kere hediye veriyor. Bütün çocuklara verse de bu yalnız yılda bir kez oluyor. Yani yeterli bir kanıt oluşturmuyor. Oysa Allah bütün nimetlerin sahibidir. Her şey ona aittir. Evrende var olan ve bir nimet olarak insanın önüne konan her şey Allah’ın varlığına ve birliğine dair mührü ile insana nimet olarak verilmiştir. Tek bir kanıt türü ile Noel Baba’nın varlığına hükmedenler çocuklardır. Onların düşünce yetileri zayıftır. Sonsuz nimetleri Allah’ın varlığı ve birliğine kanıt olarak düşünen ve bu konuda birbirlerine tanıklık yapan Müslümanlar ise çocuk değillerdir. Akıllı kimselerdir. Yetişkindirler. Çocukları aldatırsın ama büyükleri aldatmak kolay değildir.
Allahın her bir nimetinde onun varlığına ve birliğine dair sonsuz kanıtlar adeta birer mühür gibi nimetlerin üzerine işlenmişken ve bunlar Allah’ın güzel isim ve sıfatlarına tercüman olmuşken Noel Baba adına yılbaşında çocuklara sunulan hediyelerde ise ona ait hiçbir işaret yoktur. Adeta bunlar hırsızın mülkü gibidirler. Yani Noel Baba’ya izafe edilen bu hediyeler de aslında her hediyenin de gerçek sahibi Allah’ın nimetleridir. Onun sıfat ve güzel isimlerine tercümanlık yaparlar.
Tek kanıt türü ve çocuklar ile tüm inananlar ve Allah’ın nimetlerinin birbirlerine paralel gibi görünmesinde yatan zihin yanılsamasını şuna benzetebiliriz. Matematikte 1’den başlayıp sonsuza giden pozitif sayılar vardır. Bunların gerçek dünyada karşılıkları vardır. Yani biz bu sayılarla her şeyi sayabiliriz. Ama bir de -1’den başlayıp sonsuza giden negatif sayılar vardır. Biz bunlarla nesneleri sayamayız. Bu sayılar sadece zihnin ürünüdürler. Nesneler bu sayılarla sayılmaz. Bu sayılar, alış veriş gibi durumlarda ortaya çıkan hesaplamalarda kullanılır. Yani zihinsel işlemlerde yer alırlar. Müslümanlara her bir nimet pozitif sayıların adedince Allah’ın varlığı ve birliğine birer kanıt iken bir Hıristiyan çocuk için güya Noel Baba’dan yılbaşında aldığı hediye ise Allah’ın nimetleri karşısında kafasında sadece -1 sayısı kadar şüphe uyandıracaktır. Yani o çocuk yaşta bile bu hediye pozitif bir anlam ifade etmeyecektir. 1 sayısı kadar bile bir değere sahip olamayacaktır. Ahalisi Hıristiyan olan yerde bulunanlar bilirler ki, çocuklar bu yılbaşındaki hediyelere rağmen yine de onun varlığından kuşku duyarlar. Hediye, kuşkularına karşı bir rüşvet işlevi görse de durum böyledir. Allah’ın varlık ve birliği ile mühürlü her nimet önüne geldikçe çocuklar bu çocukluk yanılsamasından kurtulup gerçeği bulacaklardır. Kimse sonsuz kanıtların karşısında tek bir kanıtla çocukluk çağına ait bir yanılsamaya bağlı kalamaz.
Eleştiri: Bir Müslüman nasıl Allah’ın varlığına ve birliğine şahitlik yapabilir? Ne Allah (c.c.) ne de Hz. Muhammed (s.a.s) duyu organları ile algılanmamaktadır. Öyle ise İslam dinine girişte yapılan şahadette ‘Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhü ve rasuluh’ta, bir Müslüman yalancı şahitlik yapmaktadır. Duyu organları ile algılamadığı şeylere tanıklık yapmaktadır.
Cevap: Doğru, görünüşte böyledir. Bir Müslüman Allah’ı ve peygamberi hiçbir duyu organı ile algılamadığı halde bunlara dair şahitlik yapmaktadır. Bu durumda yaptığı yalancı şahitliktir. Ama bu reel dünyada geçerlidir. Hayat sadece reel dünyadan ibaret değildir. İnsanın bir de manevi dünyası vardır. Reel dünyada şahitlik gözle ve gördükleri ile olur. Göz eşekte de vardır. Ama eşekliğini üzerinden almaz. Manevi dünyada ise şahitlik kalp gözü ile yapılır. Bu göz sadece insanda olur. Hayvanlarda olmaz. Buna sezgi de diyebiliriz. Kimse sezgiyi küçük görmesin. Bilim adamları buluşlarını gözlerine değil sezgilerine borçludurlar. Hayatımızı kolaylaştıran her teknolojik ürün insandaki bu yeti sayesinde bulunmuştur. Göz bunda başlıca rolü oynamamıştır. İşte bir Müslüman şahitliğini eşekte de olan baş gözü ile değil sadece insana ait olan kalp gözü ile manevi dünyada yapmaktadır. Dolayısıyla şahitliği manevi düzlemde geçerlidir. Allah’ın Kuran-ı Kerim’de pek çok ayette inançsızlar için söylediği, ‘onlar kördürler’ ifadesi, bu kalp gözü ile ilgilidir.
Kalp gözünün açılması ise hidayetle olur. Hidayet ise Allah’tandır. Allah kullarına hidayet vermeyi ise bazı şartlara bağlamıştır. Bunların hepsini bir kul olarak bilmemize imkân yoktur. Allah’ın ilminde saklıdırlar. Yalnız Allah’ın sevdiği şeylere yönelenlere, yasaklarından kaçınanlara hidayetinin ulaşabileceğini düşünebiliriz.
3. İmkan (Olasılık) Delili:
Evrenin var olma ile yok olma olasılığı birbirine eşittir. Şu anda duyu organları ile algıladığımız evren ve içerisindeki her şey yaratılmamış olabilirdi. Ama bunların var oluşu, gerçekliği duyu organlarının izlenimleri ile sabittir. Evrenin ve içerisindeki şeylerin var olduğunu kimse inkâr edemez. Var olan bir şeyin de kendi varlığı dışında bir yaratıcı nedeni bulunmaktadır. Yani evren ve içerisindeki her şeyi yokluktan varlığa çıkaran bir neden bulunmaktadır. Bu neden de ancak evreni ve içerisindeki her şeyi yoktan varlık sahnesine çıkaran eşsiz bir güç ve kudret sahibi olan Allah’tır. Allah (c.c.) evren ve içerisindeki her şey yok iken bunları yaratma olasılığını seçmiştir.
Evrenin ve içerisindeki canlı ve cansız varlıkların yaratılma ve yaratılmama olasılıkları birbirine eşit derecede iken yaratılmış olmaları, yani bunlar arasında var olma seçeneğinin tercih edilmesi, bunları yoktan var eden bir yaratıcıyı gerekli kılmaktadır. Bu yaratıcı, evreni ve içerisindeki canlı ve cansız varlıkları yoktan yarattığına göre sınırsız bir güç ve kudrete sahiptir.
Eleştiri: Var olan şeylere bakıp da akıl ve mantık ilkeleri ile bunların bir yaratıcısı olduğunu düşünmek doğru bir çıkarsama ise buna göre Allah da varsa O’nu kim yaratmıştır?
Cevap: Allah’ı yaratılmış bir varlık görmek yanılsaması ile sorulmuş bir sorudur. Bu bir trenin katarlarına bakıp da bunları kim çekiyor diye düşündükten sonra ilk bölümdeki makineye de aynı gözle bakmaktır. Onu çeken bir güç yoktur. O hareket kaynağıdır. Nedenidir. Bunun gibi Allah yaratılmamıştır. Yaratıcıdır. Allah için böyle bir soru sormak saçmadır.
4. Hudûs (Sonradan Yaratılmış Olma) Delili:
Evren ve içerisindeki her şey değişkendir. Durmadan bir halden diğer bir hale geçer. Kayalar çeşitli nedenlerle parçalanır, farklı toprak oluşumlarına neden olur. İçerisindeki enerjinin sürekli bir biçimde uzaya akması ile maddenin erimesi, güneşin süratle sönmeye doğru yüz tutması, evrenin sürekli bir biçimde genişlemesi maddenin sonradan yaratılmış olduğunu göstermektedir. Sonradan yaratılan bir şeyin de bir başlangıcı vardır. Maddenin ezeli ve ebedi olmaması onun zamanla birlikte bir yaratıcı tarafından yaratıldığını göstermektedir. Evrenin temelini oluşturan madde sonradan yaratıldığına ve bir yok oluşa doğru sürüklendiğine göre onu yaratan bir yaratıcıya gereksinim duymaktadır. O da ancak her şeyi yoktan var edip varlık sahnesine koyan yüce Allah’tır.
Dünya ve içerisindeki canlı ve cansız bütün varlıkların yaşları bilimsel olarak aşağı yukarı değerlerle saptanabilmektedir. Hatta evrenin yaşı bile sayısal bir değerle ifade edilmektedir. Evrenin meydana geldiği büyük patlama sırasında yayılan radyasyondaki bazı elementler bilime bu konuda kanıt olmaktadır. Bu durum evren ve içerisindeki her şeyin sonradan yaratıldığını ve ezeli olmadığını gösterir. Evren ve içerisindeki her şey, ezeli ve ebedi olan Allah’ın (c.c.) bunları zamanla birlikte yoktan var ettiğini kanıtlamaktadır.
Eleştiri: Bir şeyin sonradan olması bir yaratıcıyı gerektirmez. Madde kendi kendine de var olmuş olabilir. Maddeden de ilk hücre, ondan da değişik canlılar zincirleme olarak evrimle var olmuş bulunabilir.
Cevap: Madde kendi kendine de var olmuştur, diye düşünen bir insan artık bilimsel alanın dışına çıkmıştır. Bu düşünce akıl ve mantığın, bilimin ilkelerinin haricindedir. Artık bundan sonra manevi alan gündeme gelmektedir. Bu noktadan sonra insanın Allah yerine yaratıcı güç veya güçler demesinden başka bir seçeneği kalmamaktadır. Sonunda evrenin büyük nizamı, akıl almaz ahengi karşısında tek bir ilahta karar kılınacaktır.
5. İntizam (Düzen, Kompozisyon) Delili:
Evren ve içerisindeki her şey belirli bir sistem içerisinde bulunmaktadır. Bu sistemin temeli çok ince matematiksel hesaplara dayanmaktadır. Örneğin gezegenimizin hayat kaynağı olan güneşin büyüklüğü, dünyaya uzaklığı, dünyanın güneş karşısındaki eğimi ve izlediği yörünge yeryüzündeki yaşamı sağlamak için çok ince hesaplarla düzenlenmiştir.
Yeryüzündeki havanın içerisindeki gazlar, bizim yaşamımızı sürdürecek oranda belirlenmiştir. Ayrıca bu oranın değişmemesi için bitkiler, hayvanlardan ve insanlardan havaya atık madde olarak verilen karbondioksiti oksijene çevirme özelliği ile donatılmıştır.
Bütün canlı ve cansız varlıklar, adeta bir gereksinim zinciri ile birbirlerine bağlanmışlardır. Biri diğerinin yaşamsal amacına hizmet etmektedir. Örneğin çöl ortamı için suyu vücudunda depo eden bir hayvana ihtiyaç vardır. Deve bu özellikte yaratılmıştır. Bu hayvan için çöl ortamı besinini de önceden hazırlamıştır: Kurumuş otlar ve diken. Başka hayvanların dönüp bakmayacağı bu yiyecekler, deve için en ideal besinler olmaktadır. Deve depoladığı su ve çölde her yerde bulabileceği bu besin maddeleri ile üzerindeki bir insanı yada yükü aylarca süren bir yolculukta kendisi açısından sıkıntısız bir şekilde ve rahatlıkla istenilen yere ulaştırmaktadır. Ayrıca devenin sütü, eti, derisinden de yaralanılmaktadır. Her biri ile insanın önemli bir yaşamsal gereksinimi karşılanmaktadır.
Her varlık kendi parçalarıyla bir ahenk ve birlik içerisinde olduğu gibi, aynı biçimde evrenin bütünü de kendisini meydana getiren varlık parçalarıyla bir ahenk ve birlik içerisindedir. Bu akıl almaz ve muhteşem nizam, bir düzenleyiciye işaret etmektedir. O düzenleyici de ancak her şeye gücü ve kudreti yeten yüce Allah’tır.
Eleştiri: Dünyadan başka gezegenlerde yaşam yoktur. Demek ki bütün evren boş yere yaratılmıştır. Ayrıca bu durum dünyada yaşamın olmasının bir tesadüf sonucu olduğuna da işaret etmektedir.
Cevap: Bilim sadece bugünkü bilgisi ile ancak güneş sistemindeki diğer gezegenlerde yaşamın bulunmadığını iddia etmektedir. Evren sadece bizim güneş sistemimizden oluşmamaktadır. Yıldızların her biri bir güneştir. Güneşimizin de içinde bulunduğu Samanyolu galaksisinde en az iki yüz elli milyar yıldız, evrende ise yine en az üç yüz milyar galaksi bulunduğu sanılmaktadır. Bu büyüklük karşısında diğer yıldızlarda da yaşayan canlı varlıkların bulunmadığını düşünmek büyük bir saflık olacaktır. Kaldı ki canlı varlıkların olmaması ile evrenin nizamından bir şey eksik olmayacaktır.
Evrenin büyüklüğü karşısında sadece bir tesadüfle yeryüzündeki canlı varlıkların bulunduğunu düşünmek, işlediği suçla polisten kaçan bir insanın yakalanmamasını gerekçe göstererek o suçu işlemediğini sanması gibi saçma bir düşüncedir.
6. Sanat Delili:
Evren ve içerisindeki canlı ve cansız varlıklar, çok ince bir düzen temeli üzerine kurulmanın yanında tıpkı bir sanat eseri gibi de estetik (sanatsal güzellik) bir özellik arz etmektedir. İnsanın güzellik duygusuna seslenmektedir. Elimize bir gülü alıp onun biçimi, rengi, kokusu üzerinde biraz düşündüğümüzde bunu yaratanın büyük bir sanatçı olduğu gerçeğine ulaşırız. Aynı şekilde güzelliğine tutkun olduğumuz bir insanın bu güzelliğe doğuştan sahip olduğunu göz önünde bulundurduğumuz zaman yüce yaratıcının sanatçılığına hayran olmamamız elde değildir. Bir deniz, dağ ve doğa manzarası da yüce yaratıcının sanat kudretini estetik bir zevkle bizlere sunmaktadır. Kısacası evrendeki tüm canlı ve cansız varlıklarda yüce yaratıcının ince sanatkârlığı tüm insanları O’nun varlığı ve birliği konusunda hayran bırakacak orandadır.
Hücreden insana, atomdan galaksilere kadar bütün evrende ince ve baş döndürücü bir sanat galerisi göze çarpmaktadır. Bir baştan bir başa evrendeki her eser, çok büyük bir sanat değerine sahiptir. Kısa zamanda yani Allah’ın (c.c.) bir “Ol!” emriyle meydana gelmiştir. Çok sayıda, karışık ve çeşit çeşittir. Devamlıdır. Hâlbuki kısa zamanda, çok sayıda, kolay ve karışık yapılan işlerde değerli bir sanat eserinin olmaması gerekirdi. Ancak yapan Allah (c.c.) olursa, o zaman her şey değişir ve bu tür bir sanat mucizesi gerçekleşmiş olur.
Allah’ın (c.c.) sanatına hayran olmamak elde değildir. Sanatına kendi güzel isimlerini (esma-ül hüsna) eşsiz ve benzersiz bir kudretle yerleştirmiştir. Buna bir örnek vermek yararlı olacaktır sanırım: Allah’ın (c.c.) el-Vâhid (c.c.) ve el-Ahad (c.c.) güzel isimleri birbirlerine yakın birer anlama sahiptirler. Aralarındaki anlam ayırtısını şu örneklerde anlayabiliriz: Dünyadaki bütün ağaçların yaprakları ortak bazı nitelikler ve özellikler taşırlar: biçim, renk, yapı, işlev v.b. bakımlarından. Bu durum bütün ağaç yapraklarının “ tek yaratıcı (el-Vâhid [c.c.] )” tarafından yaratıldığını göstermektedir. Birbirlerine olan benzerliklerine karşın, velev ki aynı ağaçta da olsa, dünyada birbirinin aynısı iki yaprağın bulunmaması, bunların “ benzeri olmayan yaratıcının (el-Ahad [c.c.] )” eseri olduğunu kanıtlamaktadır. Aynı durum insan yüzleri ve sayısını ancak yüce Allah’ın (c.c.) bildiği bütün bitkiler ve hayvanlar… için de geçerlidir. En büyük sanatçı olan Allah (c.c.) her sanatçının ömrünü verdiği ve ulaşmak için can attığı özgünlüğü (yani bir elden çıkma ama farklı olma niteliğini), yarattığı her varlığın biçimine bir mühür gibi kazımıştır. Yüce Allah’ın (c.c.) her bir sanatına bu gözle baktığımız zaman hayran olmamak elde değildir.
Eleştiri: Dışkının varlığı Allahın varlığı ve birliğine kanıt olan sanat ilkesine aykırı düşmektedir.
Cevap: Sadece dışkı değil, çirkin şeyleri de buna katabiliriz. Hatta eksik şeyler de var. Çeşitli organlarından engelli insanlar gibi. Görünüşte onlar bu tablonun dışında kalıyorlar. Ama estetiğin ana ilkelerinden birisi de zıtlıktır. Yani güzellik anacak çirkinliklerin varlığı ile anlaşılabilir. Çirkin şeyler olmasaydı güzel şeyler anlaşılamazdı. Kaldı ki çirkinlik ve güzellik görece kavramlardır.
7. Hikmet (Olay ve Olgulardaki Neden - Sonuç İlişkisi) ve Amaç Delili:
Evrende bulunan her şeyin bir yaratılış amacı vardır. Hiçbir şey boş yere yaratılmamıştır. Bütün varlık, olay ve olguların neden sonuç ilişkisi içerisinde birbiriyle olan bağları bulunmaktadır. Üzerinde düşünüldüğü zaman tüm bu varlık, olay ve olguların ilişki zincirini tasarlayan ve kuran bir yüce yaratıcının varlığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Evrenin tüm varlık, olay ve olgularının altında insanın yaratılış amacı ile ilgili düşüncelere ulaşılabilir. Örneğin sonbaharda ağaçların büyük kısmı yapraklarını dökerler, kış doğadaki çoğu varlıklar için bir ölüm ayıdır. Baharda tüm doğa canlanır. Bunlar insan için ilahi birer mesaj içermektedir. Bu olay ve olgular, insanların öldükten sonra ceza ve ödül (hesap) için tekrar dirilmelerini andırmaktadır. Gece ve gündüz de böyledir. Gece uyuruz, gündüz de uyanırız. Tıpkı ölen insanların ahrette dirilmesi gibi. Aklın, doğanın ölüp dirilmesi ile insanın ölüp dirilmesi arasında bu çeşit bir ilgi kurması “hikmet”e güzel bir örnektir. Evrendeki olay, olgu ve varlıkların içerisinde veya arasında bir neden sonuç ilişkisi kurulduğu taktirde zihin her şeye gücü yeten bir yüce yaratıcının varlığını kabul etmek zorunda kalmaktadır.
Evrendeki yaratılmış olan her şeyin amacı bizi düşünmeye sevk etmektedir. İlgili şey ile amacının altında yatan hikmet de insanı ruhsal açıdan doyurucu bir biçimde Allah’ın (c.c.) varlığı, sıfatları ve güzel isimleri ile açıklanabilmektedir. Bu yüzden günlük dilde hikmet “derin düşünce”, “bir şeyin asıl nedeni” anlamlarında kullanılmaktadır.
Evrendeki olay, olgu ve varlıkların asıl nedeni Allah’a (c.c.) dayanmaktadır. Bunların yaratılış amacı yüce Allah’ın (c.c) sıfatlarına ve güzel isimlerine tercümanlık yapmaktır. Bunlara bu bakış açısıyla ve araştırıcı, incelemeci bir gözle baktığımızda tıpkı bir kitap gibi bunların yüce yaratıcısını anlatmakta olduklarını görürüz.
Evrendeki bütün olay, olgu ve varlıklar yaratıcısını bizlere anlatmaya çalışan bir kitap gibi okunmayı beklemektedir.
Eleştiri: Evrendeki varlık, olay ve olgulardan ders çıkarmak bir bakış açısıdır. Evren bir kitap değildir. Hiçbir mesajı yoktur. İnsanlar ona mesaj yüklerler. Bu mesajlardan Allah’ın varlığı ve birliğine dair bir objektif kanıt yoktur.
Cevap: Nasıl bir insan okuma yazma bilmeden kitap okuyamıyorsa evren kitabının da harfleri, şifreleri vardır. Bunları bilmeden evren kitabı okunmaz. Bunlar Kuran-ı Kerim’de gizlidir. Kuran-ı Kerim’e inanmadan bu mesajlara ulaşmak imkânsızdır. Nasıl okuma yazma bilmeyen kişiler kitaplardaki harflere anlamsız ve boş bakarlarsa Kuran-ı Kerim’in Allah kelamı olduğuna inanmayan kimseye de evrendeki her varlık, olay, olgu boş ve anlamsız görünür. Böyle birisi evren kitabından ders alamaz.
Okuma yazma bilmeyen kişi, yazılanlara boş ve anlamsız mesajlar yükler. Ama bunlar bir değer ifade etmez. Önemli olan şifreleri çözüp doğruya ulaşmaktır. Mesaj şifrelerin içeriğindedir. İnsanların kafasında olan şey, önyargılardır. Evren kitabını okumada objektiflik veya sübjektiflik söz konusu değildir. Bilip bilmemek, anlayıp anlamamak söz konusudur.
8. Şefkat, Merhamet ve Rızık Delili:
Doğadaki canlıları ibret gözüyle incelediğimizde bir annenin yavrularına olan şefkat ve merhamet duygusu dikkatimizi çeker. Tavuk yavrularını savunmak için gerektiğinde kendisinden kat kat güçlü, anne olmadığı dönemde sakındığı ve korktuğu bir köpekle büyük bir cesaretle mücadeleye girer. Başka hayvanlarda da yavrularına karşı aynı himaye edici tutum gözlenebilir. Yüce yaratıcı benzer şefkat ve merhamet duygusunu biz insanlara da vermiştir. Bir kadın ne kadar kötü kalpli olsa da bir anne olarak yavrusu için her türlü fedakârlığı yapabilir. Yüce yaratıcı anne olacak canlılarda merhamet ve şefkat duygusunu onların içgüdüsel yapılarına yerleştirerek kendisini savunmaktan mahrum yavrunun can güvenliğini adeta sigortalamıştır. Bu durum da sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliğine bir delil oluşturmaktadır.
Bütün yaratıkların ve özellikle insanın ihtiyacı sonsuzdur. Gücü ve olanakları sınırlıdır. İradesi ise adeta bir hiç hükmündedir. Böyle iken bütün insanların ihtiyaçları hiç ümit edilmeyen çeşitli şeylerden, yerlerden karşılanmaktadır. Kimin neye ne kadar ihtiyacı varsa bütün evrendeki varlıklar adeta el ele vererek bu konularda üstüne düşen ödevi ve sorumluğu yerine getirmeye çalışmaktadır. Toplum hayatındaki iş bölümünün, yardımlaşmanın, ailedeki bireylerin ödev ve sorumlulukların temelinde Allah’ın (c.c.) şefkatinin, merhametinin ve rızık dağıtıcı sıfatının bulunduğu, bu işlerin yüce bir yaratıcının tasarrufu ve yönlendirmesi ile yapıldığı anlaşılmaktadır. O da ancak her şeye gücü ve kudreti yeten, insana rızkı konusunda kefil ve sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan yüce Allah’tır.
Eleştiri: Yırtıcı hayvanlar Allah’ın varlık ve birliğine birer delil olan şefkat ve merhamet ilkelerine aykırı düşmektedir?
Cevap: Evet, görünüşte böyledir. Yırtıcı hayvanlar Allah’ın varlık ve birliğine birer delil olan şefkat ve merhamet ilkelerine aykırı düşmektedir. Ama yırtıcı hayvanların bu biçim doğaları da rızık ilkesini devreye sokmaktadır. Şefkat ve merhamet ilkesini yalnız başına düşünmemek gerekir. Şefkat ve merhamet ilkesi rızık ilkesinin içerisinde yer almaktadır. Yırtıcı hayvanlardaki rızık ilkesi şefkat ve merhamet ilkesine karşıt gibi görünse de aslında ikisi birbirini tamamlamaktadır. Ayrıca o yırtıcı hayvan rızkını bu yolla tedarik ederek zıtlık prensibi ile şefkat ve merhametin ne olduğunu da bize öğretmektedir. Aksi taktirde doğada yırtıcılıktan daha çok işlevi olan şefkat ve merhamet ilkesi göze çarpmayacaktı.
Yırtıcı hayvan rızkını elde ettikten sonra şefkat ve merhametle yavrusuna yönelmektedir.
9. Fıtrat (Yaratılış, İnsan Doğası) Delili:
İnsanda iyiye, güzele, doğruya karşı bir yaklaşma; kötü, çirkin, yanlış şeylerden bir uzaklaşma eğilimi doğuştan bulunmaktadır. Bütün iyiliklerin, güzelliklerin ve doğru olan şeylerin kaynağı yüce Allah’tır.
İnsan dünyaya doğuştan temiz bir fıtratla gelir. Eğer bu fıtratı yaptığı günahlarla bozulmasaydı hiçbir insan Allah’ın (c.c.) varlığını ve birliğini kabul etmede bir sıkıntı yaşamayacaktı.
Her insanda doğuştan iyi, güzel, doğru olan şeylere karşı bir sevgi, buna karşılık kötü, çirkin, yanlış olan şeylere karşı da bir nefret hissi bulunmaktadır. Bu ortada olan bir gerçekliktir. Demek oluyor ki, bu duygular ahlaklı davranma ve iyi işler yapma yönünde bir meyli ve ahlaksızlıktan, çirkin davranışlardan da nefret edip kaçınmayı sağlamaktadır. Bu fıtri yapı işaret etmektedir ki, insana iyiyi, güzeli, doğruyu emreden ve onun kötü, çirkin, yanlış davranışları yapmasını yasaklayan bir sistemin sahibi bulunmaktadır. İnsana bu eğilimi ve buna ilişkin duyguları veren yüce Allah’tır.
Allah’a (c.c.) inanmak bir zorunluluktur. Zira Allah (c.c.) inancı, insan fıtratında bir çeşit güdü, bir doğal arayış olarak bulunmaktadır. İnsan fıtratına bu ihtiyacı yerleştiren yüce Allah 'tır.
Eleştiri: Kötülükleri ne ile izah edeceksiniz?
Cevap: Biz genel eğilimden siz ettik. İnsandaki nefis kötülüğü, ruh iyiliği emreder. İnsan bu iki öğeden oluşur. İnsan nefsine uydu mu her kötülüğü işleyebilir. Ama toplumsal yaşamda egemen olan şey iyiliktir. Kötülükler cezalandırılır. İyilikler ödüllendirilir.
10. Tarih Delili:
Nasıl annesiz ve babasız olarak bir insanın dünyaya gelmesi mümkün değilse ilk insanı yaratan bir yaratıcının varlığı da söz konusu olmadan insanoğlunun dünya üzerindeki varlığı da öylece mümkün görünmemektedir.
Dinler tarihi şahittir ki, insanlık hiçbir devrini dinsiz geçirmemiştir. Batıl, hatta gülünç dahi olsa hemen her devirde bir dine inanmış ve bir manevi sistemi takip etmiştir. Ateizm on sekizinci yüzyıldan itibaren felsefede kendisini göstermiştir. Peygamberler Allah’ın (c.c.) varlığını kabul etmeyen toplumlara değil, Allah’a (c.c.) şirk (ortak) koşan kavimlere gönderilmiştir. Bu açıdan peygamberimizin (s.a.s.) gönderildiği Araplar da Allah’ın (c.c.) varlığını, yaratıcı, rızık verici sıfatlarını kabul ediyorlardı. Ama bunun yanında kendilerini Allah’a (c.c.) yaklaştırsın diye birtakım putlara tapıyorlardı. Batıl dinleri ayrıntılı bir biçimde inceleyip temeline indiğimizde tevhide dayandığını ve sonradan bozulduğunu görürüz.
Eleştiri: Bizim teorilerimize göre insanlar ilkel devirlerden önce mağaralarda yaşarken yırtıcı hayvanların korkusundan birtakım hayvanları kutsayarak totem kültürünü oluşturmuşlardır, sonraki devirlerde Tanrı kavramına ulaşmışlardır. Tarihi devirlerde kabileler putların yanında Tanrı’nın varlığını da kabul etmişlerdir.
Cevap: İmam-ı Rabbaniye göre 313 resul gelmiş. Resul kitapla gönderilen peygamber demektir. Her resul arası 1000 yıldır. 124.000 de nebi gelmiş. Nebilerin sayısı hakkında başka rivayetler de vardır. Nebiler resullere tabi olarak hizmet görmüşlerdir. Kitap verilmemiş peygamberlerdir. Yalnız Hz. İsa’nın ezelde ruhlar âleminde yaptığı dua, Muhammed’in (s.a.s) ümmetinden olma isteği neticesinde resullük ömrü bu ümmetin ömrüne eklenmiş, kendisi de göğe kaldırılmış hali ile (lehçesi, kıyafeti v.s) ahir zamanda dünyaya teşrif edip ümmet-i Muhammed’in önderine tabi olacaktır. Yani 313 bin yıldan beri sürüp gelen bir tevhit mücadelesi var. Kenarda köşede kalan birkaç yerli kabileyi inceleyip de insanlık tarihinin dini hakkında genellemelere gitmek bilimsel bir tavır değildir.
Elbette kendisine resul ve nebi gelmemiş kabileler vardır. Afrika’daki kabileler gibi. Onların ahretteki durumu, onlardan beklenen imtihan özellikleri kendilerine resul, nebi gönderilmiş kabilelere ve uluslara göre farklı olacak elbette, onlar orada Allah’ın mutlak adaleti, sınırsız merhameti ile muamele göreceklerdir.
11. İttifak (Özde ve Sözde Birlik) Delili:
Bediüzzaman Said Nursi’ye (rah.a.) göre on tane yalancı birbiri ardı sıra gelip bize evimizin yandığını söylese bu adamların hayatta bir defa dahi doğru söylediklerini duymamış olmamıza rağmen “Belki doğru olabilir.” diyerek onlara hemen inanırız. Zira ortada bir söz birliği olgusu vardır. Hâlbuki burada bahsini ettiğimiz söz birliği konusu olan olgu, yani Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği iddiası binlerce peygamber, yüz binlerce evliya ve milyonlarca da inanan insan arasında meydana gelmektedir. Bütün bu insanlar, insanlığın değer verdiği üstün ahlaki meziyetleri ve erdemleri kişiliğinde toplamışlardır. Çeşitli zamanlarda ve ayrı ayrı mekânlarda yaşamış bu insanların ittifak ettiği en birinci nokta “Allah (c.c.) vardır ve birdir.” gerçeğidir. On yalancının bir yalan üzerindeki söz birliğine önem verildiği halde, hayatlarında bir kere dahi yalan söyledikleri duyulmamış, sayısını ancak Allah’ın (c.c.) bildiği peygamber, evliya ve inanan insanların bu çaptaki söz birliğine ilişkin iddialarına inanmak dışında başka bir seçenek söz konusu olabilir mi?
Eleştiri: On yalancı birleşip Dünya’mızı Marslıların işgal edeceğini söylese onlara inanmamız mı gerekir? Bunun gibi peygamberler de evliyalar da mümin ve Müslümanlar da bu konuda çeşitli çıkar ilişkileri ile birleşerek Allahın varlığı ve birliği konusunda bu büyük yalana ortak olmuş olabilir mi?
Cevap: Yalanın inandırıcılığı geçici bir şeydir. Mutlaka eninde sonunda gerçek ortaya çıkar. Kaldı ki yalan söyleyen kişiler düşük ahlaklı insanlardır. Bu tür insanların hayatları her türlü rezilliği de barındırır. On yalancının bir araya gelerek Marslıların Dünya’mızı işgal edeceği söylentisi kısa zamanda aydınlanır. Bu yalanı söyleyen insanların etrafındaki, çevresindeki kişiler hemen tanıklıkta bulunurlar. Bunların rezil hayatlarını ve başka yalanlarını deşifre ederler. Ama peygamberler, evliyalar, mümin ve Müslümanlar örnek birer hayata sahiptirler. Özellikle yalandan kaçarlar. Kaldı ki peygamberler risaletleri ve tebliğleri için halktan para, mevki, makam gibi şeyler de istememişlerdir. Bunda dünyevi hiçbir çıkarları olmadığı gibi halktan gelen birçok eza ve cefaya da katlanmış, bir kısmı da katledilmiştir. Evliyaların hayatlarına baktığımızda da aynı şeyleri görmekteyiz. Mümin ve Müslümanların hayatlarında bazen yalan sözlere tanık olunsa da bu geçici bir durumdur. En kısa zamanda da buna tövbe edilmesi gerekir. Onlar da bunu bilirler. Mecburiyetten kaynaklanır. Hiç yere, durduk yerde, insanları kandırmak için bir araya gelerek Dünya’mızı Marslılar işgal edecek türde bir yalanı söyleyemezler.
Allah’ın var olmadığını iddia eden bir ateist bile, bana Allah katından bir kitap geldi, diyerek Kuran-ı Kerim’deki gibi Allah adına insanlara mesaj veremez. Buna tahammül edemez. Delirir. Akıl ve mantık kabiliyetini yitirir. Hayatı da böyle bir iddia için uygun olmaz. Herkes itiraz eder. Ona hiç kimse inanmaz. Böylelerinin yeri akıl hastanesidir. Buna en ehil kişi, yani Allah’ın varlığı ve birliği davasını savunmaya en uygun zat, İslam kendisine ulaşmadan önce kabilesi tarafından Muahammedül-Emin (Güvenilir Muhammed) unvanına sahip bulunan peygamberimizdir. Böyle bir insanın Allah adına yalan konuşması imkânsızdır. Hayatı yalan konuşmasını olanaksız kılmaktadır.